Harun Yahya

Zamanın İzafiyeti ve Kader Gerçeği



Maddenin mutlak ve sonsuz olduğu yönündeki varsayımlar ve zaman kavramı hakkındaki birtakım önkabuller insanların cennet, cehennem, kader gibi konuları kavramalarında engel teşkil eden batıl inanışlardır. Bunlardan madde konusuna ileriki sayfalarda "Maddenin Aslının Gösterdiği Büyük Gerçek" adlı bölümde değineceğiz. Bu bölümde ise zamanın sadece insana has, izafi bir algı olduğundan ve Allah Katında herşeyin tek bir an içinde varoluşu üzerinde duracağız. Örneğin bir kişi odaya girip, içeride koltukta oturan bir insanı gördüğünde bir kıyaslama yaparak bu kişinin kendisinden evvel odaya girdiği sonucuna varır. Eğer böyle bir kıyas olmasaydı, zaman algısı da olmayacaktı. Diğer bir deyişle eğer insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapamaz, dolayısıyla zaman algısı da oluşmazdı. Çünkü bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır.

Ayrıca beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üzerinde zamanın hep ileri aktığını düşünürüz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir. Gerçekte zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir.

Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu "Genel Görecelik Kuramı" ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:

Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'ın sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur. (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, ss. 52-53.)

Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Nitekim zamanın göreceli olması, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç saniye sürmüştür.




landscape



Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.
(Hadid Suresi, 22)





Geçmiş, Şimdi ve Gelecek Aslında Aynı Zamandır



Allah zamandan münezzehtir. O'nun Katında herşey bir anda olmuş ve bitmiştir. İnsanlar zamana bağımlı oldukları için olayları geçmiş, şimdi ve gelecek süreci içinde izlerler. Oysa geçmiş zannettiğimiz olaylar bizim için geçmiştir, gelecek zannettiğimiz olaylar da bizim için gelecektir. Allah için geçmiş, gelecek, şimdi hepsi birdir. İşte bu nedenle hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Nitekim ayette de bu gerçek şu şekilde bildirilmiştir:

Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır. (Lokman Suresi, 16)

Oysa çoğu insan akan bir zamana tabi olduğunu düşünür, yaşamının geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere bölümlere ayrıldığını sanar. Bu yüzden de bu gibi kişiler ahiretin varlığı, cennet, cehennem, hesap günü gibi konuların ne zaman, ne şekilde ve nasıl gerçekleşeceğini kolay kavrayamazlar. Allah Katındaki zaman kavramıyla insanların tabi olduğu zaman arasında bir bağlantı kuramazlar. Fakat yaratılmış her canlının, her olayın ve herşeyin tıpkı bir film şeridini oluşturan kareler gibi, teker teker aynı anda var edildiğini bilmek bu kavrayışı kolaylaştıracaktır.

Allah tüm insanların geçmişlerini, geleceklerini ve yaşadıkları tüm olayları bütün detaylarıyla birlikte bilmektedir. Fakat insan, sınanma yeri olan bu dünya hayatında zamanı akışlı, önceli ve sonralı zanneder. Oysa önce-sonra, geçmiş-gelecek diye bir şey yoktur. Herşey, tüm insanlar, tüm canlılar aynı anda yaşamakta, tüm zamanlar, tüm devirler, tüm çağlar, tüm tarihler ve hatta tüm günler, tüm saatler, dakikalar ve anlar aynı anda olmaktadır. İnsan sınırlı kapasitesi nedeniyle bunu göremiyor olsa da bu gerçek açıktır.

Allah Katında her olayın tek bir anda meydana geldiği gerçeğini şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz: Karşınızda büyük bir şehrin tablosunun bulunduğunu düşünün. Tabloda şehrin caddeleri, sokakları, bu sokaklarda ilerleyen araçlar, sağa sola dizilmiş binalar ve insanlar çizilmiş olsun. Ve yine bu tabloda, şehrin bir ucundan diğer ucuna ulaşmaya çalışan bir adamın resminin çizildiğini farz edin. Şimdi bu adam için şehrin bir ucundan diğerine kadar olan mesafe belirli bir uzaklıktadır ve bu uzaklığı aşabilmesi için de belirli bir zaman gerekmektedir. Adam ancak bu tam olarak bilemediği zaman sonunda istediği yere ulaşmış olacaktır. Aynı anda iki yerde birden olması mümkün değildir. Ama bu durum düz bir satıhtaki bu tabloya dışarıdan bakan bir kişi olarak sizin için geçerli değildir. Siz tabloya ilk bakışta şehrin bir ucundan diğerine kadar olan herşeyi tek bir anda görebilirsiniz, üstelik bunun için bir zamana da ihtiyacınız yoktur.

Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı, Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir:

Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız. (İsra Suresi, 52)

Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları birarada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar… (Yunus Suresi, 45)

Bazı ayetlerde, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, insanın gerçekte çok kısa olan bir süreyi çok uzunmuş gibi ya da bunun tam tersi olarak algılayabildiğine işaret edilir. İnsanların ahiretteki sorguları sırasında geçen aşağıdaki konuşmalar bunun bir örneğidir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. (Müminun Suresi, 112-114)

Başka bazı ayetlerde de, zamanın farklı ortamlarda farklı bir akış hızıyla geçtiği bildirilir:

... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47)

Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)

Bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilim tarafından 20. yüzyılda ulaşılan bu sonucun bundan 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması ise, elbette, Kuran'ın zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir tanesidir.

İncil'de de zamanın izafiyetine bakan bir ifade şöyledir:

Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rabbin gözünde bir gün bin yıl ve bin yıl bir gün gibidir. (Petrus'un İkinci Mektubu, 3. bölüm, 8)

Aşağıdaki ayette anlatılan durum da zamanın aslında psikolojik bir algı olduğunun önemli bir delilidir:

Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz? dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: " (Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir." (Bakara Suresi, 259)

Ayette görüldüğü gibi böyle bir durumda zamanın mutlak olduğunu iddia etmek, son derece akıldışı olacaktır.

Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde zamanın izafi oluşuna şöyle dikkat çekmiştir:

... Siz cennete halkın zenginlerinden (kıyamet günüyle), yarım gün evvel gireceksiniz ki, bu dünya senesi ile beş yüz senedir. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 7/6]




landscape



Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki,
apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın.
(Neml Suresi, 275)





Cennet Ehli Kaderde Bellidir



Tüm bunların karşımıza çıkardığı bir diğer gerçek şudur: Hiçbir an, hiçbir kare, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmamıştır ve olmayacaktır. Nasıl ki televizyonda izlediğimiz bir film, film şeridine kayıtlı ise, çeşitli karelerden oluşuyorsa ve bu kareleri bizim görmememiz onların olmadığı anlamına gelmiyorsa, bizim "geçmişte yaşanmış" veya "gelecekte yaşanacak" dediğimiz olaylar için de aynı şey geçerlidir.

Fakat bu noktanın yanlış anlaşılmaması çok önemlidir. Bu sahnelerin hiçbiri bir hatıra, bir anı veya hayal gibi değildir. Bunların tümü, aynen şu an yaşadığınız an gibi canlıdır. Herşey diri olarak korunmaktadır. Biz yalnızca Allah'ın bize verdiği algılarla sınırlı olarak, onları geçmiş, bitmiş olaylar olarak görürüz. Ancak Allah dilediği an bize bu görüntüleri gösterebilir, bu olaylara ait algıları vererek bize bu olayları yaşatabilir.

Ahiretin, sonsuz yaşamın, cennet ve cehennemin varlığından habersiz ya da inkar içinde olan bir kısım kimseler de ölümden sonra yeniden dirileceklerine bu sebeplerle inanmazlar. Oysa bu kimseler de sonsuzluğun içinde bir zaman diliminde yaşamaktadırlar ve buna göre herkesin gideceği yer -cennet ya da cehennem- bellidir. Şu an insanların bir kısmı cennette bir kısmı ise cehennemdedirler. Bu gerçek Kuran'da yer almakta, cennet ve cehennemle ilgili pek çok ayette geçmiş ya da şimdiki zaman kullanılarak bunların aslında tek bir an olduğuna dikkat çekilmektedir:

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin Suresi, 55-56)

Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: "Alemlerin Rabbine hamdolsun" denilmiştir. (Zümer Suresi, 73-75)

Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)




landscape



Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.
(Secde Suresi, 5)





Zamanın izafi oluşu, bize çok önemli bir gerçeği göstermektedir: Bu izafiyet son derece değişkendir, bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece tek bir saniye sürebilir. Hatta, evrenin başından sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir "an" sürüyor olabilir.

İşte çoğu insanın anlayamadığı, materyalistlerin ise anladıkları halde anlamazlıktan geldikleri kader gerçeğinin özü de buradadır. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları bilmesidir. "Yaşanmamış olaylar", yalnızca bizim için yaşanmamış olan olaylardır. Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir, bunları yaratan Kendisi'dir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup, bitmiştir. Çünkü kader Allah'ın ilmidir ve tüm zamanı aynı anda bilen, tüm zamana ve mekana hakim olan Allah için, herşey kaderde yazılmış ve bitmiştir.

Bu konuya Peygamberimiz (sav)'in bir hadis-i şerifinde şöyle dikkat çekilmiştir:

Ehli cennet kendi isimleri, babalarının ve kabilelerinin isimleri ile bellidir. Kıyamet gününe kadar onların adetlerinde çoğaltılma ve azaltılma olmaz. Ehli cehennem de yine kendi isimleri, babalarının ve kabilelerinini isimleri ile bellidir. Kıyamet gününe kadar onların adedlerinde de çoğaltılma ve azaltılma olmaz... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 155/3]

Ölüm, cennet, cehennem, ahiret gibi konular zamansızlığın anlaşılmasıyla birlikte "Allah nerede", "kabir hayatı ne kadar sürecek", "cennet ve cehennem nerede", "cennet ve cehennem şu an var mı" gibi önemli sorular böylece kolayca yanıtlanmış olur. Allah'ın evreni nasıl bir sistemle yoktan var ettiği kavranır. Bu sır sayesinde "ne zaman" ve "nerede" gibi sorular da anlamsız hale gelir. Çünkü zamansızlık kavrandığı takdirde herşeyin tek bir anda olduğu fark edilir; hiçbir şey için beklenmez, zaman geçmez, herşey zaten olup bitmiştir.

Bu sırrın kavranmasıyla birlikte, mümin cennette olmasının dünyadaki cesareti, sabrı, şefkati, dirayeti, vefası, sadakati, sevgisi, fedakarlığı karşılığında olduğunu anlayacaktır. Bu konuyu imanla, akılla, basiretle, ferasetle, sevgiyle değerlendiren kişi, hafızasında kalan bilgileri ile ahirete gittiğinde güzel huylarına ve tavırlarına karşılık cennetin verilmesinden de ayrı bir haz duyacaktır. (Doğrusunu Allah bilir.)




landscape



'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır.
(Vakıa Suresi, 15-16)





 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü