Harun Yahya

Savunma Sistemi Hücrelerindeki Seçim



Mikro düşmanlarımız, vücudun kendisine ait olmayıp, bir yolla vücuda giren, dolayısıyla vücuttaki savunma ordusunu harekete geçiren mikro canlılardır. Kuşkusuz vücuda giren her yabancı madde, hemen düşman muamelesi görmez. Yemek yerken, ilaç alırken, su içerken de vücudumuza yabancı özelliği olan maddeler girer. Ancak vücudumuz bunlarla bir savaşa girmez. Yabancı bir maddenin, savunma hücreleri tarafından düşman olarak algılanması için bazı şartların oluşması gerekmektedir: Molekül büyüklüğü, vücuttan atılma hızı, vücuda giriş şekli gibi...60




hayvanlar



Evrim Teorisi hayatın basit bir hücreden geliştiğini varsayar; fakat günümğzde bilim, basit hücre diye bir şey olmadığını göstermektedir. Howard Peth





T hücreleri virüslere ve diğer mikroplara karşı bağışıklık sisteminde esas rolü oynamaktadır. T hücreleri, düşman uyarısını aldıktan sonra kemik iliği içerisinde harekete başlarlar. Olgunlaşmamış olanları timusa göç eder ve daha uzman bir hale gelirler. T hücreleri faydalı olabilmek için, alıcıları vasıtası ile mikroplarla ilgili antijenlere eklenmek zorundadır.




antijen



1. Antijenin peptit kısmı
2. Peptit-tanıtıcı bölge
3. Antijen-tanıtıcı hücre (makrofaj)




Antijen-tanıtıcı hücrelerin görevleri, antijeni (düşmanı) T hücrelerine sunmaktır. Bu çok önemli bir sorumluluktur. Çünkü antijen-tanıtıcı hücreler T hücrelerinin vücudu savunacağını bilmekte ve yakaladığı düşmanı, istihbarat sağlayabilmeleri için T hücrelerine vermektedir. Hücrenin tesadüf eseri böylesine bir görevi üstlenmesi ve vücudu savunmak üzere bir sisteme hizmet etmesi imkansızdır. Bu görevleri hücrelere ilham eden Yüce Allah'tır.





Bağışıklık sisteminde T hücresi gibi hücreler bir hücrenin vücuda ait olup olmadığını söylemek için tanıyıcı proteinler kullanırlar. Tanıyıcı proteinler ise moleküler bayraklar ve işaret direkleri gibi görev yaparlar. Bunlar hücrelerin birbirlerini tanımalarını ve bağlantıya geçmelerini sağlarlar. Bu proteinlerin çoğunlukla şekerden oluşmuş olan çubuk benzeri uzantıları (Şeker içeren protein molekülleri glikoproteinler olarak bilinir.) hücre zarından dış alana uzanır.

Tanıyıcı proteinler aynı türlere ait sperm hücresinin yumurta hücrelerini tanımasına imkan sağlar; virüslerin ve bakterilerin geçebilecekleri doğru hücreleri belirlemelerini sağlar ve bir hücrenin diğerine tutunması için alanlar oluşturur. Toksinler hücreleri öldürmek için tanıyıcı proteinlere bağlanırlar. Nakil yapılan organlarda yanlış tanıyıcı proteinler olduğu için vücut, bağışıklık sistemi baskılanmadıkça bu dokuları reddeder.

Tanıyıcı proteinlerin bulunmaması kanserin oluşmasında önemli rol oynar. Normal olarak tanıyıcı proteinler sayesinde hücreler arasında meydana gelen bağlantılar, hücrenin büyümesini düzenler. Kanser hücreleri ise tümör ya da metastaz (kanser hücrelerinin vücuda yayılması) oluşturmak için bu denetimleri yanıltır. Kanser hücreleri aynı zamanda diğer tür hücrelerde görünen tanıyıcı proteinleri de üretebilir ve bu sahte proteinleri metastaza yardımcı olacak şekilde kullanır.

Aynı zamanda kanser hücrelerinin kendilerine has çok az tanıyıcı proteini vardır, böylelikle bağışıklık sistemi bunları yok edilmesi gereken hücreler olarak tanımlayamaz. Kanser araştırmalarının temel hedefi, kanser hücrelerine has tanıyıcı proteinleri belirlemek ve bunların sayısını artırmaktır. Bu sayede bağışıklık sistemi tümörün yabancı olduğunu tespit edebilir ve onu yok edebilir. Kanser hücrelerinin tanıyıcı proteinlerinin yapısını bilmek, aynı zamanda bu proteinler ve belirli kanser hücreleri için özel ilaçların üretilmesini de mümkün kılabilir.

Bağışıklık Sistemindeki Hücreler Arası Bilgi Alışverişi



Hücreler arası bilgi alışverişinin en çarpıcı örneklerinden birini de vücudun bağışıklık sisteminde görmek mümkündür. Örneğin yara gibi bir doku bozukluğu söz konusu olduğunda, bağışıklık sistemine ait reaksiyonlar başlar. Makrofaj adlı savunma hücreleri, bu yaradan nüfuz eden mikroplara karşı saldırıda bulunabilmek için mümkün olan en kısa zamanda yer tespiti yaparlar. Vücudun, her gün karşı karşıya kaldığı sayısız tehlikeye karşı koyması bu sayede mümkün olur.

Bir hücrenin yer tespiti yapması, sonra tehlike oluşturan durumu analiz etmesi, sonra da burada önlem almak üzere gerekli yerlere mesajlar göndermesi son derece şuurlu bir davranıştır. Ancak akıl sahibi hiç kimse bunları hücrenin kendisinin aklettiğini iddia etmeyecektir. Bu hayati sistemin tesadüfen vücudumuzda var olduğunu söylemek ise akıl ve mantığa aykırıdır.





Vücudumuzda Sizi Düşmanlara Karşı KorumaBilincine Sahip Hücreler bulunmaktadır. Hücrede Görülen Bu Bilinç, Allah’ın Onlara İlhamıdır.



hücre



1. Endositoz keseleri
3. Antijen
2. Üzerinde antijenleri taşıyan bakteri


4. MHC proteini
5. MHC antijen kompleksi
6. Antijen peptitleri


7. Alıcı
8. Yardımcı T hücresi
9. Lenfokinler




Şekilde bir bakterinin savunma sistemi hücreleri tarafından nasıl etkisiz hale getirildiği görülmektedir. Hücreler arası iletişim, üzerinde ciltlerce kitap yazılan, bilim adamlarını onlarca senedir meşgul eden bir kompleksliğe sahiptir.

Hücreler ve moleküller arasındaki iletişim için özel bir lisanın olması, bunun bir molekül ya da hücre için anlam ifade etmesi ve bu doğrultuda vücutta hayati önlemler alınması, gerekliyse düşmanla mücadele başlatılması, Darwinistlerin tesadüfi evrim mekanizmaları ile açıklanamaz.

Darwinist bilim adamları Allah'ın ilhamı ile hücrede tecelli eden akıl karşısında çaresizdirler.





Buradaki bir diğer önemli husus da makrofajların çoğunun böyle bir saldırı ile ilk kez karşılaşmış olmalarıdır. Herhangi bir eğitime tabi olmamış hücrelerin hiç bilgi sahibi olmadıkları ortamlar karşısında durum tespiti yapmaları ve neyin tehlike olup neyin olmadığını ayırt etmeleri şüphesiz tesadüf eseri oluşamaz. Bu mükemmel sistem Rahman ve Rahim olan Rabbimiz'in büyük bir nimeti, aynı zamanda sonsuz ilminin bir örneğidir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Savunma Sistemindeki Mucize)

Plasentanın Besin Maddelerini Seçimi



Bir sperm tarafından döllenen yumurta hücresi ya da "zigot" ikiye, dörde ve sonra sekize bölünerek hızla büyümeye başlar. Bunun için yüklü miktarda besine ihtiyaç duyar. Besin maddelerini anneden alabilmek için, embriyo hücrelerinden bir kısmı plasentayı oluştururlar. Plasenta anneyle bebek arasındaki besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişini sağlayan yapıdır. Plasenta yeni hücre gruplarının yani dokuların oluşması için gerekli olan besinleri ve oksijeni özenle seçer ve bunları bebeğe taşırken, atık maddeleri ayırarak onları da annenin vücuduna gönderir.

Plasenta hücrelerinin bebeğin ne zaman, neye ihtiyacı olduğunu anlaması, bu ihtiyaca göre gereken önlemleri alması, gerekli maddeleri seçip gereksiz maddeleri bebekten uzaklaştırması ve bunu hiç durmaksızın gece-gündüz yapması olağanüstü bir olaydır. Böyle büyük bir sorumluluğu en geniş tıp bilgisine sahip bir doktorun dahi yerine getirmesi mümkün değildir. Ancak evrenin her noktasında olduğu gibi, Allah plasenta hücrelerini de üstün bir yetenekle donatarak örneksiz yaratma gücünü bizlere göstermiştir.




 


plesenta



1. Anneden gelen kan
2. Anneye giden kan
3. Cenine giden kan
4. Ceninden gelen kan
5. Plasentaya ait villüsler


6. Göbeğe bağlı atardamarlar
7. Vein connected to the abdomen
8. Aort
9. Sağ kulakçık
10. Lower vena cava


11. Sol kulakçık
12. Kapakçıklar arasındaki delik
13. Sol karıncık
14. Karaciğer
15. İliyum atardamarı
16. Villüs




"Plasenta" son derece özel bir yapıya sahiptir. Cenin annenin dokularıyla bağlantı içindedir ve anneden gelen kanın içindeki maddelerle beslenmektedir. Ancak besinlerle birlikte anne kanındaki savunma hücrelerinin embriyoya ulaşmaması da çok önemlidir. Nitekim plasentanın yapısında tam ihtiyaca yönelik tıpa görevi gören hücreler bulunmaktadır. Bu hücrelerin arasında bulunan ince boşluklar embriyonun ihtiyacı olan besin maddelerinin geçmesine izin verir. Ama savunma hücreleri daha büyük oldukları için bu aralıklardan geçmeyi başaramazlar. İnsanın varlığını sürdürebilmesi için vücudumuzda bulunması gereken saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok sistem vardır. Her biri kusursuzca var edilmiş olan tüm bu detaylar, üstün akıl ve ilim sahibi Rabbimiz'in insanlar üzerindeki rahmetidir.





Rahmin içi, cenini koruyan amniyon sıvısı ile kaplıdır. Amniyon sıvısı olmadan bir bebeğin anne karnında gelişmesi mümkün değildir. Bu sıvı sayesinde, hem anne ve çocuk birbirlerinden faydalanırlar hem de korunmuş olurlar. 12 haftalık olduğunda ceninin kendi kan dolaşım sistemi gelişmiştir. Ancak oksijen ve besinlerin alımı, karbondioksit ve atıkların gönderilmesi için halen annesine bağımlıdır. İki dolaşım sistemi arasındaki değiş tokuş kanlar karışmadan gerçekleşmelidir, yoksa sonuç ölümcül olabilir.

Plasenta anne ve cenine ait iki dolaşım sistemini kusursuzca ayırır. Gazlar, besin maddeleri ve atıklar anne ve ceninin kanları arasında değiş tokuş edilir. Fakat amniyon sıvısı ve ayrı dolaşım sisteminden oluşan bu fiziksel bariyerler bebeğin hayatta kalması için yeterli değildir. Bunlar ancak kısmen başarılı olabilir.61


Cenin, annenin bağışıklk hücrelerinden nasıl gizlenir?


Annenin bağışıklık sistemi kendi içindeki yabancı dokuyu yani cenini reddetmez. Rahmin içi annenin vücuduna ait olsa da, henüz doğmamış olan bebek, annenin vücudu için yabancı bir maddedir. Nasıl ki organ nakli olan hastalar için yabancı doku büyük bir tehditse, ceninin de annenin savunma sistemi tarafından "yabancı" olarak tanınması ve tehdit unsuru olarak görülmesi gerekir. Çünkü gelişmekte olan cenin genlerinin yarısını annesinden, yarısını babasından alır ve babadan gelen her türlü bileşenin annenin vücudunda "antijen" yani saldırgan olarak kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla bu durumun cenini yok etmek üzere savunma sistemini harekete geçirmesi beklenir.

Ancak istisnai olarak, vücut cenine savaş açmaz; çünkü annenin kanındaki savunma sistemi elemanlarının bebeğin kanına geçmesine izin verilmez. Bu nedenle söz konusu elemanlar bebeği yabancı bir doku olarak görüp, onu yok edemezler.

Annenin savunma sisteminin bebeğe saldırıp onu yok etmemesi son derece şaşırtıcıdır. Gelişmekte olan cenin gerçekten de annenin vücudunda yabancı bir madde gibidir. Vücutta devriye gezen savunma hücreleri, yabancı maddeleri yok etmek üzere harekete geçmeden önce bunlarla "tanışırlar". Hücreler yabancı maddeleri tanımak için MHC (major histocompatibility complex) denilen molekülleri hücre zarlarında sergileyerek kullanırlar. Cenin hücrelerinde MHC moleküllerine rastlanmadığı için annenin savunma hücreleri tarafından tanınmazlar. Fakat bu hücrelerde MHC moleküllerinin hiç bulunmaması, doğal öldürücü hücrelerin anormalliği fark etmesine ve bu hücreleri yok etmesine yol açabilir. Bunun için de, cenin hücreleri "klasik olmayan" bir tür molekülü hücre zarlarında taşırlar: HLA G (insan lökosit antijeni G)

Dolayısıyla annenin savunma sistemi ceninin HLA G'sini yabancı olarak algılamaz ve doğal öldürücüler de onu görmezden gelirler. Fakat yine de bu tek başına yeterli değildir. Bu yöntemlerden başka kimyasal sinyaller de kullanılır. Plasenta, bir dizi kimyasal sinyal üreterek, annenin savunma sistemine etki eder. İşte bu sebepten dolayı anne hamilelik döneminde enfeksiyonlara karşı da daha savunmasız olur.

Kuşkusuz ceninin annenin savunma hücreleri tarafından düşman olarak tanınmayacak bir sistemle yaratılmış olması çok büyük bir mucizedir. Eğer bu istisna vücuda giren bir başka madde için yapılmış olsaydı, vücut hayati tehlikelerle karşı karşıya olurdu. Diğer taraftan eğer cenin için bu istisnai sistem olmasaydı, kuşkusuz canlılığın devamı mümkün olmazdı. "O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir..." (Haşr Suresi, 24) ayetiyle haber verildiği gibi, her detay Rabbimiz'in yaratma sanatındaki kusursuzluğu ortaya koymaktadır.

(Bea Perks, Andrew Coulton, "The Great Escape", New Scientist, vol. 171, no. 2308, 15 Eylül 2001.)



"Plasenta"nın yapısına daha yakından bakıldığında, bu duvarı oluşturan trofoblast hücrelerinin kan için özel olarak tasarlanmış bir bariyer oluşturdukları görülür. Embriyo, annenin dokularıyla çok yakın bir bağlantı içindedir. Bir yandan anneden gelen kanın içindeki maddelerle beslenirken, bir yandan da annenin savunma hücrelerinin tehdidi altındadır. Çünkü embriyo annenin vücudunda düşman kabul edilebilecek yabancı bir madde gibidir. Dolayısıyla besinlerle birlikte anne kanındaki savunma hücrelerinin embriyoya ulaşmaması son derece önemlidir. Ancak plasenta, annenin kanında bulunan savunma hücrelerinin embriyonun tarafına geçmesini engelleyen özel bir yapıya sahiptir. Annenin kanından alınan oksijen, besin maddeleri ve mineraller bu ince aralıklardan geçerek embriyoya ulaşır. Ama savunma hücreleri daha büyük oldukları için bu aralıklardan geçmeyi başaramazlar.

Peki plasenta hücreleri, bebeğin annenin kanındaki bu maddelere ihtiyacı olduğunu nereden bilmektedir? Annenin kanından bu maddeleri nasıl seçip ayırt etmektedir? Bebeğin savunma hücrelerinden korunması gerektiğini nereden bilmekte ve nasıl olup da bunların geçişine engel olacak bir yapı oluşturmaktadır? Açıktır ki annenin karnındaki bebek özel olarak korunmaktadır. Allah'ın ilhamıyla plasenta hücreleri de bu görevi üstlenmişlerdir.




kuşlar
 



O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.
(Haşr Suresi, 24)





Hayat Kurtarmak İçin Ölmeyi Seçen Makrofajlar



Herhangi bir yerinizi kestiğinizde sizi istilacı bakterilerden korumak için, akyuvar hücreleri kendilerini feda ederler. Kendilerini yok eden bu makrofajlar, hızla ve çok fazla miktarlarda alarm verici kimyasallar salgılayarak, savunma sistemine destek çağrısında bulunurlar.

Bağışıklık sistemi uzmanları makrofajların saldırganları nasıl tanıdığını yıllardır araştırmaktadır. New York Üniversitesi Tıp Okulu'ndan Arturo Zychlinsky ve çalışma arkadaşları bunun sırrının bakteri hücrelerinin zarında bulunan lipoproteinler olduğunu söylemektedirler. Arturo Zychlinksy, makrofajları bakteri lipoproteinleriyle karşılaştırdığında, savunma hücrelerinin zarlarında bu lipoproteinleri tanıyan "ölüm alıcıları" olduğunu keşfetti. Bunlar bir alıcıya bağlandıklarında hücre içinde anında bir intihar talimatı verilir ve programlanmış hücre ölümü gerçekleşir. Bu alıcılar hücre kendini yok etmeden önce çeşitli ara sinyaller verir. Bu ölüm alıcısı hızla intihara gider ve bakteri yerleşmeden önce enfeksiyonu hızlandırır.62

İntihar eden hücrelerin artıkları ise derhal çevredeki diğer hücreler tarafından yok edilir. Daha da hayranlık verici olan ise, ölü hücrelerin hepsinin diğer hücreler tarafından temizlenmemesidir. Gözün lens kısmı, deri, tırnak gibi dokular da ölü hücrelerden oluşur, ama bunlar beden için gerekli olduğu için yok edilmezler. Bazı ölü hücreler özellikle bırakılır, çünkü bunların vücuttaki görevleri hala bitmemiştir. Hücrelerin, hangi ölü hücreleri yok ederek hangilerini bırakacaklarına karar vermeleri ve bu karara vücuttaki trilyonlarca hücrenin uyum göstermesi, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur.

Bir hücreye böylesine hayati bir kararı verecek ve uygulayacak şuuru kazandıran nedir? Bu sorunun cevabı, tüm hücrelerin, canlının yaşamını sürdürebilmesi için en ideal şekilde programlanmış olmasıdır. Bu programın sahibi ise hiç kuşkusuz canlılığın her detayında eşsiz yaratışını ve sonsuz ilmini gördüğümüz Rabbimiz'dir.

Ölü Hücrelerin ve Zararlı Maddelerin Seçilip Atılması



Hücrelerin çok iyi temizlenmesi -faydası olmayan hatta zararı olan proteinlerin seçilmesi, ayırt edilmesi ve temizlenmesi- gereklidir. Örneğin, hücrelerin, bölünmeyi durdurmaları gerektiğinde, bu büyümeyi tetikleyen proteinleri yok etmeleri gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa, kontrolsüz hücre bölünmesi kansere yol açar. Bu, doğru proteinlerin doğru zamanda temizlenmesini gerektirir. Bu süreç, ceninin gelişme sürecinden savunma sisteminin mikroplara karşı yapacağı savunmaya kadar her alanda çok önemlidir. Ayrıca neredeyse vücudun her yerinde protein bozulması gerçekleşir ki, bu bozuk proteinlerin de temizlenmesi gerekir.

Biyologlar, kaza geçiren proteinlerde belirli ayırt edici şekle sahip cepler oluştuğunu tespit ettiler. On yıldan fazla bir süredir de, proteinlerin parçalanmasının hücrenin yaşam döngüsünde hayati bir rol oynadığı bilinmektedir.

Bir hücre herhangi bir proteini yok etmeye karar verdiğinde, bunu ubikutin denilen küçük bir molekül ile etiketler. Hücre mekanizması daha sonra bu etiketlenen proteini yedeğe alır ve parçalara ayırır. Yanlış proteinlerin etiketlenmesini önlemek için ubikutini doğru hedefe kadar götürerek eşlik eder. Bu etiket yapıştırıldıktan sonra hedef yok edilir: Artık geriye dönüş yoktur. Doğru proteinlerin doğru zamanda yok edildiğinden emin olmak için hücreler farklı enzimler kullanır.63

Bir proteinin bozuk bir yapıya sahip olduğuna ya da hücreye zararlı yönleri olduğuna kim, nasıl karar vermektedir? Bu proteinlerin temizlenmesi emrini veren bilinç kime aittir? Bu karara uymadığında hücre için tehlikeli sonuçlar doğurabileceği nasıl bilinmektedir? Hücre hiçbir hata olmaması için proteinleri etiketlemeyi nereden akletmektedir? Tüm bu soruların cevabı olan üstün akıl gökleri ve yeri yaratan Rabbimiz'e aittir.

 


Dipnotlar



60. C.A. Janeway, Jr., "How the Immune System Recognizes Invaders", Scientific American, no. 269(3), Eylül 1993, ss. 72-79.

61. Bea Perks, Andrew Coulton, "The Great Escape", New Scientist, vol. 171, no. 2308, 15 Eylül 2001.

62. Andy Coghlan, "Secrets of the suicidal blood cell", New Scientist, vol. 167, no. 2248, 22 Temmuz 2000, s. 15.

63. Reto Kohler, "Chuck it out", New Scientist, vol. 166, no. 2242, 10 Temmuz 2000, s. 28.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü