Harun Yahya


Bir Zamanlar At Serileri Senaryosu Vardı



Daha önce de belirttiğimiz gibi, Darwin, teorisini ortaya attığı dönemde fosil kayıtlarında teorisine destek olabilecek ara geçiş formlarının eksikliğini görmüş, ancak bunların gelecekte bulunacağını ummuştu. Darwin'e inanan paleontologlar, bu önemli eksikliği gidermek için hummalı bir arayışa giriştiler. Bunun sonuçlarından biri, Kuzey Amerika kıtasında çıkarılmış bazı fosillerin bir seri oluşturacak şekilde dizilmesi oldu. Darwinistler, görünürde, fosil kayıtlarındaki ara geçiş formu eksikliğine rağmen sözde istisnai bir başarı elde ettiklerini zannetmişlerdi. Serisi oluşturulan bu canlı, attı.
Bu serinin en önemli parçalarından biri, aslında Darwinizm'den daha önce bulunmuştu. Ünlü İngiliz paleontolog Sir Richard Owen 1841 yılında, küçük bir memeliye ait bir fosil bulmuş ve buna, Afrika'da yaşamakta olan Hyrax isimli canlıya olan benzerliğinden esinlenerek, Hyracotherium adını vermişti. Hyrax, tilki benzeri küçük bir canlıydı ve iskeleti, Owen'ın fosiliyle kafatası ve kuyruk haricinde neredeyse tıpatıp aynıydı.




Richard Owen

Sözde at serilerinin başlangıcına yerleştirilen Hyracotherium, bir anti-Darwinist olan Richard Owen tarafından tanımlanmıştı. Ancak sonraki paleontologlar, bu canlıyı evrimle ilişkilendirmeye çalıştılar.




Darwinizm'e inanan paleontologlar ise, diğer tüm fosillerde olduğu gibi, Hyracotherium'u da evrimci bir gözle değerlendirmeye başladılar. Rus paleontolog Vladimir Kovalevsky, 1874 yılında, Hyracotherium ile atlar arasında bir bağlantı kurmaya çalıştı. 1879 yılında ise dönemin ünlü evrimcileri arasında iki isim, bu girişimi daha da ileri götürerek, Darwinistlerin uzun yıllar gündemde tutacakları at serisini oluşturdular. Amerikalı fosil araştırmacısı Othniel Charles Marsh ile Thomas Huxley (Darwin'in buldogu olarak da tanınır), bazı toynaklı fosilleri, arka ve ön ayaklarındaki tırnak sayılarına ve diş yapılarına göre dizerek bir şema oluşturdular. Owen'ın Hyracotherium'u bu sırada evrim çağrıştıracak şekilde yeniden isimlendirilmiş ve 'Şafak Atı' anlamına gelen Eohippus adını almıştı. İddialarını şemalarıyla birlikte, American Journal of Science isimli dergide yayınlayan ikili, bir yüzyıl boyunca müze ve ders kitaplarında Eohippus'tan günümüz atlarına doğru sıralanan -sözde evrimin kanıtı olarak gösterilecek- serinin temellerini atmışlardı.123 Bu serinin aşamaları olarak gösterilen önemli kategoriler Eohippus, Orohippus, Miohippus, Hipparion ve nihayet günümüz atı, Equus'tu.
Bu seri, sonraki yüzyıl boyunca atın sözde evrimine kanıt olarak gösterildi. Tırnak sayısındaki düşüş, ebatta küçükten büyüğe doğru düzenli artış, evrimcileri ikna etmeye yetmişti. Evrimciler başka canlıların da böyle fosil serilerini oluşturabileceklerini umdular. Bu durum birkaç on yıl devam etti, ancak umdukları gibi sonuç çıkmadı. Başka canlıların atta olduğu gibi (görünürde) serilerini oluşturamadılar.
Dahası at serisi de kendi içinde çelişkiler oluşturmaya başladı. Yapılan kazılarda rastlanan ve at serisine oturtulmaya çalışılan yeni fosiller sorun oldu. Çünkü fosillerin yeri, yaşı, tırnak sayısı gibi özellikler birbirleriyle çelişkili bir durum oluşturarak seriyi bozmaya başlıyordu. At serisi bu yeni bulgular karşısında tutarsız ve anlamsız bir fosil yığınına dönüştü.
BBC televizyonu eski bilim editörü Gordon Rattray Taylor, bu durumu şöyle ifade eder:
"Belki de Darwinizm'in en ciddi zayıflığı, paleontologların, organizmaların ikna edici filogenezlerini veya dizilerini büyük evrimsel değişimleri ortaya koyacak şekilde göstermedeki başarısızlıklarıdır… At genellikle oluşturulmuş tek örnek olarak anılır. Ancak gerçekte Eohippus'tan Equus'a olan çizgi çok düzensizdir. Ebatlarda sürekli bir artış iddiasındadır ancak gerçek şudur ki bazı varyantlar Eohippus'tan daha küçüktür, daha büyük değil. Farklı kaynaklardan örnekler görünürde ikna edici bir dizi oluşturacak şekilde bir araya getirilebilir ancak bunların zaman içinde bu şekilde gerçekten sıralandığına dair hiçbir kanıt yoktur". 124




Huxley

At serilerinin ilk kurgulayıcısı, "Darwin'in buldogu" olarak bilinen Huxley idi.








Taylor at serilerinin bir kanıta dayanmadığını açıkça itiraf etmektedir. Bunu açıkça ifade eden araştırmacılardan biri de Heribert Nilsson'dur. Nilsson bu serinin "oldukça yapay" olduğunu yazmıştır:

Atların soy ağacı sadece ders kitaplarında güzel ve süreklidir. Gerçekte bunu oluşturan üç parçanın sadece sonuncusunun atları kapsadığı söylenebilir. İlk parçanın formları ancak günümüz damanlarının (kaya porsuğu benzeri bir canlı) at olduğu kadar küçük atlardır. Atların konstrüksiyonu oldukça yapaydır çünkü denk olmayan parçalardan meydana getirilmiştir ve bu yüzden sürekli bir geçiş serisi oluşturamaz.125



Atın kademeli bir evrimle ortaya çıktığı tezinin geçersizliğini artık birçok evrimci kabul etmektedir. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır:

Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.126


Taylor, Nilsson ve Rensberger'in sözlerinden de anlaşılacağı gibi atın sözde evrimine dayanak gösterilen bu seri bilimsel kanıttan yoksun, tutarsızlıklarla dolu örneklerden ibarettir. Peki ama at serisi kanıta dayanmıyorsa neye dayanmaktadır? Bunun cevabı açıktır. Darwinizm'in diğer tüm senaryolarında olduğu gibi, atın evrimi senaryosu da hayalgücüne dayandırılmış, evrimciler buldukları bazı fosilleri kendi önyargılarına uygun şekilde dizerek, topluma bunların sözde birbirinden evrimleşen canlılar olduğu izlenimini vermişlerdir.
At serisinin mimarı denebilecek kişi olan Marsh'ın, bu izlenimi oluşturmadaki rolü tartışılmazdır. Marsh'ın "tekniği" neredeyse yüzyıl sonra evrimci Robert Milner'ın şu kelimelerinde ortaya çıkmaktadır: "...Marsh, fosillerini günümüz at türüne ulaşacak şekilde 'sıraladı'. Bunu yaparken kendinden memnun bir şekilde çok sayıda tutarsızlığı ve aykırı kanıtı göz ardı etti."127




Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould

Bir müzede bulunan bu at serisi diğerleri gibi değişik devirlerde değişik coğrafyalarda yaşamış çeşitli hayvanların taraflı bir bakış açısıyla, keyfi olarak birbiri ardına dizilmesiyle oluşturulur. Atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı yoktur.





Kısacası Marsh kendi zihninde bir senaryo oluşturmuş ve sonra, sanki bir alet çantasındaki tornavidaları boylarına göre dizermişçesine, fosilleri bu senaryoya göre dizmişti. Oysa beklenenin aksine, yeni fosiller, Marsh'ın senaryosunu karmaşık bir hale soktu. Ekolog Garret Hardin'in ifadesiyle:

"Bir zamanlar atların mevcut fosillerinin küçükten büyüğe uzanan, doğrusal bir evrim çizgisi izlenimi oluşturduğu bir dönem vardı… Daha fazla fosil ortaya çıkarıldıkça ... doğrusal bir çizgide evrimin olmadığı açıkça ortaya çıktı"128



Fosiller bir türlü Darwin'in öngördüğü kademeli gelişimi gösterecek şekilde düzenlenemedi. Evrimci Francis Hitching bu durumu şöyle belirtir:
"Bütün muhtemel fosiller dahil edilse bile, atların büyüklüğünde genustan genusa, herhangi geçiş formu olmaksızın, büyük sıçramalar olduğu görülmektedir" 129
Günümüzde at serisi evrimciler açısından tamamen umutsuz denebilecek bir durumdadır. Çünkü atın sözde evrimsel atalarının aynı dönemde, hatta yanyana yaşadığı ortaya çıkmış, böylece doğrusal ata-soy ilişkisiyle açıklanması mümkün olmayan bir durum söz konusu olmuştur. Ayrıca atların diş ve kemik yapılarında bu seriyi geçersiz kılan birçok özellik belirlenmiştir. Tüm bunların ortaya koyduğu açık bir gerçek vardır. At serisine oturtulan canlılar arasında evrimsel bir ilişki bulunmamaktadır. Bu türler de, diğer tüm canlılarda olduğu gibi, fosil tabakalarından aniden ortaya çıkmaktadır. Nitekim evrimciler de tüm çabalarına rağmen bu türler arasında geçişsel özellikler gösterememişlerdir. Kesin olan gerçek, at serisinin bir hurafeden ibaret olduğudur. Şimdi Darwinistlerin bir dönem ısrarla öne sürdükleri at serisiyle ilgili tutarsızlıklara daha yakından bir göz atalım.




At Serilerindeki Tutarsızlıklar ve Evrimcilerin İtirafları


Evrimcilerin müze ve ders kitaplarında yansıtılan tablonun aksine, at serisi birçok kriter açısından tutarsızdır. Öncelikle evrimciler, serinin başlangıcı olduğu ileri sürülen Eohippus (veya diğer adıyla Hyracotherium)'un, toynaklıların sözde atası kandilartlarla (condylarth) arasında hiçbir bağlantı kuramamaktadırlar.130 
Daha sonra at serileri içindeki tutarsızlıklar gelir. Bu seriye dahil edilen canlıların bazılarının, birarada yaşadığı ortaya çıkmıştır. Bununla ilgili çarpıcı bir haber, National Geographic dergisinin Ocak 1981 sayısında yayınlanmıştı.
Habere göre araştırmacılar, ABD'nin Nebraska eyaletinde, bir volkan patlaması sonucu aniden lav altında kalmış ve iskeletleri günümüze kadar korunmuş binlerce canlının fosillerini ele geçirmişlerdi. Fosillerin yaşı 10 milyon yıldı. National Geographic'te yayınlanan bu haber, atın evrimi senaryolarıyla ilgili çarpıcı bir belge oluşturuyordu. Çünkü resimleri yayınlanan bu canlılar arasında üç tırnaklı ve tek tırnaklı atların birarada bulunduğu görülüyordu.131 Bu bulgu at serisindeki fosillerin birbirlerinden evrimleştiği iddiasının çarpıklığını ortaya çıkarıyordu. Aynı dönemde ve aynı coğrafyada yaşamış bu canlılar hem evrim kanıtı olabilecek hiçbir geçiş göstermiyor, hem de evrimsel ata-torun gibi gösterilen canlıların gerçekte aynı dönemde yaşadığını ortaya koyuyordu. Bu keşif, evrimcilerin yıllarca ders kitaplarında ve müzelerde propagandasını yaptıkları at serisinin tamamen hayalgücü ve önyargılara göre oluşturulduğunun yeni bir göstergesiydi.
Darwinizm adına daha da büyük bir tutarsızlık, Mesohippus ve sözde atası arasında da mevcuttur. 1999 yılında yayınladığı Icons of Evolution (Evrimin İkonları) isimli kitabıyla Darwinizm'e getirdiği eleştirilerle tanınan Jonathan Wells, Miohippus'un fosil kayıtlarında gerçekte Mesohippus'tan önce ortaya çıktığı halde ondan sonra da türünü devam ettirdiğini yazar.132
İlginç bir şekilde, bizzat O. C. Marsh'ın kendisi, o dönemde Güneybatı Amerika'da yaşayan üç tırnaklı atların varlığından söz etmiş ve bunların bu açıdan soyu tükenmiş Protohippus'a benzediklerini yazmıştır.133





Piltdown adamı sahtekarlığı

İlk bakışta inandırıcı gibi duran at serisi şemaları, aslında gerçeğin çarpıtılmasıyla oluşturulmuş zoraki sıralamalardı. Bulunan her yeni fosil, bu hayali şemaların geçersizliğini ortaya koydu.


At serisinin çarpıklıkları, sözde evrimsel ata ile soyu olarak gösterilen türün, aynı zamanda ve coğrafyada bulunmasıyla sınırlı değildir. Dünya üzerinde atların evrimsel bir süreçte ortaya çıktığını tek başına gösterebilecek tek bir bölge bulunmamaktadır. Fosil parçaları çeşitli kıtalardan evrimci önyargılara uygun şekilde bir araya getirilmiş, bunlar daha sonra evrimci iddiaları desteklemede kullanılmıştır. Oysa bu, objektif bilimle bağdaşan bir tutum değildir.
Evrimciler at serisini oluştururken tırnak sayısı ve ebatın yanısıra diş yapısına da dayanmış, ama bu argüman aleyhlerine dönmüştür: At serisindeki sıralamada, atların sözde evrimsel atalarının, çalılarla beslenmeden otla beslenmeye geçtiği, dişlerinin de bu değişime uygun şekilde evrimleştiği iddia edilmiştir. Oysa evrimci paleontolog Bruce MacFadden'in 6 at türüne ait, 5 milyon yıllık dişler üzerinde yaptığı çalışmalar, at serisindeki canlıların dişlerinde doğrusal bir değişim olmadığını göstermiştir.134
Diğer yandan atların kaburga ve bel omurlarında bulunan kemiklerinin sayısında inişli çıkışlı bir durum, yani tam bir "evrimsizlik" görülür. Örneğin sözde evrimsel at serilerinde, kaburga kemikleri önce 15'ten 19'a yükselmekte daha sonra 18'e inmektedir. Bel omurları da sözde atalarda önce 6'dan 8'e çıkmakta, sonra yine 6'ya düşmektedir. Günümüz atlarının kaburga kemiklerinde de farklılıkların bulunduğu bilinmektedir. Ancak gerek günümüz atlarında gerek sözde evrimsel atalarında görülen bu durumun evrimsel bir sürece oturtulması imkansızdır. Çünkü söz konusu yapılar canlının hareketlerini, hatta yaşamını etkileyebilecek kritik yapılardır. Mantıksal açıdan, böyle hayati yapıların rastlantısal aşamalarla artıp azaldığı bir süreci yaşayan bir türün, soyunu sürdüremeyeceği açıktır.
At serisiyle ilgili son bir tutarsızlık, boyutta küçükten büyüğe doğru görülen artışın evrimsel bir kazanım olarak yorumlanmasıdır. Günümüz atlarının boyutlarına genel olarak göz atıldığında bu evrimci yorumun anlamsızlığı kolaylıkla anlaşılır. Günümüz atlarının en büyüğü Clydesdale, en küçüğü Fallabella'dır. Fallabella'nın yerden yüksekliği sadece 43 santimetre kadardır.135
Günümüzde yaşayan atların boyutları arasında böyle büyük farklılıklar bulunmasına karşın, evrimcilerin geçmişteki at cinslerini salt boyutlarına göre evrimsel sıralamaya dizmeye kalkmaları elbette saçmadır.
Kısacası at serisinin önyargıya dayalı bir evrim masalı olduğu tamamen ortaya çıkmıştır. Bunu açıkça ortaya koymak ise Darwinizm'in çöküşünün sessiz tanıklarına, yani evrimci paleontologlara düştü. Onlar, evrim teorisinin gerektirdiği ara formların fosil tabakalarında var olmadığını Darwin zamanından bu yana biliyorlardı. Ernst Mayr, 2001 yılında, "paleontologları belki de hiçbir şey fosil kayıtlarındaki boşluklar kadar etkilememiştir" derken,136 paleontologlar arasında Darwin'in öngördüğü sayısız ara formundan çoktan umut kesildiğini ifade ediyordu. Belki de bu yüzden at serisi diğer evrimciler tarafından heyecanla savunulduğu halde paleontologlar bu serinin geçersizliğini on yıllarca önce konuşmaya başladılar. Örneğin David Raup'un 1979'daki şu sözleri at serisinin tamamen anlamsız ve geçersiz olduğunu gösteriyordu:

Evrim kaydı hala şaşırtıcı bir şekilde boşlukları izleyen sıçramalarla doludur ve ilginç bir şekilde, şu anda Darwin'in zamanında olduğundan daha az sayıda geçiş formu örneklerine sahibiz. Şunu demek istiyorum ki, fosil kayıtlarında Darwinci değişimin klasik örnekleri, örneğin atın Kuzey Amerika'daki evrimi, elimizdeki bilgiler arttıkça değiştirilmek veya çöpe atılmak zorunda kalmıştır. Elimizde nispeten az veri olduğu dönemlerde güzel bir gelişme gibi görünen şey artık çok daha kompleks ve çok daha az yavaş-gelişimseldir. Yani Darwin'in problemi hafiflememiştir.137



Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden evrimci paleontolog Dr. Niles Eldredge, bizzat kendi müzesinde sergilenmekte olan at serileriyle ilgili evrimci iddiaların sadece hayalgücüne dayandığını yaklaşık 20 yıl önce kabul etmişti. Eldredge, bu spekülatif serinin, ders kitaplarına girecek şekilde bilimsel bir gerçek olarak gösterilmesini de eleştirmişti:

İtiraf ediyorum ki ders kitaplarına rahatsız edici miktarda fazla şey sanki gerçekmiş gibi girdi. Mesela bunun en ünlü örneği, 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta sergilenmekte olan atın evrimi sergisidir. Bu, sayısız ders kitabında tartışmasız gerçek gibi gösterilmiştir. Ben şimdi bunu esef verici buluyorum çünkü, bu tür hikayeleri ortaya atan insanların, bunların [fosillerin] bir bölümünün spekülatif doğasından, bizzat kendilerinin haberdar olduğunu düşünüyorum.138



Tüm bu uzmanların sözleri at serisiyle ilgili iddiaların çürüklüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Oysa günümüzde bile at serisi hala dünyanın dört bir yanında müzelerde insanlara gösterilmekte ve kendilerine atın evrimle ortaya çıkmış bir tür olduğu masalı anlatılmaktadır. Ancak ne ilginçtir ki, bilimi halka tanıtmak ve sevdirmek amacıyla oluşturulan bu binalarda sergilenen şey, gerçekte bilim tarihinin en büyük yanılgılarından biridir. Bu insanların baktıkları şey aslında on yıllarca önce yıkılmış bir Darwinizm hurafesinin sembolünden başka birşey değildir.





Haeckel, sahte embriyo şemaları

Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o yok olup gitmiştir. ( Allah' a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. ( Enbiya suresi,18)




Atın Bacaklarıyla İlgili Körelme İddiaları ve Gerçekler


Atın tırnaklarının zamanla azaldığını iddia eden evrimciler, günümüz atının bacaklarında görülen kıymık kemiklerini bu iddialarına dayanak olarak göstermektedirler. Buna göre sözde evrimsel süreçte üç adet olan tırnak, çekilerek günümüz atının bacağındaki kıymık kemiklerini oluşturmuşlardır. Oysa kıymık kemikleri, evrimcilerin iddia ettiği gibi körelmiş bir organ değildir. Kıymık kemiklerinin bacak kemiğini sağlamlaştırarak hızlı koşu sırasında artan basıncı azaltmada rol oynadığı bilinmektedir. Ayrıca çeşitli kaslar buraya tutunmaktadır. Diğer yandan, at yürürken ağırlığını karşılayan, hayati önemdeki elastik bir kuşak şeklindeki anatomik bağı koruyan, bir oluk oluşturmaktadır.139
Atların bacağı mükemmel bir yaratılış delilidir. Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı Pierre-Paul Grassé, at toynağındaki üstün özellikleri biraz teknik bir dille anlattıktan sonra, bunun rastlantısal bir süreçte sağlanamayacak bir süreklilik gösterdiğini belirtmiştir. Buna göre atın bacağındaki eklemlerin oluşumunda, basınç azaltıcı yastıklarda, hareketi kolaylaştıran yağlarda, anatomik bağlarda ve kemiklerin yapısında üstün bir yapı göze çarpmaktadır:

[At toynağı], üçüncü parmak kemiğini koruyacak şekilde bacağa tutturulmuş vaziyette bulunur ve kimi zaman ağırlığı bir tonu geçen basınçları kauçuk ya da yaya sahip olmaksızın azaltabilir. Bu sadece tesadüfle ortaya çıkmış olamaz: toynak yakından incelendiğinde birçok organik yenilik ve uyumu birarada barındırdığı görülür. Boynuzumsu maddeden yapılmış olan yüzey, yani dik keratofil lamina, keratojen tabakanın podofil laminasıyla birleşir. Kemiklerin sıralı uzunlukları, bunların eklem oluşturacak şekilde biraraya getirilişi, eklemsel yüzeylerin kıvrım ve şekilleri, kemiklerin yapıları (kemikli tabakaların yönelimi ve ayarlanması); anatomik bağların, muhafazalı ve kaygan tendonların, tampon yastıkların, sandal kemiğinin, yağlayıcı serom sıvısına sahip sinoviyal zarların varlığı… Bunların tümünün inşasında, özde kaotik ve eksik olan rastgele olayların üretip muhafaza edemeyeceği bir süreklilik görülür. Bu tanımda, uyumların çok daha etkileyici olduğu genel yapının detaylarına da girmiyorum; bunlar tek toynaklı bacaklardaki hızlı hareketin mekaniğinde ortaya çıkacak problemlere çözümler sağlar.140



Grassé'nin bu ifadeleri atın bacağının ne kadar mükemmel bir yapıya sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak atın bacak yapısı hakkında bilinenler, Grassé'nin dönemindekilerle sınırlı değildir. Yakın dönemde atın bacağı üzerinde yapılan çalışmalardan biri özellikle dikkat çekicidir.


Florida Üniversitesi'nden araştırmacılar, 2002 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada, atların bacağındaki bir kemikte (üçüncü metakarp kemiği) son derece özel bir yapı olduğunu keşfetmişlerdir. Buna göre, yaklaşık 25 cm. boyundaki kemik üzerinde yer alan ve kan damarlarının geçişini sağlayan, fasulye büyüklüğünde bir delik, basıncı özel olarak uzaklaştıracak şekilde ayarlanmıştır. Laboratuvar testlerinde yapay yollardan defalarca kemiği kırma girişiminde bulunan bilim adamları, tek bir denemede dahi kemiğin –normalde olması gerektiği gibi- delikten kırılmadığını gördüler. Delik civarında kemik öyle bir ayarlamaya sahipti ki, basıncı geniş bir yüzeye dağıtıyor, atın bacağının bu noktadan kırılmasını engelliyordu. Bu yapı o kadar beğeni topladı ki bir uçak mühendisi olan Doç. Dr. Andrew Rapoff, bunu uçak gövdelerinde kablo geçişlerinin sağlandığı deliklerde taklit edebilmek amacıyla NASA'dan finansman sağladı ve bu yönde çalışmalara başladı.141
Görüldüğü gibi atın bacağında, dünyanın en ileri teknolojilerine sahip mühendislerin normalde akıllarına gelmeyen, uçak sanayinde taklit edilebilecek nitelikte özellikler vardır. Grassé'nin de belirttiği gibi böyle özel yapıların rastlantıya dayalı bir açıklaması mümkün değildir. Açık olan gerçek, atın bacağında tesadüflerle meydana gelemeyecek üstün özelliklerin görüldüğü, yani atın tüm özellikleriyle Yüce Allah'ın yarattığı üstün bir yaratılış harikası olduğudur. Sonuçta, 20. yüzyıl boyunca pek çok evrimci kaynakta çok önemli bir delil gibi gösterilen "at serileri" bugün çökmüş durumdadır. Atlar, hiçbir "evrim" sergilemedikleri gibi, sahip oldukları kompleks anatomileriyle, yaratılış gerçeğinin önemli bir örneğini oluşturmaktadırlar.
Darwinizm'in "atın evrimi" masalı da, diğerleri gibi, çürümüştür.




Haeckel, sahte embriyo şemaları

1- Shetland ponileri, İngiliz ırkına ait en küçük atlardır.
2- Batı İskoç adalarında yetişen dağlık bölge ponileri.
3- Avustralya kökenli Timor ponisi.
4- Moğolistan kökenli vahşi Asya atları.
5- Batı Britanya'da yetişen Breton cinsi dağ atı.
6- Normandiya bölgesi kökenli Percheron atları.
7- Doğu Fransa'da yaşayan Ardennaislerin bir türü.

Atlar kendi içlerinde geniş bir varyasyon kapasitesine sahiptirler ve nitekim bugün yapı ve boyut açısından son derece farklı at cinsleri yaşamaktadır. At serileri oluşturan evrimcilerin yanılgısı, bu farklı cinslerin fosillerini evrimsel bir sıralama gibi göstermeye çalışmak olmuştur.





 

Dipnotlar


123- 0. C. Marsh, "Recent Polydactyle Horses", American Journal of Science 43, 1892, ss. 339-354
124- Gordon Rattray Taylor, "The Great Evolution Mystery" New York, Harper & Row, 1983, sf. 230
125- Heribert Nilsson, Synthetische Artbildung Lund, Sweden: Vertag CWE Gleenrup, 1954, ss. 551-552
126- Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15.
127- Milner, The Encyclopedia of Evolution, 1993, s. 222
128- Garret Hardin, Nature and Man's Fate, (New York, Mentor, 1961), ss. 225-226.
129- Francis Hitching, The Neck of the Giraffe-Where Darwin Went Wrong, NY: Ticknor and Fields, 1982, ss. 16-17, 19, 28-30
130- Kofahl, R.E., Handy Dandy Evolution Refuter, Beta Books, San Diego, California, 1997, s.159
131- Voorhies M.R., "Ancient Ashfall Creates a Pompei of Prehistoric Animals," National Geographic, Vol. 159, No. 1, January 1981, ss.67-68,74 ; "Horse Find Defies Evolution" Creation Ex Nihilo 5(3):15, January 1983, http://www.answersingenesis.org/docs/3723.asp
132- Jonathan Wells, "Icons of Evolution: Science or Myth? Why much of what we teach about evolution is wrong", s.199; Royal Truman, "A review of Icons of Evolution" www.answersingenesis.org/home/area/magazines/tj/docs/tj_v15n2_icons_review.asp
133- O.C. Marsh, 'Recent polydactyle horses,' American Journal of Science, 43:339–354, 1892.
134- Bruce J. MacFadden et al., Ancient diets, ecology, and extinction of 5-million-year-old horses from Florida, Science 283(5403):824–827, 5 February 1999.
135- Horse and horsemanship,' Encyclopædia Britannica, 20:646655, 15th ed. 1992
136- Ernst Mayr, What Evolution Is, New York: Basic Books, s. 163
137- D.M. Raup, 'Conflicts between Darwin and paleontology,' Field Museum of Natural History Bulletin 50:22, 1979
138- Sunderland L.D., Darwin's Enigma, 1988, s.78
139- J. Bergman and G. Howe, 'Vestigial Organs' Are Fully Functional Creation Research Society Books, Kansas City, s.77, 1990;
140- Paul-Pierre Grasse., Evolution of Living Organisms, s. 51-52
141- Florida Üniversitesi: "From the Bone of a Horse, a New Idea for Aircraft Structures, 2 Aralık 2002, http://www.napa.ufl.edu/2002news/horsebone.htm ; "Uzay ve Havacılık Mühendisleri Atın Kemik Tasarımını Taklit Ediyor" http://www.harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/969


Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü