Harun Yahya

Meselelerin Devlete Bağlılıkla Çözümü



Bu noktaya kadar ele aldıklarımız, bizlere iki önemli sonuç gösterdi:

1. Bir milletin varlığı ve bekası için, güçlü bir devlete sahip olması zorunludur.

2. Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti'nin yararını gözeten, milletin refahının, güvenliğinin ve geleceğinin yegane teminatı olan bir devlettir.

Dolayısıyla, önceden de belirttiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni korumak, devlete sahip çıkmak her Türk vatandaşının öncelikli görevidir. Hiçbir Türk vatandaşı, devlet kurumlarına zarar verecek, bu kurumların işleyişini aksatacak ya da devletin temel değerlerini yıpratacak bir faaliyet içine kesinlikle girmemelidir. Milli görevimiz, her zaman için devletin yanında olmaktır. Bunun aksinde faaliyet gösteren bir insan, kendi oturduğu bir apartmanın temellerini baltalayan bir kişi gibi, kendi varlığına ve geleceğine zarar vermiş olur.

Bazı kimselerin bu gerçeği kavrayamayarak devlete karşı tavır almalarının ve "devlet aleyhtarı" bir tutum benimsemelerinin nedeni ise, çoğu zaman devlet ile hükümet arasındaki farkı gözardı etmesidir.

Hükümetle Devleti Ayırt Etmek



Devletin üç temel gücünden biri, yürütmedir. Yürütme gücü, yani kanunları uygulama ve ülkeyi idare etme görevi, Anayasamız'a göre Bakanlar Kurulu ya da bir başka deyişle hükümet tarafından kullanılır. Hükümetler, Cumhurbaşkanı tarafından TBMM üyeleri arasından seçilen Başbakan tarafından kurulur. Temayüller uyarınca, genellikle genel seçimde en çok oyu alan siyasi partinin genel başkanı Başbakan olarak atanmaktadır. Hükümet üyeleri ise, ya tamamen aynı siyasi partinin milletvekillerinden oluşmakta, ya da bir koalisyon hükümeti durumunda hükümete katılan partiler arasında bölüşülmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Hükümet geçicidir. Seçimle işbaşına gelir, icraat yapar. Ülkeyi iyi de yönetebilir, kötü de. Eğer kötü yönetirse, bir sonraki seçimle iş başından uzaklaşacaktır. İktidarda kaldığı sürece hükümet eleştirilecek, hatalarının üzerine gidilecektir. Belki bakanların bir kısmı görevlerini başarıyla yürütürken, diğerleri aynı sonucu elde edemeyecektir. Bu nedenle hükümetin içinde zaman zaman değişiklikler olacak, bazı bakanlar görevden alınırken yerlerine yeni siyasetçiler atanacaktır.

Özetle, hükümet devlet gibi kalıcı ve kaim bir kurum değildir. Silahlı Kuvvetler gibi, adli sistem gibi, bürokrasi gibi, mutlaka korunması ve desteklenmesi gereken bir yapı değildir. Herkes devlete sahip çıkmakla yükümlüdür, ama hükümet eleştirilebilir, değişmesi talep edilebilir.

Ancak kimi zaman bu ayrım gözardı edilmekte ve hükümetlere yöneltilen eleştiriler, doğrudan devlete yönelik suçlamalar haline getirilmektedir. Çoğu kimsenin "devlet aleyhtarı" bir psikolojiye girmesine, bu türde gösterilere katılmasına neden olan etken, aslında hükümet uygulamalarına duyduğu tepkiyi, doğrudan devlet kurumuna yöneltmesidir.

Bu yanlış mantığın örnekleri, devletin bir başka kurumunda yaşanan yanlışlıklar ya da yolsuzluklar üzerine de ortaya çıkabilir. Örneğin bürokrasinin belirli bir organında yapılan bir haksızlık ya da yolsuzluk, bazı insanlarda "devlete tepki" şeklinde yankı uyandırmaktadır. Oysa devlet kurumlarına yönelecek her türlü eleştirinin yapıcı olması gerekir.

Her Türk vatandaşı şöyle düşünmelidir: "Devlet bizim devletimizdir, bizim varlığımızın ve geleceğimizin teminatıdır. Devletin kurumlarındaki her türlü yanlış ve aksaklıkları el birliği ile düzeltmemiz, tamir etmemiz gerekir."

Farklı Siyasal Görüşlerin Devlete Bağlılıkta Birleşmesi



Demokratik bir toplumda, ülke meselelerinin çözümü için herkesin ve her grubun farklı fikirleri olabilir. Örneğin kimisi serbest piyasa ekonomisini savunur, bir başkası karma ekonominin yararlı olacağını düşünür. Benzer şekilde, dış politikadan ülkenin bayındırlık meselelerine kadar her konuda farklı görüşler olabilir. Dünya görüşü yönünden de toplumun bir kısmı daha muhafazakar, bir kısmı daha liberal olacaktır. Ama önemli olan tüm bu farklı siyasi ve kültürel akımların, devlete bağlılık konusunda ortak bir tavır göstermeleridir.

Çünkü tüm bu gruplar, Türkiye Cumhuriyeti'nin unsurlarıdır ve ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü olduğu sürece, bağımsız bir millet olarak yaşama imkanına sahiptirler. Kendi aralarında siyasi mücadeleler yürütebilir, farklı partiler kurabilirler. Ama hepsi devlete sadakat, devletin ve devletin kurumlarının korunması konusunda aynı duyarlılıkta olmalıdır.

Eğer bir siyasi grup bu temel ilkeyi terk eder ve devlete karşı tavır almaya başlarsa, işte buna izin verilemez. Nitekim Türkiye'nin tarihinde böyle denemeler olmuştur. Bir kısım gruplar, Sovyetler Birliği'nin ya da Komünist Çin'in güdümüne girerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı mücadele etmeye yeltenmişlerdir. "Beşinci kol" olarak faaliyet göstermiş, Kızıl Ordu'nun Afganistan işgalini alkışlayan Babrak Karmal hükümetine özenmişlerdir. Ancak tarih, bu gibi hareketlerin her zaman için hüsranla sona erdiğini göstermektedir.

Bu gibi "beşinci kol" hareketleri, özel zamanlara ait ve nadir görülen hareketlerdir. Dolayısıyla asıl önemli olan tehlike, bazı siyasi hareketlerin, devletin bazı kurumlarını eleştirmekle başlayan bir süreç sonunda "devlet aleyhtarı" bir siyasi çizgi benimsemeleridir. Bunun son derece yanlış olacağı açıktır. Türkiye toprakları üzerinde gelişen her türlü siyasi hareket, mutlaka devletine bağlılığı temel bir prensip olarak benimsemeli ve bu prensibe göre faaliyet göstermelidir.




solculuk



60'lı yıllarda hem ülkemiz hem de diğer ülkeler çeşitli sol eylemlerle çalkalanmıştır. Bu da tüm dünyayı etkileyen bir istikrarsızlık döneminin yaşanmasına sebep olmuştur.





Sorunların Devletle Uzlaşarak Çözümü



Devletin toplumun genel yararı için izlediği politikalar, kimi zaman toplumdaki bazı grupları rahatsız edebilir. Bunlar, kendilerinin devletin politikaları nedeniyle mağdur edildiğini düşünebilirler. Ama bu gibi durumlarda çözüm, devletle çatışmak, sokaklara dökülerek devleti protesto etmeye kalkmak, hatta devletin güvenlik güçlerine karşı eyleme girişmek değildir. Çözüm, sorunların ve taleplerin devlete bildirilmesi ve devletle birlikte çözüm yolları aranmasıdır.

Nitekim devletin bu gibi talep ve sorunları çözüme kavuşturacak mekanizmaları vardır. Devletimiz, başta komünist rejimler olmak üzere birtakım baskıcı devletlerde olduğu gibi, toplumun taleplerini dinlemeyen bir kurum değildir. Aksine, devlet; adalet sistemiyle, parlamentosuyla, bürokratik sistemiyle toplumun taleplerini karşılamaya yönelik bir yapıdadır. İsteyen herkes tek bir dilekçeyle devletin kurumlarına başvurabilir ve yardım isteyebilir. İsteyen her sivil kuruluş, meclisteki parlamenterler aracılığıyla, taleplerini TBMM gündemine taşıyabilir. Hatta isteyen herkes, devletten izin almak kaydıyla, yürüyüş, gösteri gibi demokratik tepkilerini ifade edebilir.

Kaldı ki, Türk-Osmanlı kültürü nde, devlet, vatandaşlarının taleplerini her zaman için önemsemiştir. Osmanlı döneminde padişahlar "ayak divanı" denen kabul günlerinde, sade vatandaşları kabul etmişler ve dertlerini dinlemişlerdir. Cumhuriyetimiz de aynı güzel geleneği devam ettirmekte ve vatandaşlarının taleplerine kulak vermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da bu hususları gözönünde bulundurmalı ve her türlü sorun ve şikayetlerini, devletle çatışarak değil, devletin resmi mercilerine müracaat ederek ve uzlaşma yoluyla çözmeye çalışmalıdır. Aksi bir tavır, bu tavrı gösteren kimseye bir yarar sağlamayacağı gibi, toplumumuza da sadece huzursuzluk ve tedirginlik verir.




terör



Devletin güçlü bir otoriteye sahip olmadığı ülkelerde her türlü terör ey-lemleri, kargaşa ve kaos yaşanması olağandır.





Devlete Karşı İsyankar Davrananların Sonu



Devlete karşı isyankar davranmanın yanlış bir yol olduğunu görmek için, tarihe bakmak yeterlidir. Tarih, bu yolu seçenlerin hepsinin sonunda hüsrana uğradıklarını göstermektedir.

Türkiye'nin devlet geleneği, Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanır. Osmanlı İmparatorluğu, bilindiği gibi Cebel-i Tarık'tan Yemen'e kadar uzanan dev bir coğrafyayı yüzyıllar boyu adalet ve istikrar içinde yöneten güçlü bir devlet sistemi kurmuştur. Bu sisteme karşı çeşitli nedenlerle isyan edenler ise, her zaman için hüsrana uğramışlardır. İmparatorluğun çöküş dönemi sayılmazsa, 17. yüzyıldan itibaren başta Celali İsyanları olmak üzere her türlü iç ayaklanmanın, ayaklananlara sadece yıkım getirdiği görülebilir. Bu isyanlar, çoğu zaman Anadolu'daki birtakım menfaat çevreleri tarafından kışkırtılmış, ancak hiçbir zaman hiçbir başarı elde edememiştir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde de yine sonu hüsranla biten isyanlar vardır. 1920'li ve 30'lu yıllarda, özellikle Güneydoğu bölgesinde birçok isyan hareketi yaşanmış, ancak hepsi hüsranla bitmiştir. Bu isyanları gerçekleştirenler, doğal olarak devletin sert önlemler almasına neden olmuş ve böylece hem kendilerine hem de çevrelerine büyük zararlar vermişlerdir. Ülkemiz 1960'lı yıllardan itibaren de Marksist ideolojiye kapılan bazı sol örgütlerin isyan girişimlerine sahne olmuştur. "Devrim" hayallerine kapılan bazı gençler, ellerine silah alıp dağa çıkmış ve kendilerince devletin düzenini değiştirebileceklerini sanmışlardır. Devletimiz elbette bu gibi anarşi girişimlerine taviz vermemiş ve söz kousu eylemleri örgütleyenler cezalandırılmışlardır.




apo



Ülkemizin bölünmez bütünlüğüne karşı girişilen en büyük terör hareketinin başı olan APO'nun ele geçirilmesiyle, örgütün gücü büyük ölçüde azaltılmıştır. PKK'ya karşı kazanılan başarılar devlete isyankar bir tavır takınan kişilere ders olmuştur.





Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik hiçbir isyan ve terör hareketinin asla başarıya ulaşamayacağını ve Devletimiz'in bu gibi girişimleri her ne olursa olsun bertaraf edeceğini gösteren en önemli örnek ise, bölücü terör örgütü PKK'nın uğradığı hezimettir. Bilindiği gibi PKK, 1984 yılından itibaren Türkiye'nin Güneydoğusu'nda ayrı bir devlet kurma hayaline dayalı bir terör kampanyası başlatmıştır. Binlerce polis ve askerimizi şehit etmiş, on binlerce vatandaşımızın ölümüne neden olmuştur. PKK tüm bu terör eylemleri için çok ciddi bir dış destek de görmüş, bazı ülkeler bu örgüte para, silah ve lojistik imkan sağlamıştır. Ancak tüm bu çabalar yine de netice vermemiş, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, Devletimiz'in ilgili kurumları teröre karşı dimdik ayakta durmuştur.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, teröre karşı en etkili mücadele terörün fikri dayanağını, ideolojik zeminini ortadan kaldıracak ilmi olmalıdır. Yani, sözde bilimsel bir zeminle ortaya çıkan ve felsefeyle güç bulup gelişen terörün ideolojisine karşı bilimsel cevap verilmelidir. Türkiye'nin karşı karşıya olduğu terör, komünist terördür. PKK, etnik kökenli bir hareket değildir; PKK bölgede dev bir komünist devlet kurma idealinde olan Marksist Leninist Stalinist bir örgütlenmedir. Bu hedefine ulaşmak için kanlı bir devrimin şart olduğuna inanmaktadır. Ve ideolojisinin gereği olarak, karakollara saldırmakta, sokakta yürüyen polisimizi sırtından vurmakta, öğretmenleri kaçırmakta, sivilleri bombalamakta, askerlerimizi şehit etmektedir.




Şanlı Türk Ordusu



Şanlı Türk Ordusu, her zaman ülkeyi bölmek isteyenlere karşı cansiperane ve büyük bir fedakarlıkla mücadele etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Devletimiz'in üniter yapısına, bölünmez bütünlüğüne kalkan bütün eller, Türk Ordusu tarafından indirilecektir.





Marksist Leninist ideolojinin temeli materyalizmdir, materyalizmin tek sözde bilimsel dayanağı, ana hayat damarı ise Darwinizm'dir. Darwinizm, komünizm, materyalizm, şiddet ve terör birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür. Darwinizm'in olmadığı yerde materyalizm olmaz, materyalizmin olmadığı yerde komünizm olmaz, komünizmin olmadığı yerde terör olmaz.

Komünist terörü asıl ayakta tutan güç halk içinde yaptığı materyalist, komünist propagandadır. PKK da geceli gündüzlü, 24 saat bölgede komünist propaganda yapmaktadır. Kahvehaneleri, bakkalları, halkın toplanma yerlerini adeta eğitim alanına çeviren terör örgütü, kendince sözde bilimsel deliller sunarak materyalizmin geçerliliğini anlatmakta ve bu yolla kendine taraftar toplamaktadır.

Bu yoğun propagadanya karşı yapılması gereken tek şey ise anti propagandadır. Yani, Darwinizm'in ve materyalizmin geçersizliğini bilimsel delillerle, ilmi, akılcı ve net bir üslupla anlatmaktır. Yapılacak bu ilmi çalışma, terör örgütünün beyninden vurulması demektir. Beyni dağılmış bir bünyenin varlığını devam ettiremeyeceği ise açıktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlettir ve devleti hedef alan hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Bölücü ideolojiler tarafından beyni yıkanan ve devleti yıkmak, parçalamak ya da ele geçirmek gibi ham hayallere kapılanların, bu açık gerçek üzerinde düşünmeleri ve içine girdikleri yolun çıkmaz bir yol olduğunu görmeleri gereklidir. Aksi takdirde o çıkmaz yol, Devletimiz'e hiçbir zarar veremeyecek, ancak kendilerini helaka sürükleyecektir.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü