Harun Yahya

Basitliğin Ortaya Çıkış Şekilleri



Bedeviler ve Kirli Kültürleri



Her dönemde olduğu gibi Peygamberimiz (sav) döneminde de din ahlakının inceliklerini kavrayamayan, yüzeysel ve kaba düşünce yapısına sahip, imanı kalplerine yerleştirememiş insanlar vardı. Kitabın başında da belirttiğimiz gibi "basitlik dini"ni benimsemiş olan bu insanlardan bir kısmı bazı Bedevilerdir.

"Bedeviler inkar ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir'..." (Tevbe Suresi, 97) ayetiyle bildirildiği gibi Bedeviler itaatsizliğe ve sınır tanımamaya daha eğilimli idiler. Peygamberimiz (sav) gibi mübarek bir insanı bizzat görmelerine, sohbetlerine katılmalarına, O'nun tebliğini almalarına, O'nun üstün ve seçkin ahlakına, her durumda asil, kaliteli ve modern tavırlarına şahit olmalarına rağmen Bedevilerin çoğu, kendilerini geliştirememiş, kaba ve basit bir çizgide kalmışlardır. Bu basitlik onların Allah'ın şanını gereği gibi takdir edememelerinden ve dine olan yanlış bakış açılarına, itaat anlayışlarından Peygamberimiz (sav)'e karşı olan saygılarına, oturup kalkmalarına, yemek yemelerine kadar tüm tavırlarında görülüyordu.

Bedevilerden bazılarının ve Bedevi ahlakı gösteren diğer insanların Peygamberimiz (sav)'e karşı olan tavırlarının son derece cahilce olduğunu Allah Kuran'da bildirmiştir. Bu insanlar ince düşünceden, nezaketten, saygı ve sevgiden uzak bir yapı içinde oldukları için, davranışları da Kuran ahlakından son derece uzaktı. Allah Peygamberimiz (sav)'in yakınında bulunabilen bu insanların basit tavırlarıyla ilgili olarak Kuran'da şöyle buyurmaktadır:


Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, Peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak(kı açıklamak)tan utanmaz... (Ahzab Suresi, 53)


Bu kişiler az önce de belirttiğimiz gibi pek çok şeyi akledemiyor, ince düşünemiyorlardı. Örneğin bir kısmı Peygamberimiz (sav)'e odaların ardından sesleniyor, O'nun sohbetlerinde seslerini yükseltiyor, sözde öne geçmeye çalışıyorlardı. Allah "Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de, onların çoğu aklını kullanmıyor. Eğer gerçekten, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu,) kendileri için daha hayırlı olurdu..." (Hucurat Suresi, 4-5) ayetleriyle onların bu tavırlarını da uyarmıştı. Kaba bir düşünce yapısına sahip oldukları için Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakını, yüksek vicdanını, sabrını, hoşgörüsünü takdir edemiyor, adap ve saygıdan anlamıyorlardı. Allah'ın sevdiği ve seçtiği mübarek bir peygamberle aynı dönemde yaşamanın, onu görmenin, tanımanın ne büyük lütuf olduğunun şuurunda değillerdi.

Allah, Peygamberimiz (sav)'in yanında söz keserek ve ses yükselterek konuşan basit insanların tavrı üzerine de ayet indirmiş ve bu insanların yaptıkları amellerin boşa çıkabileceğini bildirmiştir:


Ey iman edenler, Allah'ın Resûlü'nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. (Hucurat Suresi, 1-2)


Dikkat edilirse bu ayetlerde iman edenlere hitap edilmektedir. Yani bu kişiler geçmişte Peygamberimiz (sav)'in çevresinde yaşayan ve onun evinin içine kadar girebilen, sohbetlerine katılan insanlardır. Allah bu ayetlerle, müminlerin içinde de din ahlakını tam anlamıyla yaşamayan ve kalbinde iman edenlere karşı gerçek bir sevgi ve saygı beslemeyen, basit karakterli insanların bulunabileceğine işaret etmektedir.

Basit insanların saygıdan uzak üslubunu, salih müminlerde görmek ise kesinlikle mümkün değildir. Allah'tan korkan bir insanın konuşmalarında, her zaman karşı tarafa rahatlık verecek bir üslup ve anlatım olur. Allah'a karşı duyduğu korku, kişinin, samimiyetin ve tevazunun hakim olduğu bir tavır güzelliği içinde olmasını sağlar. Bu nedenle müminler son derece net ve düz ifadelerle konuşurlar. Düşündüklerini açıkça ifade eder, hiçbir zaman hissettiklerini söylemek için ima yolu kullanmazlar. Saygıya uygun olmayan, karşı tarafın kalbinde şüphe ve burukluk meydana getirebilecek hiçbir üslubu kendilerine yakıştırmazlar. Bu vicdanlı, akılcı ve güzel üslup sadece konuşmalarında değil her türlü mantık örgüsü ve tavırlarında da kendini gösterir. Müminlerin, gösterdikleri saygıda nasıl titiz oldukları Allah'ın "…Şüphesiz, Allah'ın Resûlü'nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır." (Hucurat Suresi, 3) ayetinden açıkça anlaşılmaktadır.

Samimi Müslümanlar ne kadar kaliteli bir ruha sahip ve asil karakterliyseler, basitlik dinini benimsemiş insanlar da o kadar kaliteden ve asaletten uzaktırlar. Bu insanlar Müslümanlarla birarada olsalar bile kendilerini değiştirmezler. Kendilerini geliştirme ya da yenileme ihtiyacı hissetmezler. Vicdanlarını örttükleri ve şeytanın yoluna uydukları için, Müslümanların güzel ve ince davranışları ile kendi kaba ve yüzeysel ahlaklarını kıyaslama gereği hissetmezler. Kendi akıllarını beğenir, yaptıkları tüm basitlikleri doğal karşılarlar. Bu kişilerin içinde bulundukları durum, balığın suda yüzüp de suyun dışında bir hayat şeklini bilmemesi gibidir. Oysa Asr-ı Saadet döneminde yaşamış olan basit karakterli insanların karşılarında örnek alabilecekleri Peygamber Efendimiz (sav) gibi saygın ve şerefli bir insan vardır. Allah'ın "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21) ayetinde bildirdiği gibi Peygamberimiz (sav) her konuda tüm insanlar için en güzel örnektir.

Mübarek Peygamberimiz (sav) kendi döneminde yaşayan insanlar için nasıl güzel bir örnekse, kendisinden sonra kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlar için de aynı şekilde örnektir. Rabbimiz Kuran ayetlerinde Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakını bizlere bildirmiştir. Ayrıca Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden ve sahabelerin, O'nunla ilgili bize aktarılan açıklamalarından da O'nun yüksek ahlakını, kaliteli kişiliğini öğrenmek ve örnek almak mümkündür.

Gerek geçmişte gerekse günümüzde basitlik dinini benimsemiş kişiler ise Allah'ın Kuran'da tarif ettiği, Hz. Muhammed (sav)'in hayatında en güzel örneğini gördüğümüz asil, kaliteli ve modern Müslüman tavrını yaşayamazlar. Zayıf imanları, dar düşünce yapıları, düşük akılları ile Kuran ahlakını yaşamlarına geçiremezler. İçinde bulundukları ruh halini ise gerek bakışları, gerek konuşmaları, gerekse eğlence, espri anlayışları, estetik ve güzellikten anlamayan yapıları, çirkin tavırları ile açığa vururlar. İlerleyen sayfalarda basitliğin kirli kültürünü benimsemiş insanların yaşamlarında basitliğin nasıl ortaya çıktığını anlatacağız.

Bakışlardaki Basitlik



Bilindiği gibi insanın bakışları, sahip olduğu kişiliği ve yaşadığı kültürü yansıtır. Yüze gerçek anlamını veren bakışlar, kişinin içinde yaşadığı ruh halini, kültür düzeyini, kişiliğini, karakter yapısını teşhis etmede önemli bir etkendir.

Allah'a iman eden, içinde ahiret korkusu duyan, ihlaslı bir müminin bakışlarında derin bir tevazu, teslimiyet ve olgunluk göze çarpar. Gözlerinde dünyevi tutkulardan uzak ve olgunluğa ulaşmış bir insanın mutmain olmuş bakışları görülür. Allah'a iman ettiği, akıllı ve şuurlu bakışlarından açıkça anlaşılır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde "Ölümü en çok hatırlayanı ve ölümden sonraki (hayatı) için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı-şuurlu olanlardır" şeklinde buyurmuştur. (İbni Mace, Cilt 10, s.540)

İşte bu şuura sahip bir Müslümanın gözünün ifadesine doğal olmayan anlamlar verme çabasında olmaması, aksine bakışlarını rahat bırakmış, güven telkin eden bir anlam taşıması ruhunun, imanın kuvvetiyle sakinleşmiş olduğunu gösterir. Bakışları; güzel ahlaklı, Allah korkusu içinde yaşayan ve bir cahiliye kültürü içinde yaşamamakta kararlı olduğu belli olan bir insanın bakışlarıdır. Bu bakışlarda heybet ve keskinlik vardır.

Bu bakışların aksine, basitlik kültürünün etkisindeki çoğu insan, bu kültürün tüm çirkinliklerini bakışları ile ortaya koyar. Bazı durumlarda kendileri bu kültürü ne kadar saklamak isteseler de bakışları kendilerini ele verir. Örneğin Müslümanların heyecanlarını, mutluluklarını ve şevklerini ifade eden canlı bakışlarının aksine bu kişilerin gözlerinde kimi zaman matlık ve donukluk hakim olur. Kastedilen, bu insanın kişilik olarak son derece canlı, dışa dönük, insanlarla kolay diyalog kurabilen bir yapısı olsa bile Allah'tan gafil, ahiretin varlığını tam olarak kavrayamamış olmasının bakışlarında oluşturduğu özel bir boşluk ve cansızlıktır.

Kuran'da bu donuk bakışların oluşmasında, kalbin Allah ile birlikte olmaması yani gafletin önemli bir rolü olduğu bildirilir. Bu gafil bakışlara bir ayette şu şekilde işaret edilir:


Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (Nahl Suresi, 108)


Yaşadığı kirli kültürün etkisiyle oluşan bu bakış şekli, insan ne kadar bakışlarını anlamlı göstermek için çabalasa da, bu kültürü bırakıp Allah'a samimi bir Müslüman olarak iman etmedikçe, heybetli, güzel ve anlamlı gerçek bir bakışa dönüşmez. Bunu kişi ancak sahte olarak elde edebilir. Çünkü yaşadığı kültürün çoğunlukla dinden uzak, ufku dar olan anlayışı, kişide dikkat çeken, hayranlık uyandıran gerçek bir güzellik oluşmasını imkansızlaştırır. Aksine insanı itici ve gerek bakışlarıyla gerekse tavırlarıyla rahatsızlık veren biri haline sokar. Bakışlarında tam anlamıyla birebir bağlantı kurulabilecek, karşılıklı konuşulabilecek, durum değerlendirmesi yapılabilecek bir anlam oluşmaz.

Bu kirli kültürü yaşayan kimi insanların ise kendi akılsızlıklarını gizlemek için her olayda kendilerince alay edecek bir yön bulmaya çalışmaları, gözlerinde rahatsız eden alaycı bir ifade oluşmasına neden olur. Oysa düşüncesini açık yüreklilikle, dürüstçe söylemek yerine alaya başvurmak, karşısındakini küçümseyerek kendini yüceltmeye çalışmak genel olarak basit insanların kullandıkları ve gerçekte kendilerini küçültücü bir yöntemdir. Bu bakışların arkasında çoğunlukla aslında hiç kimseyle alay edecek hali olmayan, aksine birçok konuyu diğer insanlar gibi derinlemesine kavrama yeteneği bile olmayan zayıf bir kişilik yatmaktadır. Allah'ın büyüklüğünü hakkıyla kavrayabilen bir insan asla bakışlarına alaycı bir ifadeyi yakıştırmaz. Her zaman Allah'ın huzurundaki acizliğinin bilincindedir. Bu nedenle böyle bir ahlak ve tavır bozukluğu içine hiçbir zaman girmez. Aklı ve vicdanı, bakışlarının her zaman doğal ve samimi olmasını sağlar. Samimi bir Müslümanın gözünde akıllı, insancıl, sıcak, samimi ve dostane bir ifade vardır. Bakışlarıyla güvenilir olduğunu, yüksek bir ahlak içinde yaşadığını karşı tarafa yansıtır. Bunun yanında bakışları basitliğe karşı adeta kalkan gibi engelleyici bir görev üstlenir. Basit bir bakışla ona bakan ondan asla beklediği karşılığı alamaz.

Çevresindeki herşeyde Allah'ın tecellilerini gören ve O'nu yücelten bir insanın bakışında yüksek bir şuur açıklığı, dikkat ve keskinlik göze çarpar. Allah'ın yarattıklarına karşı hayranlığı, sevgisi ve ilgisi gözlerine bakıldığında anlaşılacak şekilde açık olur. Ancak çevresine tam olarak bu şekilde bakmayan, aksine çoğunlukla insanları Allah'tan bağımsız varlıklarmış gibi değerlendiren, dünyanın Allah'ın kontrolü altında olduğunu unutabilen biri bakışlarında da bunun neden olduğu boşluğu ve çoğu zaman tedirginliği yansıtır. Kalbinde Allah sevgisi gereği gibi oluşmadığından, O'nun yarattıklarına karşı duyduğu sevgi de zayıf olur, gözünde gerçek sevgiye dair anlamlar oluşmaz. Aksine bu kişiye ne kadar dostane davranılırsa davranılsın buna ancak içinde yaşadığı basit kültürün sevgi anlayışı kadar bir karşılık verebilir. Çünkü basitlik onu, Allah'a ve insanlara olan sevgisini güçlendirecek nedenleri kafasında tam toparlamaktan dahi alıkoyan, gaflete sürükleyen bir kültürdür. Bu kültürün etkisindeki kişi olabildiğince yüzeysel ve dar düşünen bir mantık örgüsüne sahiptir.

Basitliğin kirli kültürü, kişinin günlük yaşamda sıkça karşılaştığı olaylar karşısında bakışlarına itici anlamlar ve şekiller vermesinde de etkili olur. Örneğin bu kültürün içinde yaşayan kişiler yine bu kültürün çirkinliklerinden biri olan dedikodu yaparlarken gözlerini kısarak konuşurlar. Benzer şekilde hayret ya da şaşkınlıklarını ifade etmek için gözlerini olabildiğince açar, çirkin bir görünüm sergilerler. Kültür ortaklığı içinde oldukları kişilerle gizlice yaptıkları konuşmalar sırasında ise etrafı kontrol eden, sürekli sağa sola hareket eden bakış şeklini kullanırlar. Bunun dışında bu insanların kendilerini ilgilendirmediğini bildikleri halde merak ettikleri konularda özel olarak kullandıkları kaçamak bakış şekilleri vardır. Bu, sezdirmeden, göz ucuyla ya da başka bir yere bakıyormuş gibi yapıp, merak edilen şeye göz atma şeklindedir.

Akıllı bir insan, kendisini dışarıdan seyretmesini bilen ve güzel olmayan tavırlarını, mimiklerini teşhis edip düzelten insandır. Dolayısıyla böyle bir tavrı kendisinde teşhis edip hemen değiştirebilir. Basit insan ise böyle bir değerlendirme ve öz eleştiriyi yapabilecek bir akla sahip değildir. Kendisini dışarıdan bakan birinin gözü ile değerlendiremez. Örneğin az önce bahsettiğimiz bakış şekillerinin anormalliği kendisine tarif edilse bile bunu bir türlü anlayamaz. Çünkü ona göre bu bakış şekillerinde bir sakınca yoktur, hatta bunların son derece insani tepkiler olduğunu bile öne sürebilir. Basitlikle insaniyeti ayırt edemeyecek kadar yüzeysel bir bakış açısına sahiptir. Bir insanın elbette ki çok şaşırdığı bir anda gözleri büyüyebilir, meraklandığı sırada gözünde buna dair bir ifade oluşabilir. Fakat burada kastedilen basit insanların bakışlarındaki tepkilerin doğallıktan çok uzak olması ve bunu özel bir yöntem olarak kullanmalarıdır. Şaşırmadıkları halde şaşırmış gibi yapmaları, gereksiz merak sonucu kaçamak bakışlar kullanmaları, gizlice dedikodu yaparken etrafı bakışlarıyla kollamaları, tecessüs etmeleri yani bir kişiye onun kusurlarını araştıran, inceleyen bakışlarla bakmaları... Bunların hiçbiri insani ve makul bakışlar değildir. Aksine yaşadıkları derin gafletin ve basitliğin sonuçlarıdır. Kalbini Allah'a bağlamış, O'nun kendisini her an gördüğünü, sarıp kuşattığını bilen bir Müslümanın gözünde bu tip ifade ve bakışlar oluşmaz. Bu kişiler etrafa bu bakışlarla bakarken Allah'ın kendilerini gördüğünü, Allah'ın "Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır." (Enam Suresi, 103) ayetinde bildirdiği gibi gözlerini "idrak ettiğini" unutmaktadırlar. Allah bir başka ayette ise, "(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir." (Mümin Suresi, 19) şeklinde buyurmakta ve insanın açığa vurmadığı düşüncelerinin Allah'tan gizli kalamayacağı gibi hiçbir bakışının da gizli kalamayacağına dikkat çekmektedir.

Bu insanların kullandığı bir diğer bakış da bu kirli kültürü paylaştıkları insanlarla karşılıklı bakışarak yaptıkları sessiz anlaşmalardır. Ortama ve duruma göre birbirlerine karşı çeşitli manalara gelen bakışlar kullanır ve kaş göz işaretleri yaparlar. Bu bakışmalar ve işaretleşmeler kimi zaman ortamda bulunan bir kişiyle alay etme, kimi zaman da buna benzer alt kültüre ait bir düşünceyi aralarında gizliden gizliye aktarma amacıyla kullanılır. Allah bu kültür içindeki insanların kullandığı alay, bakışma ve işaretleşme gibi basit kültüre ait sessiz haberleşme yöntemlerinin suç ve günah işleyenlerin de kullandığı bir yöntem olduğunu Kuran'da bildirir:


Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-30)


Bir başka ayetinde ise Allah "Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline;" (Hümeze Suresi, 1) şeklinde buyurmakta ve insanları böyle bir ahlaka karşı uyarıp korkutmaktadır.

Allah'a samimi olarak iman eden, Allah'ın kendisinden her haliyle razı olmasını isteyen bir insan bu bakışların tamamından sakınır. Kalbini ve vicdanını her zaman temiz tutar. Çünkü din ahlakına muhalif olan ve Allah'ın Kuran'da razı olmadığını bildirdiği bu basit tavırlar kişinin Allah Katında beklediği karşılığı almasını engelleyebilir. Bu nedenle insanın basitliğe; basit kültüre ait bakışların oluşmasına neden olan düşüncelere, mantık bozukluklarına karşı duyarlı olması gerekir. Allah'a karşı samimi olmaya karar veren bir kişi, içinde yaşadığı bu kültür ve onun kirli tavırlarından kendini uzaklaştırıp Allah'a bu tavırlarından dolayı tövbe etmeli, ardından da daha önceki tutumundan vazgeçtiğini Müslüman ahlakını yaşama konusunda ciddi bir kararlılık göstererek ortaya koymalıdır.

Allah Kuran'da; "Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) şeklinde bildirerek çirkin tavırlardan vazgeçerek tevbe etmenin samimi Müslümanlara ait bir özellik olduğunu haber vermektedir.

Basitlik Kültürüne Ait Konuşmalar



Bakışlar gibi, bu kültürün içindeki kişiler arasında geçen konuşmalar da gerek içerik gerekse konuşma sırasında kullanılan ses tonu ve konuşma üslubu açısından içinde yaşadıkları ruh halini yansıtır.

Basit insanlar basit konuları halletmek için gereğinden fazla zaman ayırırlar. Tek bir cümle ile çözülebilecek bir konuyu aralarında büyüterek saatlerce konuşabilirler. Örneğin bu kültürü yaşayan bazı kadınlar birlikte yemek yaparlarken çok iyi bildikleri halde yemeğin nasıl yapılacağı konusunda bitmek bilmeyen bir sohbete girerler. Birbirlerine akıl verme, kendi kullandıkları yöntemleri defalarca tarif etme, gizliden gizliye karşı tarafın yöntemlerini eleştirme gibi konuşmalarla gereksiz zaman harcarlar. Çok kısa sürede yapılıp bitirilecek kolay bir yemeği ya da başka bir işi aralarındaki konuşmanın verdiği ağırlık ve zaman kaybı nedeniyle çok daha uzun sürede tamamlarlar. Hiçbir fayda sağlamayacak konulara vicdanları hiç rahatsız olmadan gereğinden çok daha fazla zaman ayırırlar. Örneğin sırf rejim konusu üzerine saatlerce konuşabilirler.

Aynı şekilde bu kültürü yaşayan erkekler arasında da bir araba markasının özellikleri, futbol sohbetleri gibi konular uzayabilmektedir. İnsanın yardımcı olmak amacıyla sahip olduğu doğru bilgileri karşısındaki kişiye aktarması elbette ki makuldur. Ancak gereksiz detaylara girmek, sözü uzatmak, boş ve amaçsız bir hale getirmek basit bir tutumdur. Dikkatlerini verecekleri daha önemli konular ve işler olmadığında bu tür konular insanlar için önemli hale gelir ve bunlara bol bol zaman ayırmak onlara rahatsızlık vermez. Kendi dünya ve ahiret hayatları için konuşacakları son derece önemli konular, almaları gereken çok önemli kararlar varken böylesine sıradan konuları sabah akşam usanmaksızın konuşmaktan vicdan azabı duymazlar. Allah Kuran'da, insanlar arasında ahirette kendilerine bir şey kazandırmayacak işlerle oyalanan kişiler olduğundan bahsetmektedir:


Ki onlar, 'daldıkları saçma bir uğraşı' içinde oynayan-oyalananlardır. (Tur Suresi, 12)


Ayette görüldüğü gibi Rabbimiz gereksiz vakit ayrılan işleri "saçma bir uğraşı" olarak nitelendirmektedir.

Daldıkları bu konular ve bunlarla ilgili detaylar basitlik dinini yaşayan insanların hayatlarının her alanında sayısız konuda kendini gösterir. Oysa bir konuya gereğinden fazla zaman ayırmak, onunla ilgili düşünmek ya da üzerinde konuşmak aklı başında, Allah'tan gerektiği şekilde korkan ve ahirete iman eden biri için hem son derece iticidir hem de sakınılması gereken bir durumdur. Detaya dalmayan, halledilmesi kolay konuları çevresine karmaşık ve altından kalkılması zor olaylarmış gibi aksettirmeyen kişiler bu kültürü yaşamamış olmakla hem ruhen hem de ahlaken çok önemli kazançlar elde ederler. Allah Kuran'da "Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir…" (En'am Suresi, 89) ayetiyle peygamberlere Katından hikmet diğer bir deyişle faydalı, kısa ve özlü söz söyleme özelliği bahşettiğini haber verir. Başka bir ayetinde ise Allah hikmetli konuşmanın kişiye önemli bir nimet olarak verildiğini, hikmet verilen bu kişilere büyük bir hayır verilmiş olduğunu bildirir:


"Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir…" (Bakara Suresi, 269)


Görüldüğü gibi kısa ancak fayda getirecek konuşmalar yapmak Allah Katında güzel olandır. "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Mü'minun Suresi, 3) ayetiyle Allah Müslümanların bunun dışındaki basit ve boş konuşmalardan yüz çevirdiklerini bildirir. "Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir." (Furkan Suresi, 72) ayetiyle de böyle basit bir ortamdan asil bir tavırla uzaklaştıklarına dikkat çeker.

Basit içerikli konuşmalar yapan kişiler samimiyet adı altında son derece avami kelimeler kullanmakta sakınca görmezler. Konuşma sırasında hayretlerini veya kınamalarını belli eden ses çıkışları yapmak, bahsi geçen kişi ya da kişileri küçümsediklerini, onlarla alay ettiklerini ifade eden ses tonları ve vurgulamalar kullanmak, basitlik kültürü içinde yaşayan insanlar için doğal konuşma şekli haline gelmiştir. Oysa dünya hayatı boyunca Kuran'a uygun olmayan her hareketinden sorumlu olacağının bilincinde olan kişi kendisini hesap gününde utandırmayacak tavır ve konuşmalara yönelir. Onu küçük düşürecek, basit bir insan konumuna sokacak konuşmalardan şiddetle kaçınır. Ancak basitliği kendisi için bir kültür haline getiren insanların bu tür endişeleri olmaz. Onlar Allah'ın her an kendilerini gördüğünü, her anlarının hesabını vereceklerini göz ardı ederler, dolayısıyla nefislerinin arzularına göre istedikleri gibi konuşabileceklerine inanırlar. Halbuki Allah ayetlerinde "Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken; O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır." (Kaf Suresi, 17-18) buyurarak insanın ağzından çıkan her kelimenin kaydedildiğini haber vermekte ve insanları böyle bir gafletten sakındırmaktadır. Bir kişi geçmişte yaptığı, hatta önceki gün yaptığı boş konuşmaları unutabilir, ama Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:


"...Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." (Taha Suresi, 52)


İnsan söylediği şeyleri unutabilir, ama Rabbimiz her insanın ağzından çıkan her kelimeyi sonsuz ilmi ile hıfz etmiştir.

Kendini insanlara acındırarak ve insanlardan medet umarak konuşmak basitliğin kirli kültüründe yaygındır. Karşı taraftan ilgi beklemek ya da ona kendini acındıracak konuşmalar yaparak dikkat çekmek basit insanların nefislerinin hoşuna gider. Böyle bir kişi herhangi bir durum karşısında nasıl mağdur duruma düştüğünü, ne kadar zor şartlar altında kaldığını sürekli vurgulayarak karşı tarafta acıma hissi uyandırmaya çalışır. İnsanların kendisini mağdur görerek yardımcı olması ona garip bir zevk verir. Nefsi ona, karşı tarafın gözünde kollanması, himaye altına alınması gereken bir insan olmayı anlamsız bir şekilde çekici gösterir. Oysa asil bir insan kendisine acınmasından, zavallı görülmekten değil güçlü, dirayetli, kişilikli görünmekten zevk alır. Allah Kuran'da ancak nefislerine zulmeden sahtekar insanların böyle bir ahlak gösterdiğine dikkat çeker. Örneğin Hz. Yusuf (as)'ın kardeşleri kıskançlıkları sebebiyle Hz. Yusuf (as)'ı öldürmek istemiş ve onu kuyuya atmışlardır.

Sonrasında ise, "Akşamüstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin." (Yusuf Suresi, 17) ayetinde bildirilen üslupla babaları Hz. Yakub (as)'a kendilerini acındırmaya çalışmışlardır. Üstelik açıkça yalan söylemelerine rağmen haksız yere suçlanacaklarmış gibi kendilerini mağdur durumda göstermeye çalışmışlardır. Halbuki bu kişiler Hz. Yusuf (as) gibi güzel ahlaklı, Allah'ın övdüğü, mübarek bir insanı henüz bir çocukken, kardeşleri olmasına rağmen öldürmeye kalkan kişilerdir. Açık bir deyişle "sahtekarlık" yapmaktadırlar. Nitekim Hz. Yakub (as), "..."Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş..." (Yusuf Suresi, 18) ayetinde bildirildiği gibi üstün basireti ile oğullarının sahtekarlıklarını hemen anlamış ve bu yaptıklarının nefislerinden kaynaklandığını kendilerine söylemiştir.

Görüldüğü gibi basitliğin kirli kültürünü yaşayanlar haklı da haksız da olsalar kendilerini acındırmaya özen gösterirler. Sürekli dertlerini, sıkıntılarını, yaşadıkları zorlukları dile getirirler. Hayatlarının nasıl sıkıntı içinde geçtiğini o kültürde "dert yanma" olarak adlandırılan bir üslupla karşı tarafa anlatarak bir tevekkülsüzlük örneği gösterirler. Kuran ahlakını yaşamadıkları, konuşmalarında kullandıkları çaresiz, çözümsüz ve ağlamaklı üsluplarından kolayca anlaşılır. Oysa herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen bir insan hiçbir konuşmasında bu tür basit bir üslubu kendisine yakıştırmaz. Aksine Allah'ın her an yanında olduğunu güçlü bir şekilde ifade edecek konuşmalar yapar. Allah'ın verdiği güçle ve O'nun yardımı ile herşeyi yapabileceğini açık şekilde ifade eder. İnsanların kendisine acımalarını değil aksine güçlü kişiliği nedeniyle güvenmelerini, saygı duymalarını ister.

Basit insanların düşünce ufukları, ancak kendi kültürlerine ait sıradan konuları anlatacakları kadarıyla sınırlıdır. Bu nedenle aynı kültürü yaşadıkları insanlarla çok yakın diyalog kurabilirlerken, bu kültürden uzak kişilerle konuşmaları son derece dar bir çerçeve içinde gerçekleşir. Kendi basit dünyalarında yaşayan insanların gün içinde açtıkları sohbet konuları ve bu sırada kullandıkları kelimeler dahi hemen hemen hep aynıdır. Onlar konuşmaya başladığında diğer kişiler hangi kelimeleri kullanacaklarını, hangi konulardan ne şekilde bahsedeceklerini bile tahmin edebilirler. Ufukları geniş olmadığından, Allah'ın yarattığı güzellikleri, dünyada gelişen olayları samimi bir gözle değerlendirmediklerinden yeni bir konu bulma, düşündüklerini farklı ifade etme, her zaman ezbere ve yerli yersiz kullandıkları sözcüklerin dışına çıkarak normal, düz konuşma özellikleri yok denecek kadar kısıtlıdır. Hatta kendilerine söylenmese bu durumlarını fark edip rahatsızlığını duyacak anlayışları dahi yoktur. Samimi imandan uzaklaşıp basitlik dinini benimsedikleri için akıl, basiret, feraset, hikmet gibi özelliklerden yoksundurlar.

Sınırlı düşünmelerine ve konuşabilmelerine, geniş görüş sahibi olmamalarına rağmen bu insanlar, kendilerini çok önemli, çok zeki ve akıllı görürler. Bu nedenle konuşmaları sırasında genelde kendilerini hep öne çıkaran bir üslup içindedirler. İçinde bulundukları kirli kültürün kendilerini soktuğu alçaltıcı durumdan habersiz bir şekilde kendilerini gizli ya da açık şekilde öven konuşmalar yaparlar. Oysa Müslümanlar "…Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır."…" (İsra Suresi, 111) ayeti gereği övgülerini daima Allah'a yöneltirler.

Akıl ve iman sahibi bir insan evrende var olan herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu bilir. Her ne kadar kendine aitmiş gibi görünse de sahip olduğu tüm yeteneklerin, güzelliğin, zekanın, maddi imkanların gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu aklından çıkarmaz. Allah'ın dilediği anda tüm bu nimetleri ondan geri alabileceğini bilmenin tevazusuyla yaşar. Sahip olduğu herşey için Rabbimiz'i över ve yüceltir. Bu gerçeklerden uzak şekilde kendini övmeye çalışan bir insanı duyduğunda, onun yaşadığı bu basit kültürün insanları ne kadar gafil bir duruma düşürdüğünü ibretle görür. Bu kişileri gafletten uyandırmak amacıyla onlara Allah'ın varlığını, herşeyin mutlak sahibinin O olduğunu hatırlatma isteği duyar.

Kuran'da Kehf Suresi'nde bu konuyla ilgili olarak Allah iki adamın örneğini verir. Bu kişilerden biri Allah'a gönülden dönüp yönelen bir Müslüman diğeri ise kendisine ait olduğunu zannettiği mülkünün çokluğuyla övünen, bunların sonsuza kadar bozulmadan kendisinde kalacağına inanan bir kişidir:


Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki:

"Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım."

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan. Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir. Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.

(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 32-44)


Ayetlerde bildirildiği gibi Allah'ı övmek yerine kendisini överek derin bir gaflet içinde yaşayan, Allah'tan gelecek herhangi bir bela ile, sahip olduklarını kaybedebileceğini düşünemeyen, ölümle birlikte dünyada sahip olduğu herşeyi bırakıp yapayalnız ve tek başına Allah'ın huzuruna çıkacağını unutan bu kişi, ancak ayette tüm anlatılanlar başına geldiğinde gerçek durumunu kavramıştır. O ana kadar dünya hayatını son derece gafil bir anlayış ile değerlendiren, basit mantık örgüsü nedeniyle Allah'ın gücünü kavrayamayan bu insan, başına gelenler karşısında "keşke" diyerek yaşadığı pişmanlığı dile getirmiştir.

Görüldüğü gibi basitlik kültürü bu kıssadaki bahçe sahibi kişinin durumunda da olduğu gibi insanın olayları mantıklı değerlendirmesini engeller. Kişiyi aslı olmayan boş bir gurur içinde yaşamaya ve konuşmaya yöneltir. Sahip olduklarıyla övünen kişi bunu, açık ya da gizli yollarla karşısındakilere sürekli ifade etme ihtiyacı hisseder. Zekası, yetenekleri ve güzelliği ile, yeni aldığı evi ya da arabası ile, başarıyla tamamladığı bir proje ile, sahip olduğu mülkü ya da çocuğunun kazandığı okul nedeniyle sürekli olarak bir övünme içinde olur. Sürekli ne kadar isabetli kararlar aldığını ifade ederek kendini yüceltmeye çalışır. Bunları kimi zaman çok açık, kimi zaman da üstü örtülü bir üslupla dile getirir.

Bu cahiliye kültürü içinde, en samimi arkadaşlar hatta kardeşler arasında bile kimin daha zengin olduğu, hangisinin çocuklarının daha zeki olduğu, hangisinin daha iyi bir okulu kazandığı gibi sayısız konu hakkında bu tip bir övgü yarışına girilir. Biri böyle bir yarışı başlattığında diğeri geride kalmamak, cahiliye terimiyle "ezilmemek" için ondan çok daha etkili olacağını düşündüğü başka bir konuyu ortaya atar. Bu şekilde sonu gelmeyen bir samimiyetsizlik ve basitlik yarışı başlamış olur. Konuşmalarda bir taraftan sözde samimiyet ifadesi olarak son derece yapmacık ve abartılı sevgi sözcükleri kullanılırken diğer yandan da birbirlerine kıyasıya sükse yapmaya çabalayan, birbirlerini ezmeye ve utandırmaya çalışan, karşı tarafı zor duruma sokarak huzurunu kaçırmak isteyen bir ifade yöntemi uygulanır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi kimi zaman son derece zalim, acımasız bir karaktere sahip olabilen bu sapkın kültürün insanları çok sakin ve iyi görünürlerken bile aslında ortaya attıkları konularla ve yaptıkları konuşmalarla içten içe karşı tarafın huzurunun kaçmasını, üzülmesini, kendi durumlarına özenmesini isteyen insanlardır. Ancak tüm bunlar yine bu kültürü paylaşan insanlara etki eder. Çünkü Allah'a iman eden, tevekküllü bir Müslüman hiçbir zaman bu kültürden insanlarla aynı seviyeyi paylaşmaz. "Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir..." (Nisa Suresi, 49) ayetinde bildirilen gerçeği aklından çıkarmaz.

Ayrıca iman eden bir kişide üzülmek, kıskanmak gibi basit karakterli insanlarda görülen tepkiler oluşmaz. Bu nedenle basit kültürdeki kişiler samimi Müslümanlara kendi kirli kültürlerini yaşatamazlar; yaptıkları basit konuşmalarda onlardan karşılık alamazlar. Müslüman tüm mülkün tek sahibinin ve herşeyin Yaratıcısı'nın Rabbimiz olduğuna iman ettiğinden karşı tarafın kendini ve sahip olduklarını öven, şahsını yüceltmeye çalışan konuşmalarını ibret vesilesi olarak değerlendirir. Bunlardan etkilenmek bir yana bu tür konuşmalar onun kalbinde iticilik oluşturur. Çünkü övgüye layık olan yalnızca göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin sahibi ve Rabbi olan Allah'tır:


… Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, herşeye güç yetirendir. (Teğabün Suresi, 1)

Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır."… (İsra Suresi, 111)


Ayrıca salih bir Müslüman Allah'ın insanlara verdiği nimetlerin tamamının bir imtihan vesilesi olduğunu da bilir:


Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)


Bu kültürü yaşayan insanların ortak özelliklerinden bir diğeri de dünyada meydana gelen olaylardan, Müslümanlara yapılan baskı ve zulümden, zayıf bırakılan, çaresiz kalan insanların yaşadıkları zorluklardan habersiz konuşmalar yapmalarıdır. Bu kişiler dünyada yaşanan bu gerçeklerle hiçbir zaman yüzleşmezler. Akılları her zaman kendileri için kurdukları küçük dünyalarındadır. Dünyada yaşanan olayların gidişatından, Kuran ahlakının yaşanmamasından dolayı insanların karşılaştıkları zorluklardan, yine din ahlakından uzaklık nedeniyle çıkan iç savaşlardan ve ülkeler arası çatışmalardan, açlık ve sefalet içinde yaşayan insanların maruz kaldıkları zorluklardan çoğu zaman haberleri dahi olmaz. Daha doğrusu bu olaylar kendilerinden uzakta olduğu için onları ilgilendirmez. Kendilerine bunlarla ilgili bir soru sorulduğunda olup bitenlerden habersiz oldukları, hiç ilgilenmedikleri açıkça anlaşılır.

Onlar sadece yemeleri, içmeleri, gezmeleri, aileleri ya da iş yerindeki mevkileri gibi kendilerine özel konularla sınırlı bir dünya içinde yaşarlar. Diğer insanların yaşadıkları sıkıntı ve zorlukların nedenlerini ve nasıl çözülebileceğini düşünmez, bu konuda vicdanlarını kullanmazlar. Bu duruma son verecek çözümü ne arama ne de uygulama ihtiyacı duyarlar. Sorumluluğu hep başkalarına bırakarak, kendilerinin basit yaşayan ve basit düşünen insanlar olduklarını kabullenirler. Kendilerini bu konulardan ve sorumluluk yüklenmekten muaf gördükleri için basit konular üzerinde düşünmek, bunlarla vakit harcamak ya da bunları sohbet konusu edinmek onları hiç rahatsız etmez.

Biri yanlarında vicdanlı, insaniyete çağıran, vicdanlarını uyaran konuşmalar açtığında sıkılır, suskunlaşırlar. Üzerinde konuşmak istedikleri konular nefislerinin hoşuna giden, dikkati başkasına değil de sadece kendi çıkarlarına yönlendirecekleri türde konular olur. Oysa Allah yeryüzünde zulmün durdurulması için vicdan sahibi herkesi fikri bir mücadele içinde olmaya çağırmaktadır. İnsanlardan bu sorumluluğu üzerinde hissetmeyenlerle ilgili olarak Allah ayetinde şöyle bildirir:


"Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)


Bu kişiler dikkatlerini hayati olaylara yönlendirmek, bunları çözüme ulaştıracak gerçek ve köklü çözümler bulmak yerine kendi çıkarlarına çevirmişlerdir. Oysa Allah Kuran'da Müslümanların bir özelliği olarak "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) şeklinde belirterek Müslümanların hayra çağırma, iyiliğe yönlendirme ve kötülükten sakındırma gibi yüksek ideallere yönelik, güzel bir iş birliği içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bu tür idealleri benimsemiş insanların yaptıkları işler kadar aralarında konuştukları konuların da insanlara hayır ve fayda getireceği açıktır.

Basitlik kültürü içinde uygulanan bazı ağız hareketleri, ses kullanma şekilleri ve vurgulamalar vardır. Örneğin konuşma esnasında kimi yerde sesin normal düzeyinden daha düşük bir tonda tutulması, bu kültüre özel bir konuşma yöntemidir. Bu tona geçilmesi demek herkes tarafından duyulması istenmeyen özel bir bilginin sırdaş edinilen kişiye aktarılacağı anlamına gelir. Daha çok kadınların kendi aralarında üçüncü bir kişi hakkında yaptıkları bir konuşma esnasında ya da alay içeren bir sözün söylendiği sırada kullanılır. Benzer şekilde bazen de cümlenin belli bir yerinde yine başkalarının anlamasını engellemek amacıyla hem ses kısılır hem de sözler ağızda yuvarlanır. Böylece konuşmayı sadece ilgili kişinin anlayacağı şekilde bir yöntem kullanılmış olur.

Bu kültürde tüm yüz mimikleri genel olarak kötü kullanılır. Kişinin yüzünü çirkinleştiren, doğal yüz hatlarını bozan türde ağız şekilleri olur. Örneğin bu kişiler birbirlerini kınayıcı basit konuşmalar yaparlarken gözlerini kısarak ve ağızlarını büzerek konuşurlar. Bu şekilde ağzın doğal görüntüsü bozulmuş olduğundan hem yüz hoş olmayan bir ifade içinde olur hem de sözcükler ağızdan doğallıktan uzak bir vurguyla çıkar. Bazıları benzer şekilde kendilerince modern gördükleri çeşitli doğal olmayan şivelere özenirler. Bu özenti sonucu kelimeleri ağızlarında yuvarlayarak veya dillerini bir pelteklik varmış gibi kullanarak zor anlaşılan konuşmalar yaparlar.

Bu kirli kültürü yaşayan insanlar -özellikle kadınlar- arasında dedikodu içerikli konuşmalar çok yaygındır. Son derece basit konuları gündeme getirip ardından da ilgili kişiler hakkında sonu gelmeyen, kötülük, fitne, kıskançlık ve kin içeren konuşmalar yaparlar. Allah'ın "… (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir." (Mücadele Suresi, 7) ayetinde bildirdiği gerçeği hiç düşünmeyen insanlar bunu yaparlarken Allah'tan tamamen gafil bir görüntü sergilerler. Büyük bir rahatlık içinde başka bir kişinin hakkında ön yargılı, çoğunluğu iftiraya ve zanna dayalı, kötü niyetli, bazen de bir kişinin zaafını açığa çıkarmaya yönelik gizli konuşmalar yapabilirler. Güzel ahlaklı olmak ve olumlu düşünmek yerine kirli bir mantığın kötü niyetli, fitne çıkarmaya yönelik düşüncelerini basitçe paylaşmaktan zevk alırlar. Oysa bu kişiler Allah'tan gafil konuşmalar yaparken Allah onlara şahittir. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:


Yoksa onlar; gerçekten Bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (herşeyi) yazıyorlar. (Zuhruf Suresi, 80)


Bu ahlakı yaşayan kişiler arasında yapılan dedikodu sohbetlerinde konuşmalar her zaman açık şekilde olmaz. Kimi zaman kullanılan üsluptan dolayı, konuyu bilmeyen bir kişi, birisi hakkında söylenen bu kinayeli sözleri övgü olarak bile algılayabilir. Halbuki riyakarca yapılan bu övgüler aslında alay içerir ve karşı tarafı yermek amacı taşır. Ancak aynı lisandan anlayan taraflar, kimden ve neden bahsedildiğini anlayabilirler. Çünkü tüm cümleler sinsice seçilmiş, konuşmanın içine de yine şeytani ince hesaplarla yerleştirilmiştir. Böylece hem konuşmalarına masum bir sohbet görüntüsü vermiş, hem de yaptıkları basitliğe rahatça devam etmiş olurlar. Oysa Allah "Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12) ayetiyle kullarına dedikodu yapmayı yasaklamıştır. Bunu "tiksindirici" bir tavır olarak nitelendirmiştir. Ayrıca bu çirkin eylemi yapanların tövbe etmeleri ve Kendisi'nden bağışlanma dilemeleri gerektiğini de haber vermiştir.

Allah Kuran'da özellikle gizli konuşmalar yapılacağı zamanlarda Kendisi'nden korkup sakınılmasını, iman edenlerin konuşmalarına dikkat etmelerini, iyilik, birlik ve Allah korkusu üzerine kurulu konuşmalar yapmalarını emreder:


"Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve Peygamber'e isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının." (Mücadele Suresi, 9)


Basit insanlar fiziksel ihtiyaçlarını sık sık gündeme getiren konuşmalar yaparlar. Böyle insanlardan sık sık "acıktım, susadım, başım ağrıdı, hiç uyuyamadım" gibi sözler duymak mümkündür. Elbette insan bir ihtiyacını gerektiğinde dile getirebilir. Ama burada söz edilen basit karakterli insanların bu konuları gündeme getirmeleri ihtiyaçlarını karşılamak, çözüm bulmak amaçlı değildir. Bu insanlar bazen "laf olsun" diye bazen de dikkat çekmek için böyle konuşmalar yaparak boş vakit geçirirler. Oysa bir Müslüman bu tarz konuları dile getirmeye tenezzül etmez. Eğer bir ihtiyacı varsa bunu ortadan kaldıracak tedbirleri alır. Zihni kendi küçük ihtiyaçları ile değil, daima Allah'ı yücelten, dünyada Allah'ın razı olacağı faydalı işler yapmaya yönelik düşüncelerle doludur. Kuran'da Allah Müslümanları şöyle tanıtmıştır:


Medine halkına ve çevresindeki Bedevilere, Allah'ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, 'dayanılmaz bir açlık' (çekmeleri), kafirleri 'kin ve öfkeyle ayaklandıracak' bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez. (Tevbe Suresi, 120)


Ayette görüldüğü gibi Müslümanların kendi nefislerinin tutkularıyla oyalanmaları söz konusu olmaz. Aksine Allah yolunda karşılaştıkları -küçük veya büyük- her türlü zorluğu bir ecir fırsatı olarak değerlendirirler. Ve bu nedenle de her türlü ihtiyaçları için Allah'a tevekkül eder, tamahkar bir tutum içinde olmazlar. Dolayısıyla bu ihtiyaçları gündemde tutan basit konuşmalardan da daima kaçınırlar.

Basit insanlar karşılarındaki kişilere sürekli olarak gereksiz açıklamalar yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu kişiler kendilerini yaptıkları işlerden temize çıkarmak, hiçbir zaman hata yapmaz gibi göstermek amacıyla son derece basit konularda sürekli olarak açıklama yaparlar. Çevrelerindeki kişileri uzun süre meşgul ederek, yaptıkları bu açıklamaları dinlemelerini isterler. Neyi niçin yaptıklarını, aslında niyetlerinin ne olduğunu, yanlış anlaşılmak istemediklerini, yaptıklarının sonuçlarının olumlu olduğunu uzun uzun anlatırlar. Bunların tümü çok küçük sıradan konulardır. Evin içinde kırılan bir bardak, yeri değişen bir eşya, iş yerinde kaybolan bir dosya, unutulan bir mesaj ve bunlar gibi her ortamda değişen ancak her biri önemsiz olan konular basit insanların konuşmalarında büyüyerek açıklama gerektiren birer konu haline gelir. Her ne kadar bu açıklamaları yaparken kendilerini masum göstermeye çalışsalar da aslında bu tavırlarının ardında kibirleri yatar. Bu kadar küçük konularda hata yapmış olmayı, boş bulunmayı ya da bir ayrıntıyı akledememiş olmayı kendilerine yediremezler. Böyle bir durumda hemen kendilerini koruyacak bir açıklama yaparak gururlarını kurtarmaya çalışırlar. Türlü gerekçeler öne sürer; aslında böyle bir durumda yerlerinde kim olsa aynı şeyi yapacağını anlatmaya çalışırlar. Oysa bir insanın hatalarını kabul edememesi onun kendini geliştirmesinin, güzel bir ahlaka sahip olmasının önündeki en büyük engellerden biridir.

Allah'a tevekkül etmeyen bir kişi hatalarını kabullenmekten korku duyar. "Eğer böyle sıradan bir konuda hatalıysam insanlar önemli konular için benim hakkımda ne düşünür" gibi kuruntulu bir mantık örgüsüne saplanıp kalır. Olup biten herşeyi Allah'ın takdirine bırakmayı, O'na sığınmayı ve O'na güvenip dayanmayı düşünemez. Şayet düşünse Allah'ın tüm olanlardan haberdar olduğunu bilerek huzurlu ve rahat olacak ve kimseye gereksiz açıklamalarda bulunma ihtiyacı hissetmeyecektir.

Allah'ı unutarak insanların düşüncelerine önem vermeye sebep olan bu kirli kültürde yapılan açıklamalar sadece hatalarla, düşüncesizliklerle sınırlı değildir. Kişiler çoğu zaman günün doğal akışı içinde bir insanın yapabileceği meşru ve makul şeyler için de sürekli gereksiz açıklama yapma ihtiyacı hissederler. Bunun da temelinde yine benzer kuruntular yatar.

Olgun bir ruha ve kişiliğe sahip olmadıklarından bu küçük dünyalarında sıkışıp kalır, ne kendileri rahat ve mutlu yaşar ne de başkalarına huzur verirler. Allah'ın insanlar için seçip beğendiği İslam dininin ahlakını bırakıp, basitliğin perişan sistemi içinde yaşamayı kabul etmiş olmanın dünyadaki karşılığını böyle sıkıntılı ve kuruntulu bir ruh haliyle alırlar.

Espri ve Eğlence Anlayışları



Basit insanlar basit şeylere gülerler. Bu kişilerin güldükleri konuların çoğu, basitlikten uzak insanların asla gülmeyecekleri tarzda konulardır. Örneğin insanların sahip oldukları kimi acizlikler bu kültürü yaşayan kişiler için önemli bir espri unsurudur. Akıl ve irade ile sürekli olarak ortadan kaldırılması gereken ve aklı başında bir insanın asla konusunu yapmayacağı, dile getirmeyeceği acizlikler bu insanlar için espri ve eğlence konusu olabilmekte, onları güldürebilmektedir. Oysaki insan hiçbir acizliğin konusunu duymak istemez, istemeden duyarsa da bunları duymazdan gelir. Basit insanlar bunun aksine, özellikle acizlikleri ön plana çıkaran espriler yapar ve bunlara gülerler. İlkel eğlence anlayışını yansıtan bu esprilere kimi zaman filmlerde, TV programlarında da rastlamak mümkündür.

Benzer şekilde insanların sahip oldukları fiziksel kusurlara gülmek de basitlik kültürünün espri ve eğlence anlayışında önemli bir yer tutar. Bu kültür ve anlayışa sahip kimseler örneğin boy uzunluğu genel ortalamanın çok altında olan bir insan ya da farklı fiziksel eksikliği olan bir kimse gördüklerinde katılarak gülerler. Gafil ve basit oldukları için bu kişilerin içinde bulundukları durumu takdir edenin Allah olduğunu, dilerse kendilerini de benzer acizliklerle imtihan edebileceğini düşünemezler. Ayrıca kendileri gülerken karşı tarafı mahçup edebileceklerini akıllarına bile getirmezler.

Bu kişilerin yaptıkları şakalar genelde karşı tarafı onurlandırmaz. Tam aksine kendilerini yüceltmeye, karşı tarafı ise yermeye, eleştirmeye hatta küçük düşürmeye yöneliktir. Din ahlakını yaşayan Müslümanlar ise yaptıkları esprilerde mutlaka karşı tarafın da hoşnutluğunu gözetir, bunu birinci planda tutarlar. Eğer yerici bir şaka yapacaklarsa ancak kendi nefislerini yererek bu espriyi yaparlar. Müslümanlar gelişmiş bir insaniyet duygusuna sahip oldukları için karşı tarafın memnuniyetine önem verir, en ufak bir hoşnutsuzluk ihtimali hissettiklerinde hemen geri çekilirler. Basit insan ise esprinin dozunu ayarlayamaz. Karşı tarafın hassas olduğu konularda espri ile üzerine gider ya da yapılan espriyi gereğinden fazla uzatır. Bu şekilde onu rahatsız edebileceği ihtimalini düşünemez, düşünse de bunu önemsemez. Çünkü basit insan aynı zamanda duyarlılıktan da yoksun insandır. İncelikleri fark edemez, ayrıntıları kafasında toparlayamaz, insaniyet göstermekten zevk almaz.

Basitlik kültürünü yaşayan insanların esprilerinde, müminlerin asla başvurmayacağı bir yöntem olan alaycılık da yoğun olarak görülür. Alaycı espriler bu insanların sözde karşı tarafı ezmek ve kendilerini yüceltmek için sık sık başvurdukları yöntemlerden bir tanesidir. Bu şekilde kendilerini ön plana çıkaracaklarını düşünürler. Böyle bir kişi karşısındaki kişinin ağzından çıkan yanlış bir kelimeyi, dilinin sürçmesini, yürüyüş şeklini, bir konudaki bilgisizliğini veya fiziğindeki bir kusuru tespit ederek hemen alaycı bir espri ya da gülüşle bunu deşifre eder. İnsani hataları ve eksiklikleri eğlence konusu haline getirir. Böylece kendisinin daha zeki, daha güzel, daha bilgili kısacası karşı tarafa kıyasla daha üstün olduğunu ispat etmeye çalışır. Oysa bu çok büyük bir basitliktir. Kuran ahlakını benimseyen bir insan karşı tarafın bir eksiğini ya da kusurunu asla bir espri konusu olarak algılamaz. Tam aksine bunları görmezlikten gelerek onu mahçup etmemeye çalışır. Örneğin basit bir insan yolda yürürken ayağı takılan ya da düşen birine kahkahalarla güler. Yardımına koşmak, kendisine bir zarar gelip gelmediğini, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak yerine insaniyetsiz tavırlar sergiler, gülmekten konuşamıyormuş gibi yapar. Yine görmezlikten, duymazlıktan gelebileceği insani acizlikleri deşifre ederek bunlara da güler. Örneğin insanlara onların kusurlu yönlerini vurgulayan isimler takar, lakaplar yakıştırır. Oysa Allah Hucurat Suresinin 11. ayetiyle hem alaycılığı hem de insanları kötü lakaplarla çağırmayı yasaklamıştır:


Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın... (Hucurat Suresi,11)


Alaycı espirilerle eğlenen bir kişi o anda bütün bedeninin ve ruhunun sonsuz bir güç tarafından kuşatılmış olduğunu, Allah'ın dilediği an kendisini cezalandırabileceğini, o anda canını alabileceğini, bir anda kendisini ölüm melekleriyle karşı karşıya getirebileceğini düşünmediği için böyle büyük bir basitlik yapar. Yoksa sonsuz güç sahibi Rabbimiz'in huzurunda olduğunu bilen bir insanın, kalbinde hissettiği saygı dolu korku nedeniyle alaycı olabilmesi asla mümkün değildir. Bu nedenle basitliği yaşayan insanların sık sık başvurdukları alaycılığa dayalı eğlence anlayışı, aynı zamanda onların sığ düşünce yapılarının ve Allah'ı gereği gibi takdir edemediklerinin göstergelerinden bir tanesidir.

Basitlik kültürü içinde yaşayan insanlar Allah'a karşı saygıya uygun olmayan konuşmaların yapıldığı, dini ve mukaddes kavramları espri konusu haline getiren sohbetlerden rahatsızlık duymazlar. Allah Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan basit karakterli insanların söz konusu çirkin üslubu ne şekilde kullandıklarını bize şöyle haber vermiştir:


Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık. (Zuhruf Suresi, 57-59)


Böyle çirkin konuşmalar yapan insanlar her dönemde var olmuştur. Yapılan dine muhalif espriler, dine bağlılıkları zayıf olan bu kişilerin kalplerinde bir rahatsızlık meydana getirmez. Kimilerinde getirse bile bu rahatsızlık onları o ortamdan ayıracak kadar etkili olmaz. Müminlerin kalpleri ise ancak Allah'ın anılmasından, fıtratları da İslam ahlakının yaşanmasından zevk alacakları şekilde yaratılmıştır. Bu nedenle onlar dinden uzak bir espri üslubunun hakim olduğu ortamdan hemen ayrılırlar. Allah iman edenlerin böyle bir ortamla karşılaştıklarında, oradan ayrılmalarını bir ayetinde şöyle emretmiştir:


"O, size Kitapta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır." (Nisa Suresi,140)


Basitlik kültürünün hakim olduğu eğlence ortamları, gerçek bir dindarın İslam'ı koruma ve sahiplenme duygularını harekete geçirir. Böyle bir kişi bulunduğu sohbetlerde Allah ve din hakkında saygıya uygun olmayan konuşmalar yapılmasına asla izin vermez. Allah'a olan sevgisi, saygısı ve bağlılığı nedeniyle dine muhalif olan konuşmalara karşı dikkati çok açık olur. İmani değerlerin aleyhinde yapılan ima ve yorumlar hemen dikkatini çeker ve bu tip konuşmalarla muhatap olmaz. Allah asil karaktere sahip Müslümanlara has olan bu özelliği ayette şu şekilde ifade etmiştir:


'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler. (Kasas Suresi, 55)


Basit insan çoğu zaman eğlenirken şuuru kapalı bir görüntü sergiler. Örneğin televizyonda sevdiği bir programı izlerken yanındaki bir kişinin acil yardıma ihtiyacı olsa, bir sağlık problemi ile karşılaşsa bununla ilgilenmez. Hatta böyle bir çağrı ya da yardım talebi bu kişiyi kızdırabilir. Çünkü karşı tarafın, eğlencesini bozduğunu düşünür. Basit ve insaniyetten uzak olduğu için seyrettiği bir programın eğlencesini zor durumda olan bir kişiye yardım etmeye tercih eder. Ve hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan televizyonun başında oturarak eğlenmeyi bekler. Oysa bu şekilde davrandığı için umduğu gibi eğlenip zevk de alamaz. Basit eğlence anlayışı bu insanların seçtikleri ve güldükleri konulara da yansır. Hep aynı esprilerin defalarca tekrar edildiği, bir yenilik getirmeyen, bir insanın zevk alabileceği hiçbir unsur bulunmayan programları, saatlerce izleyerek eğlenmeye çalışırlar.

Kuşkusuz ki burada kastedilen basitlik, bu insanların televizyon seyretmeleri veya bundan eğlenmeleri değildir. Kastedilen bu kişilerin yaşadıkları basitlik kültürü içinde gafil ve insaniyetten uzak bir eğlence anlayışı geliştirmiş olmalarıdır. Allah'tan korkan, din ahlakını yaşayan bir Müslümanın şuuru her zaman açıktır. İmanın ve vicdanın kendisine kazandırmış olduğu akıl ile hareket ettiğinden karşısına çıkan farklı durumlara göre çok hızlı geçişler yapabilir. Eğlence de dahil olmak üzere hiçbir şeye kendisini bilinçsizce kilitlemez. Yüksek sesle müzik dinlerken de, televizyon seyrederken de, oyun oynarken de, kalabalık ve gürültülü mekanlarda bulunsa da kalbinde ve zihninde Allah vardır, vicdanı ve dikkati son derece açıktır. Bu yüzden de eğlenirken fazlasıyla zevk alır.

Akıllı bir insanın gülmesi, eğlenmesi etrafındaki insanların da hoşuna gider. Basit insanların ise güldükleri konular kadar gülme şekilleri de basittir. Bir insan yanındaki bir kişinin neşelenip gülmesinden zevk alır. O kişi güldükçe kendisi de bundan keyif duyar. Fakat basit insanların kahkahaları ve gülme şekilleri kulağa hiç hoş gelmeyen hatta insanın duymak istemeyeceği türdendir.

Gerek espri ve eğlence anlayışında gerekse diğer konularda basitliğin ne olduğunu iyi anlamak son derece önemlidir. Aynı eğlence ortamını paylaşan iki kişiden biri basit bir kültürü yaşarken aynı şeyleri yapmasına rağmen diğeri böyle olmayabilir. Çünkü basitlik bir felsefedir. Sadece birtakım tavır ve konuşma şekilleri ile sınırlı değildir. Bir insan içinden geldiği gibi rahatça güler, fakat aklını kullanması, derin bir anlayışa sahip olması onu basit insandan farklı kılar. Bu yüzden basit eğlence anlayışı, basit gülüş denilince zihinde yanlış bir model şekillenmemelidir. İnsanların samimiyetlerinden kaynaklanan doğal gülüşleri nasıl olursa olsun basitlik değildir; doğal neşenin kendine göre bir güzelliği vardır. Basitlikten sakınmak bunları kısıtlamak değildir. Basitlik farklıdır, doğallık gibi samimiyetten değil, şuur kapalılığından, yapılan esprilerin, gülüşlerin itici etkisini fark edememekten, bunlarda itidal gösteremeyip aşırıya kaçmaktan kaynaklanır. Kimi insanlar basitlikten sakınmanın yolunun sahte bir ciddiyet olduğunu sanırlar. Bunun gereğinin de soğuk ve yapmacık gülüşler, kibarlaşmalar olduğunu düşünürler.

Maddi imkanları geniş insanlardan oluşan bir topluluk içindeki bir kişi kasılarak, yapmacık şekilde gülerken, eğitimsiz bir toplulukta bir kişide de daha kaba bir gülüş şekli ortaya çıkabilir ama temelinde ikisi de basitliktir. Hangi kültürde yaşanırsa yaşansın, her durumda basitliğin tek çözümü insanın Allah'a bağlanarak Kuran ahlakını yaşamasıdır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmuştur:


...Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir... (Münafikun Suresi, 8)


Olayları Yorumlayış Şekilleri



Basitliğin kültürü içinde yaşamaya razı olmuş insanların, çevrelerinde ve dünya üzerinde meydana gelen olayları yorumlama şekilleri son derece yüzeyseldir. Dar bir düşünce yapısına ve bakış açısına sahip bu kişiler, olayları da dar bir çerçevede değerlendirirler. Dolayısıyla içinde bulundukları yüzeysellikten hiçbir zaman kurtulamazlar.

Basit insan meydana gelen her olayı kendi küçük dünyası çerçevesinde yorumlar. Örneğin dünyada büyük bir savaş çıktığında onun için önemli olan kendisinin bundan zarar görüp görmeyeceğidir. Yaşantısında bir değişiklik olacak mı, mevcut düzeninde bozulma meydana gelecek mi, para piyasaları bundan etkilenecek mi gibi düşüncelerle sadece kendisi için ciddi endişe yaşar.

İnsanın böyle bir durum karşısında kendisi ve yakın çevresi ile ilgili gerekli önlemleri alması elbette makul bir davranıştır. Ancak kişinin sorumluluk bilincinin sadece yakın çevresi ile sınırlı kalması makul değildir. Çünkü bu anlayıştaki insan yaygın deyimiyle "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığı doğrultusunda sadece kendi şahsi rahatı ve huzurunu düşünen bir tavır içindedir. Zorluklarla muhatap olan, hayatta kalma mücadelesi veren insanların durumlarını düzeltmenin ise kendini ilgilendirmeyen, kapasitesinin üzerinde işler olduğu gibi yanlış bir mantığın arkasına gizlenecektir.

Bu mantıktaki bir insan, herhangi bir savaşta zarar gören ülkelerin topraklarında huzur ve güvenlik içinde yaşarken bir anda kendilerini ağır bir savaş ortamının içinde bulan kadınlar, çocuklar ve yaşlı insanların yaşadıkları zor şartları aklına getirip düşünmez. İnsanların bu duruma düşmesine neden olan asıl sebepleri araştırmakla, bu eksiklikleri gidermek için kendisinin yapması gerekenleri belirlemekle, bu amaç doğrultusunda çaba sarf etmekle ilgilenmeyen kişi tüm gücüyle kendini kurtarmaya bakacaktır.

Vicdanını tam kullanarak, Allah korkusunun eksikliğinin dünyada nasıl bir kargaşa oluşturduğunu görüp bu yönde kendisinden başlayarak insanlar üzerinde Kuran ahlakını hakim kılmak için samimi bir çaba göstermek yerine sadece kendisini ve yakın çevresini kurtarmak isteyecektir. Kendi ihtiyaçlarını istediği şekilde karşılayabilmek, sıkıntı yaşamamak, zorluk çekmemek onun için fazlasıyla yeterli olacaktır. Başkalarının ne durumda olduğunun nasıl yaşadıklarının pek bir önemi olmayacaktır.

Oysa yüksek ahlaka ve bilince sahip bir insan, yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi bir ortamla muhatap olmasa bile dünyanın genel gidişatına bakarak, insanlığın, Allah korkusuna dayalı olan bir ahlak yapısına şiddetle ihtiyaç duyduğunu hemen fark eder. Kendisinden başkasını umursamayan, vurdumduymaz, bencil ve zalimliğe yatkın kişilerden oluşan bir toplumun, insanları dinsizliğin ürkütücü dünyasına çekeceğini fark eder. Allah'ın razı olduğu güzel ahlakın yaşanmıyor olmasının toplumlar üzerinde açtığı derin yaraları görür ve bunları tamir edecek tek yolun din ahlakının toplumlar üzerinde hakimiyeti olduğunu tespit eder. Ardından da elinden gelenin en fazlasını yaparak, bu üstün ahlakı yaşama ve insanların da yaşamalarına vesile olma amacına yönelir. Allah böyle insanlardan Kuran'da şöyle söz etmiştir:


Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık... (Araf Suresi, 165)

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)

Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?.. (Hud Suresi, 116)


Basit insanların en belirgin özelliklerinden biri sürekli olarak olumsuz yorumlar yapmalarıdır. Çoğu zaman olayların hayırlı yönlerini göremediklerinden, olaylardan mağdur olacakları, üzülecekleri, sıkıntıya düşecekleri yorumlar çıkarır ve haksızlığa uğradıklarına yönelik çıkarımlar yapma eğiliminde olurlar. Hatta böyle insanlar kendilerine iyi bir söz söylendiğinde bile aniden duygusallaşır, yine ağlamaklı bir tavır gösterirler. Tüm bunların en önemli nedeni dinin özünü kavrayamamış olmalarıdır. Çünkü Kuran'ı tüm hayatında uygulayan bir insan olumsuz düşüncelerin etkisi altına girmemesi ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmemesi gerektiğini bilir. Bu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği önemli bir konudur:


…Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)


Ümitsizlik ve karamsarlık, basitlik kültüründe yaşayan zayıf kişilikli insanların maddi-manevi güçlerini ellerinden alan, onlara moral bozukluğu, şevksizlik ve mutsuzluk veren bir özelliktir. Bu insanlar kendileri olumsuz yorumlar yaptıkları gibi, müminlerin her olaydaki hayır ve hikmetleri gören ve dile getiren yorumlarına da şaşırırlar. Kendilerinin felaket gibi yorumladıkları olayların, tamamen Allah'ın kontrolünde olduğunu bir türlü kavrayamazlar. Bu anlayışsızlıkları konuşmalarına da yoğun bir karamsarlık ve olumsuzluk olarak yansır. Sahip oldukları çarpık bakış açısı ve yaptıkları bu olumsuz yorumlarla etraflarındaki aynı kültürden insanlara da sıkıntı ve ağırlık verir, onların da ümidini kırarlar. Hiçbir zaman İslam ahlakının insanlığa getirdiği barışı, güvenliği, rahatlığı, mutluluğu, güzellikleri anlatmazlar. Müslümanların yaptıkları hayırlı çalışma ve hizmetlerden, İslam ahlakını yaşamanın kolaylığından, Allah'ın müminlerin üzerindeki rahmetinden bahsetmezler. Yaptıkları yorumların hemen hemen tamamına sızlanma ve çözümsüzlük hakimdir.

Ancak müminler bulundukları bir ortamda asla böyle bir yorum şekline izin vermezler. Çünkü bilirler ki insanın karşısına bir zorluk çıkacaksa o zorluğu yaratacak olan Allah'tır ve herşeyde olduğu gibi zorlukların da tümünde insan için bir hayır ve güzellik vardır. Allah'ın yardımıyla aşılamayacak hiçbir zorluk yoktur. Bunu bilen Müslümanlar her zaman her konuda ümitvardırlar. Dolayısıyla üslup ve konuşmalarında hiçbir zaman olumsuz bir yoruma ve vurguya yer olmaz. Karşılarına çıkan her olayı hayırlı görür, hiçbir zaman "acaba sonuç ne olacak", "ya şöyle olursa..." gibi olumsuz bir üslup kullanmazlar. Allah Peygamberimiz (sav) döneminde bir zorluk anında sahabelerin kullandıkları güzel üslubu bize şöyle haber vermiştir:


Mü'minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)


Basit insan bir konuyu iyi bilmese bile mutlaka yorum yapma ihtiyacı hisseder. Konuşulan hiçbir konu ile ilgili olarak "Ben bilmiyorum. Bilgim yok, haberim yok." demek istemez. Aksine bilmediği konular, tanımadığı insanlar, karşılaşmadığı durumlar hakkında da zan ve tahminlere dayalı yorumlar yapar. Kuran ahlakına göre düşünmediğinden, bilmese bile biliyormuş gibi davranmakta bir sakınca görmez. Bunun sebebi kişinin, insanların gözündeki imajını zedelemekten çekinmesi ve "bilmiyorum" demenin nefsine ağır gelmesidir. Oysa Allah Kuran'da zan ve tahminlere dayalı, doğru olmayan açıklamalar yapan bu gibi insanların gafil insanlar olduklarına dikkat çeker:


"Kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler'; Ki onlar, 'bilgisizliğin kuşatması' içinde habersizdirler." (Zariyat Suresi, 10-11)


Allah başka bir ayetinde de "İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz." (Al-i İmran Suresi, 66) şeklinde bildirerek insanların bilgileri olmayan konularda tartışmamalarını, bilmedikleri şeylerin arkasına düşmemelerini emreder.

Bir insan ne kadar çok şey bilirse bilsin mutlaka bilmediği konular da olacaktır. Bu yüzden insanın her konuyu biliyor gibi davranmaya çalışması son derece anlamsızdır. Ancak sonsuz akıl ve ilim sahibi Yüce Allah herşeyin bilgisine sahiptir. Kaldı ki insanın pek çok konuda bilgisi olsa bile Allah'ın "... her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetini unutmaması gerekir. Allah ayetiyle insanların ne kadar bilgi sahibi olurlarsa olsunlar bu konuda kibire kapılacakları bir durumları olmadığına dikkat çekmiş ve onları tevazulu olmaya yöneltmiştir.

Gerçek anlamda Allah korkusu olan bir insan doğruluğu hakkında şüphe duyduğu bir bilgiyi aktarmaktan ya da emin olmadığı bir sözü söylemekten çekinir. Zandan, tahminden ve tereddütlü bir bilgiyi savunmaktan, üzerine yorumlar yapmaktan kaçınır. Böyle bir durumla karşılaştığında bilgisi olmadığını söylemekten ise kesinlikle çekinmez. Çünkü bunun aksi, Allah'ın, "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsra Suresi, 36) ayetinde bildirdiği gibi kendisini büyük bir sorumluluk altında bırakabilir.

Basit insanın bir başka yönü de insanların dikkatlerini üzerine çekmek için olayları abartarak anlatmasıdır. İnsanların, söylediklerini dinlemelerini sağlamak, onları güldürmek, kendisini sempatik bulmalarını sağlayarak dikkat çekmek gibi basit amaçları için çok rahatlıkla abartılı anlatımlar yapmaktan, karşı tarafa doğruluğu şüpheli olan ilginç bilgiler aktarmaktan çekinmez. Hatta bu yönde inatçı tartışmalara, sözlü çekişmelere girmekten de kaçınmaz. Dikkat çekme arzusu baskın geldiğinden bir şekilde bunu dindirmek amacıyla, gerçeği saptırarak ve orjinalinden farklı şekillere sokarak yalan söyleyebilir.

Bu basit karakterdeki kişiler dikkatlerini, Allah'ın razı olduğu ahlakı göstermeye değil de daha ağırlıklı olarak kendilerini ön plana çıkarmaya, insanların rızasını kazanmaya yönelttikleri için bu üslubun temelde yalan üzerine kurulu olmasını önemsemezler. Hatta yaptıkları bu abartılı konuşmaları yalandan saymaz, zararsız bir sohbet ya da masumane bir eğlence olarak göstermeye çalışırlar. Oysa Kuran'da "...yalan söz söylemekten de kaçının." (Hac Suresi, 30) buyurulmaktadır. Bu sebeple küçük büyük, zararlı zararsız diye düşünmeden yalan söylemekten kaçınmak gerekir.

Akıl sahibi ve güzel ahlaktan hoşlanan bir insan ise karşısındaki kişinin konuşmalarında yukarıda bahsettiğimiz şekildeki abartılı, doğru olmayan açıklamaları fark edebilir. Bu kişinin yalan söyleyen insanların konumuna düşmemesi amacıyla, bunları doğru olacak şekilde düzeltmesi için kişiyi teşvik eder. Ve kendisi de böyle bir duruma düşmekten şiddetle sakınır.

Farklı Ortamlarda Farklı Karakter Sergileme



Basit karakterli insanların yaşamlarına ve dine yaklaşımlarına bakıldığında pek çok noktada samimi olmadıkları görülür. Bu kişilerin söyledikleri ile yaptıkları çoğu zaman farklıdır. Dine bağlı olduklarını söylerler ama bir zorlukla karşılaşınca imanlarındaki zayıflık hemen fark edilir. Örneğin sağlıklı olduğu zamanlarda son derece şevkli ve neşeli olan bir insanın, biraz sağlığı bozulduğunda birdenbire neşesi kaçabilmekte, Allah'a ettiği duaları unutabilmekte, hatta Allah'ın kendisine bu hastalığı neden verdiğini kendi kendine sormakta, daha da ileri giderek böyle bir şeyi hak etmediğini düşünebilmektedir. Bu şekilde verilen nimetlere karşı büyük bir nankörlük etmekte ve tevekkülsüzlük göstermektedir. Halbuki hastalık, Allah'ın kullarını sık sık denediği, onların sabırlarını ve bağlılıklarını sınadığı çok değerli bir andır. Böyle bir sıkıntı ve zorluk içindeyken de Allah'a şükretmeyi sürdüren ve sabreden kullar derin bir iman ve anlayışa sahip olan müminlerdir.

Zor anların yanı sıra büyük bir mal kaybı, ölüm tehlikesi gibi durumlarla karşı karşıya kalındığı anlarda gösterilen tavırlar da kişinin anlayışı ile bağlantılıdır. Sorunsuz ve rahat bir ortamda son derece dengeli ve itidalli görünen ancak herhangi bir tehlike ile karşılaştığı anda söylenmeye başlayan, şikayetçi ve olumsuz konuşmalar yapan ve etrafındakilere de olumsuz telkinlerde bulunan bir kişi basit bir düşünce yapısına sahip olduğu için böyle davranmaktadır. Böyle bir kişinin farklı şart ve ortamlarda her zaman için din ahlakından uzak tavırlar sergilemesi tehlikesi vardır. Örneğin zor durumda kaldığı zaman yalan söyleyebilir, kaderi ve tevekkülü unutarak üzülüp ağlayabilir, ümitsizliğe kapılabilir. Ya da öfkelenip saldırgan tavırlar sergileyebilir. Çünkü basitlik kültürü içinde yaşayan insanlar tüm bunları; öfkelenmeyi, duygusallığı, hüznü doğal birer tepki sayarlar ve böyle aniden ortaya çıkan tavırları sergilemekten hiç çekinmezler. Halbuki bu tip ani tepkiler Kuran'da yanlış ve sakıncalı tavırlar olarak bildirilmiş ve çeşitli örnekleri de verilerek insanlar uyarılmışlardır.

Al-i İmran Suresi'nin 134. ayetinde Allah Müslümanların "öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenler" olduğunu bildirmiştir. Bir başka ayette Rabbimiz ümitsizliğin bir suç olduğunu bildirmiştir:


"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)


Öte yandan insanlara odaklı bir hayat süren bu kişiler sürekli olarak onların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya çalışırlar. Bu çabadan kastedilen elbette Allah'ın rızasını gözeterek insanlara güzel ahlaklı davranma, iyilik yapma, gönüllerini alarak hoşnut etme çabası değildir. Kastedilen kişiliksiz bir tavır sergileyerek her insanın yanında o kişiye göre şekil almaları ve insanların takdirini kazanabilmek için her türlü basitliği tavır ve ahlak bozukluğunu rahatlıkla yapabilmeleridir.

Örneğin meşru olmadığını bildiği halde sırf müdürünün takdirini kazanabilmek için iş yerinde evraklar üzerinde sahtekarlık yapan, yerine göre yalan söylemekten çekinmeyen kişiler bu tip insanlardır. Ya da üst düzey yöneticilerin yanında son derece pasif, ezik davranan bu gibi kişiler, kendi sorumluluğu altında çalışan kişilerin yanında birden kibirli, ters ve ezici bir karakter sergilerler. Doğru olan ise vicdanlı, dengeli ve kişilikli tavrı, insanlardan, onların üslup ya da konumlarından etkilenmeden her yerde yaşamaktır. Samimiyetsiz, yapmacık konuşan bir insanla aynı üslupla muhatap olmak, şımaran bir insanla şımarmak, kibirlenen insanlardan etkilenmek kısaca her karakterden insana uyum sağlamak ve onların etkisi altına girerek kişiliksiz davranmak önemli bir basitliktir.

Böyle bir karaktere sahip olan kişiler, insanların kendi haklarındaki olumlu ya da olumsuz yorumlarından fazlasıyla etkilenirler. Aleyhlerinde söylenmiş bir söz bu insanların morallerinin bozulmasına, kimi zaman günlerce bunalıma girmelerine sebep olabilirken, herhangi bir övgü ya da iltifat da aşırı heyecanlanmalarına sebep olabilir. Allah'ın kendilerini her yerde ve her zaman gördüğünü unuttuklarından tamamen insanlara ayarlı bir hayat yaşarlar. Evde ayrı, işyerinde, sokakta ayrı, yazlıkta, tatilde ayrı bir tavır sergiler, değişen insanlara, ortam ve şartlara göre onlar da değişirler. Kişilikleri zayıf olduğundan hep başka insanların etkisi altına girer, kendi inandıkları değerlerden taviz verirler.

Bu kişilerin arasında din ahlakını yaşamaya eğilimli fakat imanı zayıf kişiler de bulunabilir. Bu kişiler normal zamanlarda 5 vakit namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirirken tatile gittikleri yazlık bir mekanda o ortamın şartlarına uyum sağlar, bu ibadetlerini erteleyerek yerine getirmezler. Giyim kuşamları, hareket tarzları, eğlence şekilleri birden din ahlakından uzak yaşayan insanlarla büyük bir benzerlik ve uyum gösterir. Din ahlakını yaşamayan insanların kalabalık şekilde birarada olması, imanı tam olarak kalplerine yerleştirmemiş olan bu insanların ortama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Böyle bir ortamda gezerken, alışveriş yaparken ve eğlenirken söz konusu insanlar Allah'ın sonsuz kudretini unutmuşlardır.

Akşam yemeğini nerede yiyecekleri, ne giyecekleri gibi o ortama dair düşündükleri ayrıntılar tüm düşüncelerini kaplamıştır. Burada vurgulanmak istenen yanlışlığın elbette ki insanların tatil yerlerine gitmeleri, eğlenmeleri olmadığı açıktır. Yanlış olan bu insanların bulundukları farklı ortamlarda çoğunluğa uyarak basitleşmeleri ve Kuran ahlakından uzaklaşarak gafil bir ruh haline girmeleridir. Oysa kalabalığa uymanın yanlışlığı Allah'ın Kuran'da "Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar..." (Enam Suresi, 116) ayetiyle açıkça bildirdiği bir gerçektir. Kalabalığa uyma psikolojisi, basit karaktere sahip insanlarda yoğundur. Müslümanların ise nerede olurlarsa olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar kalplerinde ve konuşmalarında Allah vardır. Hayatlarının yegane amacı Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak olduğundan, içinde bulundukları her an bu asil amaç doğrultusunda hareket ederler. Gerektiğinde seyahat eder, tatile gider, eğlenirler fakat tüm bunları yaparken Allah'ın "...Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) ayetinde bildirdiği teslimiyet içindedirler.

Bulundukları kalabalık ortamda din ahlakına uygun hareket eden tek kişi de olsalar bu onlarda asla bir gevşeklik meydana getirmez. Tam tersine daha da dikkatli davranır ve Allah'ın hoşnut olmayacağını düşündükleri hal ve tavırlardan titizlikle sakınırlar. "(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." (Nur Suresi, 37) ayetinde bildirildiği gibi hiçbir şart ve ortam onları din ahlakını yaşamaktan, Allah'ı ve ahireti düşünmekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'.

Bulundukları şartlara hemen uyum sağlayan basit karaktere sahip insanlar Peygamberimiz (sav) döneminde de yaşamışlardır. Allah'ın, "Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi, 11) ayetinde tavır bozukluklarını bildirdiği kişiler buna bir örnektir. Bu kişiler Allah'ın sevdiği ve seçtiği mübarek Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunma şerefine ulaşmış, fakat bu büyük lütfun farkına varamamış, derin düşünemeyen, basit insanlardır.

Ticaret ya da eğlence için Allah'ın seçkin kullarından, üstün ahlak sahibi Peygamber Efendimiz (sav)'in yanından hemen ayrılmış, onu ayakta bırakmışlardır. Ruhlarında basitliği yaşadıkları için yaptıklarının anormalliğini önemsemezler, basitliklerinden dolayı bunları yapmakta bir sakınca görmezler. Çünkü basit insanlar, büyük insanları ve yüce değerleri gereği gibi takdir edemezler. Nitekim söz konusu kişiler ne din ahlakını ve onun inceliklerini kavramış, ne de Peygamberimiz (sav) gibi derin iman sahibi, Allah'a gönülden bağlı, Rabbimiz'in şereflendirdiği, nurlu bir insanın değerini anlamışlardır. Sıradan bir çıkar konusu gördüklerinde hemen ona yönelmiş ve Hz. Muhammed (sav)'in yanından ayrılmışlardır.

Basit karakterli insanlar farklı ortamların yanı sıra olaylardan da fazlasıyla etkilenirler. Bu yüzden çoğu, dengeli bir ruh haline sahip değildir. Olumlu gördükleri olaylar bu kişileri hep ayakta tutarken bunun aksi bir durumda, örneğin hastalık, maddi bir kayıp, telefonda alınan bir haber, karşılıklı konuşurken sarf edilen bir söz bu insanların hemen morallerinin bozulmasına yol açar. Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğu gerçeğini göz ardı ettikleri ve tevekkülsüz oldukları için hızla çökerler. Allah "Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar." (Mearic Suresi, 19-20) ayetleriyle insanların nefsindeki bu eğilime dikkat çeker. Bu kişiler diğer zamanlarda ağır, asil görünseler de bu tür beklenmedik olaylarla gerçek yüzleri ortaya çıkar. Örneğin daha öncesinde çevresine son derece sakin ve itidalli bir imaj veren bir kişi, çıkarı ile çatışan bir durumda hemen aksileşir. Kimi olaylar karşısında kendisini öfkeye kaptırır, kimi zaman kontrolünü kaybeder, ağlar. Allah'ı ve kaderi sıklıkla unuttuğundan -ya da göz ardı ettiğinden- melankoliye son derece açıktır.

İş hayatında uğradığı bir başarısızlıktan kaybedilmiş bir eşyaya kadar her konu bu insanları hüzünlendirmeye yetebilir. Oysa insanın, karşısına nasıl bir olay çıkarsa çıksın, örneğin hastalandığında ya da yaralandığında bunların da kaderinde Allah'ın izni ve dilemesi ile yaratıldığını unutmaması gerekir. Bir kişinin hastalıkta rol alanın bir virüs, kazaya sebep olanın da kötü bir sürücü olduğunu düşünerek Allah'ı unutması ve beklenmedik tepkiler vermesi, tevekkülsüz tavırlar sergilemesi bu kişinin imanındaki zayıflığın bir delili olur. Elbette Allah imtihanın bir gereği olarak insanlar için çeşitli sebepler yaratmıştır ancak bunların tamamı Allah'ın kontrolü altındadır. Bu kişi hastalanmıştır veya yaralanmıştır; çünkü kaderinde o hastalığın meydana gelmesi vardır. Benzer şekilde sürücünün de kaderinde bu kazayı yapmak vardır. Bu, Allah'ın takdiridir. Kişinin bu gerçeği göz ardı ederek hoşnutsuz bir yüz ifadesi ve üslup içinde olması onun şirk içinde olduğunun bir göstergesi olur. Musibet gibi görünen olaylarda ve hastalıklarda hayır ve hikmet olmadığını düşünmek, hastalıkları, Allah'ın yarattığını değil de direkt olarak mikrop ve virüsler sebebiyle olduğunu zannetmek, Allah'ın bu mikrop ve virüsleri birer vesile olarak yarattığını unutmak büyük bir suçtur. Böyle bir düşünce şeklinin doğurduğu tavırlar da son derece basit ve dinin insanlara kazandırdığı yüksek ahlak kalitesinden uzak olacaktır.

Allah Kuran'da "İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır." (Hac Suresi, 11) ayeti ile iman edenleri de böyle basit ve yüzeysel bir düşünce yapısına karşı uyarmış, bunun ahiretlerini tehlikeye sokabileceğini hatırlatmıştır. Çünkü imanı henüz tam kalbine yerleştirememiş bazı insanlarda böyle bir eğilim söz konusu olabilmektedir. Bu kişiler de ortam ve şartlar istedikleri gibi olduğunda ve nimet bolluğu içindeyken din ahlakını yaşamaya titizlik gösterir, yükümlü oldukları ibadetleri şevkle yerine getirirler. Fakat şartlar değiştiğinde, nimetler Allah'tan bir imtihan olarak eksildiğinde bu kişilerin tavrı da değişmeye başlar. Eski şevkleri yerini ağırlığa ve durgunluğa bırakır. Hatta kimileri, Allah'ın "Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der." (Fecr Suresi, 15-16) ayetlerinde bildirdiği gibi sapkın bir düşünce içine girerler. Oysa bu çok büyük bir basitliktir. Şartlar iyiyken iyi olup, değiştiğinde birden ters ve nankör bir üslup içine girmek sakınılması gereken bir davranış biçimidir. Benzer şekilde bir zorluk karşısında Allah'ı unutarak yakınmak, söylenmek, bunalımlı tavırlar sergilemek de yine aynı basit düşünce yapısının yansımalarıdır. Müslümanlar her türlü olay karşısında Allah'a tevekkül ederler. Sabırlı, itidalli, akıllı, dirayetli, çözümcü, makul, dengeli, affedici, şefkatli, sevgi dolu, güzel ahlaklı olmanın ayrı derin bir imani zevki vardır. Bir mümin bu güzel özellikleri kendinde gördüğünde büyük bir haz alır, başka müminlerin kendinden aldığı imani zevki hissettiğinde bunlardan da ayrı bir zevk alır.

Dostluk ve Arkadaşlık Anlayışı



Dostluk ve arkadaşlık karşılıklı yaşanan samimiyete dayanır. Ne var ki basit bir insan samimiyeti ve rahatlığı, aklını kullanmaya gerek duymadan hareket edebilmek olarak algılar. Gülüşleri, konuşmaları, mimik ve tavırları zaten sığ bir aklı yansıtan bu kişi, samimiyet adı altında daha da basit tavırlar sergiler. Diğer insanların yanında yapmaktan çekindiği basitlikleri samimi gördüğü arkadaşının yanında rahatlıkla yapar. Örneğin arkadaşına çok gizli ya da mahrem konularını anlatır. Ya da dile getirilmesinde hiçbir fayda olmayacak hastalık veya fiziksel acizliklerini anlatır. Kolay çözümlere yönelmek yerine uzun uzun rahatsızlıklarını tarif eder. Acıktığını, susadığını, uykusunun geldiğini, sıcaktan bunaldığını sürekli olarak dile getirir. Bütün gece başının nasıl ağrıdığını, ne kadar ilaç içtiğini ama nasıl fayda etmediğini, uykusuzluğun kendisini nasıl yorduğunu, açık olan pencereden nasıl üşüdüğünü ve buna benzer sayısız gereksiz detayı anlatır. Tüm bunları rahatlık adına yapar; oysa bu, rahatlık değil basitliktir.

Bu insanların zannettiğinin aksine, akıl ve irade kullanmamak insana rahatlık vermez. Basitlik kültürü içinde yaşayan insanlar hiçbir şey düşünmeden hareket ettiklerinde hem kendilerinin rahat edeceklerini hem de etrafa samimi insan imajı vereceklerini zannederler. Halbuki gerçek tam tersidir. İnsan aklını ve vicdanını kullandığı sürece hem kendisi gerçek anlamda rahat eder, hem de karşısındakini rahat ettirir. Bunun dışında tüm konuşma ve hareketler son derece basit ve itici olur. Bir insan ne kadar akılcı hareket eder, ne kadar ince düşünürse dostluğu ve arkadaşlığı da o kadar güzel ve değerli olur.

Peygamberler ve Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar bu konuda insanlar için en güzel örnektirler. Onlar hayatlarının her anında Allah'ın hoşnutluğunu hedefledikleri için her konuşma ve tavırları bu amaca uygundur. Örneğin söz konusu olan bir hastalık olduğunda hemen gerekli tıbbi çözümlere yönelir, gerekirse doktora gider, araştırma yaparlar. Ancak en önemlisi bunların tümünün yalnızca Allah'ın izniyle fayda vereceğini unutmadan, kendilerini iyileştirmesi için Allah'a dua ederler. Ne arkadaşları ne akrabaları ne de herhangi bir kimseyle böyle bir konu üzerinde gereksiz konuşmalar yapmaya, acizliklerini sürekli dile getirmeye girişmezler. Kuran'da Hz. Eyüb (as)’ın yaşadığı ağır hastalık karşısında yalnızca Allah'a yönelerek gösterdiği asil tavır Müslümanlara örnek olarak bildirilmiştir:


Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ... (Enbiya Suresi, 83-84)


Müslümanların bu ve benzeri tavırlarının temelinde herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilmenin ve her hayrı O'ndan beklemenin getirdiği asil bir düşünce vardır.

Basit bir dostluk anlayışında yaygın deyimiyle "dertleşmek" önemli bir yer tutar. Bu anlayışa göre arkadaş olmanın gereklerinden birisi de kişinin istediği zaman dertleşebileceği birinin olmasıdır. Kapı girişlerinde, mutfak aralarında, büro köşelerinde ses kısarak, fısıldaşarak yapılan arkadaş sohbetleri tamamen basitliğe dayalıdır.

Bunda gerçek bir Müslümanın dostluğundan ziyade, genellikle kişinin basit dünyasını ve küçük konularını anlatabileceği bir sırdaş arama psikolojisi vardır. Karşı taraf ise bu kişiye bir fayda sağlamaktan çok, onun basit dünyasının problemlerini dinleyerek aynı ruh halini paylaşmaktan zevk alır. Allah Kuran'da din ahlakını yaşamayan insanların bu basitliklerine işaret etmiş ve "Onların 'gizlice söyleşmelerinin' çoğunda hayır yok. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka..." (Nisa Suresi, 114) şeklinde buyurmuştur.

Görüldüğü gibi Allah ayetinde bu insanların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hayır olmadığını bildirmiştir. Basitlik kültürüne ait bir arkadaşlık anlayışına sahip kişiler yalnız kaldıkları hemen her fırsatta dedikodu yapar, pek çok konuda birbirlerini kötü ahlaka teşvik ederler. Küçük bir dünyaları olduğu için dedikodu yapmaktan ortak bir zevk alırlar. Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah Kuran'da, "...Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının..." (Hucurat Suresi, 12) buyurmakta ve dedikodunun "tiksindirici" bir tavır olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu tür arkadaşlıklarda her iki taraf da aynı sığ düşünce yapısına sahip olduklarından basitliğin kültürü karşılıklı olarak yaşanır. Ortak kültüre sahip bu kişiler birbirlerini kalabalık bir ortam içinde de olsa tanır ve seçerler. Hayat şekilleri aynı olduğundan beraber vakit geçirirken başkalarının yanında olmadıkları kadar rahattırlar. Fakat bu rahatlık samimiyetin, sevgi, saygı ve güvenin getirmiş olduğu bir rahatlık değil, basitliği hiç çekinmeden yaşayabilmenin ve aynı dilden anlamanın getirmiş olduğu serbestliktir. Aynı kişiler kendilerinden daha üst bir ahlak seviyesine sahip insanların yanında bu kirli kültürü yaşayamayacaklarının farkındadırlar. Bu yüzden de yakın arkadaşlarını hep kendileri ile aynı ahlaka sahip kişilerden seçerler.

Yüksek ahlaklı kişilerin yanında ise rahat davranamaz ve kasılırlar. Alıştıkları kirli kültürü yaşayamamaktan, basit tavırlar gösterememekten dolayı zihinsel ve fiziksel bir "kasılma" yaşarlar. Tutuk ve yapmacık konuşmalar yapar, kendilerini olduklarından farklı göstermeye çalıştıkları için son derece itici bir görünüm sergilerler.

Basit insanların arkadaşlıklarında fedakarlık yerine bencillik, tevazu yerine gurur ve kibir vardır. Böyle bir insan sevgiyi, dostane tavırları, hoşgörü ve fedakarlığı hep karşı taraftan bekler; kendisi bunların hiçbirine yanaşmaz. Zihninde karşı tarafa iyilik yapma, güzellik sunma düşüncesi yoktur, ama tek taraflı almaya yönelik pek çok beklenti vardır. Örneğin kendisine çok toleranslı davranılmasını ister, kendisi ise en sıradan konularda bile tahammülsüzlük gösterir. Çok sevilmek ister ama ne sevilecek bir karakter sergiler ne de kendisi karşısındaki insanlara gerçek anlamda sevgi besler. Dahası karşı taraf tek taraflı olarak bu kişiye sevgi ve saygı duysa, iyilik yapsa bunu da basit karaktere sahip olduğu için kaldıramaz. Her fırsatta bunu suistimal eder, kullanmaya çalışır. Çünkü sahip olduğu birtakım özelliklerden dolayı bu sevgi ve iyiliğin kendisine yöneltildiğini, bunu hakettiğini düşünür. Bundan dolayı da kibirlenir, şımarır. Aslında hak etmediği ve belki de o güne kadar hiç kimseden görmediği saygıyı görmesi ve kendisine değer verilmesi ona fazla gelir. Böyle bir kişide vefa duygusu da gelişmemiştir. Kendisine söylenen ve nefsinin hoşuna gitmeyen tek bir söz örneğin verilen bir öğüt bir anda tavrının tersleşmesine, saldırgan bir üslup kullanmasına neden olabilir.

Birbirlerine gerçek anlamda değer vermeyen bu kişilerin arkadaşlıkları sevgiye ve saygıya dayalı olmadığından uzun ömürlü de olmaz. Küsme, bozulma, alınma gibi karşı tarafı protesto etmeye yönelik tavırlar sıklıkla yaşanır. Her ne kadar bu tavırlar cahiliye toplumunda yaşayan bazı insanlar tarafından son derece normal karşılansa da aslında bunların her biri Kuran ahlakında yeri olmayan, batıl basitlik dininde ortaya çıkan tavır ve yöntemlerdir. Müslümanların dostluk anlayışı içinde, cahiliyenin ilkel denilebilecek bu tür yöntemlerine yer yoktur. İman edenler her türlü konuyu hoşgörü ve anlayış çerçevesinde karşılıklı konuşup anlaşarak ve Kuran ayetleriyle değerlendirerek çözerler.

Bazı insanlarda görülen ve kimi zaman aylarca, yıllarca süren küskünlük ve sitem, basit düşünce yapılarından kaynaklanmaktadır. Bu kişiler Allah'tan gereği gibi korkmadıkları için çok küçük konularla uğraşır, bunları birer felaketmiş gibi değerlendirirler. Böyle bir kişi örneğin arkadaşı kendisine haber vermeden başka arkadaşlarıyla buluştuğu ve kendisini çağırmadığı için hemen küsebilmekte ve arkadaşlık bağını kolayca koparabilmektedir. Kurmuş olduğu küçük dünyanın küçük ve hiçbir önemi olmayan konularına tüm dikkatini odaklarken ölüm de kendisine büyük bir hızla yaklaşmaktadır. Ahireti için hazırlığı olmayan bu kişi basitlikleri yaşarken bir gün öleceğini, mezara konulacağını, ahirette sorgulanacağını tamamiyle unutmuştur.

Müslümanlar ise Allah'ı seven, O'nun rızasını, rahmetini, cennetini kazanmaya çalışan, ortak değer ve hedeflere sahip insanlardır. Allah'a iman ve itaat içinde olmaları, Kuran ahlakını yaşamaları onlar arasında sağlam ve köklü bir sevginin oluşmasına neden olur. Birbirlerine duydukları bu sevgi ve saygının doğal bir devamı olarak aralarında güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu dostlukta iki taraf da alabildiğine rahat eder. Kuran ahlakına göre hareket ettikleri için tüm tavır ve konuşmalar son derece doğal ve güzeldir. Aralarındaki dostluk ve arkadaşlık İslam ahlakının sıcaklığını yansıtır. Birbirlerine karşı hep fedakar bir yaklaşım içinde olurlar.

Böyle bir kişi, Allah'ın "... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler..." (Haşr Suresi, 9) ayetinde bildirdiği gibi daima arkadaşının nefsini kendi nefsinden daha öncelikli tutar. Allah'ın "...mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger." (Hicr Suresi, 88) ayetinde bildirdiği gibi son derece şefkatli ve yumuşak başlı bir tavır içinde olur. Yine karşısındaki Müslümanı sevdiği, ona, imanından ve ahlakından dolayı değer verdiği için ince düşünceli davranır, arkadaşının hoşuna gitmeyecek ve ona rahatsızlık verecek her davranıştan sakınır. Nitekim Müslümanların aralarındaki bu bağ arkadaşlıktan öte olduğu için Allah Kuran'da "Mü'minler ancak kardeştirler..." (Hucurat Suresi, 10) buyurmuştur. Bir başka ayetinde ise Allah, müminlerin arasında yaşanan bu dostluğun ve kardeşliğin Allah'ın nimeti sayesinde olduğunu hatırlatır:


... Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız... (Al-i İmran Suresi, 103)


Müslümanların arasındaki bu güçlü bağ ancak imanlarına karşılık Allah'ın kendilerine yaşattığı bir nimettir. Yoksa böyle bir dostluk ve yakınlığın din ahlakından uzak yaşadıkları sürece insanlar tarafından çabayla elde edilmesi mümkün değildir. Allah bu gerçeği "Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı..." (Enfal Suresi, 63) ayetiyle insanlara haber verir.

Güzellik ve Estetikten Zevk Alamama



Allah'ın varlığına iman etmiş, ahiret inancı olan bir insan etrafında gördüğü herşeyin varlık nedeninin Allah olduğunu bilir. Bu bilgiyle etrafına bakan bir insan ise, Allah'ın insanlar için yaratmakta olduğu sayısız güzelliği her an fark edebilme özelliğine sahiptir. Allah'ın yarattıklarındaki güzellikten ve sanattan derin olarak zevk alır. Bu nedenle gerçek bir Müslüman etrafında hep güzellik ve estetik arar. Ruhunda hep daha güzele, daha temize, daha estetik olana yönelme şeklinde bir eğilim vardır. Bu konularda yeniliklerden, değişikliklerden hoşlanır. Yaşadığı ya da girdiği bir ortamda yapılan yenilikleri, değişiklikleri hemen fark eder. Aynı şekilde gözüne çarpan bir asimetriyi, düzensizliği, temizlik anlayışına uymayan bir uygulamayı hemen görür. Bunu hemen düzeltme, güzelleştirme arzusu duyar. Bu, samimiyetine karşılık Allah'ın onun ruhuna verdiği önemli bir duyarlılıktır. Allah dünyada böyle bir anlayışa sahip olarak yaşayan Müslümanlara "Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe Suresi, 21) ayetinde buyurduğu gibi ahirette de içinde sonsuz güzellik ve sanatın yer aldığı cennet hayatını vadeder.

Ancak etrafındaki nimetleri cahiliye kültürü içinde değerlendiren biri bunların taşıdığı güzellikleri gerektiği şekilde göremez. Örneğin böyle bir kişiye üstünde el emeği taşıyan, ince ustalık ürünü bir eser gösterilse bunun kıymetini anlamaz. Eseri oluşturan kişinin yeteneği, bu eseri meydana getirmek için harcadığı emek, gösterdiği titizlik, dikkat ve kullandığı sanat gibi inceliklere dikkatini veremez. Bu kişi ruhunda, güzellikten zevk alma, güzelliği ve emeği takdir edebilme, incelikleri fark edebilme gibi düşünme ve dikkatli gözlem gerektiren değerlendirmelerden uzak bir hal içindedir.

Basitlik kültürünün anlayışına yaptığı etki yüzünden baktığı şeylerin taşıdıkları güzel özellikleri fark edemeyecek bir hale gelmiştir. Oysa bu durum insanın ruhunu köreltecek tehlikeli bir hastalık gibidir. Güzellikleri fark edemeyen bir insan, bu kültürün yozlaştırıcı etkisiyle Allah'ın nimet olarak verdiği çok önemli bir özelliğine kendi eliyle zarar vermiş olur. Sonucunda da hayatını Allah'ın "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz..." (Ahkaf Suresi, 20) ayetinde belirttiği türde bir insan haline gelir. Oysa insan ruhu, maddi, manevi her türlü güzellikten zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Güzellikleri görmeye ve takdir etmeye açıktır. Ancak kendini basitliğe alıştıran, karakterinde daha güzele, daha iyiye yönelen bir anlayışı geliştirmeksizin dünya hayatını yaşayan biri ruhunu köreltir. Göz önünde olan güzellikleri, Allah'ın yaratışındaki muhteşem sanatı, uyumu ve simetriyi fark etmekten yoksun hale gelir. Sadece kendini hayatta tutacak; gerçekte ise bir insanın hayatının amacı olması açısından son derece aşağılayıcı olan hedeflere yönelir. Örneğin önünde çok güzel hazırlanmış bir sofra kurulmuş olsa, o bu düzenin sağlanması için harcanan emeği, gösterilen ince düşünceyi, estetik anlayışı pek değerlendiremez. Kendisine gösterilen ihtimamın gerçekte Allah'ın bir ikramı, güzel bir lütfu olduğunu aklına dahi getirmez. Böyle bir ortamda o, yemek için kolayca basitlik yapabilir. Diğer yandan bu anlayışa sahip olan kişilerden bazıları hem kendi vücutlarında hem de çevrelerinde temizliğe gereken önemi vermezler. Allah'ın "...O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar." (Yunus Suresi, 100) ayetinde bildirdiği gibi akıllarını kullanmadıkları için pislik içinde yaşarlar. Örneğin temiz giyinmekten, temiz bir ortamda yaşamaktan gerçek anlamda zevk almazlar. Sadece insanların kendilerini görebilecekleri yerlerde kimi zaman bunlara önem veriyormuş gibi görünerek öyle tanınmak isterler. Bunun dışında temizliğe titizlik göstermez, ayrıntıları ise hiç akledemezler. Tüm bunlar gafil bir yaşam içinde olduklarının ipuçlarını oluşturur ve ruhlarında iman edenlere has yüksek şahsiyetin var olmadığını gösterir.

Basitliğin oluşturduğu ortak kültür içinde yaşayan insanlar birarada iken de estetiğe, gözün zevk aldığı düzene ve daha önemlisi güzel ahlaka önem vermeksizin yaşarlar. Estetiğe, güzelliğe önem vermedikleri, bunlara yönelik bir özen içinde olmadıkları da kolayca anlaşılır. Oysa kişiliği Kuran ahlakına göre gelişmiş, Allah'ın her yaptığından haberi olduğunu bilen biri, Allah'ın huzurunda her an en güzel haliyle olmak ister. Çünkü Allah insanı "Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin Suresi, 4) ayetinde belirtildiği gibi diğer varlıklar arasında en güzel olacak şekilde yaratmıştır. Bu nedenle insanın da yaşamı boyunca yaptığı her hareketinde Allah'ın kendisine verdiği bu nimeti iyi vurgulayacak, insani yönlerini zayıflatmayacak davranışlar içinde olması gerekir. Ayrıca diğer canlılar arasında kendisini üstün kılan bu yaratılış özelliğine uygun davranmayan ve güzel bir kişilik göstermeyen kişilerin diğer varlıkların daha aşağısında bir konum içine sokulabileceğini Rabbimiz Kuran'da haber vermiştir.

Allah'ın "Sonra aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka…" (Tin Suresi, 5-6) ayetlerinde görüldüğü gibi böyle aşağılayıcı bir konum içinde olmayacağı haber verilen insanlar, ancak Allah'a iman eden ve ardından da imanını yaptığı salih davranışlarıyla gösterenlerdir. Bu kişilerin Allah'ın yaratışındaki sanatı, estetiği ve muhteşem güzelliği görüp takdir edebilen, ruhu bunlardan zevk alan, gördükleri üzerinde düşünüp derinlik kazanan insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Allah Kuran'da Müslümanların ahlaki üstünlüklerini şöyle bildirir:


Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)


Görüldüğü gibi yüzeysel bir kültür içinde yaşayan biri açısından mümkün olmayan bu derinlik, Allah'a samimi bir iman ile bağlanmış bir Müslüman için ayakta olduğu, oturduğu ya da uzanıp yattığı bir sırada bile vardır. Müslüman ahlakındaki bir kişi her an her yerde Allah'ı düşünecek, gördüğü herşeyde Yaratıcımız olan Allah'ın büyüklüğünü ve korkusunu hissedebilecek bir düşünce yapısına sahiptir. Bu derinlik, iman eden bir insanı gördüğü herşeyi iyi değerlendirebilen, tümünün Allah'ın bir yaratması olduğunu bilerek taşıdıkları güzellikleri ve incelikleri ortaya çıkarabilen bir ruh halinde tutar.

Yaptığı İyi ve Olumlu Şeyleri Dile Getirme



Basit karaktere sahip insanlar yaptıkları iyi işleri, gösterdikleri olumlu tavırları herkesin bilmesini isterler. Bu yüzden de bunları olabildiğince insanların görebilecekleri şekilde ortada yaparlar. Örneğin bir yoksula para yardımında bulunurken bunu açıktan açığa etraftakilerin görebilecekleri şekilde verirler. Sonrasında da yine yaptıkları bu yardımın, ya üstü kapalı şekilde vurgulayarak anlaşılmasını sağlar ya da bunu açık bir dille anlatırlar. Veya bu tarz insanlardan sık sık "O hediyeyi ben verdim, üzerindekini ben aldım, orayı ben temizledim, o dosyayı ben hazırladım, fikri ona ben verdim, ben hatırlatmasam unuturdu, arabamla evine bıraktım, hastayken ona ben baktım..." şeklinde cümleler duymak mümkün olur. İşte bir insanı bunları yapmaya iten sebep basitliktir. Çünkü basit karakterdeki insanlar bu tip şeylerle kendilerini sözde yüceltmeye, övmeye ve böylelikle insanların yanında bir değer kazanmaya çalışırlar. Şayet kalplerinde ve düşüncelerinde Allah'ın zikri olsa kuşkusuz insanların takdirine, övgüsüne tenezzül etmezler. Fakat Allah'ın rızasını göz ardı ettikleri ve ahiret karşılığını uzak gördükleri için o an orada bulunan insanların takdiri ve teşekkürü bu insanlara daha yakın bir yarar olarak görünür.

Öte yandan bu kişiler yaptıkları herhangi maddi veya manevi yardımı kişinin kendisine karşı da dile getirebilirler. Din ahlakını ve bu ahlakın inceliklerini kavrayamadıkları için bunun çok büyük bir basitlik olduğunu göremezler. Oysa Allah Kuran'da "Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler..." (Bakara Suresi, 264) buyurarak iman eden kullarını böyle bir ahlak ve tavır bozukluğundan sakındırmıştır. Karşı tarafa minnet ederek eziyet ettikleri takdirde kendi elleriyle sadakalarını geçersiz kılabileceklerini hatırlatmıştır. Bir başka ayetinde ise Allah "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmuştur.

Din ahlakını yaşayan Müslümanlar gösterdikleri tüm güzel tavırları, yaptıkları iyilikleri, işledikleri hayırları yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaparlar. Onlar katıksızca ahiret yurduna yöneldikleri için insanlardan maddi veya manevi hiçbir karşılık beklemezler. Bu anlamda insanların takdirini ya da teşekkürünü de önemsemezler. Kişilerin övgüsünü kazanmaya yönelik hiç girişimleri olmadığından tavırları son derece ihlaslı ve vakarlıdır. Yaptıkları hayır ve iyiliklerin bilinmesi için asla insanlara karşı bir çaba içinde olmaz, bunları dile getirmezler. Karşı tarafı minnet altında bırakmaz, teşekkür, övgü ya da iltifat beklemezler. Allah'ın "...Benim ücretim, beni Yaratandan başkasına ait değildir..." (Hud Suresi, 51) ayetinde bildirdiği gibi karşılığı yalnızca Allah'tan beklerler.

Allah'ın "Sadakaları açıkta verirseniz ne iyi; fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Bakara Suresi, 271) ayetinde işaret ettiği gibi olabildiğince gizli hayır işlemeyi tercih ederler. Bir başka ayette ise Allah Müslümanların bu asil amacına "... Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz..." (Bakara Suresi, 272) hükmüyle dikkat çeker.

Basit İnsanlar Kolay Öfkelenir



Öfke ve gerginlik genellikle menfaat çatışmalarında ortaya çıkar. Basit karaktere sahip insanların birçoğu çıkarlarına zarar geleceğini düşündükleri durumlarda asabileşir ve birdenbire her zamanki karakterlerinin dışına çıkarak bambaşka bir görünüme bürünürler. Öfke; sakin, umursuz, şakacı veya ağırbaşlı bilinen bir insanı birdenbire tanınmayacak hale getirerek son derece katı ve acımasız yapabilir. Ancak bunu yapabilmesi için, o insanın iradesinin ve vicdanının zayıf, Allah'ı unutmuş ve nefsine karşı zaafa düşmüş basit bir insan olması gerekir.

Bu kişilerin öfkelerini belli etmek için kullandıkları yüzlerce farklı yöntemleri vardır. Soru soran bir kişiye bir müddet sustuktan sonra cevap vermek, imalı konuşmalar yapmak, sürekli şikayet ederek aksilik çıkarmak, gülünecek ortamlarda gülmemek, surat asmak, konuşmalara katılmamak, hızlıca kapı çarpmak, bir eşyayı yere vurmak gibi yöntemler bunlardan sadece bazılarıdır. Bu öfkeli tavırların ve imaların hepsi de basitlikten kaynaklanır ve hiçbirinin din ahlakında yeri yoktur. Çünkü insanın başına gelen her olay Allah'ın kontrolünde gerçekleşir. Hayatımızın her dakikası ve her saniyesi Allah'ın hükmü iledir. Bu nedenle insanın kendisini kaybedip, öfkeye kaptıracağı bir durum yoktur. Kırılan değerli bir antika, kaybolan bir çanta, yanlışlıkla çöpe atılan önemli bir evrak, yapılan bir kaza, ağızdan çıkan yanlış ya da kırıcı bir söz gibi insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği ve aksilik gibi düşündüğü tüm olaylar aslında Allah'ın yaratmış olduğu kaderin bir parçasıdır. Sonsuz akıl sahibi olan Rabbimiz bunların tümünü iman eden samimi kulları için hayır olarak yaratmıştır.

Yürürken ayağı burkulan, önemli gördüğü bir randevuya yetişemeyen, işinden çıkarılan, hakkında hiç aslı olmayan bir dedikodu yayılan, yıllarca gece gündüz çalıştığı halde üniversite sınavını kazanamayan insanların, bu olaylara öfkelenmek yerine önce şunu düşünmesi gerekir. Bu olayların hiçbiri tesadüf eseri gerçekleşmemiştir. Samimi bir Müslüman için bunların tümü hayra vesile olacak olaylardır ve hepsi bir hikmet üzere yaratılmıştır. Basit karakterli insanlar ise sık sık kaderi unuttukları için, çıkarlarına aykırı gibi görünen bir olayın da Allah'ın kontrolünde olduğunu o an düşünemezler ve hemen öfkeye kapılırlar. Ancak müminler, herhangi bir olumsuzluk karşısında buna sebep olan insana karşı öfke duyacak olsalar bile öfkelerini yenerler. Allah'a güvenir ve bu olayın hayrını görmeyi dilerler. Karşılarındaki kişiyi Allah'ın yönlendirdiğini unutmazlar. Bilirler ki öfkesine yenilmek, gerginliğe düşmek, kırıcı konuşmalar yapmak, asabi tavırlar sergilemek sığ düşünce yapısına sahip basit insanlara ait tavırlardır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmuştur:


Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)


Tamahkarlık Basit İnsanlara Özgüdür



Basit karaktere sahip olan insanlar dünyevi değerleri hırs edindikleri için din ahlakından uzaklaşırlar. Çünkü kişiyi basitlik yapmaya sevk eden kibir, kıskançlık, hırs, acelecilik, tahammülsüzlük, öfke gibi birçok nedenin temelinde nefsin istek ve tutkularına uyma vardır. Tıpkı bunlar gibi tamahkarlığın da temelinde nefsin istek ve tutkularına uyma vardır. Nefis insanın içine yerleşmiş bir düşman gibidir. Allah bir ayette nefsin bu özelliğini Hz. Yusuf (as)'ın "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53) ifadesi ile bildirir. Nefsin bu özelliğine karşılık insanın aklını ve vicdanını kullanması gerekir. Çünkü insanın yüce değerleri bir kenara bırakıp nefsin basit isteklerine boyun eğerek, dünya menfaatlerine yönelmesi büyük bir aldanıştır. Allah Kuran'da nefislerine uyarak ayetlerinden uzaklaşan insanlar için "Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu..." (Araf Suresi, 176) buyurarak, bu insanların basitliğe eğilim gösterdiklerini bildirir. Yine bir başka ayetinde Allah, "... Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır..." (Araf Suresi, 168) buyurarak din ahlakının yaşanması dışında kalan davranış modelini "aşağılık" olarak nitelendirmiştir. Vicdanlarını kullandıkları takdirde yücelip, saygın ve şerefli bir hayat yaşayacakken söz konusu insanlar bu tip kötü tavırlara eğilim gösterirler. İşte tamahkar olmak da bu basit ve aşağı ahlakı yansıtan tavırlardan biridir.

Tamahkarlık insanı zayıflatan, alçaltan bir düşüncedir ve büyük zarara yol açar. Bu ahlaktaki kişi, hırsı yüzünden elindeki değerli imkanları bırakarak değersiz şeylerin peşine düşer. Allah'ın rızasını, rahmetini ve sonsuz nimetlerle donatılmış cennetini istemek ve bunun için çaba göstermek varken, dünyanın çürük ve geçici yararını ister. Nefsi hırslarla dolu olduğundan ilerisini görmeyip sadece içinde bulunduğu anı gözetir. "Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar." (İnsan Suresi, 27) ayetinde buyurulduğu gibi ahireti göz ardı eder. Mal, mülk, mevki hırsı ve ihtiras gösterip menfaat peşinden koşmak, bu kişiyi basitliğe iter ve onu hep küçük düşürür. Oysaki dünya malına hırs göstererek sarılmak ve ona tamah etmek insan için bir aldanıştır. Bu duruma düşmemek için ise nefsin istek ve tutkularına uymamak gerekir.

Allah Kuran'da "... Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir..." (Enfal Suresi, 67) buyurmaktadır. Bir başka ayetinde ise Allah mala mülke duyulan hayranlığa karşılık "... Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz..." (Kasas Suresi, 80) şeklinde buyurur. Çünkü kişi hırslanınca hatalara ve kötülüklere iyice açık demektir; artık birçok gerçekler ve güzellikler ondan uzakta kalır. Kimi biraz daha fazla yiyecek, giyecek için, kimi daha fazla eğlenebilmek, daha yüksek bir hayat standardı elde edebilmek için, kimi ise daha yüksek bir mevkiye gelebilmek için inandığı değerlerden tavizler verir. Oysa bunların tamamı geçici ve önemsizdir. İnsan bir tabak yemekle doymakta, tek bir gömleği yıllarca giyebilmektedir. Evi ne kadar büyük olursa olsun içinde bulunduğu an tek bir odasında oturmakta diğer yerleri görmemektedir. İçinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun insan böyle bir basitliğe asla yanaşmamalı, haysiyetli davranmalıdır. Şayet zor şartlar söz konusu ise çalışmalı, çabalamalı ve Allah'a tevekkül etmeli ama asla büyük ya da küçük hiçbir şeye tamah etmemelidir. İstediği herşeyi yalnızca Allah'tan istemeli, yalnız O'na rağbet etmelidir. Allah bir ayetinde "Rabbiniz'den bir fazl istemenizde sizce sakınca yoktur..." (Bakara Suresi, 198) buyurmaktadır. Ayette de bildirildiği gibi bir insan Allah'tan her türlü nimeti isteyebilir. Göklerde ve yerde olan tüm canlıların rızkını veren, onları yaratan ve yaşatan Rabbimiz, iman eden kullarına böyle güzel bir nimet vermiş ve onların dualarına karşılık vereceğini müjdelemiştir. Tevbe Suresi'nin 28. ayetinde ise "...Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi Kendi fazlından zengin kılar..." buyurmaktadır.

Müslümanlar Allah'ın lütfetmesiyle soylu bir ruha sahip olduklarından Allah'ın "Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna." (Fatiha Suresi, 4-6) ayetlerinde bildirdiği şekilde her türlü nimet ve yardımı Allah'tan beklerler. İhtiyaç içinde olsalar bile bunu vakarlarından dolayı insanlara belli etmezler. Böyle güzel bir ahlakın makbuliyetine Rabbimiz şöyle dikkat çekmiştir:


(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler... (Bakara Suresi, 273)

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." (İnsan Suresi, 8-10)


Yine Allah'ın "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler..." (Haşr Suresi, 9) ayetinde bildirdiği gibi kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile yine tavırları almaya değil, vermeye yöneliktir.

Müslümanlar tamahkarlığın tam zıddı olan bu onurlu ve fedakar tavırlardan büyük bir zevk alırlar. Tamahkar insanlar ise kendilerinde olan nimetleri hırsla sahiplenir, şükretmeyi akıllarına getirmezler. Bu sebeple de bir türlü ellerindeki nimetlerden dolayı sevinç duyamazlar. Zihinlerinde hep daha da fazlasını elde etme arzusu vardır. Hatta ihtiyaçları olmasa bile yalnızca daha fazlasına sahip olma hırsı içinde yaşarlar ve çok küçük şeylere tamah edebilirler. Allah ayetlerde bu gerçeği haber verir ve bu insanların din ahlakını yaşamamakta ısrarlı olduklarına dikkat çeker:


Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal' (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha artırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır." (Müddessir Suresi, 11-16)


Kendi ellerinde olanı harcamaktan çekinen ve ellerini sımsıkı tutan bu basit karaktere sahip insanlar başkalarına karşı ise tam tersi bir tavır içindedirler. Allah Kuran'da "Eksik ölçüp tartanların vay haline, Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler." (Mutaffifin Suresi, 1-3) ayetleriyle onların tamahkarlıklarından kaynaklanan sahtekarlıklarını deşifre ederek haber verir. Oysa bu, Allah'ın razı olmadığını Kuran'da bildirdiği ve insanları sakındırdığı bir basitliktir. Rabbimiz bir ayetinde "Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir." (Taha Suresi, 131) buyurarak iman eden kullarını uyarmış ve Kendi Katından vereceği nimetlerin daha hayırlı olduğunu hatırlatmıştır.

Tamahkarlık yalnız maddi birtakım değerlerle sınırlı bir kavram değildir. Verilen bir cevapta, sarf edilen bir sözde ve bunların yanı sıra pek çok ayrıntıda bu kötü ahlak kendini gösterebilir. Basit insan kendi deyimiyle "lafın altında kalmaz"; son sözü söylemeye tamah eder. Kimi insanlar her fırsatta konuşmalarının arasına yabancı dilden kelimeler ve vurgular serpiştirerek dil bildiklerini vurgulamaya çalışırlar. Düz ve sade anlatım yerine, söylemek istedikleri kelimenin Türkçesini hatırlayamıyor gibi yaparlar. İnsanlara gösteriş yapabilmek için birkaç kelimeye tenezzül ederler. Benzer şekilde marka, araba, yazlık gibi genelde sahip olunan maddi imkanları vurgulamaya yönelik konuşmaların hemen hemen çoğunun temelinde bu basitlik vardır. Halbuki böyle geçici dünya metalarına düşkünlük göstermek insan için büyük bir utanç vesilesi olmalıdır. Bu basitliğe tenezzül eden kişi ne kadar küçük duruma düştüğünü bilmelidir. Sahip olduğu herşeyin yalnızca göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan dünya hayatına ait olduğunu, ölümle birlikte sonsuza kadar tümünün geride kalacağını unutmamalıdır.

Elde edilen çok küçük çıkarları kar bilmek de bu çirkin ahlakın bir türüdür. Bu tamahkar düşünceye sahip insanlar şaşırtıcı derecede küçük şeyleri kar olarak görürler. Örneğin basit bir insan için, arkadaşlarından önce davranarak daha iyi bir yere geçip oturmak ya da hiç para harcamadan gittiği bir şirket yemeği mutluluk vesilesi olan önemli olaylardır. Benzer şekilde insanların haklarını çiğneyerek elde edilen küçük şeyler de bu insanları beklenmedik şekilde heyecanlandırır ve mutlu eder. Katıldıkları bir davette açık büfeden faydalanabilmek ve yemek için birbirinin önüne geçmeye çalışan insanlar, daha fazla yiyeceğin olduğu tabağı bir şekilde kendisine almaya çalışan insanlar da aynı basitlikte insanlardır. Dahası bu insanların çoğu hiç ihtiyacı olmadığı halde bir tabak yemeğe tamah edebilen insanlardır. Görülüyor ki tamahkarlık kişilerin sahip oldukları imkanların genişliği ya da darlığı ile ilgili bir konu değil, tamamen din ahlakından uzak basit bir ruha sahip olmaları ile ilgili bir konudur. Çok kısıtlı imkanlara sahip olmasına rağmen hiçbir ihtiyacını kimseye bildirmeyen onurlu insanlar olduğu gibi son derece zengin ve varlıklı olmasına rağmen elini sımsıkı tutan ve akla gelebilecek en küçük şeylere bile tamah eden insanlar da çok sayıdadır. Örneğin zengin ve ünlü biri, bir sebeple küçük bir kasabaya gittiğinde hangi mütevazi dükkana girse çoğundan küçük de olsa bir hediyeyle oradan ayrılır. Muhtemelen hediyeleri veren kişiler son derece dar imkanlar içinde yaşayan insanlardır. Kasabayı gezen kişi ise bu küçük yerde yediği yemeğin parasını ödememeyi bile kar olarak gören, aslında ihtiyaç içindeki insanların imkanlarına tamah eden zengin bir kişidir.

Bu örnekte de görüldüğü gibi basit insan hediye alma gibi konularda tamahkardır. Çevresindeki insanlardan hediye alabilmek için sürekli olarak yılbaşı, doğum günü, yıldönümü gibi önemli günleri hatırlatır. Kendisine hediye almaları için arkadaşlarına şaka yollu imalarda bulunur. Sözde şaka olan bu imalar karşı tarafı bu kişiye hediye almaya zorlar. Bunun yanı sıra bir eşyayı sürekli olarak çok beğendiğini, kendisinin de böyle bir şey istediğini söyleyerek karşısındaki kişinin o eşyayı kendisine hediye etmesi beklentisi içinde olur. Bu şekilde çok küçük şeylere tamah eder ve bunları elde etmeyi kendince kar olarak görür.

Unutulmamalıdır ki basitlik ne eğitimle, ne kültür seviyesi ile, ne de zenginlik, yoksullukla doğrudan bağlantılı bir konu değildir. Esas olarak din ahlakı ile ve vicdanla ilgili bir konudur. Ancak vicdanını kullanan, Allah'ın rızasını arayan ve ahireti hedefleyen Müslümanlar mutmain ve tokgözlü insanlardır. Onlar hırs, tamah, istismar etme gibi din ahlakına ters düşen hallerden kaçınırlar. Çünkü söz konusu insanlar gibi içinde bulundukları anın geçici yararlarını değil, sonsuz ahiret hayatını gözetirler.

Peygamber Efendimiz (sav) de hadis-i şeriflerinde iman edenleri tamahkarlığa karşı uyarmış, "Sakın tamahkar olmayın! Tamah, fakirliğin ta kendisidir." [Taberânî] buyurmuşlardır. Bir başka hadis-i şeriflerinde ise; "Müminin izzeti, insanlara karşı tok gözlü olmasıdır." [Hakim] buyurarak tamahkarlıktan uzak olmasının mümini izzetli kıldığına dikkat çekmişlerdir. Bir başka hadisinde ise Hz. Muhammed (sav) dünyayı hırs edinen ile etmeyen arasındaki farkı şöyle bildirmiştir:

Kim ki arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar (yani dünyalığı elde etmek uğrunda sıkıntılar çeker, ihtirası da dinmez) ve dünya (nimet ve malın)dan kendisi için (kaderinde) yazılmış olan miktardan başka hiçbir şey ona gelmez. Kimin niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için (dağınık) işini toparlar (düzenler), zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya (nimetleri ile malı) da boyun eğerek (rahatlıkla) gider." (İbni Mace, Cilt10, Sf.374)

Bediüzzaman Said Nursi de bir tefekküründe bizlere hırsla bir şeyin üstüne düşenin ondan mahrum olabileceğini şöyle hatırlatır:

Hırs, sebeb-i mahrumiyettir (mahrumiyet sebebidir); tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir (rahmet vesilesidir). (Mektubat, sf.271)

Meraklı Olmaları



Basitliğin kirli kültürü içinde yaşayan insanlar, bilmedikleri ya da merak ettikleri konuları öğrenmek için çeşitli yöntemler kullanırlar. Kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan ya da öğrendiklerinde hiçbir işlerine yaramayacak konuları merak eder, öğrenmeye çalışırlar. Örneğin bir gece önce kendisinin davet edilmediği bir arkadaş toplantısına aralarında çekişme olan diğer bir kişinin çağrılıp çağrılmadığını öğrenmek için; aradaki üçüncü kişiye; onu bütün gece telefonla aradığını ancak bir türlü ulaşamadığını ve çok merak ettiğini ifade eder. Böylece karşı taraf bu sorunun soruluş amacını bilmeden o kişinin dün geceki toplantıda olduğunu bu nedenle ulaşamamış olmasının çok normal olduğunu söyler. Böylece sinsice hazırlanmış bu soru ile kişi fark ettirmeden hem karşı tarafa bir iyi niyet gösterisi yapmış hem de içinde yaşadığı merak ve kıskançlığı üçüncü kişiye belli etmeden beslemiş olur.

Basit bir kültür içinde yaşayan insanlar, bu şekilde kullandıkları kapalı soru usulü dışında, açık açık ve devamlı soru sorarak da içlerindeki merakı yatıştırmayı isterler. Kim ne demiş, nereye gitmiş, ne giymiş, nereden gelmiş gibi sıradan ve basit içerikli sorularla konuşmaların arasına girerek, kendileriyle ilgili olsun olmasın merak ettikleri konuları öğrenmek isterler. Ya da kendilerine bu yönde yakın buldukları kişileri aracı olarak kullanarak, merak ettikleri konuları bu kişiler vasıtasıyla öğrenmeye çalışırlar. Ardından da karşılıklı olarak bu konular üzerinde uzun ve dedikodu içerikli sohbetler yaparlar. Merakın kendilerini düşürdüğü bu küçültücü durumun ve üzerlerinde oluşan basit insan görüntüsünün nasıl olduğunu fark etmeden bu kültürü yaşarlar. Çok küçük ve gereksiz konuları araştırarak kendi içlerinde önemli bir hale getirip büyütürler. Her an kendilerine biraz daha yaklaşan ölümü, sonraki sonsuz ahiret hayatlarını düşünmek yerine bu önemsiz konular üzerinde konuşarak ve zihin yorarak vakitlerini boş yere harcarlar.

Oysa Allah'a tevekkül eden bir insan eğer bilmesi, haberdar olması gereken bir konu varsa Allah'ın mutlaka o bilgiye bir şekilde ulaşmasını, bunu çeşitli vasıtalarla öğrenmesini sağlayacağını bilir. Bu nedenle hiçbir şekilde endişeli bir meraka düşmez. En hayırlısı ne ise onun gerçekleşeceğini, Allah'ın rızasını gözettiği takdirde mutlaka Allah'ın kendisini koruyacağını, ihtiyacı olan konuları ve bilgileri kendisine aktaracağını bilir. Çünkü Müslüman Allah'ın olaylar üzerindeki mutlak hakimiyetinin varlığını aklından hiç çıkarmaz. Bir kişi ne kadar merak ederse etsin Allah'ın öğrenmesine izin vermediği bir konuyu asla öğrenemeyeceğinin de farkındadır. Ya da yukarıda bir kısmından bahsettiğimiz birtakım basit yöntemler kullanarak merakını giderse bile bu süreç içerisinde vicdanının onu rahat bırakmayacağını, karşı taraftaki insanı ya da insanları kandırmanın, onların iyi niyetlerini suistimal etmenin rahatsızlığını sürekli olarak yaşayacağını düşünür. Karşısındaki kişiye sinsice planlanmış bir soru sormaya kalksa o anda Allah'ın kendisini gördüğünü, yalan yöntemlerle ve karşısındaki kişiyi kandırarak merakını gidermeye çalıştığı her anda Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu ve bu yaptıklarını karşısına çıkaracağını bilir. Küçük ve basit bir merakı gidermenin beraberinde sürekli bir sıkıntı ve vicdan azabı getireceğini bilir ve bu vicdani sıkıntıyı hiçbir şekilde göze almaz.

Allah'tan korkar ve sakınır. Bu nedenle de hiçbir şekilde böyle basit bir arayış içine girmez. Hatta merak gidermeye yönelik olarak yapılan gereksiz ve boş konuşmaların yanında yapılmasına dahi izin vermez. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde Müslümanlara "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun" şeklinde öğüt vermiştir. (Tirmizi, Kıyamet 51; Kütüb-ü Sitte, 16. Cilt, sf.376) Bir başka hadis-i şerifte ise "Kişinin malayani (faydasız boş söz) şeyleri terki, İslam'ının güzelliğinden ileri gelir." denmiştir. (Tirmizi, Zuhd 11; Kütüb-ü Sitte, 16. Cilt, sf.377)

İşte bu güzelliği yaşayan bir Müslüman gereksiz yere merak ederek öğrenmek istediği bir konu olsa bile buna kendi içinde engel olur. Böyle bir duruma düşmeyi kendine yakıştırmaz. Unutulmamalıdır ki herkes insanları kandırarak, istediği konu ile ilgili bilgileri çeşitli kapalı yöntemler kullanarak karşı taraftan öğrenmeye çalışabilir. Ancak önemli olan, yapan kişinin bu davranışına kendi ahlak yapısı içinde bir yer bulabiliyor olmasıdır. Kendi ahlak anlayışıyla bu sinsi ve meraklı kişiliği bağdaştırabilmesidir. Çünkü sırf bir bilgiye ulaşabilmek için Allah'ın kendisini gördüğünü ve yapmakta olduklarından haberi olduğunu bilerek böyle bir girişimde bulunabiliyorsa, o zaman bu, kalbinde yaşadığı Allah korkusunun güçlü olmadığına bir işaret olabilir. Ancak elbette ki insanlar için faydalı olacak, bir ihtiyacı giderecek, kolaylık sağlayacak bilgilerin öğrenilmesinin merakla ilgisi yoktur. Bu, Allah'ın iman edenleri yönlendirdiği Müslümanca bir davranış şeklidir.

Kişinin nefsani isteklerini ve merakını yatıştırma amacını devreye sokan, haber araştırmaya ve merakı gidermeye yönelik bir soruşturma şekli Müslümanların anlayışından tamamen farklı; basitliğin verdiği, imani hassasiyetlerini belirli ölçülerde yitirmiş insanlara özgü kaba bir harekettir.

Kibarlaşma



Düşünceleri basitlikten uzak insanların tavırları da doğal ve kalitelidir. Böyle bir insan ne konuşmalarında ne de hareket ve mimiklerinde suni yöntemlere ihtiyaç duymaz. Basit insanların kullandıkları suni yöntemlerin başında ise kibarlaşmak gelir. Kibarlaşmak denilince; adaba uygun, ince düşünceli, nezaketli tavırlar anlaşılmamalıdır. Bizim burada bahsettiğimiz kibarlaşma aslında basit karaktere sahip olan bir kişinin kendisini olduğundan farklı göstererek karşı tarafa beğendirme çabasıdır. Kişi gerçek kişiliğini, basit tavırlarını ve yaşantısını, öğrenmesini istemediği kişilerin yanında örtmek, gizlemek için kibarlaşma yöntemini kullanır.

Bu kişi kendisinin basit olduğunu bilir ve bu basitliği yanında pervasızca yaşayabileceği kişiler vardır. Kendisi ile aynı alt kültürü paylaşan bu insanların yanında kibarlaşmaya gerek duymaz ve hatta son derece avami davranabilir. Fakat kendisi gibi olmayan ve basitliğini teşhis etmesinden dolayı yanında küçük düşmekten çekindiği kişilerin yanında kibarlaşmaya şiddetle ihtiyaç duyar.

Kibarlaşma çabası, insanları gereğinden fazla gözünde büyüten, kişiliği zayıf insanlarda görülür ve insanı çok cahil ve basit gösteren tavırlardan birisidir. Örneğin doğal davranan bir insan anlatmak istediği bir konuyu düz bir üslupla anlatır, istediği bir şey varsa net olarak söyler. Basit bir insan ise kibarlaşmaya çalışırken anlatacağı konuyu bir türlü anlatamaz, dolaylı yollara sapar ve sözü çok uzatır. Özellikle de karşı taraftan bir istekte bulunacağı zaman iyice ezilir ve tavırları doğallıktan uzaklaşır. Kibarlaşma basit insanın yalnız üslup ve konuşmalarında değil oturmasında, kalkmasında, yemek yeme şeklinde, eşyaları tutuşunda, her tavrında ortaya çıkar. Böyle bir kişiyi gören herkes onun 24 saat böyle yaşayamayacağını bilir. Çünkü bu çok açık görülebilen doğallıktan uzak bir hareket tarzıdır.

Kibarlaşmak aynı zamanda resmiyetten kaynaklanan bir tavır bozukluğudur. Eğer bir insan karşısındaki kişiyle sürekli olarak kibarlaşarak konuşuyorsa bu o kişiyle dost ve samimi olmadığının, onu yabancıladığının açık bir göstergesidir. Çünkü bu insanlar yakınlarının örneğin ailelerinin yanında kibarlaşmaya ihtiyaç hissetmezler. Onlara güvendikleri için yanlarında rahat eder, doğal halleri nasılsa öyle davranırlar. Buna karşılık yanında kibarlaşma ihtiyacı hissettikleri insanlar aslında yanında kasıldıkları ve gerçek kişiliklerini tanıtmaktan çekindikleri kişilerdir. Kimi insanların sandığı gibi kibarlaşan insanlar karşılarındaki insana saygı duyduklarından bunu yapmazlar, aksine samimiyetsizliklerinden yaparlar.

Bu konuda yapılması gereken, kişinin kibarlaşmayı bir yana bırakıp bu şekilde basit karakterini gizlemek yerine ondan kurtulmasıdır. Ancak bu takdirde tavırları normal ve kaliteli olacaktır. Bu ise Kuran ahlakının eksiksizce yaşanması ile mümkün olur.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü