Harun Yahya

Bölüm 6. Ortak Fikri Mücadele



Çağımızda insanlığın içinde bulunduğu koşullar incelendiğinde, inançlı insanların ittifak ederek fikri mücadele yapmaları gereken tehlikeler açıkça görülmektedir. Çatışmalar, savaşlar, katliamlar, yoksulluk, açlık, ahlaki dejenerasyon, sosyal adaletsizlik gibi sorunlar farklı seviyelerde olmakla birlikte bugün pek çok ülkede önemli sıkıntılara neden olmakta ve dünyanın çeşitli bölgelerinde bu durumdan zarar gören masum insanlar kendilerine uzanacak bir yardım eli beklemektedirler. Elbette dünyanın çeşitli bölgelerinde vicdan sahibi kimseler, kendi imkanları ölçüsünde bu insanlara yardım etmeye çalışmaktadırlar. Açlık çeken bölgelere insani yardım paketleri ulaştırılmakta, savaş ve çatışmaların yaşandığı yerlerde barış elçileri mağdurları korumaya çalışmakta, hemen her ülkede suça ve ahlaki dejenerasyona karşı çalışmalar yürütülmektedir. Ancak bu girişimler genellikle bölgesel faaliyetlerle ve mevcut sorunların çözüme kavuşturulması hedefi ile sınırlı kalmaktadır. Oysa insanlara acı ve sıkıntı veren her türlü sorunun tamamen ortadan kaldırılması, tüm dünyanın huzura, güvenliğe ve refaha kavuşması mümkündür.

Bunun için, yaşanılan sorunların gerçek nedenleri tespit edilmeli ve bunlara zemin hazırlayan fikri ortam ortadan kaldırılmalıdır. Günümüz toplumlarında yaşanan sıkıntıların temeline bakıldığında ise, esas sorunun insanların din ahlakından uzaklaşmaları olduğu görülecektir. Şefkati, sevgiyi, anlayışı, merhameti, yardımlaşmayı ortadan kaldıran bunun yerine "güçlü olanın haklı olduğu", herkesin yalnızca kendi menfaatini düşündüğü, çıkarcı, tartışmacı ve kavgacı bir toplum modelinin oluşturulmasında, insanların Allah'a karşı sorumlu oldukları ve ahirette hesap verecekleri gerçeğinin göz ardı edilmesinin önemli bir rolü olmuştur.

19. yüzyılda dünya düşünce tarihinde yaşanan değişimler, sonraki yüzyıllarda yaşanacak manevi çöküşün temellerini atmıştır. Bu dönemde, o zamana kadar dünyanın geneline hakim olan "teist" -Allah'ın varlığını kabul eden- inançlara ve dinlere karşı ateizm -Allah'ı inkar- sapkınlığı güç kazandı. 18. yüzyılda Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistlerin evrenin sonsuzdan beri var olduğu ve madde dışında bir varlık alemi bulunmadığı yanılgıları, Avrupa'da yayılmaya başladı. Feuerbach, Marx, Engels, Nietzche, Durkheim, Freud gibi düşünürlerin etkisiyle 19. yüzyılda ateizm daha da yaygınlaştı.

Ateizme en büyük desteği sağlayan kişi ise, yaratılışı reddeden ve buna karşı evrim teorisini öne süren Charles Darwin oldu. Darwinizm, ateistlerin asırlardır cevap veremedikleri "canlılar ve insan nasıl var oldu?" sorusuna, sözde bilimsel bir cevap getirdi. Doğanın içinde, cansız maddeyi canlandıran ve sonra da ondan milyonlarca farklı canlı türü meydana getiren bir mekanizma olduğunu iddia etti ve pek çok kişiyi bu yanılgıya inandırdı.

19. yüzyılın sonlarında ateistler, kendilerince herşeyi açıkladığını sandıkları bir 'dünya görüşü' oluşturmuşlardı: Evrenin yaratıldığını inkar ediyor, buna karşı "evren sonsuzdan beri vardır, başlangıcı yoktur" diyorlardı. Evrendeki düzen ve dengenin tesadüflerin sonucu olduğunu ileri sürüyor, kainatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı. İnsanın ve diğer canlıların nasıl var olduğu sorusunun Darwinizm tarafından açıklandığını sanıyorlardı. Tarih ve sosyolojinin Marx ve Durkheim, psikolojinin ise Freud tarafından ateist temellerde açıklandığını zannediyorlardı. Oysa bu görüşlerin her biri, 20. yüzyıldaki bilimsel, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yıkıldı. Astronomiden biyolojiye, psikolojiden toplumsal ahlaka kadar pek çok farklı alandaki bulgu, tespit ve sonuçlar, ateizmin tüm varsayımlarını temelinden çökertti.

Ancak bu süre zarfında Darwinist ve materyalist düşünceye dayanan akımlar insanlığa çok büyük yıkımlar getirdiler. Komünizm, faşizm, anarşizm, ırkçılık, nihilizm, egzistansiyalizm gibi felsefe ve ideolojiler insanları, toplumları ve milletleri büyük buhranlara, çatışmalara, savaşlara sürükledi ve büyük felaketlere neden oldu. Günümüzde de bu yıkıcı ideolojilerin etkileri –azalmış olmakla birlikte- devam etmektedir. Darwinist ideoloji bazı çevreler tarafından halen bilimsel bir teoriymiş gibi savunulmaktadır. Darwinizm'in toplumlara nasıl kabul ettirilmeye çalışıldığını ve bunun neticelerini ilerleyen satırlarda kısaca ele alacağız. Ancak bundan önce, önemli bir gerçeğe tekrar dikkat çekmek istiyoruz.

Din ahlakına karşı olan ideolojilerin dünyayı içine sürükledikleri durum karşısında en büyük sorumluluk iman eden vicdan sahibi insanlara düşmektedir. Din ahlakına karşı olanların yürüttükleri faaliyetler, yalnızca Hristiyanları, Musevileri ya da sadece Müslümanları ilgilendirmemektedir. Dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, söz konusu ideolojilerin neden olduğu zararlar her üç dinin mensupları için ortak bir tehlikedir ve inanç sahibi tüm insanların vicdanlarını rahatsız etmekte, Allah'a iman eden herkese önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu durum karşısında, Allah'a inanan ve Rabbimiz'in bize öğrettiği güzel ahlakı yaşamayı kabul eden Ehl-i Kitap'ın ve Müslümanların iş birliği yapması gerektiği açıktır. Her üç dinin mensupları, el ele vererek, zaten hiçbir bilimsel temeli bulunmayan, sadece materyalist felsefe uğruna ayakta tutulmak istenen Darwinizm'in yanlışlığını tüm dünyaya anlatmalıdırlar. İnançsızlıktan güç bulan tüm diğer yıkıcı idelojilere (komünizme, faşizme, ırkçılığa) ve ahlaki dejenerasyona karşı da el birliği ile fikri bir mücadele yürütmelidirler. Bu gerçekleştirildiği takdirde dünya çok kısa zamanda barış, huzur ve adalete kavuşacaktır. Yeryüzündeki acılar, sıkıntılar, katliamlar, belalar, adaletsizlikler, yokluklar sona erecek; aydınlık, ferahlık, zenginlik, bolluk, sağlık, bereket gelecektir.

Çarpık Değer Yargılarının Kökeni: Darwinizm










Charles Darwin





Evrim teorisi, "canlılar tesadüfler sonucunda ve yaşam mücadelesi sayesinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir" cümlesiyle özetlenebilir. Bunun doğal bir sonucu olarak, Darwinizm insana, "kimseye karşı sorumlu değilsin, hayatını tesadüflere borçlusun, yaşamak için mücadele etmen, gerekirse diğerlerini ezmen gerekir, bu dünya çatışma ve menfaat dünyasıdır." mesajı verir. "Doğal seleksiyon", "yaşam mücadelesi", "güçlülerin hayatta kalması" gibi Darwinist kavramların ahlaki yansıması budur. Bu Darwinist telkin, kuşkusuz din ahlakının tamamen zıddıdır ve din ahlakına karşı bir dünyanın temelini oluşturmaktadır.

Darwinist telkinlerin ne kadar yıkıcı etkileri olduğunu görmek için, toplumun değer yargılarını gözlemlemek yeterlidir. Günümüz toplumlarına baktığımızda, insanların çoğunun sadece dünyadaki yaşamlarını sürdürmek, iyi bir meslek sahibi olmak, mal-mülk edinmek, daha çok para kazanmak, eğlenmek ve böylece "yaşam mücadelesinde galip gelmek" için yaşadıklarını görürüz. Elbette her insanın dünya hayatı boyunca iyi ve güzel bir yaşam elde etmek için gayret göstermesi son derece olağandır. Ancak din ahlakı, insanların kendilerine güzel bir hayat kurmaya çalışırken, ihtiyaç içinde olanları da gözetmelerini, yardımlaşmalarını ve bencillikten kaçınmalarını gerektirir. Darwinist yaşam modelinde ise insan, diğer insanların iyiliğini düşünmediği gibi, kendi menfaati için onların kötü duruma düşmesinden de sakınmaz. Özellikle de gençlerin arasında lüks ev ve arabalara sahip olmak, sınırsız harcamalar yapmak, şöhret, zenginlik ve güç elde etmek en büyük idealler halini almıştır. Bu anlayış içindeki insanlar niçin var olduklarını sorgulamaz, Allah'ın varlığını ve kudretini neredeyse hiç düşünmezler. Neden yaratıldıklarını, kendilerini yaratan üstün Yaratıcımız'a karşı ne gibi sorumlulukları olduğunu tamamen göz ardı ederler. Her insan için olduğu gibi kendileri için de dünya hayatının bir sonu olduğunu, ölümle birlikte kazandıkları herşeyi bu dünyada bırakacaklarını hatırlamak istemez, ölümden sonra yeniden dirilip yaptıklarının hesabını vereceklerini kabullenmezler. Elbette onların bunları göz ardı etmeleri ya da kabullenmek istememeleri, gerçeği değiştirmez. Hayatları boyunca hiç düşünmeseler de, gerçekler kendilerine her hatırlatıldığında yüz çevirseler de, yaratılmış aciz birer kuldurlar, her canlı gibi birgün ölecek ve yaptıklarından hesaba çekileceklerdir.








Günaydın, 28 Temmuz 2003

Pek çok ülkeyi derinden etkileyen ahlaki dejenerasyon, toplumların din ahlakından uzaklaşmalarının neticelerinden biridir.





Aslında yukarıda tarif ettiğimiz gibi bir yaşam süren insanların belki de büyük çoğunluğu evrim teorisinin etkisi altında kaldığının farkında bile değildir. Hatta oldukça önemli bir kısmı söz konusu teorinin, biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendilerinin konuyla hiçbir ilgilerinin olmadığını sanırlar. Ne var ki kendileri bunun şuurunda olmasalar da, düzenli olarak propagandasına maruz kaldıkları evrim teorisi onların hayata bakış açılarını derinden etkilemektedir.

Kendilerini ve çevrelerindeki insanları "bir tür gelişmiş hayvan" olarak değerlendiren bireyler, tavır ve tutumlarında, aldıkları kararlarda bu sapkın bakış açılarını yansıtmaktadırlar. Darwinist anlayış, insanlara bencil, menfaatperest, acımasız ve zalim olmayı öğütlemekte; şefkat, merhamet, fedakarlık, tevazu gibi meziyetleri ise yok etmekte, bunu da sözde "hayatın kuralları"nın bir gereği gibi göstermektedir. Bu durum doğal olarak toplum düzenini bozmakta, hem ahlaki hem de toplumsal çöküntüye neden olmaktadır.









Darwinist anlayışın bir diğer olumsuz etkisi de, pek çok toplumda insanların yalnızca şahsi menfaatlerini gözetmelerinin genel bir kural halini almasıdır. Bu tarz toplumlarda karşılıksız fedakarlık yapmak, yardım etmek, sevgi, saygı ve şefkat göstermek unutulmuştur. Böyle bir yapı insanları yalnızlığa ve bunalıma itmektedir. Stres, huzursuzluk, mutsuzluk, endişe pek çok insanın hayatını adeta bir kabusa dönüştürmektedir. İçine düştükleri manevi boşluğa çare arayanların kimi alkol, uyuşturucu veya kumar batağına düşmekte, kimi intihar etmekte, kimi de karanlık yollara sapmaktadır.

Manevi değerleri göz ardı eden toplumlarda ahlaki dejenerasyonun boyutları da son derece hızlı bir şekilde genişlemektedir. Eşcinselliğin, fuhuş ticaretinin, cinsel suçların, tecavüz vakalarının ve cinsel hastalıkların artışı ahlaki çöküşün bazı önemli göstergeleridir. Fuhuş yüzünden aileler dağılmakta, kendine duyduğu saygıyı kaybetmiş insanlar ortaya çıkmaktadır. Bazı cinsel sapıklıklar ve eşcinsellik artık dünyanın birçok yerinde normal karşılanmakta; bu ahlaksızlıklara karşı çıkanlar ise çağ dışı olmakla itham edilmektedir. Bugün eşcinsellerin, bazı ülkelerde resmi olarak evlenebilmeleri, dünya çapında organize eylemler yapabilmeleri, din ahlakına karşı saldırgan bir tutum sergileyebilmeleri düşündürücüdür.








1. 1940, II. DÜNYA SAVAŞI
2. 1942, II. DÜNYA SAVAŞI
3. 1966, VIETNAM SAVAŞI


4. 1991, KÖRFEZ SAVAŞI
5. 1994, RUANDA





Yıkım sadece toplumsal boyutta değil aynı zamanda siyasi boyuttadır. Geride bıraktığımız 20. yüzyıl, insanlık tarihinin en büyük, en dehşetli, en yıkıcı savaşlarına sahne olmuştur. Bunların yanı sıra anarşi ve terör olaylarında pek çok insan hayatını kaybetmiş, yaralanmış veya sakat kalmıştır. Söz konusu vahşet komünizm, faşizm, ırkçılık gibi temelinde Darwinizm'in yer aldığı ideolojilerin eseridir. Bölgesel savaşlar, çatışmalar ve kanlı terör eylemleri halen dünyanın çeşitli bölgelerinde devam etmektedir.








1. Hürriyet, 2 Ocak 2000
2. Yeni Mesaj, 24 Ocak 2002


3. Akit, 4 Nisan 2001
4. Posta, 19 Mayıs 2003




Din ahlakından uzaklaşan toplumlarda, saldırganlık ve şiddet yaygınlaşır. Çünkü insanlar, din ahlakının gerektirdiği gibi vicdanlarına göre değil, kendi menfaatlerine ve kişisel isteklerine göre hareket ederler.





Günümüzde dünya nüfusunun önemli bir bölümü sıkıntı ve yoksulluk içinde yaşamaktadır. İstatistiklere bakıldığında, açlığın, fakirliğin, gelir dağılımındaki uçurumun oldukça büyük oranlara ulaştığı görülmektedir. Elbette bu olumsuz gelişmeler bencillik, çıkar ilişkileri ve materyalist değerler üzerine kurulu bir dünya düzeninin doğal sonuçlarıdır.

Toplumsal yozlaşmaya ilişkin hemen akla gelen önemli bir unsur da suç oranlarındaki olağanüstü artıştır. Dünya genelinde yasa dışı eylemler sayıca arttığı gibi, çeşitlilik bakımından da çoğalmaktadır. Aslında bu, manevi ve vicdani değerleri terk etmenin kaçınılmaz neticesidir. Dinin insana öğrettiği ahlaktan uzak olan bireyler, hırsızlık, dolandırıcılık, gasp, tehdit, kısacası her türlü gayri meşru fiili olağan karşılamakta, bu suçların tamamen ortadan kaldırılabileceğine ihtimal dahi vermemektedirler.

Tüm bu olumsuz tablo, son iki yüzyıldır önce Batı dünyasında ardından tüm dünyada tırmanışa geçen materyalist felsefenin sonuçlarıdır. İnsanlara Yaratıcımız'ın varlığını inkar ettiren, "hiç kimseye karşı sorumlu değilsiniz, vahşi bir ormanda yaşam ve çıkar mücadelesi veren evrimleşmiş hayvanlarsınız" yanılgısını telkin ederek onları din ahlakından uzaklaştıran propagandanın ürünleridir.

İki Seçenek



Buraya kadar anlatılanlar her gün çevremizde şahit olduğumuz olayların, gazetelerde okuduğumuz ve televizyonda seyrettiğimiz haberlerin bir özetidir. Aslında herkes sözü edilen bu tablonun gayet iyi farkındadır. O halde samimi olarak iman edenlerin kendi kendilerine şu soruyu sorması gerekir: Dünyanın içinde bulunduğu durum karşısında yapılması gereken en doğru ve en güzel davranış nedir?

İçinde yaşadığımız çağda dünya toplumlarını yıkıma götüren kötülükleri, ahlaksızlıkları, haksızlıkları ve dejenerasyonu gören herkesin önünde iki seçenek vardır:

Birincisi, gördüklerini görmezden gelenlerin seçtiği yoldur. Bu yolu tercih edenler, olup bitenleri sadece seyretmekle yetinir, yaşanan olumsuzluklara karşı ilgisiz ve umursamaz bir tavır takınırlar. "Dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?" veya "Ben neyi değiştirebilirim?" gibi mazeretlerle kendilerini kandırırlar. Sohbet ortamlarında, insanlığın içinde bulunduğu duruma ne kadar üzüldüklerini ifade eder, kimi zaman ihtiyaç içinde olanlara küçük yardımlarda bulunurlar, ancak tüm bu kötülüklerin tamamen ortadan kaldırılması için çaba göstermeye yanaşmazlar. Oysa unutmamak gerekir ki, acılara, sıkıntılara, kötülüklere karşı sessiz kalan ya da elinden gelen en fazla çabayı göstermeyen de bu tablodan sorumludur.

İkinci yol ise, mevcut imkanların tümünü seferber ederek, insanlığı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için gerekli fikri mücadeleyi yürütmek, bu konuda asla yılgınlığa kapılmamak, şevkle ve azimle çaba göstermektir. Samimi, sağduyulu, vicdanlı, sorumluluk sahibi inananlara düşen elbette bu ikinci yolu seçmektir. Madem zalimler, kötüler, ahlaksızlar ve din ahlakına karşı olanlar ittifak kurmuştur; o halde Kitap Ehli'nden samimi olarak iman edenler ve samimi Müslümanlar da bu şer ittifakına karşı birleşmeli, her türlü maddi ve manevi imkanı biraraya toplayarak ortak bir fikri mücadele yürütmelidir. İnançlı her Musevi, her Hristiyan, her Müslüman bu doğrultuda elinden gelen gayreti göstermekle sorumludur. Böylelikle dürüst, saygılı, sevgi dolu, anlayışlı, ince düşünceli, güzel ahlaklı insanlarla birlikte, huzur, barış, güvenlik, mutluluk ve refahın hakim olduğu bir ortamda yaşamak mümkün olacaktır.

Günümüzdeki gibi zorluk ve sıkıntı dönemlerinde, Kitap Ehli ve Müslümanlar birbirlerine karşı her zamankinden daha çok anlayışlı, uyumlu, tamamlayıcı, kolaylaştırıcı ve saygılı olmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki birlik, beraberlik ve iş birliği başarı getirir. Çekişme, tartışma ve ihtilaf ise güçsüzlüğe neden olur. Üstelik içinde yaşadığımız dönem, bu iş birliğinin bir an önce tesis edilmesini gerektirmektedir. Din ahlakına karşı olanlarla yapılması gereken fikri mücadelenin yanı sıra bu dönem, iman edenlerin dünya tarihinin en kutlu dönemlerinden birine, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişine hazırlık yapmaları gereken çok önemli bir dönemdir.








Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
(Bakara Suresi, 112)





 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü