Harun Yahya

Adamlık Dinindeki Yanlış İslam Anlayışı



Bugün dünyanın birçok ülkesinde "din" kavramı son derece yanlış anlaşılmaktadır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği din ahlakı ile toplumun algıladığı din ahlakı arasında büyük bir fark vardır.

Bunun en açık göstergesi, bir insandan söz edilirken onun dininin yanı sıra, dünya görüşünden, ideolojisinden, hayat felsefesinden ya da yaşam tarzından da söz edilebilmesidir. Bu çarpık mantığa göre, bir insan herhangi bir dine mensup, örneğin Müslüman olabilir, ancak bunun yanında, Müslümanlık dışında bir hayat felsefesi, dünya görüşü vs. benimsemesinde hiçbir çelişki yoktur. Müslümanlık, onun "inanç"larıyla ilgilidir, ama bunun yanında bir de "hayatın gerçekleri" vardır.

Bu batıl zihniyete sahip adamlık dini mensuplarının çok büyük bir bölümü, hak dini açıkça inkar etmezler. Aksine iyi birer Müslüman oldukları iddiasındadırlar. Buna karşın, İslam'ın bazı hükümlerini kendi düşük akıllarınca beğenmezler. Bunların değişmesi gerektiği düşüncesindedirler. Elbette bu çok sapkın ve çarpık bir iddiadır. Kuran'da bildirilen din son hak dindir, eksiksiz ve kusursuzdur. Bu gibi kişilerin kabul ettikleri dini yönler ise, çıkarlarına ters düşmeyen kısımlardır. Tüm bunları yaparken iyi birer Müslüman oldukları iddiasını da sürdürürler. Oysa bu yaptıkları, Kuran'da bildirilen tariflere göre samimi iman özellikleri değildir. Ve bir anlamda inkar etmektir. Bu durumları Kuran'da, "ayetlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını inkar edenler"in konumu örnek verilerek anlatılmaktadır. (Bakara Suresi, 85)

Burada adamlık dini mensuplarının neden İslam'ı kısmen kabul ettiklerinin ve neden bunun inkarcıların bir özelliği olduğunu iyi tespit etmek gerekir. Bir insanın İslam'ı kabul edip yaşamasının gerçek nedeni, yalnızca Allah'ı Rab kabul etmesi ve O'na teslim olmasıdır. Eğer İslam bundan daha farklı bir nedenle benimsenir ve yaşanırsa, bu gerçek bir iman olmaz. Kuran'da bahsi geçen bir insan topluluğu olan münafıklar bunun en iyi örneğidir. Onlar da İslam'ı benimser gibi görünürler ve tıpkı Müslümanların yaşadıkları gibi yaşarlar, ama amaçları Allah rızasını kazanmak değil, kendi akıllarınca insanlara gösteriş yapmaktır. İslam'ı kabul ederek daha iyi bir statü elde edeceklerini, bazı çıkarlara ulaşacaklarını hesaplarlar. Kuran'da bu insanlar şöyle tanımlanır:

İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller." (Bakara Suresi, 8-9)

Münafıklar, İslam'ın Allah rızası dışındaki bir amaçtan dolayı benimsenmesinin hiçbir değeri olmadığının örneğidirler. Zaten bunlar, İslam'ın tüm hükümlerini uygulamaz, fedakarlık gerektiren ibadetlerden kaçarlar.

Adamlık dini mensupları da benzer bir durum içindedirler. Çünkü onlar da İslam'ı, Allah'a iman ettiklerinden ve O'nun rızasını aradıklarından dolayı kabul etmiş değillerdir. Onların İslam'ı kabul nedenleri, inkarcıların temel özelliklerinden biri olan "atalara uyma" mantığıdır. Onlar atalarını yol gösterici olarak benimsemişlerdir. Gerçek dinleri de atalarından kalma batıl kurallarıdır. İslam'ı, bu kuralların bir parçası saydıkları için kabul etmektedirler. Bununla birlikte, atalarından miras kalan pek çok İslam dışı öğeyi benimsemeleri ve İslam'ın da yalnızca çıkarlarıyla çatışmayan yönlerini kabul etmeleri, samimi bir imana sahip olmadıklarını gösterir. İslam'ı, mensubu olduklarını söyledikleri ulusun kültürel, töresel bir parçası sayarlar.

İslam'ı atalarından gelen kuralların bir parçası olarak gördükleri için İslam'ın temeli olan Allah korkusuna sahip değildirler. Kullandıkları dini terimler, çoğu zaman Kuran'da bildirilenlerle aynıdır. Allah'ın varlığından, imandan, cennet ve cehennemin varlığından, oruç tutulması, 5 vakit namaz kılınması gerektiğinden bahsederler. Ama bunlara, Allah korkusunun getirdiği duyarlı bir vicdanla yaklaşmadıkları için, hiçbir şekilde etkilenmezler. Kuran'da müminler tarif edilirken, onların Allah'ın zikrine ve ayetlerine karşı son derece hassas oldukları şöyle bildirilir:

Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. (Enfal Suresi, 2)

Buna karşın, adamlık dini mensupları, Allah'ın zikrinden etkilenmez, yani O'na karşı bir haşyet (saygı dolu bir korku) duymazlar. Allah'ı ve ahireti yalnızca sözle tasdik ederler, buna karşılık kalpleri bomboştur. Kuran ahlakını yaşamazlar. Kuran'da, bu özellikler farklı ayetlerde şöyle vurgulanır:

De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)

Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu akletmiyorlar. (Ankebut Suresi, 63)


Adamlık dini mensuplarının Allah'ın varlığından etkilenmemelerinin, Allah'ın emrine aykırı yaşamayı rahatlıkla sürdürebilmelerinin nedeni, tasdik ettikleri gerçeğin anlamını kavrayacak akla sahip olmayışlarıdır. Bu gibi kişiler Allah'ın gücünü ve kudretini de gereği gibi düşünüp takdir edemezler. Kendileri şuurlu bir biçimde düşünmüş ve, "Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru' (Al-i İmran Suresi, 191) ayetinde tarif edilen mümin tavrını göstermiş değildirler. Kuran'da, bu kişilerin böyle bir düşünme imkanından yoksun oldukları, çünkü akıl sahibi olmadıkları şöyle haber verilir:

Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 44)

Adamlık dinin mensuplarının büyük çoğunluğunun duaları da Kuran'da müminlerin ettiği dualardan biraz daha farklıdır: Allah korkularının artması, ibadetlerinin ve imanlarının devamlı olması yerine; yalnızca sıkıntı içindeki işlerinin açılması, daha iyi bir araba alabilmeleri, ya da sevdikleri kızla veya erkekle evlenebilmeleri için içten bir şekilde Allah'a yalvarırlar. Sıkıntı içinde oldukları, örneğin ciddi bir hastalığa yakalandıkları ya da büyük bir zorlukla karşı karşıya oldukları zaman da Allah'a dua ederler, ancak bu sıkıntıdan kurtuldukları zaman Allah'ı unutur ve yeniden O'na ortaklar koşarlar. Onların bu ruh hali Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız. Sonra sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup (hemen) Rablerine şirk koşar; kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için. Öyleyse yararlanın, ileride bileceksiniz. (Nahl Suresi, 53-55)

Müminlerin duaları ise Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek içindir. Allah'ın imani derinlik vermesi için, yalvara yalvara ve için için dua eden müminler, Allah'ın dualara icabet eden olduğunu bilerek, duayı Allah'a yakınlaşmak için güzel bir yol olarak görürler.

Adamlık dini mensupları içinse ibadetin görünür şekilde yapılması önem taşır. Bu nedenle namazlarını kendi başlarına oldukları zaman kılmadıkları halde insanların arasında kılmaları gerektiğinde titizlik gösterirler. Allah'tan korktukları ve O'nun rahmetini umut ettikleri için namaz kılmaları gerekirken, insanların rızasını aradıkları için namaz kılarlar. Allah Kuran'da gösteriş için ibadet yapan kişilerle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)

Görüldüğü gibi, adamlık dininin en ilginç yönü, Kuran'ın ve İslam'ın aslından ve ruhundan tümüyle ayrı bir inanç sistemi olmasına rağmen, mensuplarının çoğunluğunun kendilerini inançlı zannetmeleridir. Çünkü adamlık dini -Kuran'dan ayrı olarak- bir insanın nasıl bir din anlayışına sahip olacağını ve neyi uygulayacağını, nasıl bir Allah inancı olacağını, ahlak anlayışının nasıl olması gerektiğini bütün ayrıntılarıyla belirlemiştir. Bu sapkın dinin, inanç ve ibadetleri de hakiki müminlerin inanç ve ibadetlerinden tamamen farklıdır. Hatta birçok yönden tam tezattır.

Kişiye Müslüman olduğunu zannettirip, gerçekte İslam'dan tamamen uzak bir dini benimsetip yaşatması, adamlık dininin en önemli hilelerindendir. Adamlık dininin kurallarını, inançlarını ve ahlakını benimseyen kişi, gerçek dininin adamlık dini olduğunun farkında bile olmaz. O, yalnızca şeytanın, kendi zaaf ve tutkularına göre süsleyip önüne sunduğu batıl bir dini yaşamaktadır, ancak bunun şuurunda değildir.

Bu batıl dinde, gereği gibi Allah korkusu duymayan fakat Allah'ın varlığını kabul eden, bunu da kendi şartlarına göre yapan sapkın bir bakış açısı vardır. Allah'ın "Yaratan" sıfatı kabul edilir, ama yarattıklarının üstündeki sonsuz Kudreti ve Gücü göz ardı edilir. Kaza anında insanı kurtaracak ya da ümitsiz bir hastalığı iyileştirecek olan Allah'tır; ölüm anını da Allah'ın belirlediği kabul edilir. Fakat, bunun dışında, günlük hayatta, borsada, teknolojide, bilimsel araştırmalarda, ticarette, politikada herşeyin Allah'ın takdiriyle olduğu kabul edilmez. Bu sapkın inançta, buralarda insanın gücü, aklı ve müdahalesinin geçerli olduğuna inanılır. Allah, -Rabbimiz'i her türlü eksiklikten tenzih ederiz- eski ilkel dini inanışlarda olduğu gibi yalnızca birtakım doğal olayları yaratan bir ilah olarak kabul edilir. Bu çarpık zihniyete göre rüzgarı estiren, fırtınayı kopartan, depremi yaratan O'dur, fakat uçağı, uzay gemisini, nükleer santrali yapan sınırsız insan dehasıdır! Hiç şüphesiz bu, son derece sapkın ve Kuran'a uygun olmayan bir bakış açısıdır. Evrendeki her detay, bir insanın yaşamındaki her an, NASA'nın yaptığı bir araştırmadan CERN'de yapılan bir deneye kadar herşey, yeni keşfedilen bir bilgi, yeni bir buluş kısaca her an ve her detay Allah'ın dilemesiyle, Üstün Aklıyla ve takdiriyle meydana gelir.

Bu sapkın inanç sistemine göre ise Allah'ın insanı gördüğü yerler de bellidir. Namaz, oruç gibi ibadetlerde ya da dua edildiğinde Allah'ın huzurunda olunduğu düşünülür, ama bunun dışında Yüce Rabbimiz Allah'ın duymadığı, görmediği anlar olduğu gibi son derece sapkın ve gerçek dışı bir inanç hakimdir. Bu yüzden yapılan sahtekarlıkların, dedikoduların, gizli kapaklı işlerin Allah'tan gizlenebileceği gibi batıl bir düşünce vardır. Kuran'da, bu batıl düşüncenin geçersizliği şöyle haber verilir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)

O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, Yücedir. Sizden sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O'nun Katında bilme bakımından) birdir. (Rad Suresi, 9-10)


Bir başka ayette, adamlık dini mensuplarının içinde bulundukları bu yanılgı şöyle anlatılır:

Yoksa onlar, gerçekten Bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (herşeyi) yazıyorlar. (Zuhruf Suresi, 80)

Adamlık dini mensupları Allah'tan gereği gibi korkmadıkları için, din ahlakının gereği olan kavramları da kendi çıkarlarına uygun bir şekilde çarpıtmaya kalkışırlar. Örneğin Müslümanlığın anlamını değiştirmeye çalışırlar. Kuran'da tarifi yapılan Müslüman kavramının yerine, çarpık bir Müslüman kavramı üretirler. Oysa bu beyhude bir çabadır, bu kimselerin ortaya attığı veya inandığı iddialar her ne olursa olsun, hem dünyada hem de ahirette geçersizdir. Örneğin "Ben de fırsat bulursam arada sırada namazlarımı kılarım, kimseye bir kötülüğüm dokunmaz, katil değilim, hırsız değilim, okuyorum, iyi bir işim var, başarılıyım, neden ben cehenneme gideyim ki!" gibi İslam dininde yeri olmayan açıklamalar sık sık bu dinin mensupları tarafından kullanılır. Müslümanlığın "başka insanlara kötülük yapmamak"tan ibaret olduğunu sanan ve hak dinin temelinin Allah'a kayıtsız şartsız itaat olduğunu anlayamayan bu kişiler, kendi kendilerini kandırırlar. Allah'ın dinini, dilencilere az miktarda para vermek ya da komşusuyla iyi geçinmekten ibaret olduğunu düşünen ve Kuran'ın yüzlerce hükmünü göz ardı etmeye çalışan bu kişiler, kimi zaman yaptıkları bu samimiyetsizliğe sözde mantıksal açıklamalar da getirmeye çalışırlar. Kuran'ın bazı hükümleri konusunda, “içinde bulundukları yüzyılda hayatın temposunun yüksek olduğunu ve bu nedenle namaza vakit bulunamadığını” ya da bu zamanın insanlarının farklı olduğunu ve kendini korumak için mecburen dürüstlükten, tevazudan, merhametten taviz verilmesi gerektiği” gibi çarpık mantıklarla ibadetlerden kaçmaya çalışırlar. Kuran ayetlerine karşı kendilerince birtakım teviller öne sürmeye kalkan bu kişiler, aşağıdaki ayetin hükmü içindedirler:

De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, herşeyi bilendir." (Hucurat Suresi, 16)

Adamlık dini mensupları, gerçek bir ahiret inancına da sahip değildirler. Ahireti, dinin birçok hükmünde olduğu gibi, dil ucuyla kabul ederler, oysa gerçekte ona iman etmezler. Ancak Kuran'da, bu çarpık mantıkta olanların konumları ve ibret verici sonları şu şekilde tarif edilmektedir:

İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır" der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azaptan tattıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)

Adamlık dini içinde bir grup da vardır ki, birtakım kulaktan dolma bilgilerle günahlarının cezasını bir süre cehennemde çektikten sonra cennete girecekleri düşüncesiyle bu dünyada her türlü haram ve günahı işlemeyi kendilerine meşru görürler. Cehennemde bir süre "sıkıntı" çektikten sonra cennete girmeyi kendi düşük akıllarınca garanti sanırlar. Oysa bu batıl bir inançtır ve insanın kendi kendini aldatmasının bir diğer örneğidir. Kuran'da, bu konudan şöyle söz edilir:

Bu onların: "Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. Artık onları kendisinde şüphe olmayan bir gün topladığımızda ve her bir nefse -kendileri haksızlığa uğratılmaksızın- kazandığı tam olarak ödendiğinde ne olacak? (Al-i İmran Suresi, 24-25)

Yine bir başka ayette de aynı batıl inançtan söz edilir:

Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -Ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?". (Bakara Suresi, 80)

Halbuki durum sandıkları gibi değildir. Bir sonraki ayette, ahiretteki durum şöyle haber verilir:

Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)

Böyle olmakla beraber Allah’tan bir rahmet olarak Peygamber Efendimiz (sav)’nin şöyle bir hadisi de vardır:

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.” Ebu Said der ki: “Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz...” (Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601))

Adamlık dini mensuplarının ve genel olarak da tüm inkarcıların cehennem azabı konusunda kendi düşük akıllarınca bu denli çirkin bir cesaret göstermeleri, gerçekte Allah'a ve ahirete olan imanlarının zayıf olmasından veya hiç olmamasından kaynaklanmaktadır. Buna karşın müminler bu konuda son derece hassas ve her zaman ümit ve korku içinde olurlar. Allah'ın azabından korkup sakınır, Allah'ın razı olmaması ihtimalinden şiddetle korkarlar. Yüce Rabbimiz Allah'a sürekli olarak günahlarının bağışlanması, kalplerinin kaymaması için dua ederler. Kuran'da örneği verilen, "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma..." (Al-i İmran Suresi, 8) gibi dualar bunun örneğidir. Peygamber olan Hz. Yusuf da "Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101) diye dua etmektedir.

Kısacası, müminler kesinlikle kendilerini mükemmel, hatasız, eksiksiz insanlar olarak görmez, aksine ellerinden geldiğince eksiklerini gidermeye, hatalarını düzeltmeye, olgunlaşmaya çalışırlar. Bu nedenle de, Kuran'ın pek çok ayetinde bildirildiği gibi, kendilerine yapılan uyarıları son derece titizlikle dikkate alırlar. Adamlık dini mensupları kendilerini beğendikleri, kusursuz gördükleri için hiçbir şekilde kendilerine verilen öğütleri dinlemezler. Allah'ın kitabına davet edildiklerinde yüz çevirir ve kendilerinin zaten örnek birer Müslüman olduklarını iddia ederek konuyu geçiştirmeye çalışırlar. Bu gibi kişilerin durumu bir ayette şöyle haber verilir:

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Hatta "ben çok dindar bir ailenin çocuğuyum", "benim dedem din konusunda takdir edilen, fikri alınan bir alimdi, hacıydı, hocaydı" türünden kendini temize çıkarmayı amaçlayan açıklamalar yaparlar. Veya eskiden yaptıkları bir iyiliği, örneğin bir fakire verdikleri yüklü bir parayı gündeme getirirler ve ne denli iyi bir insan olduklarını (!) ima ederler. Kuran'da, böyle kişilerden şöyle bahsedilir:

Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, "bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar" bile haksızlığa uğratılmazlar. Allah'a karşı nasıl yalan uyduruyorlar, bir bak. Bu, apaçık bir günah olarak yeter. (Nisa Suresi, 49-50)

Bunun yanı sıra, adamlık dini mensupları, kendi çarpık mantıklarına göre bazı ibadetler üretirler ve bunları yapmakla cennete gideceklerini sanırlar. Bu dinin mensuplarının ağzından "çalışmak da ibadettir" sözünü sık sık duymak mümkündür. Çalışmak bir güzelliktir ve her mümin temiz ve iyi bir ahlak göstererek çalışır. Ancak çalışmayı bahane ederek, Allah'ın hükümlerini uygulamamak elbette samimi bir davranış değildir. Adamlık dini mensupları bu mantıktan hareket ederek kendi mesleklerinin de birer ibadet olduğunu söylerler. Bu çarpık mantığa göre, meslekleriyle " hizmet ettikleri"ne göre, ayrıca Kuran'ın hükümlerini yerine getirmelerine gerek yoktur. Bunu söyleyen kimi zaman memur, kimi zaman berber, kimi zaman doktor, kimi zaman tüccar, kimi zamansa terzidir. Hepsi de insanlara meslekleriyle yardımcı olduklarını, bunun da en büyük ibadet olduğunu düşünürler. İnsanlara yardımcı olmak iyi bir vasıftır ama tek başına yeterli değildir. Üstelik bu büyük bir yanılgıdır.

Bu kişiler, kendilerine en iyi parayı, en iyi mevkiyi, en iyi şöhreti getirecek olan ya da kolaylarına gelen işi ve hayat tarzını seçmişlerdir ve sonra da yaptıkları bu işle ibadet yaptıklarını iddia ederler. İbadet, Allah'a kulluk etmek demektir. İnsanlara yapılan bir yardım ise, ancak gerçekten Allah'ın rızası aranarak yapılmışsa ibadet olur. Ancak bir insan, Kuran ahlakını yaşamayıp, sonra da "ben şu insana yardım ediyorum, şunu tedavi ediyorum, bu ibadettir" diyemez. Eğer ibadet yapmak, yani Allah'a kulluk etmek istiyorsa, kişi Allah'ın farz kıldığı hükümleri eksiksiz olarak yerine getirmek için çalışmalı, bununla birlikte Allah'ın emrettiği ahlakı da tam olarak yaşamalıdır.

Tevbe Suresi'ndeki bazı ayetler bu konuyu en iyi biçimde açıklar. Ayetlerde, Peygamberimiz (sav) döneminde Mekke'deki müşriklerin Kabe'yi onarma ve hac için Kabe'ye gelenlere su verme adetinden söz edilmekte ve müşriklerin yaptığı bu hareketin, olumlu bir hareket de olsa, ibadet sayılmayacağı bildirilmektedir. Çünkü ibadet, biraz önce de belirttiğimiz gibi, Allah'a kulluk etme demektir. Oysa müşrikler Allah rızası için değil, gösteriş için ve bir de örf ve adet gereği bu işi yapmaktadırlar:

Şirk koşanların, kendi inkarlarına bizzat kendileri şahidler iken, Allah'ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır. (Tevbe Suresi, 17)

Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 19)


Adamlık dininin ürettiği çarpık İslam anlayışının çeşitleri saymakla bitmez. Bu dinin bazı mensupları da, tuttukları yolun doğruluğundan emin olur ve "Allah beni seviyor, sevmeseydi bu evi, aileyi, malı, mülkü, verir miydi? Şimdiye kadar Allah'tan ne istedimse oldu" şeklinde ifadelerle kendilerine olan güvenlerini ifade ederler. Bu tür düşüncelerle kendilerini temize çıkarmaya çalışırken, aşağıdaki ayetlerin hükmüne girebileceklerinin farkında değildirler:

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56)

Bir başka ayette, olayın gerçek mahiyeti şöyle açıklanır:

Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)

Kimsenin kendisinde bir ayrıcalık görmeye hakkı yoktur. Bir insan ancak Allah'a itaat ediyor, O'nun hükümlerine elinden geldiğince uyuyor, günahlarından dolayı Allah'tan bağışlanma diliyorsa, Allah Katında bir kurtuluş ve mutluluk umabilir. Allah'a isyan etmiş, O'nun hükümlerine bile bile yüz çevirmiş, O'ndan başka ilahlar edinmiş kimselerin kendilerini "dindar" gibi göstermeye çalışmaları ise büyük bir samimiyetsizliktir. Nitekim Allah Kuran'da, benzer bir iddiayı öne süren bazı Yahudilerle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın)." Oysa onlar, ellerinin öne takdim ettikleri dolayısıyla bunu hiçbir zaman temenni edemezler. Allah, zalimleri bilendir. (Cuma Suresi, 6-7)

Adamlık dini mensuplarının Müslümanlık anlayışında sadece bazı ibadetler vardır, ya da çoğu zaman hiç yoktur ama dillerinde vardır. Müslümanlara destek olmanın, Allah için yaşamanın, 5 vakit namaz kılmanın, Kuran'ı okumanın gerekliliğinden sık sık bahsedilir, ama bu gerekler yerine getirilmez. Zaten adamlık dininde Kuran ahlakının nereye kadar yaşanacağı ve sınırları Kuran'dan farklı olarak belirlenmiştir. "Din de yaşanır, ama bir yere kadar, herşeyin bir sınırı vardır. Abartmamak gerekir, hiçbir şeyin fazlası iyi değildir" gibi sapkın mantıklar bu kişilerin ağzından sık sık duyulur.

Bu çarpık mantığa sahip olan kimselerin dinin "fazlası"ndan kastettikleri, din adına yapılacak herhangi bir fedakarlıktır. Bu kişiler, Müslümanların tarafında bilinmemek, onlarla adlarının anılmaması, Allah için herhangi bir çabanın içine girmemek, malını ve canını Allah yolunda kullanmamak ya da bunu kendi çıkarlarına ters düşmeyecek yere kadar yapmak konusunda çok titizdirler. Kuran'da, dinin yalnızca çıkarlarına ters düşmeyen yönlerini uygulayanlar şöyle tarif edilir:

İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)

Kuran'da tarif edilen Müslümanlık ise Allah'ın rızasını ve sevgisini bütün şahsi çıkarların üstünde tutan, sadece ahiretten beklentisi olan, ciddi bir çaba gerektiren ve Allah'a karşı dürüst olunan bir Müslümanlıktır. Buna karşın adamlık dininde çıkarlar çoğunlukla her türlü inancın, dostluğun, sevginin üzerindedir. Bu nedenledir ki adamlık dini mensupları müminleri açıkça desteklemekten korkarlar. İtibar kaybı korkusuyla inançlarını dürüstçe yaşayamazlar. Doğru bildiklerini her zaman savunamazlar. Onlar için, içinde bulundukları toplumun düşünceleri, işleri, arkadaşları ya da malları, Allah'tan ve O'nun rızasından daha önemlidir. Kuran'da, bu durumda olan insanlar için şu hüküm verilir:

De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)

Ayette adamlık dininin yücelttiği birtakım temel değer yargıları sayılmakta ve bu değer yargılarını İslami değer yargılarından üstün tutmanın "fasık" (yoldan çıkmış, Allah'a isyan etmiş) bir topluluğun özelliği olduğu anlatılmaktadır. Bu fasıklar topluluğunun sahip olduğu hatalı sevgi anlayışı da bu değer yargıları arasında yer alır. Adamlık dininde toplum ve insan sevgisi çoğu zaman Allah sevgisinin önünde gelir. "İnsanların rızası" Allah'ın rızasının önünde tutulur. Bu durum, Kuran'da "şirk", yani Allah'tan başkasını ilah edinmek olarak açıklanmaktadır:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını eş ve ortak tutanlar (şirk koşanlar) vardır ki, onlar (bu eş ve ortakları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)

Ancak bu kimseler şirkin yalnızca tahtadan, alçıdan putlara tapmaktan ibaret olduğunu sandıkları için, kendilerini bundan tamamen uzak görürler. İçinde bulundukları sistemin şirk sistemi olduğu kendilerine söylendiğinde ise, büyük bir kızgınlık duyarlar. Ancak şirk (ortak) koşanlar her ne kadar kendilerini temize çıkartmaya çalışsalar da Allah'ın hükmü kesindir, Kuran'da, "Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır." (Nisa Suresi, 116) ayetiyle müşriklerin konumları bildirilmiştir.

Adamlık dininin "batıl kitabı" ise, atalardan gelen kültürün ve toplumun o günkü şartlarının oluşturduğu kurallar bütünüdür. Bu nedenle, büyük bir akılsızlık sonucu, Kuran, "yol gösterici" olarak kabul edilmez. Bu nedenle de çoğu zaman Kuran okunmaz. Kuran okunması için sadece cenazeler gibi belirli olayların olması gerekir. Oysa bu ancak, usta ve sinsi bir şeytani yöntemle Kuran'ın insan hayatından uzaklaştırılması demektir. Allah, Kuran'da bu kimselerin durumuyla ilgili olarak şöyle bildirir:

Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar."(Furkan Suresi, 30)

Bundan sonra, toplumun batıl prensipleri, garip kuralları, yanlış yetiştiriliş biçimleri, kulaktan dolma bilgiler kabul edilir ve Yüce Allah'ın bildirdiği dinden başka batıl ölçülere göre yaşanır. Oysa Allah, Kuran dışında bir sistemi kendilerine rehber edinenlere ve buna rağmen kendilerini hala Müslüman sananlara şöyle hitap eder:

Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. (Kalem Suresi, 36-39)

Adamlık dini mensupları, Allah'ın seçtiği din yerine kendi istek ve tutkularını, atalarından gelen kültürü ya da içinde bulundukları toplumun batıl kurallarını yol gösterici kabul etmiş ve sapmışlardır. Bu şekilde, kendilerine Allah'ın bir rahmeti sonucu gönderilen en mükemmel ve tek kurtuluş ümidi olan hak dini, az ve çok kısa sürelik bir dünya menfaati karşılığında satmış olurlar. Bunun ne kötü bir alış veriş olduğu Kuran'da şöyle belirtilir:


İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez. (Bakara Suresi, 86)

İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alış verişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. (Bakara Suresi, 16)


Batıl Dinden Kopup-Ayrılabilmek



Allah'ın dinine (İslam'a) giren bir kişinin temel vasfı, yalnızca Allah'ı Rab edinmesidir. Allah'ı Rab edindiğine göre, O'ndan başka hiçbir varlığı yol gösterici olarak kabul edemez. Tüm yaşamını Allah'ın gösterdiği şekilde, yani O'nun "... muttakiler için yol gösterici olan..." (Bakara Suresi, 2) kitabına, Kuran'a göre düzenleyecektir. Bu durumda, başka bir ahlak sistemini benimsemesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla iman eden bir insan Kuran ahlakının tam tersi olan bir ahlaki sisteme bağlı olmaz. Hem Müslüman olup, hem de atalarından gelen din-dışı geleneklerin takipçiliğini yapmaz. Kendi başına bir "hayat felsefesi" de üretmez. O yalnızca Müslümandır; başka bir ismi olmaz. Ona bu ismi Allah vermiştir. Kuran'da bu konu şöyle bildirilir:

Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)

Kuran'ın farklı surelerinde içinde bulundukları toplumun batıl dininden tümüyle kopup ayrılan ve katıksız olarak Allah'ın dinine yönelen müminlerden söz edilir. İçinde bulundukları toplumun batıl dinini kabul etmedikleri için ölüm tehlikesiyle karşılaşan ve güvenlik için mağaraya sığınan "Ashab-ı Kehf" (mağara ehli) bunlardan biridir. Kuran'da, Kehf Ehli'nin durumu şöyle bildirilir:

Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehli'ni Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? (Kehf Suresi, 9)

Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini artırmıştık. Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) raptetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız. Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?" (İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın." (Kehf Suresi, 13-16)

Ayetlerden anlaşıldığı üzere, Allah'ın dinine teslim olan bir mümin, batıl dine mensup olan insanlardan fikren tam anlamıyla uzaklaşmalı, ayrılmalıdır. Bu, mutlaka fiziki bir ayrılık anlamına gelmez. Ashab-ı Kehf, karşı taraftan gelen saldırı nedeniyle fiziksel olarak ayrılarak mağaraya girmiştir. Müminler, özellikle zihinsel yönden, batıl dine mensup kişilerden kopmalıdır. Hz. Yusuf buna örnektir. Mısır'da kendisine atılan bir iftira yüzünden zindana girmiş olduğu dönemde zihinsel olarak inkarcılardan tamamen kopup ayrılmış durumdadır. Zindanda kendisine soru soran kimselerle şöyle konuşur:

"... Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 37-40)

Bir başka ayette ise Hz. İbrahim ve onunla birlikte iman eden müminlerin batıl dine mensup olan toplumdan kopup-ayrılmaları örnek gösterilir:

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir..." (Mümtehine Suresi, 4)

Kafirun Suresi ise müminlerle batıl din mensupları arasındaki ayrımın bir başka ifadesidir:

De ki: "Ey kafirler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 1-6)

Mümin, batıl din mensuplarıyla kendisi arasındaki ayrımı kesinlikle son derece titiz bir biçimde yapmalıdır. İnkar edenlerin dininin hiçbir yönü, örneğin değer yargıları, ahlak kuralları, davranış kalıpları, diyalog şekilleri vs. müminler tarafından benimsenip uygulanmamalıdır. Mümin, batıl dindeki tavırları değil, Kuran'da tarif edilen tavırları göstermekle yükümlüdür. Çünkü Kuran'da müminlerin asaletine, ahlakına ve inancına en yakışan yürüyüş şekli ve hatta ses tonu tarif edilmektedir. Allah ayetlerde şöyle buyurur:

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 18-19)

Ancak burada bir hususa dikkat etmek gerekir: Batıl dinler, farklı farklıdırlar ve çok azı, Marksizm örneğinde olduğu gibi, Allah'ı inkar ettiğini açıkça söyler. Buna karşın, Kuran'dan öğrendiğimiz gibi, batıl dinlerin mensuplarının önemli bir bölümü, Allah'a inandıklarını, O'na itaat ettiklerini söylemektedirler. Ancak bu samimiyetsiz bir iddiadır ve gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Yaşadıkları hayat ve benimsedikleri ahlak anlayışı bu iddialarına ters düşmektedir. Bir ayette batıl din mensuplarının söz konusu iddialarına şöyle örnek verilir:

Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3)

Başka ayetlerde ise, batıl din mensuplarının kendilerine sorulduğu zaman, Allah'ın varlığını ve kudretini kabul ettikleri, ancak dilleriyle kabul ettikleri bu gerçeğin anlamını kavrayamadıkları ve O'ndan korkmadıkları haber verilir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?" İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? Böylece Rabbinin sözü o fasık kimseler üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir ki: "Onlar şüphesiz iman etmezler." (Yunus Suresi, 31-33)

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61)


Bu nedenle, batıl dinleri teşhis ederken dikkatli olmak gerekir. Batıl dinlerin mensupları, Kuran'ın da sadece "çıkarlarına ters düşmeyen kısmını" kabul ediyor olabilirler. Ama dediğimiz gibi, kabul ettikleri, Kuran'ın yalnızca bir kısmıdır ve Allah'ın hükmüne göre, Kuran'ın bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar etmek inkardır:

... Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi, 85)

Allah bir ayette müminlere şöyle buyurmaktadır:

... Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim... (Maide Suresi, 3)

Allah bizlere din olarak İslam'ı seçmiştir. Tek doğru yol odur ve ondan başka her yol (her din) batıldır. Hepimiz nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız, nasıl konuşmamız, nasıl yaşamamız gerektiğini Allah'ın dininden öğrenmekle yükümlüyüz.

Bu nedenle Müslümana düşen, karşı karşıya olduğu toplumun durumunu Kuran'ın kıstaslarıyla tahlil etmek ve ona göre davranmaktır. Eğer içinde bulunduğumuz toplumun üyeleri, kendilerine Rab olarak Allah'ı değil de, birbirlerini ya da atalarını kabul etmişlerse, kendilerine yol gösterici olarak Allah'ın kitabını değil de başka kaynakları belirlemişlerse, Allah'ı unutmuş, O'nun hükümlerinden yüz çevirmiş olurlar.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü