Harun Yahya


New Scientist’teki Beş Yanılgı



4 Haziran tarihli İngiliz bilim dergisi New Scientist'te, "Evolution: Five Big Questions" (Evrim: Beş Büyük Soru) başlıklı bir dosya yayınlandı. Dosya, evrim teorisini savunan beş ayrı bilim adamının; Michael Russell, Andrew Pomiankowski, George Turner, Paul Rainey ve Robin Dunbar'ın yazdığı beş makaleden oluşuyordu. Türkiye'de ise Cumhuriyet Bilim Teknik dergisi bu makaleleri tercüme ederek "Evrim ile İlgili 5 Soru 5 Yanıt" başlığı altında "yani söz konusu soruların "yanıtlanmış" olduğu izlenimini daha çok vermeye çalışarak" yayınladı.

Oysa gerçekte New Scientist'te yazılan makalelerin hiçbiri, ele aldıkları konuya "cevap" getiremiyorlardı. Öne sürülen tek şey, spekülasyondu.
Bunları tek tek ele alalım:


1) "Yaşam Nasıl Başladı?"



Evrimin cevaplaması gereken ilk soru yaşamın nasıl başladığı idi. Bu soruyu cevaplama girişiminde bulunan Michael Russell, öncelikle hayatın kökeni konusunda 20. yüzyıl boyunca ileri sürülen evrimci tezlerin geçersizliğini tek tek inceliyordu. Russell'a göre Miller Deneyi ile özdeşleşen "önce proteinler oluştu" senaryosu da, onun ardından popüler olan "RNA Dünyası" tezi de, yaşamın kökenini açıklamaktan uzaktı. Russell, "Bunların hiçbiri tarafından ikna edilmiş değilim" diyordu. Hayatın kökenine dair mevcut evrimci tezlerin hiç birinin anlam ifade etmediğinin bir itirafıydı bu.

Peki Russell'ın bir cevabı var mıydı? Varmış gibi yazmasına karşın, yazdıkları incelendiğinde ortada hiçbir cevap olmadığı açıkça görülüyordu: "Benim görüşüm o ki, hayatın kökeni biyolojik değil jeolojik bir konu" diyor ve sonra da ilkel dünyada "hayatın yapı taşlarını" biraraya getirebilecek bazı kimyasal ortamlar hakkında yorumlar yapıyordu. Russell'a göre okyanus sırtlarındaki asidik kaynaklar ya da okyanus zeminindeki alkalin sızıntıları yaşamın kökeni için ideal ortamlar olabilirdi. Özellikle de alkalin sızıntıları üzerinde duruyor, bu ortamlarda amino asitlerin, ribonükleik asitlerin ve şekerlerin sentezlenmiş olabileceğini ileri sürüyor ve "bunların nükleik asitleri polimerize etmiş ve amino asitleri RNA'ya veya peptidlere dönüştürmüş olabileceğini" iddia ediyordu.
Ancak bu jeo-kimyasal senaryonun hayatın kökenine dair evrimcilere kazandırdığı hiçbir şey yoktur.



 

 

New Scientist Dergisinde Evrim: Beş Soru başlığıyla yayınlanan dosyada evrimle ilgili sorulara sözde cevaplar veriliyordu. Ancak bu makalelerde de anlatılanlar, gerçekler yerine evrimcilerin her zaman başvurduğu spekülasyonlardı.
 

 


Olamaz da. Çünkü Russell'ın anlamazlıktan geldiği çok önemli bir gerçek vardır: Hayatın kökeni, hayatı mümkün kılan kompleks bilginin nasıl ortaya çıktığı sorusuyla ilgilidir. Canlı organizmalarda kullanılan basit organik moleküllerin -yani Russell'ın sözünü ettiği amino asitlerin, ribonükleik asitlerin ve şekerlerin - var olup olmaması, hiçbir önem taşımaz. Tüm dünyanın amino asitlerle ve diğer organik moleküllerle dolu olduğu gösterilse bile, yine canlı bir organizmanın kökeni hakkında hiçbir şey söylenmiş olunmaz. Bu, bir gökdelenin kendi kendine oluştuğunu iddia eden bir insanın, "bakın her yerde dört köşeli taşlar var, demek ki gökdelen bunların biraraya gelmesiyle kendiliğinden oluşmuş" gibi hayali bir "kanıt" öne sürmesinden farksızdır.

Cevaplanması gereken, DNA'da veya RNA'da kodlu olan genetik bilginin nasıl ortaya çıktığı, bu bilgiyi okuyan enzimlerin nasıl oluştuğu ve canlı bir hücreyi var eden diğer moleküler tasarımların nasıl var olduğudur. Russell'ın öne sürdüğü "jeoloji-merkezli bakış açısı" bunların hiçbirine en ufak bir açıklama getirmemektedir. Dolayısıyla hayatın kökeni sorusu evrimciler için cevapsız kalmaya devam etmektedir.


2) "Mutasyonlar Evrime Nasıl Yol Açamaz?"





Mutasyonlar, genetik bilgiyi bozan, canlılarda hastalıklara veya sakatlıklara neden olan olaylardır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi, canlıları evrimleştirmeleri kesinlikle imkansızdır.


New Scientist'in beş sorusundan ikincisi budur. Ama aslında sorunun "mutasyonlar gerçekten evrime yol açar mı" diye sorulması daha tutarlı olurdu. Çünkü neo-Darwinizm'in iki mekanizmasından biri olarak öne sürülen mutasyonların "evrim" sağladıkları, yani canlılara yeni genetik bilgi kazandırdıkları bugüne kadar hiç gözlemlenmemiş, hiçbir kanıtına rastlanmamış bir dogmadan başka bir şey değildir.

Sorunun ve "cevabı"nın yazarı Andrew Pomiankowski'nin bu umutsuz konuda evrim adına bulduğu tek çare ise, hemen hemen tüm canlılarda yer alan ve genel vücut planını belirleyen Hox genler üzerinde spekülasyon yapmaktır. Bu genlerin varlığı bir gerçektir ve bunlara isabet eden mutasyonların canlılar üzerinde büyük morfolojik değişikliklere yol açtığı da bilinmektedir. Ama tüm bunların evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü Hox genler üzerinde gerçekleşen mutasyonların gözlemlenen etkisi de, diğer mutasyonlarınkiyle aynıdır: Genetik bilgi kaybı, deformasyonlar, sakatlıklar.

Hox genleri etkileyen mutasyonların evrim sağladığına, canlı türlerini geliştirdiğine ve yeni türler, sınıflar, takımlar, filumlar ürettiğine inanmak için, önce körü körüne evrim teorisine inanmak gereklidir. Konuya böylesi bir dogmatizmle değil de, ön yargısız olarak bakan herkes, ne Hox genlerdeki ne de genomun bir başka noktasındaki mutasyonların evrim sağlamayacağını görecektir.


3) "Yeni Türler Nasıl Oluşur?"





Bu soruyla ilgilenen George Turner, konuya bir dizi itirafla başlamaktadır:


"Yakın zamana kadar, türlerin nasıl oluştuğunu bildiğimizi sanıyorduk. İnanıyorduk ki, süreç hep popülasyonların tamamen izole olmasıyla başlar. Popülasyon bir tür ciddi genetik "darboğaz"dan geçtikten sonra oluşur; örneğin hamile bir dişi uzaktaki bir adaya sürüklendiği ve yavruları birbirleriyle çiftleştiği durumlarda.

"Kurucu etkisi" denen bu modelin güzelliği, laboratuvarda test edilebilmesiydi. Ama gerçekte, tutmadı. Evrimci biyologların en iyi çabalarına karşın, hiç kimse kurucu bir popülasyondan yeni bir tür yaratmanın yanına bile yaklaşamadı. Dahası, bildiğimiz kadarıyla, insanların az sayıdaki organizmayı yabancı ortamlara bırakmaları sonucunda da hiç bir yeni tür oluşmadı."


Bu, "türlerin kökeni" konusunda bir yüzyılı aşkın süredir korunmaya çalışılan Darwinist dogmanın iflasının itirafıdır. Önemli bir itiraftır.

Ancak Turner, tahmin edilebileceği gibi, Darwinizm'e inancını sürdürmeye kararlıdır ve yeni spekülasyonlar arayışı içindedir. Malzeme edindiği örnekler ise, Kanada göllerindeki stikcleback balıkları ve Afrika'nın büyük göllerindeki cichlid balıklarındaki "türleşme" örnekleridir. Ancak bunların hepsi, evrimci biyologların "mikroevrim" dedikleri, fakat herhangi bir evrimin söz konusu olmadığı, yani yeni bir genetik bilgi üretiminin gerçekleşmediği olaylardır. Bu olayda sadece mevcut bir türün farklı varyasyonları oluşur, canlılar çeşitlenip başka canlılara dönüşmezler. Varyasyonların "makroevrim" sağlamadığı, yeni organlar, yeni özellikler, yeni vücut planları ortaya çıkaramayacağı ise bilinen ve evrimciler tarafından da kabul edilen bir gerçektir. Dolayısıyla Turner'ın ele aldığı "türler nasıl oluşuyor" sorusu, evrimciler açısından cevapsız kalmaya devam etmektedir.


4 ve 5: Dogmanın Üzerine Yapılan Spekülasyonlar



New Scientist'te "beş büyük soru" olarak ele alınan soruların dördüncü ve beşincisi ise, evrimi zaten tartışmasız bir dogma olarak kabul etmiş kişilerin, bu dogmadan yola çıkarak yaptıkları spekülasyonlardır. Dördüncü soruda Paul Rainey "Evrim öngörülebilir mi?" diye sormakta, yani inandığı bu hayali sürecin belli bir yönü olup olmadığını sorgulamaktadır. Beşinci soruda ise Robin Dunbar hayali evrim sürecinin belli bir aşamasında Allah inancının ortaya çıktığını ileri sürmekte ve bu gerçek dışı iddiasına dayalı yorumlar yapmaktadır.


Sonuç:



İlginçtir ki, "evrimin beş büyük sorusu" başlığıyla teoriyi ele alan New Scientist, bugün dünyada teori aleyhinde eleştiri getiren bilim adamlarının gösterdiği kanıtların ve yaptıkları itirazların hemen hiçbirine değinmemiştir. Örneğin;


İndirgenemez kompleks yapıların kökeni nasıl açıklanabilir?

Tüm canlı filumlarının Kambriyen devirde aniden ortaya çıkması nasıl açıklanabilir?

Fosil kayıtları, neden Darwin'in öngördüğü ara formlardan tek bir tanesini dahi ortaya çıkarmamaktadır?

Canlılığın kökenindeki en önemli unsur olan "bilgi" nasıl açıklanabilir? gibi kritik sorular, New Scientist tarafından tümüyle görmezlikten gelinmektedir.


Ama bir tehlikeyi görmezlikten gelmek, onu ortadan kaldırmaz.

 

Evrimcilerin gerçekleri gözardı etmesi de Darwinizm'e yönelen tehlikeyi ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Çünkü evrimciler için bu tehlike doğrudan bilimin kendisidir. Darwinizm, bilimin ortaya koyduğu bulgular kullanılarak yıkılmaktadır ve Darwinist kaynakların taraflı yaklaşımının bunu gizlemesi mümkün değildir.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü