Harun Yahya


Atatürk'ün Diplomatik Dehası



Askeri dehasının yanı sıra, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir diğer önemli vasfı, dünya siyasetine vakıf bir lider olmasıydı. Dünya üzerindeki politik gelişmeleri çok yakından takip ediyor ve her konuda son derece isabetli tahliller yapıyordu. Siyasi konulardaki öngörüleri, bu ileri görüşlülüğü tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Vefatının üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, öngörülerinin birer birer gerçekleşiyor olması, bu açıdan son derece önemlidir. Atatürk ile Amerikan generali Mac Arthur arasında geçen bir görüşme, bu konuya verilebilecek en iyi örneklerden biridir:


Atatürk
Mustafa Kemal sekiz yıl sonra ilk kez 1 Temmuz 1927'de İstanbul'a geldi. Mütareke yıllarında bıraktığı kente girerken Sarayburnu'nda kıyılara ve kayıklara doluşmuş binlerce İstanbullu kendisini selamlarken şöyle diyordu: "Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha güzelleşen İstanbul'a geldim..."
Kendisini Dolmabahçe Sarayı'nın merdivenlerinde kızkardeşi Makbule Hanım karşılıyor.



II. Dünya Savaşı’nın kahramanı ve Japonya fatihi General Mac Arthur, 1932 yılında Türkiye’yi ziyaret etmişti. Bu vesile ile, Türkiye’nin lideri ve reformcusu Atatürk ile tanışma fırsatı da bulmuştu. İki büyük asker, karşılaştıkları anda birbirlerine karşı büyük yakınlık duydular. Sıcak bir atmosfer ve samimiyet içinde devam eden bu uyumlu görüşme esnasında; dünyadaki gelişmelere temas ettiler; hem ümit, hem korku dolu olarak, gelecek hakkındaki düşüncelerini ifade ettiler.

Atatürk, bu görüşmede, Mac Arthur’un Avrupa’nın durumu konusundaki sorusunu şöyle cevaplamıştı:


“Versay Anlaşması, 1. Dünya Savaşı nedenlerinden hiçbirini kaldırmamıştır. Tersine, dünün başlıca düşmanları arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Galipler, yenilenlere barış şartlarını zorla onaylatırken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini görmemiş, yalnızca düşmanlık duygularıyla girişimlerde bulunmuşlardır. Böylece bugün içinde bulunduğumuz barış dönemi sadece “silahları bırakma” olmuştur. Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleriyle uğraşmaktan caymasaydınız, bu “silahları bırakma” dönemi uzar ve bir gün barışa varılabilirdi.

Bence, dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği, Almanya’nın davranışlarına bağlı görünüyor. Büyük bir dinamizme sahip olan 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli bir millet, ulusal tutkularını kamçılayacak bir siyasal akıma kendilerini kaptıracak olursa, Versay Sözleşmesi’ni ortadan kaldıracaktır.”


Atatürk, “Almanya’nın çok kısa sürede, İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa’yı egemenliği altına alacak güçte ordu kurabileceğini, savaşın en geç 1940-45 yıllarında patlayacağını, Fransa’nın güçlü bir ordu kurma yeteneğini yitirdiğini ve İngiltere’nin adalarını korumak için Fransa’ya güvenemeyeceğini”1 söylemiş; bu tahminler, ilerleyen yıllarda aynen gerçekleşmiştir.

Atatürk’ün İtalya konusundaki görüşü ise şöyledir :


“İtalya, Mussolini’nin yönetiminde unutulmayacak aşamalar yapmıştır. Eğer Mussolini, gelecekteki savaşın dışında kalabilmek başarısını gösterebilirse, barış masasına güçlü bir devlet olarak oturabilir. Ama korkarım ki, İtalya’nın bugünkü lideri Sezar rolünü oynamaktan kendini alamayacaktır. Bu da İtalya’nın askeri bir gücü olmadığını hemen ortaya çıkaracaktır.”


Atatürk’ün İtalya konusundaki bu tahmini de doğru çıkmış, Mussolini’nin ordularının hiç de güçlü olmadığı, II. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında açıkça ortaya çıkmıştır.


ÇI. Dünya Savaşı
Atatürk'ün II. Dünya Savaşı ile ilgili tahminleri ilerleyen yıllarda aynen gerçekleşmiştir.


Atatürk, General MacArthur ile yaptığı görüşmede, Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi tarafsız kalamayacağını ve savaşa katılmasıyla Almanya’nın yenileceğini de belirtmiş; Sovyet ve Japon tehlikelerine dikkat çekerek, sözlerini şöyle sürdürmüştür:


“Avrupa’da çıkacak savaşı kazanan ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya olacaktır. Savaşı Bolşevik Rusya kazanacaktır. Rusya’nın yakın komşusu ve onlarla en çok savaşmış bir ulus olarak biz Türkler, oradaki olayları yakından izliyoruz. Tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu halklarının duygularını pek güzel kullanan, onları okşayan ve kinlerini dile getirmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa’ya değil, Asya’ya da gözdağı veren bir güç haline gelmektedir.

Avrupa devlet adamları başlıca anlaşmazlık konularını her türlü bencillikten uzak, yalnızca genel çıkarlar yönünden ele almazlarsa, korkarım ki, felaket önlenemeyecektir. Avrupa’nın sorunu artık İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlık değildir.

Bugün Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlığı, üstelik insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi olanaklarını topluca, bir dünya devrimi için seferber eden bu korkunç güç, üstelik Avrupa ve Amerikalıların bilmedikleri yepyeni politika yöntemleri uygulamakta ve karşıtlarının en küçük hatalarından bile yararlanmaktadır. Kanaatime göre Avrupa’da çıkacak bir harp, hemen Asya’ya sıçrayacak ve Japonya, Asya üzerindeki arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışacaktır.” 2



Mussolini
Mussolini


II. Dünya Savaşı, Atatürk’ün 1932 yılındaki bu analizine göre gelişmiş; Avrupa’daki savaşın en büyük galibi, Almanya’nın yenilgisinde büyük pay sahibi olan Sovyet Rusya olmuştur. Sovyet Rusya, savaşın ardından tüm Doğu Avrupa ve Orta Asya üzerinde hakimiyet kurmuştur. Japonya ise Atatürk’ün öngördüğü gibi “Asya üzerindeki arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışmış”, Çin’i işgal etmiş, ardından Pasifik’te yayılmaya çalışmıştır.

Yukarıda aktardığımız bu sözleri, Türk Milletine modern Türkiye Cumhuriyeti’ni hediye eden Mustafa Kemal Atatürk’ün, dünya üzerindeki siyasi gelişmeleri çok yakından takip eden, ve son derece isabetli tahliller yapabilen büyük bir devlet adamı olduğunu ortaya koymaktadır.

Atatürk, Almanya’nın ve İtalya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki rolünü, Rusya’nın kazanacağı gücü doğru bir şekilde tahmin etmiş; önlem alınmazsa savaşın kaçınılmaz olacağını ortaya koymuştur.

Atatürk’ün Türkiye’ye ve dünyaya ilişkin değerlendirmeleri, hep doğru çıkmıştır. Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk adlı eserde, Atatürk’ün bu yönü şöyle anlatılır:




Kayseri'de bir kadından dilekçe alırken




Time dergisinin 24 Mart 1923 tarihli sayısının kapağı






“...Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedeceğimiz, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkacağı, Kral Edward’ın Madam Simpson için tahtından ayrılacağı, Mussolini’nin halkı tarafından linç edileceği, İkinci Dünya Savaşı’nda Romanya’nın kaderi, Hatay konusunda Fransa’nın tutumu hep doğru tahmin ettiği olaylardır... Özellikle uluslararası ilişkilerde belirginleşen bu ileri görüşlülük 1935 yılında Gladys Baker’ın ağzından aktarılan şu öyküde iyice vurgulanır:

“Savaş çıktığı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilecek mi?” “Olanak yok” dedi. “Olanak yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika’nın milletler topluluğunda işgal ettiği yüksek durumu herhalde etkili olacaktır. Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirlerine birçok bağlarla bağlıdırlar.” 3


Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında yaptığı tahminlerle de, ileri görüşlülüğünü ve üstün askeri bilgisini ortaya koyuyordu. Yunus Nadi’nin aktardığı aşağıdaki olay onun, düşmanını ne kadar iyi tanıdığını bize anlatmaktadır:


“Sakarya Muharebesi’nden sonraydı. Erkan-ı harp zabiti cepheden alınan malumatı Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu. Malumat beyanında cephe kumandanlarından birinin Seyit Gazi veya Döker’in bilmem ne kadar şark veya şimalinde bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu. Paşa kaşlarını çatarak, “Hayır, orada düşman fırkası olamaz ve yoktur. Yazınız, iyi baksınlar!” dedi. Erkan-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı. Biz öğle yemeği yerken, zabit tekrar geldi. “Haber aldım, filhakika (gerçekten) orada düşman fırkası yokmuş efendim” dedi. Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa, altı yüz kilometre uzaktan orada düşman fırkası olmadığını görüyor ve ihtar ediyordu.” 4


Atatürk’ün Demokrat Kişiliği



Atatürk’ün diplomatik dehasının kaynağı, her zaman demokrat bir insan olmasından geliyordu. Yaşamını daima halkın içinde geçirmesi, buna en güzel örnektir. Atatürk ayrıca, açık konuşmayı, serbest münakaşayı her zaman için sevmişti.

Atatürk’ün büyük meziyetlerinden biri de, devlet ve inkılap işlerini arkadaşlarıyla görüşmek, bu konuları onlarla münakaşa etmekti. Atatürk bu münakaşalardan çok haz duyardı. O, harikulade zekasına, büyük görüş kuvvetine, hadiseleri tahlil yeteneğine güvenmekle beraber; başkalarının fikir ve mütalaalarına da kıymet verirdi. İstişare etmesini bilmesi ve istişareler sonunda kendi eşsiz mantığını hadiselere hakim kılması, onun en önemli özelliklerindendi.5

Atatürk, hiçbir zaman diktatör rolünü benimsememiştir. Gerçek tenkitten hoşlanmıştır. Sofrası, bazen büyük tartışmalara sahne olmuştur. Gerçi, telkin etmek istediği fikirlerde daima muvaffak olmuştur; fakat, bu fikirler muhataplarına mal olduktan sonra, yani bir dikta havası vermeden, icra edilmişti.6

Atatürk, Meclis’e karşı da diktatör rolünü benimsememiş, ikna metodu ile Meclis’ten olumlu kararlar alabilmek için çok defa insan takatı üstünde gayret göstermiştir.7


Atatürk’ün Yöneticilik ve Liderlik Özellikleri



Atatürk’ün diplomasi alanında başarılı olmasını sağlayan en önemli etken, üstün liderlik vasıflarına sahip olmasıdır. Adnan Nur Baykal, M. Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları adlı kitabında, bu özellikleri şöyle sıralamıştır;


Atatürk



1.        Açık Olma
2.        Adam Yetiştirme
3.        Bilgi ve Tecrübe Sahibi olma
4.        Bilgi Toplama Yeteneği
5.        Bilgilendirme Alışkanlığı
6.        Kendini Bilme
7.        Cesur Olma
8.        Çevre Bilincine Sahip Olma
9.        Dayanıklı Olma
10.      Karşısındakini Dinleme Alışkanlığı
11.      Emrivakiye İzin Vermeme
12.      Esnek Olabilme
13.      Espri Sahibi Olabilme
14.      Soyut Düşünebilme Yeteneği
15.      Fedakar Olma
16.      Gerçekçi Olma
17.      Göreve Talip Olma
18.      Güvenilir Olma
19.      Kendine Güvenme
20.      Hazırlıklı Olma
21.      Hedefe Yönelik  Kararlı Olma
22.      Hesap Adamı
23.      İkna Etme Yeteneği
24.      İnsiyatif Kullanma
25.      İnsaf Sarrafı Olma
26.      İnsana Değer Verme
27.      Yaptığı İşe İnanma
28.      Kamuoyu Oluşturma Yeteneği
29.      Çabuk Karar Verebilme        Yeteneği
30.      Karar Verme Yeteneği
31.      Konuşma ve Yazma  Yeteneği
32.      Liyakat Aşığı Olma
33.      Mükemmeliyetçi Olma
34.      Müsamahalı Olma
35.      Müteşebbis Olma
36.      Mütevazi Olma
37.      Öğrenme Azmine     Sahip Olma
38.      Öncü Olma
39.      Örgütleme Yeteneği
40.      Prensip Sahibi Olma
41.      Problem Çözücü Olma
42.      Programlı Olma
43.      Sıradışı Olma
44.      Sorumluluk Alma Alışkanlığı
45.      Strateji Bilincine Sahip Olma
46.      Olacakları Tahmin Edebilme
47.      Vizyon Sahibi Olma
48.      Yönetme Yeteneği
49.      Zaman Mevhumuna Sahip Olma
50.      Zamanlama Yeteneği


Atatürk’ün Kral, Şah ve  Devlet Adamlarıyla Dostluğu



Milli Mücadele tarihimizin silinmez simalarından olan ve 1920’den Atatürk’ün ölümüne kadar Gaziantep’i temsil eden değerli şahsiyet Kılıç Ali; özel hayatı da dahil olmak üzere, Atatürk hakkında birçok bilgi ve anıya sahipti. Onun ağzından, Atatürk’ün diplomatik ilişkilerine dair birkaç örnek verebiliriz;


“Vazife aşkı Atatürk’te herşeyin üstündeydi. Vazife ifası mevzuu bahis olurken onun gözünde mebusluk, müşirlik, reisicumhurluk bunların hepsi boş şeylerdi. Boş düşüncelere kıymet ve ehemmiyet vermezlerdi...

Hiç unutmam,

Hatay meselesi etrafında Cenevre’de müzakereler oluyordu. Hatay’da Arapçanın resmi lisan olması mevzuu üzerinde duruyorlar, bunda ısrar ediyorlardı. O zaman ki hükümet ise anlaşmazlık yüzünden Fransızlarla herhangi muhtemel bir silahlı ihtilaf vaziyetinin önüne geçmek gibi birtakım vahi düşüncelerle teklif edilen bu maddeyi hemen hemen kabul etmeye mütemayil vaziyetteydi.

Atatürk bunu öğrenince ve geç vakit İsmet Paşa’nın köşkünde bu mevzu üzerinde Heyet-i Vekile müzakerelerinin cereyan ettiğini haber alınca sinirlendi.

Dolmabahçe Sarayı’ndaydık. Atatürk bu Arapça meselesini duyar duymaz sofrayı dağıttı. Misafirler gittikten sonra emir verdi. Telefonla, Ankara’da İsmet Paşa’nın köşkünü bulduk. Atatürk’ün emirlerini Saracoğlu’na tekrarlıyordum. Atatürk hiddetle:

-İskenderun sancağının nerede olduğunu dahi bilmeyen Fransızlar, bilhassa başlarında bir Alman cenderesi durup dururken Hatay için muharebe yapamazlar. “Ben Hatay’ı alacağım” diye oradaki Türk çocuklarını Arapça tahsil ettirmek üzere Şam medreselerine mi göndereceğiz? Ne zihniyettir bu?

Diye hükümete acı acı ihtarda bulunarak ve emirler vererek teklif edilen maddeyi reddetmiş ve Fransızlara istediğini yaptırmıştı.

Atatürk’ü görüp de onunla görüşüp de ona hayran olmamak mümkün mü? O cezbeder, ikna eder, telkin ederdi. Onun için nice krallar, şahlar, emirler, devlet adamları ziyaretine gelmişler, hepsi de hayranlık hisleri içinde yanından ayrılmışlardı.

İngiliz Kralı geldi. Bütün merasim kaidelerini bir tarafa bırakarak kendisiyle görüştü. Atatürk’e Madam Simpson’u tanıştırdı. İkisi de hayranlık ve dostluk bağı ile ayrılıp gittiler.

Akşam yemeği, Kral ve Kraliçe ile birlikte Dolmabahçe’de gayet hususi mahiyette yenildi. Bu hususi yemekte Nuri Conker ile ben de bulunuyordum. Kral, Atatürk’e İsmet Paşa ile nerede arkadaş olduğunu sordu. Atatürk;

- Muharebe Meydanı’nda!

Diye cevap verdi. Kral Atatürk’e o derece hayran olmuştu ki derhal Atatürk’ün iki elini iki elinin arasına alarak;

- Ya benimle ne zaman arkadaş olacaksınız?

Diye samimi ve masumane bir sual sordu. Atatürk ciddi ve vakur bir eda ile:

- Arkadaşlığımız henüz başlamıştır. Bunun idamesine (devamına) ve inkişafına (gelişmesine) çalışacağız, cevabını verdi. 9


 




Atatürk Liderlerle




Atatürk’ün Dış Politikası



Atatürk’ün dış politikasına değinmek, onu anlamak için çok önemlidir. Çünkü onun Milli Mücadele’yi başlattığı günlerde, muhteşem bir geçmişe sahip bir devlet yıkılıyor ve yeni bir devletin ilk adımları atılmaya başlanıyordu. Atatürk’ün bu dönemde dış politikada attığı her adım, yeni devletin geleceği bakımından çok önemliydi.

Atatürk’ün dış politikada amaçları şöyledir;


1-Milli Bir Devlet Kurmak



Milli Mücadele’yi başlattığı sırada, Mustafa Kemal’in ilk amacı ülkenin düşman işgalinden kurtarılması ve milli sınırlar içinde bir Türk Devletinin kurulmasıydı. Mustafa Kemal, bu fikirlerini önce yakın arkadaşlarına kabul ettirmiştir. Daha sonra Misak-ı Milli ile başlayan, Erzurum ve Sivas Kongresi’nde genişletilen  ve son olarak da İstanbul Meclis-i Mebusan’ı tarafından kabul edilen bu çok önemli belge, Mondros Ateşkesi ile tüm dünyaya duyurulmuştu.


2-Tam Bağımsızlık



Osmanlı Devleti, son dönemlerinde dış müdahaleler, yabancılara tanınan imtiyazlar ve kapitülasyonlar yüzünden, bağımsızlığını hemen hemen yitirmiş durumdaydı. Atatürk’ün hedefi ise, bağımlılıkları tamamen ortadan kaldırıp tam bağımsız bir ülkeye kavuşmaktı. Zaten Milli Mücadele’nin çıkış noktası da buydu. Yapılan bütün antlaşmalarda, bütün görüşmelerde, Atatürk’ün koyduğu şartların önemli bir kısmını bu konu teşkil ediyordu.


3-Batılılaşmak



Yüzünü batıya çevirmiş Türk dış politikası ve  modernleşme çabaları, Atatürk ile başlamıştır. Atatürk, Türkiye’nin uygar dünyadaki yerini alabilmesi için, batılılaşması gerektiğine inanmış, Türkleri, bütün medeni milletlerin dostu olarak tarif etmiştir. Yabancıların, bize zarar vermemek, özgürlüğümüzü kısıtlamaya çalışmamak şartıyla ülkemizde diledikleri gibi davranabileceklerini belirtmiştir.


Atatürk İngiliz Kralı Edward ile
Atatürk İngiliz Kralı Edward ile


Yeni Türkiye’yi “Avrupa Türkiye’si” olarak tanımlamıştır.

Yalnız, burada şunu hatırlatmakta yarar vardır: Atatürkçü düşüncede batılılaşmak, hiçbir zaman körü körüne bir batı taklitçiliği olarak tanımlanmamıştır. Örneğin, başka bir ülke yerine İsviçre Medeni Kanunu’nun örnek alınması, bu belgenin Türkiye’ye özgü şartlara daha fazla uymuş olmasındandır.


4-Mazlum Milletlere Örnek Olmak



Atatürk, tam bağımsız bir Türk Devleti kurmanın yanı sıra, Milli Mücadele hareketiyle, başka mazlum milletlere de kurtuluş hareketleri için örnek istiyordu. Bunun en açık ifadesini, devlet adamlarının onunla ilgili sözlerinde görürüz. Örneğin Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba, Atatürk ile ilgili olarak şunları söylemiştir:


“Mustafa Kemal’in kişiliği, halk kitlelerinin ayaklanması ve halk mücadelelerinin ölçüsü olmuştur. Bu mücadeleler O’nun ölümünden sonra genişlemiştir. Doğu ve batı blokları arasındaki üçüncü dünyaya da sirayet etmiş ve onu sömürge tahakkümünden kurtarmıştır” 10


Atatürk’ün dış politikasının ilkelerini şöyle sıralayabiliriz;


1- Gerçekçilik



Atatürk dış politikasının ilkelerini belirlerken, hem ülkenin durumunu hem de diğer milletlerin içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Örneğin Milli Mücadele döneminde, Sovyetler Birliği ile birçok konuda ortak politikalar güdülmüş; ancak,  Rus dostluğu ile komünizm arasında bir bağ kurulmamış, komünizmin gerçek yüzü görülebilmiştir.


2- Hukuka Bağlılık



1936’da, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması sürecinde izlenen yol, Atatürk döneminde, Türkiye’nin uluslararası hukuka bağlılığını gösteren önemli bir örnektir.

Lozan Antlaşması sonrasında, hakimiyetimiz kısıtlanarak bize bırakılan boğazlar, II. Dünya Savaşı’na giden yıllarda, Rusya ve İngiltere arasında başarılı bir denge siyaseti izlenmesiyle Türkiye’nin eline geçmişti. Bu başarıyı, hukuki bir mücadeleyle elde etmek,  Atatürk’ün barışçı yönünü de ortaya koymuştur.


3- ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’



"Yurtta Sulh, Cihanda Sulh": Atatürk’ün dış politikası söz konusu olduğunda, en çok zikredilen sözler bunlar olmuştur. Atatürk gerek Milli Mücadele döneminde, gerekse sonraki yıllarda, ortaya çıkan her sorunu, ilk etapta barışçı yollarla çözmeye çalışmıştır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Atatürk’ün barışçılığı, tavizkar veya yatıştırmacı değildi. Atatürk’ün gerçekçi yönü, böyle bir politika izlenmesini önlemişti.

Atatürk, dış politikasını her zaman halka dayandırmış, halkla birlikte yürütmüştür. Milli Mücadele’yi başlatmak için, çok sevdiği askerlikten ayrılarak Anadolu’ya geçmesi, kendi deyimiyle “ferdi millet” olarak bu mücadeleyi sürdürmesi, bunun en önemli kanıtlarındandır.

Atatürk’ün dış politikada ne kadar başarılı olduğunu en güzel şekilde yansıtan yazılardan biri, Neue Zürcher Zeitung gazetesinin 22 Kasım 1938 tarihli nüshasında yayımlanmıştır:

“ Atatürk’ün cenaze töreni, onun son zaferi oldu. Tabutunun önünde karşıtlarının hepsi sessiz kaldı. Türk ve Alman askerleri, tabutunun arkasında bir sırada yürüdüler; bir diğer sırada Stalin ve Hitler’in temsilcileri yan yanaydılar; hem Valencia (Cumhuriyetçiler) hem de General Franco çelenk yollamışlardı. Tabutunun önünde faşistler, demokratlar, komünistler eğildiler. Her sınıfıyla birlikte olarak Türk halkı yakardı ve ağladı. Zenginle fakir, yüksekle alçaklar arasında hiçbir fark yoktu. Bugün Ankara’nın yaşamış olduğu, dünyanın hiçbir zaman görmediği bir törendi.”


Dipnotlar



       1-         Şahin Arıcak, Armada Dergisi, 1995;  http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/bilgibankasi/ askeribil/ataturkun_askeri_politik_kehaneti.htm
2-         a.g.e
3-         Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 141-142
4-         Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 140         
5-         Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 73
6-         Atatürk Bir Çağ’ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak,  s.18
7-        Atatürk Bir Çağ’ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak,  s.112
8-         Atatürk Bir Çağ’ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak,  s.33
9-         Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s.123
10-       Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 1965, Nakleden: Selahattin          Çiller, s.105

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü