Harun Yahya


Fosil Kayıtlarına Göre Türlerin Kökeni



Charles Darwin 1859 yılında Türlerin Kökeni kitabını yayınladığında, türlerin kökenine dair kendi inançlarını açıklamış ve hayali evrim sürecinin çeşitli mekanizmalar yoluyla gerçekleştiğini iddia etmişti. İddiasına göre bu mekanizmalar ile evrim, türlerde küçük değişikliklere yol açmış, bunlar artarak büyümüş ve yeryüzündeki canlı türleri ortak bir atadan, küçük değişiklikler sonucunda türemişlerdi. Teoriye göre, canlı türleri birbirlerinden kesin farklılıklarla ayrılmamakta, peşpeşe gelen küçük değişikliklerle birbirlerinden farklılaşmaya başlamaktaydılar.

Buna göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdi. Bir canlı türü, milyonlarca senelik uzun zaman dilimi boyunca tesadüfi ve kademeli değişiklikler yaşamış ve en sonunda tamamen başka bir türe dönüşmüştü. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde çeşitli ara türlerin yeryüzünde var olup yaşamış olmaları şarttı. Bu ara türler, bir çeşit geçiş döneminde olduklarından gelişimini tamamlamamış, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıydılar. Bu sözde değişim süreci milyonlarca sene sürdüğünden, söz konusu ara formların yeryüzünde var oldukları sürenin de oldukça uzun olması ve bunların formların kalıntılarının çok sayıda bulunması gerekiyordu.

Darwin buna inanıyordu. Zaman içinde çeşitli fosil araştırmalarıyla, söz konusu ara türlerin bulunacağını ve bu iddiasının kanıtlanacağını umuyordu. Teorisini de hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu inanca dayanarak şekillendirmişti.

Darwin'in teorisi, sayısız ara formun yaşamış olmasını gerektiriyordu. Darwin bunu şu sözlerle ifade etmişti:

Yaşayan veya soyu tükenmiş tüm türler arasındaki ara geçiş bağlantılarının sayısı inanılmaz derecede büyük olmalıdır.1

Darwin kitabının başka bölümlerinde de aynı gerçeği dile getirmişti:

Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.2



Darwin'e göre, bütün canlılar birbirlerinden türemişti. Buna göre, bu hayali dönüşüm sürecinde, çeşitli ara türlerin yaşamış olmaları gerekiyordu. Ve bu canlılar, gelişimlerini tamamlamamış olduklarından, sakat, eksik ve kusurlu canlılar olmalıydılar. Ancak Darwin yanılmıştı. Çünkü fosil kayıtları, sürekli olarak kusursuz ve eksiksiz canlıların örneklerini vermekteydi. Bu gerçeğin en belirgin örneklerinin sergilendiği Kambriyen dönemi, tüm canlıları Allah'ın yarattığını en kusursuz şekli ile gösteriyordu.


Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.3

Darwin'e göre, küçük değişikliklerle tesadüfen gelişen türler, önce aileleri, sonra düzenleri, sonra sınıfları ve sonra da canlıları, temel anatomik yapılarıyla birbirinden ayıran ve alemden sonra en büyük sınıf olan filumları oluşturmalıydı.

Ancak fosil bulguları Darwin'in teorisine uymadı.



Darwin döneminde yaşamın ciltler dolusu ansiklopediyi dolduracak miktarda bilgiye sahip olduğu bilinmiyordu. Canlı hücresi, içi su dolu bir torbacıktan ibaret sanılıyordu. Darwin döneminde fosil bilgileri de oldukça sınırlıydı. Kambriyen canlılarının detayları, bunların ani ortaya çıkışları ve bu durumun Darwinizm'e karşı büyük bir meydan okuma olduğu bilinmiyordu. Aradan geçen 150 yıl, canlıların evrim geçirmediklerini hem bilimsel ilerlemeler, hem de fosil kayıtları sayesinde açıkça gösterdi. Darwinizm, Darwin'den sonraki 150 yıl içinde açık bir şekilde çökmüştü.


Galler bölgesinde Cambria kayalıklarında bulunan Kambriyen dönemine ait fosiller, Darwin'in, teorisini şekillendirdiği sıralamaya büyük bir darbeydi. Dünya tarihinin en eski devri olan Kambriyen dönemi (542-488 milyon yıl önce), tek hücreli canlıların hüküm sürdüğü bir ortamda, tam gelişmiş halleri ile pek çok hayvan filumu ve sınıfının ani ortaya çıkışını temsil ediyordu. Başka bir deyişle, Darwin'in belirlediği sistematik sıra, tam tersine işlemişti. Filumlar, türlerden çok daha önce belirmişlerdi.

Bu durum, bir evrimci için kuşkusuz oldukça şüpheliydi. Fosil bulguları ile ortaya çıkan sonuçların Darwin de farkındaydı. Bunu, teorisi için olabilecek en büyük zorluklardan bir tanesi olarak tanımlamıştı:

Sonuçta, eğer benim teorim doğruysa, en eski Siluriyen* (Kambriyen) tabakasının oluşumundan önce, çok uzun zaman dilimleri geçmiş olmalı, Siluryen devrinden bu güne kadar geçmiş olan zaman kadar uzun zaman dilimleri. Ve henüz bilinmeyen bu zaman dilimleri içinde Dünya canlı yaratıklarla dolup taşmış olmalı. Bu büyük zaman dilimlerine ait fosil kayıtlarını neden bulamadığımız sorusu karşısında ise verebilecek tatmin edici bir cevabım yok...4

Darwin, bilinen en eski fosil kayalıklarında hayvanlar aleminin en temel sınıflarının bazılarının aniden göründüğünü öğrendiğinde ise, bunu oldukça "ciddi" bir problem olarak nitelendirmiş ve "bu durum şu anda açıklanamaz şekilde kalmak zorundadır. Ve burada iddia edilen görüşlere karşı geçerli bir delil olarak öne sürülebilir", demişti.5

Ancak Darwin'e göre bu, yine de görünürde bir problemdi. Çünkü o, bu açık gerçeğe "ileride" bir açıklama getirilebileceğini düşünüyordu. İşte bu nedenle, "Dünya tarihinin fosil bulgularında yeterince iyi saklanmadığını" iddia etti. Ona göre organik kompleks varlıklar, Kambriyen tabakalarının oluşumundan çok önce yeryüzünde belirmişti ve bunların fosil kalıntıları da, Dünya tarihinin çok eski ve hiç bilinmeyen bir çağında herhangi bir yerde çökelmiş olmalıydı.6

Kambriyen'den önceki fosil yataklarının sıcaklık ve basınç nedeniyle değişikliğe uğradığını, bu nedenle tüm fosil izlerinin silinmiş olabileceğini varsayıyordu. Bundan dolayı da bütün büyük hayvan gruplarının, "yanlışlıkla" Kambriyen'e ait olarak tanıtıldığını iddia ediyordu. Darwin'e göre, yapılacak olan detaylı fosil araştırmaları ve kazılar, bu kayıp örnekleri ve verileri bir gün mutlaka ortaya çıkaracaktı.7

Ancak Darwin yanılmıştı.

Kambriyen öncesi ile ilgili şu anki bilgilerimiz, Darwin'in dönemindekinden kuşkusuz çok daha iyidir. O dönemden bu yana, Kambriyen öncesi döneme ait fosiller üzerine çok fazla araştırma yapıldı. Ortaya çıkan sonuç ise, Darwin'in sorunlarını çözmektense, evrimciler açısından sorunları daha da zorlaştırdı. Kanada, Grönland ve Çin'de Kambriyen dönemine ait yeni fosil yataklarına rastlandı.8 Kambriyen öncesi dönem ile ilgili olarak ise, elde sadece tek hücreli bazı organizmalar bulunuyordu. Kambriyen fosillerinin benzerlerinden veya bu canlıların atası sayılabilecek herhangi bir canlıdan eser yoktu.



Darwin, ileride ortaya çıkacak fosil bulgularıyla, teorisi için gerekli olan delillerin elde edilebileceğini düşünyordu. Ancak teknolojideki yenilikler, genetik, biyoloji, biyokimya ve tıp alanındaki gelişmeler ve elde edilen oldukça geniş kapsamlı fosil bulguları, Darwin'in teorisini tümüyle ortadan kaldıracak gerçekleri sundular.


Kambriyen döneminin böylesine geniş ve kompleks canlı örneklerini sunması, kuşkusuz Darwin'in türlerin kökeni iddialarını temelinden çökertmeye yeterlidir. Darwin, kendi teorisi için büyük bir trajedi olarak nitelendirilebilecek yeni fosil bulgularından haberdar olamadı. Bu bulgular, asıl Darwin'in takipçileri için büyük bir darbe niteliği taşıyordu. Türlerin kökeni için ortaya atılan iddialar, Kambriyen yataklarının getirdiği sonuçlarla altüst olmuştu. Peki Kambriyen dönemini diğer dönemlerden ayıran büyük fark neydi? Kambriyen canlılarının evrimcileri bu büyük endişeye sürükleyecek üstünlükleri nelerdi?

Bunu farklı başlıklar altında inceleyelim.


Fosillerin Yeterliliği



Darwin döneminde, canlı hücresi, içi su dolu bir torbacıktan ibaret sanılıyordu. Dönemin bilim adamları hücrenin organellerinden ve DNA'dan haberdar değillerdi. Yaşamın, ciltler dolusu ansiklopediyi dolduracak miktarda bilgiye dayandığı bilinmiyordu. Anormal doğan bebekler, annelerinin doğum sırasında kapıldığı korkuların bir sonucu zannediliyordu. Darwin döneminde, bir bölgede toprağın sabanla sürülmesinin, o bölgenin iklimini değiştireceğine inanılıyordu. Uzayı ise renksiz bir sıvı olan eterin kapladığı zannediliyordu. Birkaç nesil boyunca elleri kesilen kişilerin çocuklarının elsiz doğacağına inanılıyordu. Darwin döneminde (1859), elektron mikroskobu henüz icat edilmemişti. Elektron mikroskobu bir yana, insanlık henüz buzdolabı (1938), telefon (1876), daktilo (1867) ve hatta tükenmez kalemle (1863) bile tanışmamıştı. Dönemin araştırmacıları, pergel, pusula, termometre ve benzeri basit araçlar kullanarak doğada olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.

Darwin döneminde, araştırmalar ve bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan fosil bilgileri de oldukça sınırlıydı.

Darwin döneminde, Kambriyen döneminin 60 milyon yıldan daha eskiye dayanmadığı hesaplanmıştı. Buna göre Dünya'nın hesaplanan yaşı ise 200 milyon yıldı.9 (Dünya'nın şu an belirlenen yaşı 4.6 milyar yıldır.)

Darwin döneminde, bilimin her dalı ciddi şekilde gerideydi ve bu nedenle hayali evrim süreci ile ilgili beklentiler, ilerleyen bilim ve teknolojiye ve onların insanlara sağlayacakları imkanların bulgularına bırakılmıştı. Darwin'in döneminde, fosil bulgularının bilinmeyen pek çok şeyi ortaya çıkaracağı beklentisi ile, ortaya atılan teoriler insanlara makul görünüyordu. Nitekim, o dönemden bu yana, Kambriyen dönemindeki bu ani ortaya çıkışı açıklayacak ara geçiş örneklerini bulma çalışmaları sürdü gitti. Amaç, Kambriyen fosillerini andıran Kambriyen öncesi döneme ait birkaç örnek bulabilmek, önceki dönemleri bu döneme sözde evrimsel olarak ilişkilendirecek bir bağlantı kurabilmekti.



Darwin döneminde hücre yalnızca bir su damlasından ibaret sanılıyordu. Hücrenin, milyonlarca sayfalık ansiklopediyi dolduracak bilgiye sahip oldukça kompleks bir yapısı olduğu bilinmiyordu. Laboratuvarlar ve laboratuvarlarda kullanılan gereçler son derece ilkeldi. Genetik, tıp, biyoloji, biyokimya gibi bilim dalları tanınmıyordu.

Henüz proteinlerin bile keşfedilmediği bu ortamda, Darwin, yaşamın sahip olduğu kompleksliğin farkında bile değildi. Bu şartlar altında ortaya attığı evrim teorisinin zamanla geçerliliğinin ortaya çıkacağını zannetmişti. Oysa bilimdeki ilerlemeler ve fosil bulguları, Darwin'in bu beklentisini tersine çevirdi.


Aradan 150 yıl geçti. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler insanlara çok önemli bilgiler verdi. Biyokimya, biyofizik, genetik ve moleküler biyoloji konularındaki gelişmeler, yeryüzündeki canlılarda moleküler düzeyde bir mükemmelliğin hakim olduğunu ve dolayısıyla moleküler düzeyde bir evrimleşmenin mümkün olamayacağını gösterdi. Paleontoloji alanındaki bulgular ise, yer altında saklı olan fosillerin büyük bir bölümünü ortaya çıkarttı ve yeryüzünde var olduğu iddia edilen hayali evrimsel geçmişi haklı çıkaracak "tek bir ara geçiş canlısı bile olmadığını" gösterdi.



Stephen Jay Gould


21. yüzyılın, paleontoloji konusunda getirdiği en büyük gerçek buydu. Yeryüzünün büyük bir kısmı kazılmıştı. Oldukça geniş çaplı yapılan araştırmalar sonucunda, çok sayıda fosil örneği elde edilmişti. Darwin'in zamanla çözüme ulaşacağını düşündüğü Kambriyen'le ilgili kayıp ara fosiller konusunda ise Darwinistler açısından şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıkmıştı: Günümüzden yarım milyar yıl ve daha öncesine ait sanılan tüm kompleks canlıların kalıntıları gerçekten de Kambriyen dönemine aittiler. Kambriyen öncesine ait fosil yatakları, Kambriyen'e geçişi gösteren hiçbir ara fosil örneği vermiyordu. Kambriyen döneminde, müthiş komplekslik ve çeşitlilik aniden ortaya çıkmıştı ve tüm bunlar Kambriyen sonrasında ortadan kaybolmuştu. Bu, gerçekten olağanüstü bir olaydı.

Artık Darwin'in takipçilerinin, hayali "kayıp fosillerle" ilgili olarak "fosiller yetersizdir" iddialarının hiçbir dayanağı kalmamış oluyordu. Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, hiç çekinmeden bu önemli itirafta bulunmuştu:

Böyle bir patlamanın en ünlüsü, Kambriyen patlaması, modern çok hücreli yaşamının başlangıcına damgasını vurmaktadır. Birkaç milyon yıl içinde, neredeyse tüm hayvan anatomilerinin her temel çeşidi ilk defa olarak fosil kayıtlarında ortaya çıkmıştır… Prekambriyen (Kambriyen öncesi) kayıtlar şu anda yeterli derecede iyidir ve mükemmel ara geçiş formlarının keşfedilmemiş zincirleri ile ilgili eski iddia artık inandırıcı değildir.10

Fosil kayıtlarının günümüzde yeterince iyi olması, evrimci paleontologlar açısından büyük bir hayal kırıklığıdır. Üstelik elde edilen fosil kayıtlarının, evrime bir delil vermemesinin yanı sıra, öne sürülen sahte delilleri de ortadan kaldırdığı bir gerçektir. Evrim teorisinin öne sürdüğü sahte ve yanıltıcı evrim delilleri: (1) Ele geçen yeni fosiller üzerindeki detaylı araştırmalar, (2) milyonlarca yıl öncesine ait örneklerin bulunduğu "yaşayan fosiller" ve (3) aynı canlıya ait fosillerin farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkması ile anlaşılan "stasis" (fosillerdeki durağanlık) gerçeği sonucunda tamamen ortadan kalkmıştır. (www.yasayanfosiller.com) Yani fosil araştırmaları, Darwin'in beklentilerini değil, Darwin'in hiç beklemediği gerçekleri sunmuştur.

Chicago'daki The Field Doğa Tarihi Müzesi'nin (The Field Museum of Natural History) eski müdürü, evrimci Dr. David M. Raup bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:

Şu anda Darwin zamanından 120 yıl ilerideyiz ve fosil kayıtları hakkındaki bilgimiz oldukça gelişti. Şu anda 250 bin türün fosil örneklerine sahibiz ama durum pek de değişmemiştir. Evrim kayıtları hala şaşırtıcı derecede düzensizdir ve ironik bir şekilde, şu anda Darwin'in zamanından daha az evrimsel ara form örneğine sahibiz. Bununla demek istediğim, fosil kayıtlarındaki Darwinist değişikliklerin klasik örnekleri, örneğin Kuzey Amerika'da atın evrimi, daha detaylı bilgiler sonucunda geçersizleşmiş veya değişime uğramak zorunda kalmıştır. Bundan daha az verilerin olduğu bir zamanda görünen şey basit tatlı ilerlemelerdi. Bunlar şimdi çok daha kompleks ve daha az aşamalı gibi görünmektedir. Bu durumda Darwin'in problemi son 120 yıldır azalmamıştır.11

Evrimci zoolog David Kitts ise fosil kayıtlarının sunduğu bu gerçekleri, evrimciler açısından "bir zorluk" olarak yorumlamıştır:

Paleontoloji, zorluklar sunmuştur. Bunlardan en kötüsü, fosil kayıtları içindeki boşluklardır. Evrim, ara geçiş formlarını gerektirir. Ama paleontoloji bunları sağlamamaktadır.12



 

 

 

Günümüzden 1.2 milyar yıl öncesi, tek bir çekirdeğe sahip tek hücreli canlıların yeryüzünde hüküm sürdüğü bir ortamdır. Kambriyen'in başlangıç dönemlerine doğru ise, içinde birkaç farklı hücre tipi bulunan sünger tarzı canlılar karşımıza çıkar. Kambriyen dönemi ise bu canlıların sözde atalarının değil, bu canlılardan tamamen bağımsız, kompleks ve müthiş çeşitlilikteki canlıların ortaya çıktığı bir dönemdir. Darwinistlerin açıklama getiremedikleri bu üstün yaratılış, Allah'ın kusursuz bir eseridir.






 


Paleontolojinin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Prekambriyen adını verdiğimiz Kambriyen öncesi dönem, fosil kayıtlarına göre tümüyle tek hücreli canlıların yaşadığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzden 1.2 milyar yıl öncesi, içinde DNA bulunan bir çekirdeğe sahip tek hücreli canlıların yeryüzünde hüküm sürdüğü bir ortamdır. Kambriyen'in başlangıç dönemlerine doğru gelindikçe, içinde birkaç farklı hücre tipi bulunan sünger tarzı canlılar karşımıza çıkar. Hücreler, kendi fonksiyonlarını yerine getiren özelleşmiş durumdaki hücrelerdir. Ancak bu canlılar, herhangi bir kapsamlı iç yapıya sahip olmayan, sinir sistemleri veya kas lifleri bulunmayan varlıklardır.13 Yani Kambriyen canlılarından oldukça farklıdırlar.

Fosil kayıtları Kambriyen'e ait olarak, bir anda ortaya çıkan birbirinden bağımsız, müthiş çeşitlilikteki canlıların özelliklerini ortaya çıkarmıştır, onların atalarını değil! Kaliforniya Üniversitesi'nden evrimci biyolog James W. Valentine, bu konuyla ilgili olarak şu itirafta bulunmaktadır:

Fosil kayıtları, filum ve omurgasız sınıflarının kökeni sürecine doğrudan kanıt sağlama konusunda oldukça az yardımcı olmaktadır. Fosil kalıntılarından söyleyebileceğimiz kadarıyla, fosil kayıtlarındaki her filum, ilk ortaya çıktığında, karakteristik vücut planı ile çoktan evrimleşmiş haldedir. Hiçbir filum birbiri ile ara fosiller yoluyla bağlantılı değildir. Gerçekten de, hiçbir omurgasız sınıfı bir başka sınıf ile bir seri ara geçiş canlısı yoluyla bağlantılı olamaz. Filum ve sınıflar arasındaki ilişki onların benzerliklerine göre anlaşılır. Ancak, filojeni analizlerinin en komplike teknikleri bile filumlar arasındaki (ya da aynı zamanda pek çok sınıf arasındaki) ilişki ile ilgili fikir ayrılıklarını çözmekte başarılı olamamaktadır.14





Bruce Runnegar


Valentine'ın itiraf ettiği bu gerçek, fosil kayıtlarının evrime hiçbir kanıt sağlamadığı, canlıların bulundukları yerde aniden ortaya çıkmış oldukları gerçeğidir. Bir başka deyişle evrimci bilim adamları, Kambriyen'le ilgili olarak bir evrimin gerçekleşmediğini itiraf etmek zorunda kalmaktadırlar. Hayali Prekambriyen ara geçiş fosilleri yerine, sayıları artmış kompleks Kambriyen canlıları ile karşılaşılması, Kaliforniya Üniversitesi paleontoloji profesörü evrimci Bruce Runnegar'ın da şu itirafta bulunmasına sebep olmuştur:

Beklendiği gibi paleontologlar fosil kayıtları üzerinde yoğunlaştılar ve omurgasız gruplarının müthiş çeşitliliğinin erken tarihi ile ilgili çok zengin bir bilgi topladılar. Ama onların kökeni hakkında öğrendikleri oldukça az.15

Evrim teorisinin dayandığı tek nokta fosil kayıtlarıdır. Ancak fosil kayıtlarının yeterliliği, yeryüzünün oldukça büyük bir alanının kazılıp araştırılmış olduğu gerçeği, canlıların evrim geçirmediklerinin açıkça anlaşılması için yeterlidir. Yaşanmış olan herhangi bir evrim süreci yoktur. Evrimcilerin, "fosil kayıtları yeterlidir ve şu ana dek hiçbir ara fosil canlısına rastlanmamıştır" şeklindeki açıklamaları, aslında "evrim teorisini destekleyecek tek bir delil bile yoktur" itirafından farklı bir şey değildir. Ve bu gerçek, açıkça, tüm delilleriyle Allah'ın Yüce Varlığı'nı, mükemmel yaratma sanatını ve üstün kudretini göstermektedir. Canlılar, adeta birer sanat eseri gibi, sahip oldukları tüm hayranlık uyandırıcı özellikleriyle birlikte Allah'ın dilediği bir anda, Allah'ın dilemesiyle yaratılmışlardır.

Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah'ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ancak onların çoğu bilmezler. O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz. (Yunus Suresi, 55-56)












Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır.
Allah, her şeyi kuşatandır.
(Nisa Suresi, 37)












Kambriyen Öncesi Yeryüzü



550 milyon yıldan daha yaşlı olmayan Kambriyen kayaları en eski hayvan fosillerini içeriyordu – arthropodlar, yumuşakçalar, brachiopodlar ve diğerleri. Bunların aşağısında hiçbir hayvan fosili yoktu. Darwin'in kendisi de kabul etmekteydi ki, doğal seleksiyon ile evrim teorisi, bütün bu canlıların türedikleri önceki popülasyonları içine alan bir tarihe sahip olmalıydı. Bilim adamları sayısız önerilerle geldiler; canlıların evrimindeki bu kritik aralıkta bulunan fosilleri barındıran kayalıklar aşınmış veya metamorfoza uğramıştı. Veya canlılar taze su kaynaklarının bulunduğu göllerde ortaya çıkmış ve hemen arkasından okyanuslara gitmişlerdi. Bunların hiçbiri tatmin edici değildi. Ve Kambriyen döneminin başlangıcını tanımlayan zengin hayvan fosilleri, bir muamma olarak kaldı.16

Prekambriyen dönemi (Kambriyen öncesi dönem), Dünya'nın oluşumundan Kambriyen dönemine kadar olan süreye verilen isimdir. Dünya'nın yaşının yaklaşık 4.6 milyar yıl olduğu kabul edilmektedir. Bu dönemdeki en eski organizmalara ait doğrudan kanıtlar ise 3.5 milyar yıl öncesine aittir. Bunlar siyanobakteri (cyanobacteria) adı verilen, denizlerde yaşayan ve fotosentez yapabilen bakteri kolonilerinin bazı katmanlarda bir halı gibi serilmiş kalıntılarıdır. Siyanobakteriler, prokaryot tipi tek hücreli canlılardır. Yaklaşık 2 milyar yıl kadar önce ökaryot tipi hücreler fosil kayıtlarında belirmiştir. Bunlar, hücrelerindeki DNA çekirdek içinde paketlenmiş olan ve zarla kaplı organellere sahip olan hücrelerdir (Bu özellikler prokaryotlarda bulunmaz). Yeryüzü, günümüzden 3.5 milyar ila 600 milyon yıl önceki dönemde, sadece prokaryot ve ökaryot tipi tek hücreli organizmalara ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla yaşam formları, yeryüzü tarihinin yaklaşık %85'inden fazlasında ancak tek hücreli canlılardan ibarettir.

Çok hücreli organizmalar ise ilk olarak 600 milyon yıllık kayalıklarda ortaya çıkmaktadırlar. Bunların çoğu, yorumlanmaları güç olan ve varlıkları çamur tabakalarında bıraktıkları kurumuş izlerden anlaşılan organizmalardır. Yapı olarak genellikle yassıdırlar. Görünürde hiçbir organa sahip değildirler. Gözleri, hareket etmelerini sağlayan uzantıları, kısacası kompleks fizyolojik sistemleri yoktur.

Dolayısıyla Prekambriyen döneminde, yaşam formları çok geniş zaman dilimleri boyunca tek hücreli canlıları barındırmış, ancak Prekambriyen'in sonunda -çoğunun niteliği belirsiz- çok hücreliler ortaya çıkmıştır.

Kambriyen dönemi, Prekambriyen'in bu tekdüzeliğine kıyasla geniş çaplı ve ani bir yeşerme gibidir. Bu yeşerme, hiçbir organa sahip olmayan canlıların hakim olduğu dönemin perdesini kapatmış, biyolojik kompleksliğin olağanüstü boyutlarda artış gösterdiği, ekosistemlere sahip, yepyeni bir dönem başlatmıştır. Bu dönemde, dünyanın her yerinde, aşağı yukarı aynı zamanda, kabuklu deniz omurgasızlarının mükemmel çeşitleri ortaya çıkmıştır.












Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz.
(Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir. Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?
(Nisa Suresi, 40-41)












Ortaya çıkan canlı grupları anatomik olarak birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen, özgün beden yapılarına sahiplerdi. Bunlar, günümüzde de örnekleri bulunan eklembacaklılar, brachiopod'lar (duyargalarına yakın kabukları bulunan omurgasız) ve yumuşakçalar gibi filumlardı. Kambriyen'de ortaya çıkan filum sayısı, yorumlara göre değişmekle beraber, ortalama 50 civarındaydı. Kambriyen canlılarının bazıları, daha önce yaşamış hiçbir canlının sahip olmadığı göz, solungaç, duyarga, ayaklar, mide gibi kompleks organlar ve kompleks fizyolojik sistemlerle donanmıştı. Kısacası, günümüz okyanuslarında gördüğümüz sert kabuklu omurgasızların tüm tipik formları ilk olarak Kambriyen denizlerinde belirmişti.



Niles Eldredge


Prekambriyen dönemini önemli kılan, evrimcilerin, Kambriyen patlaması sonucunda ortaya çıkan fosillerle ilgili bir ipucu sağlayacak, bunların hiç gerçekleşmemiş evrimleri hakkında delil verebilecek bir dönem olduğunu düşünmeleriydi. Evrimcilere göre, Kambriyen patlamasının tüm delillerinin, Prekambriyen devrinde ortaya çıkmaları gerekiyordu. Kambriyen'e ait canlıların tüm hayali ataları, Prekambriyen'de kendilerini göstermeliydiler. Aksi takdirde, canlıların evrimi senaryosu, bir senaryo olmaktan öteye gidemeyecek ve rafa kaldırılacaktı. Nitekim öyle de oldu.

Kambriyen canlılarının özellikleri keşfedildikçe, Prekambriyen devri çok daha büyük bir öneme sahip oldu. Ancak zamanla artan araştırmalar, daha da artan bulgular, bu dönem ile ilgili olarak yalnızca şu bilgileri veriyordu: Prekambriyen döneminde tek hücreli canlılardan başkası yaşamamıştı. Yapılan detaylı araştırmalar, bundan fazlasını göstermiyordu. Bulunan fosiller, yumuşak bedenlerinden örnekler bırakmış olan bu canlılara aitti. Fosiller, kompleks canlıların evrimsel ataları ile ilgili herhangi bir bilgi vermiyor, durumu evrimciler açısından çok daha zorlaştırıyordu. Kaliforniya Üniversitesi'nden Botanik Profesörü evrimci Daniel I. Axelrod, Prekambriyen kayalıklarının, aradıkları fosilleri vermediği gerçeğini şu şekilde açıklıyordu:

Jeoloji ve evrimin çözülmemiş en büyük problemlerinden biri, tüm kıtalardaki alt Kambriyen kayalarında çeşitli, çok hücreli deniz omurgasızlarının ortaya çıkışı ve çok daha uzun bir dönem boyunca bunların kayalıklarda olmayışıdır.17

Söz konusu bulguların açığa çıkardığı gerçek şudur: Evrimcilerin sürekli olarak karşılaştıkları fosil kayıtlarındaki boşluk, Prekambriyen yataklarında tekrar karşılarına çıkmıştır. Siyaset bilimci ve aynı zamanda bir evrimci olan Robert G. Wesson, evrimcilerin görmezden gelemeyecekleri fosil kayıtları gerçeği ile ilgili şunları söylemiştir:

Fosil kayıtlarındaki boşluklar bir gerçektir. Herhangi bir önemli kolun fosil kaydının yokluğu, oldukça şaşılacak bir şeydir. Türler genellikle veya hemen hemen durağandır, (...) sınıflar hiçbir zaman yeni türlere veya sınıflara evrim göstermemekte, ama birbirlerinin yerine geçmekte ve bu değişim neredeyse ani olmaktadır.18

Fosil bilimcilerin ortaya çıkardıkları gerçek; dört milyar yıl önceki manzaranın, bundan 600 milyon yıl öncesine kadar değişmemiş olduğudur. Bu uzun dönem, tek hücrelilerin barındığı ıssız bir dünya ortamını tarif eder. Evrimciler bu büyük boşluğa açıklama getirebilmek için çok uğraşmışlardır. Ancak şimdiye kadar getirilen tüm iddialar geçersiz kalmış ve Prekambriyen'e ait hayali ara geçiş boşluğunu dolduracak herhangi bir delile rastlanmamıştır.

Bazı evrimciler, kendileri açısından zor olan bu durumu çeşitli şekillerde açıklamaya çalışırlar. Örneğin evrimci Niles Eldredge, şu açıklamanın ardına sığınmıştır:

Erken Kambriyen'deki ara geçiş formlarıyla ilgili pek fazla kanıt göremiyoruz, çünkü ara geçiş formları yumuşak bedenli olmalı ve bu nedenle de fosil bırakmaları muhtemel olmamalıdır.19

Aslında Eldredge'in veya herhangi başka bilim adamının bu açıklamayı yapmış olmaları şaşırtıcıdır. Çünkü onlara göre, kabuklu Kambriyen canlılarının hayali kökeni her ne ise, mutlaka kompleks varlıklar olmalıdır. Zorlukla bulunabilen yumuşak bedenli canlılar değil.



Fosil kayıtlarında, hiçbir ara geçiş fosili yoktur. Timsahlar timsah, sincaplar sincap, tavşanlar da tavşan olarak iz bırakmışlardır. Bu gerçek, evrimcilerin tüm canlıların hayali atalarının oluşmasını bekledikleri Kambriyen dönemi için de böyledir. Canlılar, hiçbir ara geçiş özelliği göstermeden, hiçbir hayali ataya sahip olmadan, tam kompleks halleriyle fosil kayıtlarında bir anda belirmişlerdir.


Üstelik, yapılan bu açıklama bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü Prekambriyen döneminde yaşamış, tek hücreli canlılara ait fosiller oldukları gibi kalmışlar ve araştırmacılara pek çok örnekler sunmuşlardır. Ayrıca, Kambriyen canlılarının pek çoğunun sinir sistemleri de dahil olmak üzere yumuşak dokularının büyük bölümü fosil kalıntılarında kalmış durumdadır. Bu durumda, yumuşak yapılı hayali ara geçiş canlılarının fosil kalıntısı bırakmadıkları iddiasını, Prekambriyen ve Kambriyen kayalıkları baştan geçersiz kılmaktadır.

Nitekim Eldredge, bu konu ile ilgili olarak şu itirafta da bulunma ihtiyacı hissetmiştir:

Çok hücreli yaşamın ani çeşitliliği ile ilgili hala oldukça büyük bir problem var. Bunda hiçbir şüphe yok. Bu gerçekten şaşılacak bir şey.20

Eldredge ile birlikte "sıçramalı evrim" teorisini gündeme getiren ve bu teori ile Kambriyen canlılarına açıklama getirmeye çalışan Stephen Jay Gould'un bu konudaki itirafı ise, çok daha açıklayıcıdır:

Canlılığın tarihinde açık bir gelişme bulunamamasını, fosil kayıtlarının en kafa karıştırıcı gerçeği olarak görüyorum.21

Olaylara objektif bakan ve mantıklı düşünen bir insan için aslında bunda şaşırtıcı hiçbir yön yoktur. Yeryüzü, yaşanmamış bir geçiş süreci ile ilgili bilgi vermemektedir ve bu son derece doğaldır. Çünkü evrim süreci diye bir şey yoktur. Prekambriyen kayalıklarında tek hücreli canlıların fosilleri ele geçmiştir, çünkü o dönemde yaşayan yegane canlılar onlardır. Geride bıraktıkları kalıntılar ve o dönemde Dünya'nın ve atmosferin özelliklerine dair veriler bu gerçeği kanıtlamaktadır.

Ne Prekambriyen dönemde ne de bu dönemin öncesinde ve sonrasında yaşanan bir evrim yoktur ve fosiller bunu en güzel şekilde delillendirmektedirler. Fosiller, günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların birer yaratılış harikası olduklarını ve Allah'ın üstün gücü ile bir anda, kusursuz şekilde var edildiklerini göstermektedir. Evrimcilerin tek dayanağı olan paleontoloji, yaratılış gerçeğini kanıtlamış ve evrim teorisini açıkça geçersiz kılmıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Ara Geçiş Açmazı, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Evrim savunucularının bir kısmı bunu kabul etmişlerdir. Fakat bazı evrimciler tarafından bunun kabul edilmesi, zaman alacak gibi görünmektedir. Glasgow Üniversitesi'nden jeoloji profesörü evrimci Neville George, Prekambriyen canlılarının hiçbir ara geçiş örneği sunmaması gerçeğinin, "özel bir yaratılış" dışında hiçbir açıklaması olmadığını şu sözlerle itiraf eder:

Temel hayvan gruplarının evrimsel bir kökeni olduğunu ve bunun özel bir yaratılış olmadığını kabul ettiğimizde, Prekambriyen kayalıklarında filumların tek bir üyesinin bile hiçbir şekilde fosil kaydı bırakmamaları, Darwin döneminde olduğu gibi, şu anda hala açıklamasızdır.22

Prekambriyen döneminde yaşayan tek hücreli canlıları var eden, onlar için bir yaşam tarzı belirleyen ve onların tüm durumlarını bilen Allah'tır. Müthiş çeşitliliğe sahip Kambriyen canlılarını ortaya çıkaran, onlara birbirinden farklı özellikler verip onları birlikte yaşatan da Allah'tır. Allah, tüm varlıkların Yaratıcısı'dır. Evrimciler bu gerçeği görmedikleri, açıkça kabul etmedikleri sürece, yeryüzü tarihine ait tüm gerçekler onları şaşırtmaya, onları çaresiz bırakmaya devam edecektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 27)


Sahte Bir Ara-Geçiş Faunası*: Ediacaran



Kambriyen kayalarının altındaki kayalara Prekambriyen kayaları ismi verilir. Bunların bazıları binlerce metre kalınlıktadır ve çoğu yerinden oynamamıştır, dolayısıyla fosillerin korunumu için çok uygun koşullar sağlamaktadırlar. Eğer mikroskobik, tek hücreli, yumuşak bedenli bakteri ve algleri bulmak mümkünse, bu organizmalarla kompleks omurgasızlar arasındaki geçiş formlarının fosillerini bulmak da kesinlikle mümkün olmalıdır. Böylesine kompleks organizmaların çeşitliliğinin evrimleşmesi için gerekli çok uzun zaman diliminde milyar kere milyarlarca sayıda ara formlar yaşamış ve ölmüş olmalıdırlar. Dünyanın müzeleri, geçiş formlarının devasa koleksiyonlarıyla dolup taşıyor olmalıdır. Gerçekte, böyle tek bir fosil dahi bulunmuş değildir! Başlangıçtan beri denizanaları denizanası, trilobitler trilobit, süngerler sünger ve salyangozlar da salyangoz kalmışlardır. Dahası, örneğin, deniztarağı ve salyangoz; sünger ve denizanası; veya trilobit ve yengeçleri birbirine bağlayan tek bir fosil bulunmuş değildir.23 (Kaliforniya Üniversitesi Biyokimya profesörü Duane Gish)



Kambriyen öncesi canlıların kalıntılarının bulunduğu Avustralya'daki Ediacara tepeleri.


Ediacaran faunası, Prekambriyen'in sonunda günümüzden yaklaşık 620 ila 543 milyon yıl önceki dönemde yaşamış çok hücreli canlıları temsil eder. Prekambriyen'in sonlarına doğru, Avustralya'nın Ediacara tepelerinde, yaklaşık 600 milyon yıl öncesine ait olarak bulunan fosiller, daha önceki bulgulardan herhangi bir sonuca ulaşamamış evrimci çevreler için, bir umut ışığı olarak kabul edilmiştir. Çok hücreli canlılarda görülen çeşitlilik evrimciler tarafından, Kambriyen canlılarına ulaşan bir evrimsel süreç olarak değerlendirilmek istenmiştir. Günümüz evrimci bilim adamları bu fosillerden yola çıkarak, Kambriyen döneminin açıklanabileceğini iddia etmişler ve çeşitli teoriler üretmişlerdir. Ancak bu yönde gösterilen çabalar da, hiçbir bilimsel bulgu ile delillendirilememiş ve sonuçsuz kalmıştır.

1946 yılında Avustralyalı jeolog Reginald Spriggs'in, Avustralya Flinders Sıradağları'ndaki Ediacara tepelerinde bulduğu fosiller, 580-560 milyon yıl öncesini temsil ediyordu. Bilim adamları Paleozoik dönemden önce gelen bu döneme Ediacaran dönemi adını vermişlerdir. Ediacaran faunasının özelliği, bu dönemde aniden ortaya çıkan bazı çok hücreli canlıların varlığı nedeniyle, evrimci bilim adamları tarafından büyük bir heyecanla sahte bir ara geçiş faunası olarak kabul edilmesiydi. Kambriyen dönemine yakınlığı nedeniyle bu fosiller, evrimciler için büyük önem taşımaktaydılar. Avustralya'da bu döneme ait pek çok fosil bulunmasının ardından, Güney Namibya, Rusya, İngiltere, İsveç, Kanada ve Amerika'da da bu dönem fosil örneklerine rastlandı. Bütün bu araştırmalar sonucunda ele geçen sonuç şuydu: Ediacara bölgesinde rastlanmış olan yaklaşık 16 değişik tür, arkalarında hiçbir sert doku kalıntısı bırakmamışlardı.24 Bir başka deyişle, bu canlıların tamamı yumuşak vücutlu idi.

Prekambriyen dönemin hemen ardından Ediacaran dönemi yataklarında, aniden, büyük bir çeşitlilikte çok hücreli canlıların ortaya çıktığı doğrudur. Fakat bunlar, Kambriyen canlılarından tamamen farklı, kendilerine özgü biçimleriyle ortaya çıkarlar. Bu canlılar, Kambriyen canlılarında olduğu gibi sert dokulara ve çeşitli kompleks yapı ve organlara sahip değildirler. Bunlar, genellikle tüylü eğrelti otuna, keseye ve diske benzer şekillere sahip canlılardır. Çeşitli hassas uzantılara sahip olan bu organizmaların hiçbirinin baş kısımları veya dolaşım, sinir ya da sindirim sistemleri yoktur. Kompleks fizyolojik sistemlere sahip değildirler ve nitelikleri genel olarak belirsizdir. 

Bu çok hücreli yaşam formlarının Kambriyen'in hemen öncesinde ortaya çıkması, bu canlılar üzerinde oldukça fazla spekülasyon yapılmasına neden olmuştur. Kambriyen canlılarına açıklama getirmeye çalışan hemen her evrimci bilim adamı, Ediacaran dönemi canlıları üzerinde teoriler üreterek Kambriyen'e bir "ata" bulmaya çalışmıştır. Örneğin, evrimci paleontolog Martin Glaessner ve çalışma arkadaşları, Ediacaran faunasında, günümüz filumlarına ait bazı özellikler tespit edebileceklerini, ancak bu fosillerin, özellikleri tanımlayabilecek kadar iyi muhafaza olmadıklarını iddia etmişlerdir. Yine bir evrimci olan paleontolog Dolf Seilacher ise, aslında günümüz denizanalarına benzer canlıların o dönemde yaşadıklarını, ama kıyıya çıktıklarında kumun üzerindeki çukurlar haline geldiklerini iddia etmiştir. Ona göre, bu durum bazı hayvanların suyun içinde yüzmek yerine, çamurun altında yaşadıkları izlenimini de vermiştir.25 Alman paleontolog Adolf Seilacher ve Harvard Üniversitesi'nden Stephen Jay Gould için bu fosiller, tek hücreliden Kambriyen'deki müthiş çeşitliliğe geçiş sırasında yaşanan "başarısız deneylerdir". Oregon Üniversitesi'nden paleontolog Gregory Retallack için ise, Ediacaran fosilleri hayvan bile değildirler. Ona göre bunlar, birer liken örneğidirler. (Liken: Mantarlarla alglerin ortak yaşamasından ortaya çıkan yeni canlı türü.) Fotosentez yolu ile beslenebilmişler ve 5 km'ye varan kayalıkların altında oldukları gibi kalmışlardır.26












Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz? Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir.
(İbrahim Suresi, 19)












Görüldüğü gibi Ediacaran konusunda evrimcilerin kendi aralarında bile bir fikir birliği yoktur. Asıl önemli olan ise; bu iddiaların hiç birinin, Kambriyen dönemindeki ani canlı patlamasının nasıl meydana geldiğine bir açıklama getirememesidir. Hiçbiri, Kambriyen canlılarının sözde atalarının nerede olduklarına dair bir ipucu vermemektedir. Ayrıca, Ediacaran faunasında bulunan ve Kambriyen canlılarından farklı şekillerde nitelendirilen bu yeni formların da kökeninin ne olduğunun açıklanması gerekmektedir. Dolayısıyla Ediacaran canlıları, evrimciler için bir umut ışığı değil, açıklanması gereken bir başka önemli sorundur.

Kaliforniya Berkeley Üniversitesi'nin Paleontoloji Müzesi isimli internet sayfasında bu dönem canlıları hakkında şunlar söylenmektedir:

Bu fosillerin ne olduğu sorusu hala herkesi tatmin edecek şekilde cevaplanmış değil; çeşitli zamanlarda yosun, liken, dev tek hücreli hayvanlar ve hatta günümüzde yaşayanlarla hiçbir bağlantısı bulunmayan ayrı bir hayvan alemi oldukları tahmin edildi. Bu fosillerin bazıları yorumlanması zor olan basit lekeler ve bunlar neredeyse herşeyi temsil ediyor olabilirler. Bazıları en çok nayderyanlara, solucanlara veya eklembacaklıların yumuşak bedenli akrabalarına benziyor. Diğerlerinin yorumlanması daha az kolay ve bunlar soyu tükenmiş filumlara ait olabilirler. Ancak Vendian kayaları yumuşak bedenli fosillerin yanı sıra, muhtemelen çamur üzerinde sürünen solucan benzeri hayvanların bıraktığı iz fosilleri de içeriyor.27

Ediacaran faunasına ait birkaç fosil üzerine spekülasyonlarını sürdüren evrimciler için durum, Ediacaran dönemine ait fosil türlerinin, Dünya'nın başka yerlerinde de bulunmaya başlamasıyla daha da zorlaşmıştır. Bulunan yeni fosiller, öncekilerden daha kompleks özellikler sergilemekte, ancak bunlar yine Kambriyen canlıları ile hiçbir şekilde ilişkilendirilememekte ve bu durum, söz konusu dönemde de bir hayvan çeşitliliğinin meydana geldiğini göstermektedir.


Ediacaran Dönemi Canlı Çeşitliliği ve Evrimcilerin Çelişkileri



Kambriyen'den önce veya Kambriyen sırasında ortaya çıkan tüm hayvan filumlarının birbirlerinden farklı olduklarını kabul etmek daha makuldür. Çünkü tamamen son hallerinde ortaya çıkmışlardır ve bir türü diğerine bağlayacak hiçbir ara form yoktur.28 (New York Üniversitesi Evrimsel Biyoloji Profesörü evrimci Douglas Futuyma)



Kambriyen öncesi canlıların kalıntılarının bulunduğu Avustralya'daki Ediacara tepeleri. Ediacaran canlıları, kendilerinden önceki tek hücrelilerden farklı, ilginç görünümlü canlılardı. Ancak bunlar, Kambriyen canlılarıyla hiçbir benzerlik göstermiyorlardı. Ediacaran canlıları nasıl birdenbire ortaya çıktılarsa, Kambriyen canlıları da o şekilde ortaya çıkmışlardı.


Ediacaran dönemi canlıları, kendilerinden önceki ve sonraki canlılardan farklı özelliklere sahip ilginç canlılardı. Yaklaşık yarım metre uzunluğunda Dickinsonia, ezilmiş bir görünüme sahip süngerimsi bir canlı olan Palaeophragmodictya, disk şeklinde, üzerinde küçük oluklar bulunan Aspidella, Ediacaran dönemi canlılarından birkaçıydı. Bunların bir kısmı, şu anki yaşayan hiçbir canlıya da benzemiyordu. Ancak birkaçı da, günümüz denizyıldızlarına, denizanalarına, süngerlere ve denizkalemlerine benzer özellik gösteriyorlardı.  Bu ilginç görünüşlü canlıların ortaya çıkmasıyla, evrimciler arasında büyük bir fikir ayrılığı başladı. Cambridge Üniversitesinden evrimci Simon Conway Morris, bu konuyla ilgili olarak, "Problem, aynı fosillerin, farklı kişiler tarafından tamamen farklı şekillerde yorumlanıyor olmasıdır." demişti.29

Ancak daha sonra Rusya'da ele geçen bulgular, bunların gerçekten bazı kompleks özelliklere sahip çok hücreli canlılar olduğunu onayladı. Çeşitli Dickinsonia örnekleri ve gözyaşı damlasına benzeyen ve kenarları fırfır şeklinde olan Kimberella canlılarının örnekleri bulundu. Kimberella'nın geride bıraktığı izler, bu canlının hareket edebildiğini gösteriyordu. Yani bu canlılar, kendilerinden önceki tek hücreliler gibi bulundukları yerde yaşayıp çoğalmıyorlardı. Yürümelerini sağlayabilecek organlara ve uzantılara sahiptiler.30 İngiltere Newfouldland'da bulunan Ediacaran fosilleri ise çalı biçiminde, tüye benzer şekillere sahiptiler ve bunlar çeşitli kolonilerden oluşuyordu. Bu canlıların tüye benzer uzantılarının her biri en az üç ayrı parçaya bölünmüştü. Ve bunların uç kısımları öne doğru eğimliydi. Bu canlıların en küçüklerinde bile söz konusu mikroskobik uzantı öbekleri görülebiliyordu.31 Dolayısıyla Ediacaran canlıları, bazı bilim adamlarının zannettikleri gibi içi su dolu sıradan hücre topluluklarından ibaret değildi.

Evrimciler, aynı dönemde ortaya çıkmış olan bu birbirinden farklı canlılara bir evrim senaryosu oluşturabilmek için çok uğraştılar. Fosillerin her biri için farklı sıralamalar yaptılar. Ancak ne Namibya'da bulunanlar İskoçya'dakilere uyuyor, ne de Rusya'da ele geçenler, İngiltere'dekilere uyuyordu. Aralarında bir bütünlük sağlayamadıkları bu fosilleri, Kambriyen canlılarına ilişkilendirme çabaları ise, evrimciler açısından büyük bir hayal kırıklığı oldu. Kambriyen canlılarını, onlardan önceki organizmalara bağlayan herhangi bir fosil kanıtı yoktu. Eldeki gayet muntazam kaydedilmiş Kambriyen öncesi fosillerin kalıntıları, Darwin teorisinin öngördüğü adım adım değişimin uzun tarihini yalanlamaktaydı.32



Ediacaran canlıları, kendilerinden önceki tek hücrelilerden farklı, ilginç görünümlü canlılardı. Ancak bunlar, Kambriyen canlılarıyla hiçbir benzerlik göstermiyorlardı. Ediacaran canlıları nasıl birdenbire ortaya çıktılarsa, Kambriyen canlıları da o şekilde ortaya çıkmışlardı.

Ediacaran canlılarından örnekler: Sağ alt: Dickinsonia Sol alt ve soldaki çizim: Kimberella Sağdaki çizim ve yanındaki fosil: Spriggnia


Simon Conway Morris, bu açık gerçeği şu sözlerle itiraf ediyordu:

Ama yine de, Ediacaran ve Kambriyen dönemi faunaları arasındaki farklar, iki dönem arasındaki benzerliklerden çok daha dikkat çekicidir. Bu farklar, Kambriyen'deki yeni canlı topluluğu tarafından Ediacaran bileşenlerinin seyreltilmesi yoluyla açıklanamaz. Daha çok, bu iki fauna arasında meydana gelen değişiklik, bir 'eskilerin yerini yenilerin alması' olayına benzemektedir.33



Darwinistler, Kambriyen canlılarının "hayali atalarının" yumuşak dokulu oldukları için kalıntı bırakmamış olduklarını iddia ederler. Oysa 3.5 milyar yıl öncesine ait en eski bakteri fosilleri, evrimcilerin bu aldatıcı iddialarını ortadan kaldırmaktadır.


Gerçekten de, Kambriyen'de ortaya çıkan formlar, Ediacaran'da ortaya çıkanlardan tamamen farklı canlılardı. Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla bazı evrimciler, Kambriyen canlılarının sözde "atalarının" bulunamamasının sebebini, dağılmış fosil kayıtlarına bağladılar. Bazıları, Kambriyen canlılarının sözde atalarının ya çok küçük olduklarından ya da yumuşak yapıya sahip olduklarından "fosilleşemediklerini" iddia ediyordu. Bazıları ise, çeşitli moleküler karşılaştırmalarla, Kambriyen'den milyonlarca yüzyıl önce var olan hayali bir atadan bahsediyordu.

Kuşkusuz bu ve bunun gibi iddiaların hiçbiri, bilimsel bir temele dayanmıyor, varsayımdan öteye gidemiyordu. "Dağınık fosil kayıtları" iddiası pek çok paleontolog tarafından reddedildi. Kambriyen öncesi döneme ve Kambriyen'e ait yeterince fosil bulunmuştu ve bunlar, eğer herhangi bir yerde bir "ata" olsa, bunun keşfedilmiş olacağına dair paleontologları ikna etmişlerdi.

Kambriyen öncesi döneme ait fosillerin, küçük ve yumuşak dokulu oldukları için iz bırakmadıkları iddiası ise, daha önce de belirttiğimiz gibi son derece gerçek dışı bir iddiadır. İddianın geçersizliğini görebilmek için, neredeyse 3 milyar yıl önceki kayalarda, bakterilerin mikrofosillerinin bulunduğu gerçeğini dikkate almak yeterlidir.34 Buna göre eğer Ediacaran döneminde, Kambriyen canlılarına benzer komplekslikte yumuşak yapıya sahip canlılar yaşamış olsaydı, kuşkusuz bunların da fosil izleri bırakmış olmaları gerekirdi. Ancak Ediacaran ile ilgili olarak elimizde olan, çeşitli çok hücreli yapılardan ibarettir. Ancak bunlar, sonradan ortaya çıkacak olan filumlardan tam anlamıyla farklı ve bağımsızdırlar.

Ve bunlar, yumuşak dokularına rağmen, fosil kayıtlarında izlerini bırakmışlardır.

Simon Conway Morris, bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:

(Alman paleontolog Adolf) Seilacher, radikal bir alternatife öncülük etti. Ediacaran fosillerinin kesin olarak cnidarian, arthropod ve annelid hatta metezoan bile olmadıklarını iddia etti. Onun doğru söylemiş olabileceğini düşündüren sebeplerden biri, bu fosillerin normal olmayan bir düzen içinde saklanmış olmasıdır. Neredeyse hepsi yumuşak dokulu olmalarına rağmen, Ediacaran fosilleri tipik bir şekilde kaba katmanlar (balçık taşları ve kumtaşları) üzerinde korunmuşlar, sığ, hareketli sular üzerinde kalıntı bırakmışlardı. Bu bölgeler paleontologların, yumuşak dokuların korunmasını bekledikleri veya korunmuş yumuşak dokular aradıkları en son yerdi.35



1984 yılında Natural History dergisinde, Stephen Jay Gould'un Avustralya'daki Ediacaran fosilleri ile ilgili uzun bir makalesi yayınlandı. Gould, burada bulunan canlıların, Kambriyen'de olduğu gibi kendilerine has özel yapılara sahip temel modelleri paylaştıklarını belirtiyordu. Kambriyen canlıları, Ediacaran canlılarının yerini almış yeni varlıklardı ve henüz Kambriyen'dekiler ortaya çıkmadan Ediacaran canlılarının nesli tükenmişti. Kambriyen canlıları, Ediacaran'dakilerin gelişmiş halleri değillerdi. Dolayısıyla Ediacaran formları, Kambriyen canlılarının atası olamazdı. Yumuşak bedenli ve kendilerine özgü yapıları olan Ediacaran canlıları, sert bedenli ve çok daha kompleks olan Kambriyen canlılarıyla büyük bir farklılık gösteriyordu.36 Bu önemli gerçek karşısında Gould, şu itirafta bulunmak zorunda kalmıştı:

Ediacaran dönemine ait çok hücreli kompleksliliğinin başlangıcından beri yaşamın tarihini incelediğimiz her zaman, bir konu daima en şaşırtıcı gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır – omurgasız deniz canlıları faunasına uzanan zaman içinde, açık bir düzen ve süreçten yoksun olduğumuz gerçeği.37

Simon Conway Morris'in konuyla ilgili itirafı ise şöyleydi:

Birkaç Ediacaran kalıntısı dışında, Ediacaran'ın ilginç yaşamı ile nispeten tanıdık Kambriyen fosilleri arasında keskin bir sınır var gibi gözükmektedir.38












Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)












1983 yılında Kambriyen'in kökeni sorununu çözebilmek için bir seri konferans düzenlendi. Science News dergisinin, International Geological Correlation Project (Uluslararası Jeolojik İlişkiler Projesi) komitesi ile birlikte gerçekleştirdiği bu oturum, 4. gününde, Kambriyen-Prekambriyen sınırı hakkında gelecekteki tüm çalışmalar için bir referans noktası bulabilmek amacıyla bilim adamlarının oyları ile belirsiz bir zamana ertelendi. Amerika Jeological Society'den (Amerikan Jeoloji Kurumu) Allison Palmer, oturumun ertelenmesi sonrasında, "Bizi kolay günlerin beklediğini sanmıyorum. Her birimiz birbirinden farklı derecelerde mutsuz olacağız," açıklamasını yapıyordu.39

Bundan sonra yapılacak oturumlar veya verilecek konferanslar da bir sonuç vermeyecekti. Çünkü Ediacaran canlılarını Kambriyen'e bağlayan herhangi bir delil yoktu. Bu canlıların evrimleştiklerine dair bir delil de yoktu. Yeryüzünde gerçekleşen bir evrim süreci hiçbir zaman olmamıştı. Evrimci bilim adamları, günlerce, yıllarca hiç yaşanmamış, yeryüzünde hiçbir delili olmayan bir şeyi arıyorlar, asla sonuçlandıramayacakları bir işe girişiyorlardı.












Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da (din de)
sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı
korkup-sakınıyorsunuz?
(Nahl Suresi, 52)












Dahası, Kambriyen canlılarının kökenini çözme konusunda bir buçuk asırdır adeta can çekişen evrimcilerin artık Ediacaran'da ortaya çıkan kompleks canlıların kökenine de bir açıklama bulmaları gerekiyordu. Büyük bir beklenti içinde araştırdıkları tüm katmanlar, buldukları tüm fosiller, sürekli olarak evrimcilerin aleyhine delil veriyordu.

Moskova Paleontoloji Enstitüsü Prekambriyen Organizmaları Laboratuvarı'nın başı Rus paleontolog Mikhail Fedonkin, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişti:

Durumumuz şu anda Charles Darwin'in 150 yıl önce içinde bulunduğu durum ile aynıdır. Darwin, Kambriyen omurgasızlarının atalarının yokluğu karşısında şaşkınlığa düşmüştü. Ve bu gerçeği, türlerin aşamalarla evrimleşmesi teorisine karşı güçlü bir argüman olarak değerlendiriyordu. Şu anda Vendian (Ediacaran) faunasının da atalarını bilemiyoruz. Bu fauna da, Kambriyen'de olduğu gibi 'tamamlanmış hali' ile aniden ortaya çıkmıştır.40

Evrimcilerin anlamayı reddettikleri gerçek, canlı varlıkların belli bir süreç sonrasında "tamamlanmış" bir hal almaya ihtiyaç duymamalarıdır. Çünkü canlılar, kendilerine verilmiş özel vücut yapıları, mükemmel metabolik sistemleri, kusursuz işlev ve genetik uyumları ile bir anda yaratılmışlardır. Onları yaratan yüce Allah, sonsuz ilme, sonsuz akla, sonsuz güzellikler sunan üstün yaratma sanatına sahiptir. Bir canlının var olması için, Allah'ın dilemesi yeterlidir. Yerde ve gökte olanların tümü Allah'a aittir ve evreni, gezegenleri, insanı yaratan, sayısız güzelliği ve nimeti hiç durmadan bize sunan Allah için tüm bunları yaratmak kuşkusuz çok kolaydır.












Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)













DİPNOTLAR



1- Charles Darwin, The Origin of Species, s. 234

2- Charles Darwin, The Origin of Species, s. 179

3- Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280.

4- Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 35 - Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 313-314

5- Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37 - Charles Darwin, The Origin of Species, s. 351 – http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm

6- Charles Darwin, Evrim Kuramı - Seçme Yazılar, Eleştiriler, Hürriyet Vakfı yayınları, s. 124

7- Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37

8- Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37

9- Peter Douglas Ward, On Methuselah’s Trail “Living Fossils and Great Extinctions”, W. H. Freeman and Company, 1992, s. 30

10- http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm - Discover, Ekim 1989, s. 65

11- Walter Starkey, The Cambrian Explosion “Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?”, WLS Publishing, 1999, s. 233 - http://www.creationscience.com/onlinebook/ReferencesandNotes24.html

12- Walter Starkey, The Cambrian Explosion “Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?”, WLS Publishing, 1999, s. 233

13- Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 15-18

14- Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 58

15- Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 68-69

16- Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 46

17- I. Axelrod, “Early Cambrian Marine Fauna,” Science, sayı 128, 4 Temmuz 1958, s. 7 http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm

18- Wesson, Robert G., "Beyond Natural Selection", MIT Press: Cambridge MA, 1994, s. 45 - http://members.iinet.net.au/~sejones/ fsslrc03.html#TOP

19- Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 67

20- Luther Sunderland, Darwin’s Enigma “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 53

21- Stephen Jay Gould, “The Ediacaran Experiment,” Natural History, sayı 93, Şubat 1984, s. 23 - http://www.trueorigin.org/0105.asp

22- T. Neville George, “Fossils in Evolutionary Perspective,” Science Progress, sayı 48, No. 189, Ocak 1960, s. 5 - http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_ explosion_disproves_evolution.htm

23- Duane T. Gish, “Creation Scientists Answer Their Critics”, Institute for Creation Research: El Cajon CA, 1993, s. 115-116

24- Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 15-22

25- Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 46-47

26- http://www.rae.org/cambrian.html

27- University of Chicago, Berkeley, Museum of Paleontology, http://www.ucmp.berkeley.edu/ vendian/critters.html

28- Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 57

29- http://www.newscientist.com/article. ns?id=mg15621045.100

30- http://www.newscientist.com/article. ns?id=mg17823904.500

31- http://www.sciencemag.org/cgi/content/ full/305/5687/1115/F1

32- Jonathan Wells, “Evrim mi, Mit mi?” Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 48-49

33- Simon Conway Morris , The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 145-146

34- Jonathan Wells, Icons of Evolution “Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?”, Regnery Publishing, 2000, s. 44

35- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg12717294.000 - New Scientist, 11 Ağustos 1999

36- Luther Sunderland, Darwin’s Enigma,“Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 56

37- Stephen Jay Gould, “The Ediacaran Experiment,” Natural History, sayı 93, Şubat 1984, s. 22 - http://www.trueorigin.org/ca_tw_02.asp

38- Jonathan Wells, “Evrim mi, Mit mi?” Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 48-49

39- Luther Sunderland, Darwin’s Enigma, “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 59

40- Mikhail Fedonkin, "Vendian body fossils and trace fossils," Early Life on Earth. Nobel Symposium No. 84 (New York: Columbia University Press, 1993), s. 370-388 - http://www.creationapologetics.org/editorials/cambrian.html

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü