Harun Yahya

Bölüm 3: Sorunlarını Bahane Ederek Fedakarlıktan Kaçanlar (2/2)



Fedakarlıktan Kaçanlar, Sorumluluk üstlenen Kimselere Destek Olmaktan da Kaçınırlar



önceki bölümlerde zorluklarla karşılaştıklarında yılgınlığa kapılan insanların, yeryüzünde hüküm süren zulmü durdurmak, yardıma muhtaç insanlara yardım ulaştırmak, insanları iyiliğe ve doğruya çağırmak için çaba harcamaktan vazgeçtiklerinden bahsettik. Ancak bu kişilerin yaşadıkları bu yılgınlık öyle şiddetlidir ki kendileri geride kaldıkları gibi, Allah'ın rızasına uygun olarak bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışan insanlara da destek olmaktan kaçınırlar. Oysa Allah Kuran'da iyilik ve takva konusunda Müslümanların birbirlerine destek olmalarını bildirmiştir:

... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)

Vicdan ve fazilet sahibi Müslümanlar, insanlara Kuran ahlakını anlatabilmek, yeryüzünde hüküm süren adaletsizliklere son verebilmek için mücadele verirken, kendi sorunlarıyla oyalanmaya dalan insanlar bu duruma seyirci kalırlar. Allah'ın rızasının, bu kimselere destek olup yardım etmekte olduğunu bilmektedirler. Ancak önceki bölümde sayılan, dünya sevgisi ya da insanların rızasını gözetme gibi sebeplerle kendileri yapmadıkları gibi, fedakarlığı üstlenen insanları desteklemeye de yanaşmazlar. Mümkün olduğunca, bir kenardan bile olsa, hiçbir konuya karışmamayı kendileri için bir kazanç olarak görürler.

Kimileri de Müslümanlara belli bir yere kadar destek olurlar. Ama sorumluluğu gerçek anlamda üstlenmediklerinden zaten hiçbir zaman için sıkıntı ve zorluklarla karşı karşıya gelmezler. Peygamberimiz (sav) döneminde bu davranışın pek çok örneğine rastlanmıştır. Münafık karakterli kimseler yapılacak fedakarlıklar menfaatlerini zorlamadığı takdirde, Müslümanlara destek olan bir görünüm sergilemeye çalışmışlardır. Bu durum maddi manevi çıkarlarıyla çatıştığında ise yılgınlık göstermişlerdir. Hatta kendi menfaatlerine zarar gelmese bile, yanlarındaki Müslümanların başlarına bir şey gelmesi de onların tedirgin olup geri dönmeleri için yeterli olmuştur. Onları içerisinde bulundukları zor durumdan kurtarmak, yardımcı olmak yerine bir anda sanki hiç tanımıyormuşçasına Müslümanları yüzüstü bırakmak istemişlerdir. En küçük bir riskte herşeyi bırakıp, her türlü sorumluluktan kaçınarak Müslümanları terk etmişlerdir. Müminlerin asıl yardımcısının, onları her türlü sıkıntıdan kurtarmaya kadir olan Rabbimiz olduğunu unutmuşlardır.

Münafık karakterli insanlar, Müslümanlara yönelik bir iftira atıldığında ya da en küçük bir ithamda bulunulduğunda da yine aynı güçsüz ve samimiyetsiz tavrı gösterirler. Halbuki, bunun Kuran'da bildirilen Allah'ın bir kanunu olduğunu, tüm peygamberlerin sözlü ya da fiili olarak bu tarz saldırılarla karşı karşıya kaldıklarını çok iyi bilmektedirler. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:

Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)

Bu gerçeği bildikleri halde, inkar edenlerin sözlerine itibar ederek Müslümanları yüzüstü bırakmalarının Allah Katında kendilerine yükleyeceği sorumluluğu düşünmezler. Oysa Allah, böyle bir durum karşısında Müslümanların birbirlerine karşı nasıl bir tavır içerisinde olmaları gerektiğini şöyle açıklamıştır:

Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)

Başka ayetlerde ise Allah, Müslümanlara yönelik bir iftira atıldığı zaman hayırlı bir zanda bulunulması gerektiğini şöyle bildirmektedir:

Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)

O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 15-16)

Söz konusu kişiler Allah'ın Kuran'da belirttiği tüm bu ayetleri bilmekte ancak kendi refahlarının peşine düşmüş olmaları nedeniyle, Müslümanlara atılan iftiraları ya da onların karşılaştığı zorlukları, geride kalabilmek için bahane edinmektedirler. Kuran'da bu ahlakı benimseyen insanların, Müslümanların zorluk ve sıkıntıyla karşılaştıklarını gördüklerinde şöyle dedikleri bildirilmektedir:








Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)





Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: "Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım" der. (Nisa Suresi, 72)

Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. (Tevbe Suresi, 50)

Güzel ahlakı tebliğ edebilmek için, her türlü zorluğa rağmen çaba harcayan kimselerin herhangi bir baskıyla karşılaştıklarında "iyi ki onlarla birlikte değildim" demeleri ya da fikri mücadeleyi bırakmaları Kuran ahlakıyla bağdaşmayan tavırlardır. Zulmü, adaletsizliği, merhametsizliği, kaos ve karmaşayı destekleyen cahiliye ahlakının kaldırılıp, yerine tüm dünyada barış, adalet ve huzuru getirecek olan Kuran ahlakının yerleştirilmesi için elbette ki bir çaba sarf etmek gerekir. Bu çaba, akıl kullanmayı, cesaret ve sabır göstermeyi, pek çok şeyden fedakarlıkta bulunmayı, zorluk ve sıkıntıyı göze almayı, hiçbir şekilde yılgınlığa kapılmadan gayret göstermeyi gerektirecektir. Elbette ki iman etmeyenler, "... Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür..."(Al-i İmran Suresi, 118) ayetiyle bildirildiği gibi, Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasını engelleyebilmek için müminlere zorluk çıkaracak, onlara sıkıntı verecek ortamlar oluşturacaklardır. Ancak Müslüman, dünya hayatında bu tür zorluklarla mücadele etmesi gerekeceğinin farkındadır.

Allah Kuran'da dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu, yalnızca burada bu samimi çabayı harcayanların sonsuz hayatlarında rahatlık ve nimet içerisinde olabileceklerini haber vermiştir. İnkar edenlerin, ayette belirtildiği gibi Müslümanlara "kötülük, zarar ve zorlu bir sıkıntı" vermeye çalıştıkları bir durumda, samimi Müslümanların Kuran ahlakını yaşamada birbirlerine destek olmaları gerekir. Allah Kuran'da müminleri bu ahlakı yaşamakla yükümlü kılmış, böyle bir birliktelik içerisinde hareket edildiğinde, inkar edenlerin ağır baskılarını geri püskürteceğini, gösterdikleri sabır ve tevekküle karşılık onları başarılı kılacağını müjdelemiştir:

Artık sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Müminleri hazırlayıp-teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır-baskılarını geri püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur. (Nisa Suresi, 84)

Ey Peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. (Enfal Suresi, 65)

Fedakarlıktan Kaçınanlar Bunu Kendileri İçin Bir Kazanç Sanmamalıdırlar



Kuran'ın "Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı." (Tevbe Suresi, 81) ayetiyle Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış münafık karakterli kimselerin Allah yolunda fedakarlıktan, çaba harcamaktan kaçınmalarına sevindikleri bildirilmiştir.

Karşılığında hiçbir menfaat elde etmeden özveride bulunmalarını, kendileri için kayıp olarak gören insanlar, böyle bir yükümlülükten kurtulabildiklerinde de kendilerini kazançlı sanarak sevince kapılmışlardır. Sahip oldukları maddi manevi tüm nimetleri kendilerine Allah'ın verdiğini, bu nimetlerden fedakarlıkta bulunmasalar da Allah'ın dilediği an tümünü birden ellerinden alabileceğini düşünmemişlerdir. Oysa Allah Kuran'da, samimiyetsizce tuzak kuran kimselerin içerisinde bulundukları durumun, aslında bu kimseler için bir kazanç olmadığını "... Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır." (Enfal Suresi, 30) ayetiyle bildirmiştir.

Kuşkusuz, Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki insanların göstermiş olduğu bu ahlak, Kuran'ı kendilerine rehber edinen tüm insanlar için önemli bir ibret vesilesidir. İman eden, Kuran ahlakını yaşayan bir insan, her ne sebeple olursa olsun fedakarlıktan kaçınmanın kişiye bir kazanç sağlamayacağını unutmamalıdır. Kuran'da "... kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız."(Ahzab Suresi, 16) ayetiyle bildirildiği gibi, fedakarlıktan, malını canını Allah'ın rızasını kazanmak için kullanmaktan kaçınan bir kimsenin dünya hayatından elde edeceği menfaatler de son derece kısıtlı ve kısa süreli olacaktır.

Ayrıca insan fedakarlıktan kaçınarak kendisine sakladığı tüm bu dünya süsünü kullanmaya fırsat dahi bulamadan ölümle karşılaşabilir. İnsan kimi zaman doğal bir afetle, kimi zaman hastalık, kaza ya da herhangi bir sebeple sahip olduğu herşeyi terk etmek durumunda da kalabilir. Böyle bir durumda, kişinin gösterdiği ahlakın ahiretteki karşılığının nasıl olacağını da unutmaması gerekmektedir. Dünya hayatında, Allah'ın hoşnutluğu dışında kişinin kendisine sakladığı herşey, onun için bir yürek acısı ve azaba dönüşebilir. Allah kıyamet günü bu kimselerin özür beyan etmelerine izin verilmeyeceğini bildirmiştir:

Bu, onların konuşamayacakları bir gündür. Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez. (Mürselat Suresi, 35-36)

Bu önemli gerçeğin henüz vakit varken anlaşılması son derece önemlidir. Her insan ölümle karşılaşmadan önce Allah'ın rızasına uygun bir ahlak gösterebilmek için elinden gelen tüm çabayı göstermelidir. çünkü bu ahlakı yaşamayı ertelemek ya da önemli görmemek sonsuza kadar sürecek büyük bir pişmanlığa dönüşebilir. Allah, sahip olduklarını Kendi rızasını kazanabilmek için hayırlı işlerde kullanmış olanları ise dünyada da ahirette de rahmetiyle destekleyeceğini, mükafatlandıracağını bildirmiştir. Kuran'da şöyle buyrulur:

... Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü