Harun Yahya

"Raslantıların Doğurduğu Hücre" Masalı



Evrim teorisi bilindiği gibi, canlılığın tesadüfler sonucunda meydana gelen bir hücreyle başladığını iddia eder. Daha sonra bu hücre çoğalarak yeni hücreleri oluşturmuş, bu hücreler de birleşerek ilkel canlı türlerini meydana getirmişlerdir. İlkel türler de zaman içinde gelişmiş türlere doğru evrimleşerek bugünkü modern canlıları oluşturmuşlardır. İnsan da bu evrim zincirinin en son halkasıdır.

Eğer bu hikayeye inanıyorsanız, aşağıda anlatacağımız buna benzer bir hikayeye de inanmamanız için bir sebep yok... Bu, bir şehrin hikayesidir:

Birgün çorak bir arazide kayaların arasına sıkışmış bir miktar killi toprak, yağan yağmurlar sonucunda balçık haline gelir. Balçık, güneş açınca kuruyup katılaşır ve içine karışan bazı minerallerin de katkısıyla sert ve dayanıklı bir halde şekillenir. Daha sonra, kendisine kalıp görevi gören kayalar bir şekilde ufalanıp dağılırlar ve ortaya düzgün, biçimli, sağlam bir tuğla çıkar. Bu tuğla senelerce, aynı doğal şartlarla yanında aynen kendisi gibi bir ikincisinin oluşmasını bekler. Daha sonra, benzer bir üçüncünün yanlarında meydana gelmesi için birlikte beklerler. Bu durum, aynı tuğladan aynı yerde yüzlercesinin, binlercesinin oluşmasına dek sürer. Herbir tuğlanın uygun yerde ve uygun biçimde oluşması için belki binlerce sene beklenir. Bu arada büyük bir şans eseri, önceden oluşan tuğlalarda hiçbir zayiat olmaz. Binlerce sene fırtınalara, yağmurlara, rüzgara, kavurucu güneşe, dondurucu soğuğa maruz kalan tuğlalar, kırılmaz, parçalanmaz, çatlamaz, başka yerlere savrulup dağılmaz, aynı yerde ve aynı sağlamlıkta diğer tuğlaları beklerler. Dahası bu tuğlaların meydana geldiği ortamdaki kil ve balçık aynı doğal şartlarla bunların da üzerine yapışıp katılaşarak tuğlaları kaba, şekilsiz ve kullanışsız kitleler haline getirmez. Her nasılsa, bütün tuğlalar aynı biçim, konum ve tertiplerini korurlar.

Tuğlalar yeterli sayıya ulaşınca, rüzgar, fırtına, hortum gibi doğal şartların etkisiyle savrulup yanyana ve üstüste planlı bir biçimde dizilip bir bina kurarlar. Bu arada elbetteki tuğlaları birbirine yapıştıracak çimento, harç gibi malzemeler de çok uygun bir zamanlamayla "doğal şartlar"la oluşup kusursuz bir plan içerisinde tuğlaların arasına girer ve bunları birbirlerine kenetlerler. Tabi bütün bu işlemler başlarken toprağın altındaki demir filizleri de "doğal şartlar"la şekillenip toprağın dışına uzanarak tuğlaların oluşturacağı binanın temelini atarlar. Sonuçta her türlü malzemesi, doğraması, tesisatıyla eksiksiz bir bina ortaya çıkar.

Elbetteki bina yalnızca temelden, tuğladan ve harçtan ibaret değildir. Öyleyse diğer eksikler nasıl tamamlanmıştır? Cevap çok basittir: Binanın ihtiyacı olan her türlü malzeme, üzerinde yükseldiği toprakta mevcuttur. Camlar için gereken silisyum, elektrik kabloları için gereken bakır, kirişler, kolonlar, çiviler, su boruları vs. için gereken demir toprağın altında bol miktarda mevcuttur. Ahşap doğrama sorunu da, yakın bir ormandaki ağaçların, çıkan kasırga ve hortumlar neticesinde sökülüp yontularak, binada kullanılmaya en uygun biçimde sel sularıyla inşaat yerine sürüklenmesiyle halledilir. Artık bütün bu malzemelerin şekillenip binanın içine yerleşmeleri de "doğal şartlar"ın hünerine kalmıştır. Esen rüzgar, yağan yağmur, biraz fırtına ve yer sarsıntısının da yardımıyla bütün tesisat, doğrama, aksesuarlar tuğlaların arasında yerli yerine oturur. İşler o kadar rast gitmiştir ki, tuğlalar, ileride doğal şartlarla cam diye birşeyin oluşacağını biliyormuşçasına, gerekli pencere boşluklarını bırakarak dizilmişlerdir. Hatta ilerde yine rastlantılarla meydana gelecek su, elektrik, kalorifer tesisatlarının içlerinden geçebileceği boşlukları bırakmayı da unutmamışlardır. Dediğimiz gibi, işler o kadar rast gitmiştir ki, bu faaliyet sırasında tek bir aksilik, eksiklik, fazlalık, zamansızlık, uyumsuzluk meydana gelmemiştir. Herhangi bir aşamadaki aksilik, binanın çökmesine, parçalanmasına ya da hiçbir işe yaramayan bir tuğla yığınına dönmesine sebep olabilirdi. Fakat "tesadüfler", "rastlantılar" ve "doğal şartlar" hem zeki, titiz bir mühendis, hem disiplinli, sorumluluk sahibi bir ustabaşı, hem de gayretli, maharetli bir işçi gibi çalışmışlar, muhteşem bir uyum ve işbirliği göstermişlerdir...

Eğer bu hikayeye inandıysanız, bu kadar açıklamadan sonra, şehirdeki diğer binaların, tesislerin, yapıların, yolların, kaldırımların, altyapı, haberleşme ve ulaşım sistemlerinin nasıl oluştuğunu da siz düşünüp bulabilirsiniz. Hatta eğer biraz teknik bilginiz varsa ve konuyla da biraz ilgiliyseniz örneğin şehrin "kanalizasyon sisteminin evrimsel süreci ve mevcut yapılarla uyumu" hakkındaki teorilerinizi açıkladığınız birkaç ciltlik son derece "bilimsel" bir eser bile hazırlayabilirsiniz. Bu üstün çalışmalarınızdan dolayı akademik bir ödüle dahi layık görülebilir, kendinizi insanlık tarihine ışık tutacak bir deha olarak görebilirsiniz. Ancak böyle bir durumun insanın kendi akılsızlığını tescil etmekten başka bir anlamı yoktur.

Hücredeki Mucize Ve Evrim Teorisi'nin Sonu



Eğer bir kimse canlılığın, evrimin öne sürdüğü gibi ilkel dünya şartlarında, tesadüflerle oluşan bir hücreden başladığına inanıyorsa, yukarıdaki şehrin hikayesine de rahatlıkla inanabilecek bir akılsızlığa sahip olması gerekir. Çünkü tek başına bir hücre, bütün çalışma sistemleri, haberleşmesi, ulaşımı ve yönetimiyle büyük bir şehirle benzer bir karmaşıklığa sahiptir.

Hücrenin sarfettiği enerjiyi üreten santraller; yaşam için zorunlu olan enzim ve hormonları üreten fabrikalar; üretilecek bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı bulunduğu bir bilgi bankası; bir bölgeden diğerine hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks taşıma sistemleri, boru hatları; dışardan gelen hammaddeleri işe yarayacak parçalara ayrıştıran gelişmiş laboratuvar ve rafineriler; hücrenin içine alınacak veya dışına gönderilecek malzemelerin giriş-çıkış kontrollerini yapan uzmanlaşmış hücre zarı proteinleri bu karmaşık yapının yalnızca bir bölümünü oluştururlar.

Hücrenin değil ilkel dünya şartlarında oluşması, günümüzün en ileri teknolojiye sahip laboratuvarlarında bile yapay olarak sentezlenmesi mümkün olmamıştır. Hücrenin yapıtaşı olan amino asitlerden ve bunların oluşturduğu proteinlerden yola çıkarak değil hücre, mitokondri, ribozom, vs. gibi hücrenin tek bir organeli bile oluşturulamaz. Dolayısıyla evrimin tesadüfen oluştuğunu iddia ettiği ilk hücre yalnızca bir hayalgücü ve fantezi ürünü olarak kalmıştır.

Hücre, bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı ünvanını korumaktadır. Halen keşfedilmemiş pekçok sırrı içinde barındırmayı sürdüren hücre, evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluşturur. Nitekim ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin gözardı edilemeyen bu gerçeği şöyle ifade eder:

Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı teşkil etmektedir.42

Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilk aşamada tıkandığı ve daha fazla ileri gitme şansının kalmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Zira, bilindiği gibi canlı vücudunun başlıca yapıtaşı hücredir. Dolayısıyla, henüz hücrenin hatta hücreyi meydana getiren proteinler ve proteinleri meydana getiren amino asitlerin meydana gelişini bile açıklayamayan bir teorinin, dünya üzerindeki canlıların ortaya çıkışı hakkında bir açıklama getirmesi mümkün değildir.

Aksine, hücre, insanın "yaratılmış" olduğunun en göz kamaştırıcı dellilerinden birini oluşturmaktadır.

Gerçekten de hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için, çeşitli işlevlere sahip bütün temel parçalarının birarada bulunması gereklidir. Bu nedenle, eğer hücre evrim sonucu meydana gelmiş olsaydı, milyonlarca parçasının aynı anda ve aynı yerde var olmuş olması, bunların da aynı anda belli bir düzen ve plan içinde biraraya gelmiş olmaları gerekirdi. Böyle bir olayın tesadüfen gerçekleşebilmesi ise ihtimal sınırlarının çok ötesinde olduğundan, sözkonusu yapının varlığının "yaratılış" dışında hiçbir açıklaması olamaz.

Hücrenin, evrimin iddia ettiği gibi rastlantılar sonucu meydana gelebilmesi, basımevindeki bir patlamayla şans eseri bir ansiklopedinin basılıvermiş olmasından çok daha düşük bir ihtimale sahiptir.

Buna benzer bir başka benzetmeyi İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle, 12 Kasım 1981'de Nature dergisine verdiği bir demecinde yapmıştır. Kendisi de bir evrimci olmasına rağmen Hoyle, tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747'nin oluşması arasında bir fark olmadığını belirtir.

Hücrenin içindeki binlerce küçük organel her saniye binlerce karmaşık işlem gerçekleştirir. Tek bir canlı hücresinde, enerji üretiminden vücutta kullanılan proteinlerin ve enzimlerin sentezine, dışarıdan alınan kimyasal maddelerin seçilip ayrıştırılmasından bunların kullanılabilecek hale getirilmesine, hücre içinde kullanılacak maddelerin cinslerine göre depolanmasına kadar pekçok karmaşık işlem ve bu işlemler için gerekli binlerce ara işlem ve organizasyon her an sürer.

Bu işlemlerde son derece karmaşık ve uzmanlaşmış olan, 'organel' adı verilen mikroskobik hücre elemanları görev yapar. Her ne kadar mikroskobik olsalar da her biri en az bir fabrika ya da laboratuvar kadar kompleks ve özelleşmiş olan bu organellerin yaptıkları işlemlerin birçoğu, günümüzün teknoloji harikası laboratuvarlarında bile gerçekleştirilemez. Örneğin hücrede oldukça karmaşık bir işlem sonucunda üretilen enzimlerin ve proteinlerin çoğu bugün suni yöntemlerle istenen verimde ve başarıda elde edilememektedir. Bitki hücrelerinde yapılan fotosentez işlemi suni yöntemlerle gerçekleştirilemediği gibi, bu işlemin bitki hücresinde meydana gelen birçok aşaması da bugün hala keşfedilememiştir.

Buna rağmen evrimciler, ilkel dünya şartları gibi olabilecek en kontrolsüz ortamda canlılığın rastlantılarla ortaya çıktığını hala iddia edebilmektedirler. Oysa bu, hiçbir zaman bilimsel verilerle uyuşmayan bir iddiadır. Ayrıca en basit ihtimal hesapları bile, değil canlı bir hücrenin, o hücredeki milyonlarca proteinden bir tanesinin bile tesadüfen oluşamayacağını matematiksel olarak kanıtlamıştır.

 


Dipnotlar



42 A. I. Oparin, Origin of Life, s. 196.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü