Harun Yahya

Evrim Teorisi'nin Arka Planı



Evrim Teorisi, bugün dünyayı etkilemekte olan diğer pek çok düşünce sistemi gibi, Avrupa'da doğmuş ve oradan diğer toplumlara propaganda yoluyla ihraç edilmiştir. Bu nedenle, bu teorinin hangi amaçla ortaya atıldığını ve neden sürekli olarak gündemde tutulduğunu anlamak için, Avrupa'da yaşanan büyük değişime biraz değinmekte yarar var.

Avrupa, Ortaçağ boyunca din tarafından yönetilen toplumlardan oluşuyordu. Din, insanların en büyük yol göstericisi olarak kabul ediliyordu. İnsanlar, kendilerinin ve içinde bulundukları evrenin Allah tarafından yaratıldığına ve yine O'nun tarafından yokedileceğine, ölümün ardından da O'na hesap vereceklerine inanıyorlardı. Toplum düzeni, bu inanç üzerine, yani insanın ve evrenin "yaratılmış" olduğu gerçeğine dayanarak kurulmuştu.

Ancak Ortaçağ Avrupası, her ne kadar üstte sayılan doğruları içerse de, pek çok yanlışı da içinde barındırıyordu. Bir kere, "din" denilen şey, Allah'ın insanlara verdiği gerçek ve orijinal din (Hak Din) değildi. Dinin içine pek çok yabancı unsur karışmıştı. Dinin saflığının bozulması, taassubun doğmasına yol açmıştı. Kilise'nin tutucu ve dar görüşlü bazı yönleri vardı. Ayrıca dinin içine pek çok hurafe karışmıştı ve bu hurafeler de doğal olarak akla uygun gelmiyordu. İnsanlar, biraz da Kilise'nin baskısıyla, hurafelerle karıştığı için akılcı olmayan, insan ruhuna bazı yönlerde ters düşen bu dini biraz zorlanarak da olsa kabul ediyorlardı. Ancak bu durum böyle süremezdi. İki ihtimal vardı, birincisi, dinin, içine sokulan hurafelerden temizlenmesi ve saf İsevi (H. İsa'dan gelen) geleneğine dönülmesiydi, ki bu Avrupa'nın gerçek kurtuluşu olurdu. İkinci ihtimal ise, dinin tamamen reddedilmesiydi, ki bu Avrupa'nın felaketi anlamına gelirdi.

15. yüzyılda başlayan ve 19. yüzyılda zirveye çıkan bir değişim süreci sonucunda ikinci ihtimal gerçeğe dönüştü ve Avrupa dini terketti.

Ancak bu değişim kendi kendine olmamıştı. Avrupa'yı birinci seçeneğe yönelmekten, yani dini hurafelerden temizlemekten alıkoyan ve onu ikinci seçeneğe, yani dini tamamen reddetmeye yönelten bazı önemli etkenler vardı. Bu etkenler, Avrupalı toplumlar içinde var olan bazı toplum kesimleriydi. Bunlar, dini kendi çıkarları açısından çok büyük bir rakip olarak görüyorlar ve dini düzenin ne olursa olsun yıkılmasını istiyorlardı. Özellikle ticaret yoluyla gittikçe zenginleşen kesimler ve yahudiler gibi Katolik Kilise ile felsefi olarak uyuşamayan topluluklar, kendi çıkarlarını Avrupa'nın dinden kopmasında gördüler. Ancak bu şekilde daha çok kâr edebilecekleri ve güçlenebilecekleri bir düzen kurulacağına inanıyorlardı. Örneğin Avrupa'nın Katolik Kilisesi'nin kurduğu düzen nedeniyle faiz kullanmayan bir toplum olması, faiz yöntemini kullanarak kârlarını artırmak isteyen bu kesimlerin hiç hoşuna gitmiyordu. Bu nedenle faizi haram sayan Katolik Kilisesi'ne karşı, ticari sınıflar ve yahudiler gibi "düzen karşıtı" güçler tarafından desteklenen Protestan akımı, faizi serbest bıraktı. Sözkonusu Protestan akımı, dindeki dejenerasyonu daha da artırdı ve Katolik Kilisesi'ne karşı çıkan yeni güçler tarafından desteklenen alternatif bir din oldu: "Dünya işlerine" fazla karışmadığı ya da bu işleri sözkonusu güçlerin istediği şekilde düzenlediği için Protestanlık, uygun bir din modeli olarak görülmüştü.

Ancak Katolik Kilisesi'yle din-dışı bir düzeni savunan bu yeni güçler arasındaki çekişme sürdü. Zamanla bu çekişme, büyük bir savaşa dönüştü. Kilise, bu yeni güçlere karşı koymak için, Avrupa toplumlarını dine çağırıyor ve bir düzenin meşruiyet sağlamasının ancak din ile olabileceğini söylüyordu. Buna göre, madem tüm insanlar Allah'ın kuluydu ve tüm dünya da O'na aitti, öyleyse dünya üstündeki düzen de O'nun bildirdiği (vahyettiği) şekilde olmalıydı.

İşte bu aşamada, daha çok kâr ve daha büyük güç peşinde koşan yeni güçler, anladılar ki, insanları dinden koparmadıkça, onlara istedikleri düzeni kabul ettirmek mümkün değildir. İnsanlar, kendilerinin Allah tarafından yaratılmış olduklarını ve yol göstericilerinin de Allah olduğunu kabul ettikleri sürece, bu yeni güçlerin teklif ettiği din-dışı hayat tarzını ve toplum düzenini kabul edemezlerdi.

Bunun için de, yalnızca Kilise'yi değil, dinin bizzat kendisini ortadan kaldırmalıydılar.

Dine Karşı Savaş



Nitekim öyle de oldu. Özellikle 17 ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan düşünürler, dinin toplumdaki etkisini azaltacak ve insanları dinden uzaklaştıracak sistemler ürettiler. İngiltere, Almanya ve en son da Fransa'da gelişen ve adına "Aydınlanma" düşüncesi denen akım, Avrupa insanlarını dinden uzaklaştırdı ve onlara "Allah'a rağmen", yani Allah'ın vahyini gözardı ederek bir dünya kurulabileceğini telkin etti. Bu düşünce, Fransız Devrimi ile birlikte zirveye ulaştı ve Kilise'ye karşı da büyük bir güç kazandı.

Ancak az önce de belirttiğimiz gibi, Aydınlanma denen bu yeni akım, kendiliğinden oluşmamıştı. Tam tersine, Kilise'nin gücünü yok ederek kendi çıkarlarına uygun bir düzen kurmak isteyen güçler bu yeni din-dışı düşünceyi oluşturmuş ve topluma kabul ettirmişlerdi. Bu din-dışı güçler, bu iş için gizli bir örgüt bile kurmuşlardı: Avrupa'nın katolik Kilisesi'ne düşman olan tüm elit tabakasını bir araya toplayan bu gizli örgüt, masonluktu. 1700'lü yılların başında ilk kez İngiltere'de varlıklarını dünyaya ilan eden ve ardından kısa sürede tüm Avrupa'ya yayılan mason örgütü, Katolik Kilisesi'ne karşı yürütülen mücadelenin bir numaralı lideri olmuştu. Kilise'ye karşı olan yahudilerle de yakın ilişki kuran ve onların desteğini arkasında bulan masonluk, bilindiği gibi, Aydınlanma akımında ve onun doğal sonucu olan Fransız Devrimi'nde lider rol oynadı. Masonların bu Kilise ve din karşıtı çizgisi o kadar belirgindi ki, , Papa XIII. Leo yayınladığı Humanum Genus adlı ünlü bildiride yeryüzünde dinin en büyük düşmanının bu örgüt olduğunu ilan etmişti. Papa, sözkonusu deklerasyonda, masonların Kilise'ye karşı büyük bir nefret içinde olduklarını ve en büyük amaçlarının tüm dini kurumları yok etmek olduğunu bildiriyor ve bir hıristiyanın asla mason olamayacağını duyuruyordu. Masonların yeryüzünde "şeytanın krallığı"nı kurmaya çalıştıklarını söyleyen Papa, tüm insanları da bu tehlikeye karşı uyarıyordu.

XIII. Leo, bir başka fermanında yahudilere de dikkat çekmiş ve yahudi önde gelenlerinin de masonlukla işbirliği yaparak Kilise'ye karşı sistemli bir mücadele yürüttüklerini söylemişti. Sözkonusu ferman, Katolik Kilisesi'nin resmi yayın organı olan Civilta Cattolica adlı aylık gazetede yayınlandı. Papa, Civilta Cattolica'nın 1881'de yayınlanan 32. sayısında, "yahudilerin Kilise'ye karşı büyük bir nefret" duyduklarını ve "yeryüzünde huzursuzluk ve fesad çıkarmaya" çalıştıklarını ilan etti. Aynı gazetenin 34. sayısında ise, "Fransa'yı masonların yönettiği" ve "masonların kontrolünün de aslında yahudi liderlerin elinde olduğu" yazıldı. Papanın yayın organı, daha pek çok sayısında aynı konulara dikkat çekti

Ancak Katolik Avrupa düzenine en az kendileri kadar düşman olan yahudilerden büyük destek alan (yahudilerin özellikle ekonomik yönden büyük bir gücü vardı) masonlar, Katolik Kilisesi'ne karşı giriştikleri savaştan galip çıktılar. Bu da büyük ölçüde, az önce de belirttiğimiz gibi, din-dışı düşüncenin Avrupalı toplumlara kabul ettirilmesi ile oldu. Din-dışı düşüncenin dine karşı kazandığı galibiyetin en açık örneği ise Fransız Devrimi'ydi: Devrimle birlikte binlerce din adamı öldürülmüş, dini kurumlar tahrip edilmişti. Devrimden sona iktidara gelen güçlerin ortak özelliği ise, toplumu mümkün olduğunca dinden koparmak oldu. Fransız Devrimi'nin en önemli boyutunu oluşturan bu din-karşıtı ve din-dışı akım, kısa süre sonra tüm Avrupa'ya ihraç edildi.

Masonların ve yahudi önde gelenlerinin başını çektiği Kilise karşıtı ittifak, Papa otoritesine son büyük darbeyi de yine elbirliğiyle vurdu. 1870 yılına dek Orta İtalya'da varlığını sürdüren Papa Devleti, Mazzini, Garibaldi ve Cavour gibi üç büyük "üstad mason" tarafından yıkıldı. Böylece Kilise'nin otoritesi tamamen yıkıldı ve Papa devleti, bugünkü Vatikan'ın ufacık sınırına sıkıştırıldı. Mazzini'ye ve diğer mason dostlarına en büyük desteği ise, İtalya'nın Rosselli ve Nathan adlı zengin yahudi hanedanları vermişti.

Böylece 19. yüzyılda, Avrupa'daki dini düzenden rahatsız olan güçler, bu düzeni yıkmışlar ve yerine kendi çıkarlarına uygun bir düzen yerleştirmişlerdi. Bunun için de Avrupalı toplumlar, dinden koparılmış ve din yerine yeni kıstasları yol gösterici olarak kabul etmeye başlamışlardı.

Kısacası, Avrupalı insanları, dini içine sızmış olan hurafelerden arındırmak yerine, onu tümden reddetmeye iten süreç, bazı güç odakları tarafından yönlendirilmişti. İnkar (yani Allah'ı ve ahireti tanımama), yalnızca insanların kendi başlarına sapmalarından değil, büyük ölçüde güç odaklarının telkinlerinden kaynaklanmıştı.

Bu genel bir kuraldır: Kuran da bu konuya dikkat çekmekte ve insanların inkara yönelmelerinin ardında "müstekbirlerin" (Allah'a karşı büyüklenen ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran önde gelen inkarcılar) kurdukları "hileli düzen"lerin de yattığını bildirmektedir. Ayette bildirildiğine göre, bu "müstekbir"lere uyan halk, ahirette onlara "...siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz..." (Sebe Suresi, 33) diye seslenecektir.

İnkar kendi kendine oluşmamış, güç odakları tarafından üretilmişti. Evrim Teorisi'ne kadar uzanan dinden kopma sürecinin arkasında yatan sır işte buydu.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü