Harun Yahya

Bediüzzaman "Hz. Mehdi'nin seyyid olacağını; kendisinin ise seyyid değil, Kürt olduğunu" eserlerinde pek çok kez ifade etmiştir


Bediüzzaman “Hz. Mehdi’nin seyyid olacağını; kendisinin ise seyyid değil,
Kürt olduğunu” eserlerinde pek çok kez ifade etmiştir



Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıkladığı delillerden birinde “Hz. Mehdi'nin seyyid olacağını ancak kendisinin seyyid olmadığını” ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu gerçeği açıkça dile getirdiği sözlerinden bazıları şöyledir:
... Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hatta Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: “ben seyyid değilim Mehdi seyyid olacak” diye onları reddetmiş... (Şualar, s. 365)

Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı Al-i Beyt’ten (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır. (Emirdağ Lahikası, s. 247-250)


Bediüzzaman ayrıca eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in bir hadisini hatırlatmış; “seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)


Eğer Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak, saklanması gereken bir özellik değildir; tam aksine Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dünya üzerinde milyarlarca seyid vardır ve her biri de kendilerine sorulduğunda bu gerçeği açıkça dile getirmektedirler. Dolayısıyla Bediüzzaman da eğer seyyid olsaydı kendisine böyle bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, şerifim, ama Mehdi değilim” der; kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük onur duyardı. Çünkü “seyyid olduğunu kabul etmesi Hz. Mehdi olduğunu da kabul etmesini” gerektiren bir konu değildir. Ancak buna rağmen seyyid olmadığını çok açık bir şekilde pek çok kez belirtmiştir. Ayrıca Bediüzzaman risalelerde yine birçok kez “Kürt” olduğunu ifade ederek bu gerçeği delillendirmiştir (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18). Aynı şekilde eğer kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, milyonlarca kişinin okuduğu eserlerinde buna taban tabana zıt yüzlerce sayfa izah yapmaz; Hz. Mehdi'nin özelliklerinin kendisiyle uyuşmadığını ve bu mübarek zatın kendisinden sonraki dönemde geleceğini onlarca deliliyle birlikte açıklamazdı.

Bunun yanı sıra “her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir”. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, seyyid olan her insan bu gerçeği rahatlıkla ve iftiharla dile getirmektedir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da dememiştir. Tam aksine “Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir”.

Hz. Mehdi karşıtı Deccaliyet ve Süfyaniyet’in etkisi, Bediüzzaman
hayattayken günümüzdeki şiddeti ile yaşanmamıştır



Günümüzde İslam ülkelerinin ve tüm dünya Müslümanlarının içerisinde bulunduğu durum, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği vazifelerin Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleştirilmemiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Süfyaniyet ve Deccaliyet’in etkisi, Müslüman ülkeler üzerinde tüm gücüyle hissedilmektedir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde din hürriyeti gereği gibi yaşanamamaktadır. Bediüzzaman hayatta iken ise, Müslümanların maruz kaldıkları zorluk, sıkıntı ve eziyetler ise bu derece şiddetli değildi. Bu da Hz. Mehdi gibi, Süfyan ve Deccal'in faaliyetlerinin de o dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğunu göstermektedir. Deccal ve Süfyan ile mücadele ortamı oluşmadan Hz. Mehdi'nin vazifesini yerine getirebilmesinden bahsedebilmek ise hiçbir şekilde söz konusu değildir.

Bunun yanı sıra günümüzde tüm İslam alemi ve Müslümanlar kendi içlerinde paramparçadır. Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm dünya Müslümanları üzerinde birleştirici bir rol oynamamıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tüm Müslümanları birleştirici vasfını Hz. Mehdi'nin taşıyacağı bildirilmektedir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle bildirmektedir:
... o zât, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) ve bütün ülema ve evliyanın (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) o vazife-i uzmayı (büyük görevi) yapmağa çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)


Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve tüm Müslümanların birleşerek ittifak halinde Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifak ve destek, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve İslam ahlakının tüm dünyaya hakim kılınmasında büyük rol oynayacaktır.


Bediüzzaman, her konuda risalelerdeki açıklamalarının yeterli
olduğunu söylemiştir


Bediüzzaman “Bir Risale-i Nur talebesi olarak ben de bunlara uyuyorum” diyerek, hayatta olduğu süre içerisinde eserlerinde yazdıklarının doğruluğunu defalarca tasdik etmiştir. Risalelerin her biri, binlerce nüshası olan kitaplardır. Dolayısıyla eserlerinde açıkça “Ben kendimi seyyid bilmiyorum” diyorsa, bazı kişilerin “Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca gün bizi çağırmış, hem şerif, hem seyyid hem de Hz. Mehdi’yim demiştir” demeleri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ne karşı çok galiz bir hakaret, büyük bir zulüm ve iftira olur. Zira bu, Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın bu konuda yazdıklarının “yalan” olduğunu iddia etmek anlamına gelir. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının aksine, Bediüzzaman'ın “-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan olduğunu söylediği” şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların sahiplerini töhmet altında bırakır. “Bediüzzaman Hazretleri milyonlarca insanı aldattı, yalan söyledi; fakat bu konun doğrusunu üç beş kişiye açıkladı” şeklinde bir iddia hiçbir şekilde kabul edilemez. Risale-i Nur’da, Bediüzzaman Hazretleri’nin “yüzlerce sayfa çok kapsamlı ve detaylı yalan söylediğini; ümmeti aldattığını, bu yazılanların bir aldatmaca olduğunu” iddia etmek bir hezeyandır. Sevgi adına da olsa böyle ağır bir hakaret yapılamaz.

Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın vefatından yıllar sonra böyle bir iddia ile ortaya çıkmak, her ne kadar iyilik adına, Bediüzzaman'ı sevme adına yapılmış dahi olsa, Bediüzzaman adına çok büyük bir iftira olur. Onu yalancılıkla itham eden ve yüzlerce sayfa ile ümmeti aldattığını iddia eden böyle bir yaklaşım ise hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir davranıştır.

Bunun yanı sıra, hiçbir delile dayanmayan bu iddianın destelenebilmesi için Hz. İsa ile ilgili de gerçek dışı birtakım iddialar öne sürülebilmektedir. Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi döneminde Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği bildirilmektedir. Hz. Mehdi'nin imamlığında Hz. İsa ve Hz. Mehdi birlikte namaz kılacak, yedi sene yeryüzünde birlikte hüküm süreceklerdir. Ancak bu gelişmelerin hiçbiri Bediüzzaman hayatta iken gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman Hz. İsa ile birlikte olmamıştır. Bu durum da çeşitli şekillerde tevil edilmeye çalışılmakta; Hz. İsa'nın yalnızca bir ruh olarak geleceği ya da Bediüzzaman hayatta iken geldiği ve vefat edip gömüldüğü gibi asılsız fikirler öne sürülmektedir. Oysa ki Bediüzzaman eserlerinde çok açık bir dille ve pek çok kez Hz. İsa'nın -cismi bedeniyle- “bir şahıs” olarak yeryüzüne geleceğini ifade etmiştir. Hz. İsa'nın “Hıristiyan ruhanileriyle ittifak edeceğini, Deccal ile mücadele ederek onu fikren etkisiz hale getireceğini” belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir şahsı manevi değil, bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmektedir:
... âlem-i semavatta (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle) bulunan ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini.... (Mektubat, sf. 60)


Bunun yanı sıra Bediüzzaman, Hz. İsa'nın Deccal ile olan mücadelesini anlattığı sözlerinde de bir şahsı manevi ile bir şahsı manevi arasında yaşanacak bir konudan değil; Hz. İsa'nın direk şahsıyla Deccal'in şahsına karşı yapacağı bir mücadeleden bahsetmektedir:
... Elcevap: Hadîs-i sahihte (doğruluğu kesin olan hadiste) rivayet edilen: "Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'ın geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal'ı öldüreceğini" imanı zaîf (zayıf) olanlar istib'ad ediyorlar (ihtimal vermiyorlar, uzak görüyorlar, olmayacak sanıyorlar). Onun hakikatı izah edilse, hiç istib'ad (uzak görünecek) yeri kalmaz. (Mektubat, s. 58-59)


Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Deccal'in etkisinin ancak mucize sahibi bir peygamber tarafından ortadan kaldırılabileceğini belirterek, Hz. İsa'nın bir şahsı manevi değil, mucizeler gösterecek özelliklere sahip bir şahıs olacağını bir kez daha açıkça ifade etmiştir:
... ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) BİR ZAT olabilir ki: O ZAT, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’dır..... (Şualar, sf. 463)


Bediüzzaman'ın, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi ile ilgili bu çok açık sözlerine rağmen, özel sohbetler delil gösterilerek öne sürülen bu gibi iddialar, böylesine değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale getirecek son derece tehlikeli girişimlerdir. Bunun gibi pek çok kişi, birbirinden farklı iddialarla ortaya çıkıp “Bediüzzaman Said Nursi burada böyle demiştir ama bunların tamamı bir taktiktir, yalandır; doğrusunu bize söyledi” dese bu ne kadar geçerli olacaktır? Böyle bir durumda bir süre sonra Risale-i Nur’da yer alan her konu için bir şey söylenebilir ve Bediüzzaman'ın eserleri gerçek manasından ve hikmetinden giderek uzaklaşır. Böyle bir tehlikeyi önlemek ise, Bediüzzaman gibi değerli bir İslam aliminin bizzat yazıp tasdik ettiği apaçık sözlerini korumakla mümkün olacaktır. Nitekim Bediüzzaman da eserlerinde, her konuda olduğu gibi bu konuda da en doğru açıklamaların risalelerde bulunabileceğini hatırlatmış, risalelerde yazılanlar okunduğunda adeta kendisiyle görüşülmüş gibi en doğru bilgilere ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor. (Emirdağ Lahikası, s. 159)

…  Çünkü der: "Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat'iyyen ihtiyaç bırakmamış. Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar faide veriyor… Eğer Risale-i Nur'un hizmetine, intişarına (yayılmasına) ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok… (Emirdağ Lâhikası-2, s. 214)


Bediüzzaman eserlerinde aynı gerçeği dile getiren talebelerinin sözlerine de yer vermiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin cevaplarını Risale-i Nur’da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf (gözle görülmeyen gaybi hakikatleri Allah’ın lütfuyla keşfedip bilen evliyalar) ve kalbden birisi, benim gibi aciz bir insandan Mehdi’yi soruyor. “Ne vakit gelecek...” Daha Mehdi’yi anlamamış. Dabbetü’l Arz kimler olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde bir bahis (söz, açıklama) vardır. Her müşkil sualin (zor sorunun) cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz. (Mustafa Hulusi, Barla Lahikası, s. 143)

bu hususta arzedeyim ki, üstadımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. (Sözler, s. 772)
 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü