Harun Yahya

Samimiyete Çağrıldığında Samimiyetsizlikle Karşılık Verenler



Allah'a karşı gerçek bir teslimiyetin nasıl olması gerektiğini kavrayan kimselerin, bu gerçekleri başkalarına da anlatabilmek için ellerinden gelen tüm çabayı gösterdiklerinden bahsettik. Ancak konuya bir de öğüt verilen kimseler açısından bakıldığında, kimi zaman bazı insanların bu hatırlatmalara aynı şevk ile yaklaşmadıklarını ve bunlara Kuran'a uygun olmayan tepkiler verebildiklerini görürüz.

Oysa başka bir müminin, insanın kendisi adına emek sarf etmesi, onun adına eksik yönlerini tespit etmesi, çözüm yollarını düşünüp teşvik edici ve kolaylaştırıcı bir üslupla sunması, o insan için büyük bir kazançtır. Allah'tan korkan bir müminin yaptığı teşhisler daima Kuran'a uygun, samimi ve dürüst olur. Ayrıca objektif değerlendiren bir göz olarak, o kimsenin kendi kendine teşhis edemeyeceği birçok tavır ve inanç bozukluğunu açıkça tespit edebilir ve mümin kardeşine bu konuda yardımcı olabilir. Dolayısıyla samimi bir Müslümanın hatırlatmaları, teşvik için söyledikleri her zaman son derece önemlidir ve ciddiyetle dikkate alınmalıdır.

Ne var ki bazı kimseler, tüm bunları çok iyi bildikleri halde, kimi zaman kendilerine yöneltilen eleştirileri kabul etmezler. Ancak onlar her ne kadar anlamazlıktan gelerek eleştiri ve hatırlatmaları kabul etmeseler de, Allah "Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile." (Kıyamet Suresi, 14-15) ayetleriyle, bu insanların gerçekleri bildiklerini bildirmiştir. Dolayısıyla da insan her ne kadar başta kendini, sonra da çevresindekileri ikna etmek, aksine inandırmak ya da kandırmak istese de vicdanen gerçeği bilir. Üstelik vicdanen çok iyi bildiği gerçekleri hayatına geçirmemenin iç sıkıntısını yaşar ki, bu da mutlak samimiyete niyet etmeyenler için dünyada verilen gizli azaplardan biridir. Ama kimi insanlar bu gerçeği kabul etmek istemezler. İçlerindeki sıkıntının ve huzursuzluğun kaynağının kendi hatalı davranış ve düşünceleri olduğunu anlamazlıktan gelirler. Bu nedenle de kendilerine yapılan hatırlatmalara Kuran'a uygun olmayan tepkiler verirler ki, bu da aslında kendilerine söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu ispat eden ikinci bir delil oluşturmuş olur. Çünkü Kuran ile hareket eden samimi bir müminin daha güzel bir ahlaka davet edildiğinde göstermesi gereken tavır bu davete uymaktır. Allah samimi müminlerin, hatalarını fark ettikten sonraki davranışlarının nasıl olduğunu şöyle bildirmiştir:

Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135)

Dolayısıyla kişi eğer iddia ettiği şekilde mutlak samimiyeti elde etmişse, hatasını fark ettiğinde hemen Allah'a sığınmalı ve bu tavrında 'bile bile ısrarcı davranmamalı'dır. Samimi müminin amacı, her zaman için Allah'ın rızasını ve sevgisini kazanmaya çalışmaktır. Allah'ın sevgisini kazanmanın yollarından biri ise Kuran'ın bir ayetinde "... Allah arınanları sever" (Tevbe Suresi, 108) sözleriyle açıklanmaktadır.

İman ettiklerini söyleyen bu insanların samimiyete davet edildiklerinde gösterdikleri Kuran'a uymayan tepkiler, bu kişilerin temelde imanı gereği gibi kavrayamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Allah, Kuran'da kimlerin öğüt almaya yatkın olduklarını şöyle bildirmektedir:

"Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele." (Yasin Suresi, 11)

İlerleyen satırlarda, samimiyetsizliklerin genel olarak ispat edilemez nitelikte olmasına aldanarak, kendilerini kandıran bazı insanların, samimiyete davet edildiklerinde gösterdikleri tavır bozukluklarına değinecek ve tüm bunların Kuran'a uygun davranışlar olmadığını ortaya koyacağız. Zira insanların açıkça delillendirilemeyen bu gizli samimiyetsizliklerden kurtulabilmeleri, tüm bunların Kuran'a muhalif olduğunu ve Allah Katında suç teşkil edebileceğini anlamalarıyla mümkün olabilecektir. Unutulmamalıdır ki, bu gerçeği görüp tavırlarını samimiyetle değiştirenler için "Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide Suresi, 39) ayetiyle hatırlatıldığı gibi Allah'ın esirgemesi ve bağışlayıcılığı vardır.

Düşünmemeleri ve Düşünmek İstememeleri



Şeytan iman eden insanları kendi yoluna döndürebilmek için elinden gelen her türlü çabayı gösteren bir varlıktır. En istemediği şeylerden biri de, iman edenlerin mutlak samimiyeti kazanıp, Allah'ın razı olacağı ahlaka ulaşmalarıdır. Bu nedenle, bir insan gerçek imana çağrıldığında, şeytan mutlaka ona ters yönde etki etmeye çalışacaktır.

Şeytanın bu yöndeki faaliyetlerinden biri, insanların düşünmelerini engellemektir. Şeytan bunun için, insanları vargüçleriyle nefislerini savunmaya, hataları için mazeretler bulmaya yöneltir. Bu etkiye kapılan kişi, kendisine hatırlatmada bulunan mümine karşı öfke duymaya başlar, kendisinin haksızlığa uğradığını düşünür. Ayrıca düşündüğünde, gerçekleri apaçık göreceğini ve samimiyetsizliğini itiraf etmek durumunda kalacağını gördüğü için, düşünme sistemini tamamen kapatır. Aklı bu tür samimiyetsizliklerle oyalanan insan, asıl düşünmesi gereken konuları düşünüp hatalarını düzeltmez.

Söz konusu kişiler, bu hallerinin bir sonucu olarak, dikkatlerini sadece kafalarından geçen bu sağlıksız düşüncelere verir ve kendi kanaatleri konusunda sabit fikirli olurlar. Bu amaçla, anlatılanları mümkün olduğunca dinlememeye, duymamaya ve anlamamaya çalışırlar. Karşı tarafın anlattıkları ne kadar etkili ve ne kadar dikkat çekici olursa olsun, kafalarında sabitledikleri düşüncelerde hiçbir değişiklik olmaz. Şeytan bu tarz kimselerde bu kaçışı öyle şiddetli bir hale getirir ki, kendilerine Kuran ayetleriyle yapılan hatırlatmaları dahi düşünmeyecek ve hatta düşünmek istemeyecek bir tavır içerisine girebilirler. Öyle ki, kendilerine Allah'ın varlığı, o anda kendilerini gördüğü ve tavırlarından dolayı sorguya çekeceği, Kuran'a uygun davranmamalarından dolayı sonsuz cehennem azabıyla karşılık görebilecekleri hatırlatıldığında dahi, bu gerçeklerden etkilenmeyecek bir vicdan duyarsızlığına ve düşünce boşluğuna ulaşırlar.

Böylece düşüncelerini, bilinçli bir şekilde tebliğe ve anlatılanlara kapatmış olurlar. Ancak elbette her ne yaparlarsa yapsınlar, aslında bilinçaltlarında hatalı olduklarını da bilmektedirler. Bundan dolayı kendilerini, vicdani bir sıkıntı ve huzursuzluk içinde yaşamaya mahkum ederler. Hem kendilerine yapılan Kuran'a uygun hatırlatmalardan uzak, nefislerinin istediği şekilde bir yaşam sürmek isterler, hem de böyle bir yaşamın dünyada ve ahirette büyük bir hüsranla sonuçlanabileceğini bilirler. Bu nedenle de sürekli bir çelişki, kuruntu ve sıkıntı içinde ömürlerini geçirirler.

Oysaki böyle bir duyarsızlık iman sahibi kimselerde olmayacak bir tavırdır. Böyle bir durum karşısında müminlerin göstermesi gereken ahlak bunun tam tersine düşünmeleri ve öğüt almalarıdır. Kuran'ın pek çok ayetinde dikkat çekilen bu durum A'la Suresi'nde de yer almaktadır. Allah bu ayetlerinde düşünüp öğüt almanın Kendisi'nden içi titreyerek korkan kimselerin bir vasfı olduğunu bildirmektedir:

Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat.' Allah'tan 'içi titreyerek korkan' öğüt alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır. Ki o, en büyük ateşe yollanacaktır. Sonra onun içinde o, ne ölür, ne yaşar. Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur. (A'la Suresi, 9-14)

Tavır Bozuklukları Göstermeleri



İman ettiklerini söyledikleri halde samimiyetsizlikten tam olarak kurtulamamış insanların, samimiyete davet edildiklerinde gösterdikleri tepkilerin önemli bir bölümü seste, konuşma üslubunda ve bakıştaki bozukluklarla kendini belli eder. Önceki satırlarda da değindiğimiz gibi, bu kimseler dünyada Allah'ın rızasını kazanmaktan daha önemli bir konu olmadığını çok iyi bildikleri halde, insanlar arasındaki imajlarını daha fazla önemseyebilmektedirler. Kendilerine eleştiri yapılması ya da hatalı yönlerinin deşifre edilmesi bu imajlarını zedeleyen en önemli konulardandır. Bu nedenle de bu tarz ortamlarla karşılaştıklarında şiddetli bir huzursuzluk ve buna bağlı olarak da ses, konuşma ve bakışlarında mümin ahlakına yakışmayacak tarzda farklılıklar oluşur. Samimiyetsizliğin deşifre edilmesiyle birlikte ortaya çıkan bu tepkilerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Seste Oluşan Tepkiler:



İnsanların duygu ve düşüncelerini dışa yansıtan en önemli araçlardan biri hiç kuşkusuz ki sestir. Bir insan, sevincini, neşesini, sevgisini, ilgisini, korkularını, tedirginliğini ya da huzur ve rahatlığını çoğu zaman ister istemez ses tonu ile dışa vurur.

Kuran ahlakını yaşayan bir kimse ahiretine yönelik olarak yapılan bir hatırlatma karşısında şevk ve istekle anlatılanları anlamaya ve uygulamaya çalışır. Bu şevk sesinden açıkça anlaşılır. Samimiyetsiz bir kimse ise samimiyetsizliğinin deşifre edilmiş olmasından duyduğu tedirginliği her ne kadar saklamaya çalışsa da bazen bu durum sesine yansır. Günlük hayatında kullandığı doğal, gür, canlı, akıcı, rahat ve sağlıklı ses tonu, yerini huzursuz, donuk, soğuk, kısık, boğuk, zor duyulan, yutkunarak çıkan, ne dediği hiç anlaşılmayan, sıkıntılı, zorlama ve resmi bir ses tonuna bırakır. Böyle durumlarda kullandığı bu ses ve üslup, çoğu zaman kişinin her zamanki, özellikle de neşeli olduğu anlardaki sesi değildir. Bunu anlamak için en iyi ölçü, kendisine çok sevdiği bir yiyecek ikram edildiğinde, beğendiği bir müzik parçası çalındığında ya da çok istediği bir şey hediye edildiğinde kişinin kullandığı ses tonu ile o andaki sesini kıyaslamaktır. Çünkü genellikle insanın normal ses tonu, neşelendiği, sevinçli ve huzurlu olduğu anlarda kullandığı sestir. İçinde yaşadığı olumlu duygular doğal olarak sesine de yansır. Kendisine bir öğüt verildiğinde ya da bir hatırlatma yapıldığında yani nefsinin ağırına gidecek bir ortamla karşılaştığında bu sesini kaybetmesi ise, içinde olumsuz düşüncelere yer vermiş olmasından kaynaklanır.

Kişinin ses tonunda oluşan tüm bu detayların elbette ki birer anlamı ve içerdiği mesajlar vardır. Kişi, eleştirilmekten hoşlanmadığının, konunun bir an önce kapatılmasını istediğinin, aksi takdirde karşı taraf ile olan dostluğunun, yakınlığının sona erip, araya mesafe gireceğinin mesajını vermektedir. Bu yolla, karşısındakine eksik ve hatalı yönleri deşifre edildiği takdirde dengesinin bozulacağını, normal halindeki neşesini, huzurunu kaybedeceğini, dolayısıyla kendisine bu yönde hiç dokunulmaması ve hatta geri adım atılması gerektiğini ifade etmiş olur.

Böyle bir kimse, bu sesi ile yaptığı konuşmalarla, her ne kadar olumlu şeyler söylüyor gibi görünse de, karşı tarafa bunların tam tersini ifade eder gibidir. Kimi zaman kendisine hatırlatılan konuyu görünürde kabul eder, ama kalbinde aynı kanaati taşımadığı için kullandığı bu ses bir "red sesi"dir. Bu, kitabın başından itibaren üzerinde durduğumuz gizli samimiyetsizliğin önemli göstergelerinden biridir. Kullandığı sesin tonundan bu kimsenin kendisine anlatılanlara katılmadığı, ikna olmadığı ve eleştirilmekten hoşlanmadığı çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Ancak sözleriyle, söylenenleri onaylıyor göründüğü için bu durumu kişinin kendisine açıklayabilmek ve onu yaptığının yanlış olduğu konusunda ikna edebilmek mümkün olmaz. Bu kişi de zaten bunu bilerek böyle şeytani bir taktik uygulamakta, kendince gizli bir protesto yöntemi kullanmaktadır.

Oysa gerçekten samimi olan ve hatasını düzeltmek isteyen biri, güzel ahlaka niyet ederek, tavrıyla, konuşmalarıyla ve sesiyle tevazusunu, teslimiyetini ve kabulünü en güzel şekilde karşı tarafa ifade edebilir, sıcak ve samimi bir üslupla Kuran'a uygun konuşmalar yaparak, karşı tarafa güven verecek bir tavır gösterebilir.

Aksi şekilde davranan kişilerin olumsuz tavırları, onların ahlaksız davranışlarını sürdürme ve bu yönleriyle karşı tarafı tedirgin etme isteklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki Kuran ahlakından uzaklaşmanın en büyük zararı kişinin kendisinedir. Eğer imana davet edildiği, Kuran ayetleriyle uyarıldığı ve kendisi de doğruyu gördüğü halde, gizliden gizliye samimiyetsizlikte direniyor ise, bu durumda, dünya hayatında gizli azaplara, ahirette ise cehennem azabına müstahak olabilir. Allah, müminleri aldattıklarını, onlara taktik uyguladıklarını zanneden bu kimselerin durumunu Kuran'da şöyle açıklamaktadır:

(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 9-10)

Samimiyetsizliğin Konuşmadaki Yansımaları:



Konuşma bozukluğu da, insanların samimiyetsizliklerini ele veren konuların en belirginlerindendir. Kendilerine Kuran ayetleri hatırlatıldığında söz ve tavırlarıyla teslimiyetlerini hemen ortaya koyan müminlerin aksine, samimiyetsiz kimseler çoğu zaman Kuran ahlakıyla bağdaşmayacak bir üslup içerisinde konuşmaya başlarlar. Kişinin gerçek ruh hali konusunda adeta bir ayna vazifesi gören konuşma üslubuna, Allah Kuran'da "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir." (Muhammed Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekmektedir.

Bu kimselerin konuşmalarındaki bozukluklar pek çok şekilde ortaya çıkar. Bunlardan başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

-Konuşmalardaki Mantık Çöküntüsü:



Bu insanların bazılarının mantık örgülerinde şiddetli bozukluklar oluşur. Bir başkasının rahatlıkla tespit edebildiği bu mantık çöküntüsü, bu insanların kendileri tarafından genellikle fark edilmez. Sözgelimi kendilerine yöneltilen bir eleştirinin yanlışlığını ispat etmeye çalışırken, eleştirinin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyan deliller oluştururlar. Ortaya attıkları her açıklama, bir öncekinden daha çarpık bir mantık üzerine kuruludur. Durumu kendi lehlerine her toparlamak isteyişlerinde daha da çürük bir mantığın içerisine girerler.

-Kuran'a Uygun Olmayan Konuşmalar:



Müminin en önemli özelliklerinden biri hayatının her anına Kuran ahlakını hakim etmiş olması, her sözünün Kuran ayetleriyle mutabık olmasıdır.

Kendisine öğüt verilen, ancak samimi olmayan bazı insanlar, Kuran ayetlerini söylemekten, Allah'ın adını anmaktan özenle kaçınabilirler. Çünkü bu durumda anlattıklarını yaşamalarının da gerekeceğini bilirler. Örneğin kendilerine bir eksikleri söylendiğinde Kuran'ın, "Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) ayetinde bildirilen mümin tavrını dile getirseler, ayete uygun olarak samimiyetsizliklerinden de hemen vazgeçmeleri gerekir. Aynı şekilde Allah'tan başka mutlak varlık olmadığını, Allah'ın gücü karşısındaki acizliklerini, herşeyin Allah'ın belirlediği kader doğrultusunda işlediğini, Allah'ın kalplerin derinliklerinde saklananları bildiğini, samimiyetsizliklerine karşılık insanları dünyada ve ahirette azaplandıracağını, cehennemin sonsuz oluşunu, buradaki acının mahiyetini ve sürekliliğini bir an olsun düşünüp dile getirseler, ahlaksızlıkta direnme cesaretini gösteremeyecekleri çok açıktır. Bu durumda böyle bir kişi artık nefsini savunamaz, cahiliyeye ait bir üslup kullanamaz. Herşey tam tersine dönmüş olur, enaniyetini tatmin edemez. Tavrı, üslubu ve hatta ses tonu bile normale döner. Ne yapmacıklık yapabilir, ne alınganlık yapıp küsebilir, ne de karşı tarafı protesto etme amacıyla eylemler yapabilir. Gururuna ne kadar ağır gelse, oluşturduğunu sandığı imajına ne kadar ters düşse de, hatasını kabul edip hiç vakit kaybetmeden telafi yoluna gitmek durumunda kalır.

Kuran ayetlerine uygun şekilde düşünmekten kaçınan bu tarz insanların, düşünmelerini sağlayabilmek için onlara hatırlatılabilecek en önemli konulardan biri cehennemdir. Bu kimseye, "Cehennemin yanında olsan, göstereceğin tavra göre bir an sonra ya cehenneme atılacak ya da kurtulacak olsan, yine de bu tavırlarını sürdürmeye devam eder miydin?" gibi bir soru sorulduğunda, nefsi köşeye sıkışacaktır. Çünkü hiç kimse cehennem ateşinin kenarında dururken Kuran ahlakından uzak bir tavır göstermeye cesaret edemeyecektir.

Böyle bir kıyas, insanların birçoğunun samimiyetsizliğinin, Allah'ın azabını uzak görmelerinden ya da ahirete kesin bir bilgi ile inanmamalarından kaynaklandığını göstermektedir. Allah bir ayette bu tarz insanları şöyle uyarmaktadır:

Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa, hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." (Enam Suresi, 158)

Sonuç olarak, bir insanın, yukarıdaki ayeti aklından çıkarmaması, samimi olarak cehennemi ve yaptıklarının karşılığının cehennemde azap olabileceğini düşünmesi, samimiyetsizlikten vazgeçmesi, dürüst bir insan olarak yaşamına devam etmesi için vesile olabilir.

-Yoğun Savunma ve İtiraz:



Samimiyetsizlikte kararlılık gösteren bazı kimselerin eleştiri karşısındaki konuşmalarında dikkat çeken bir diğer özellik ise bu kişilerin zaman zaman anlatılanları anlama çabasındansa, yoğun bir itiraz ve savunma psikolojisi içerisinde oluşlarıdır. İnanan bir kimsenin, kendisi hakkında yapılan bir teşhis ya da tavsiyeyi ilgiyle dinlemesi, sorması, anlayıp öğrenmeye çalışması gerekir. Böyle bir kimse ardından da kendisine yapılan uyarıyı anladığını göstererek Kuran'a uygun bir çaba içerisine girer. Ama bahsi geçen karakterde böyle bir çaba çoğu zaman görülmez. Allah Kuran'da Hz. Yusuf (as)’ın güzel tavrını müminlere örnek olarak vermektedir. Hz. Yusuf (as), bir iftira karşısında, haklı olmasına rağmen, nefsini savunmayacağını bildirmiştir. Bu ayet şöyledir:

(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53)

-Suskunluk:



Samimiyetsizliği ortaya koyan bir başka tepki de normal zamanlarda canlı, neşeli bir karakter sergileyen, sohbetlerinde seri, akıcı ve candan konuşmalar yapan kimselerin bir eleştiri karşısında bir anda suskunlaşıp, konuşamaz hale gelmeleridir. Gerçek imanda müminler en zor anlarda, en güç şartlarda bile şevklerinden ve iradelerinden bir şey kaybetmezler. Hatta tam aksine bu tarz durumlarda daha da şevklenerek, daha da büyük bir gayret göstererek imanlarının gücünü ortaya koyarlar.

Elbette ki, bu tür durumlarda doyurucu açıklamalar yapmaktansa susmayı tercih edenler, bunu açık bir eylem ve protesto olarak yaparlar. Bu şekilde, kendilerine hatırlatmada bulunan mümin kardeşlerini yıldırmak isterler. Ancak kendilerine bu yaptıklarının çirkin bir tavır olduğu söylense, bu kez de akıllarına bir şey gelmediği için konuşmadıkları gibi mazeretler öne sürerler.

Bu tarz tavırlar elbette ki sinsice yapılır ve ispatlanamaz. Daha önce de belirtildiği gibi, ancak altıncı his ile görülüp anlaşılabilir. Samimiyetsiz kişi ise, delil olmamasından istifade ederek, eylemlerini sürdürür. Ancak bu çirkin inadıyla hem Allah'ın rızasını, hem de müminlerin güven, saygı ve sevgilerini kaybeder. Buna rağmen kendisini akıllı ve karda sayması ise, onun ne kadar küçük bir akla sahip olduğunun açık bir göstergesidir. Üstelik söz konusu kişi, sinsice yaptığı planlar nedeniyle son derece karmaşık bir ruh haline sahip olur. Yaptıklarının samimiyetsizlik olduğunu bilmenin vicdani sıkıntısını yaşar. Bu yüzden sürekli tedirginlik ve huzursuzluk içinde yaşar. Bu da, Allah'ın bu dünyada gizli samimiyetsizlik uygulamaya kalkanlara verdiği gizli azaplardan biridir.

-Yapmacık Konuşma:



Kalplerinde sakladıklarını Allah'ın bildiğini unutan kimseler, herhangi bir konuda sadece çevrelerindeki insanları ikna edebilmenin yeterli olacağına inanırlar. Böyle bir durumda da içlerinde olanı gizleyebilmek için yapmacıklığa başvururlar. Kalplerinde olmayan şeyleri insanlara var gibi gösterebilmek, aynı şekilde kalplerinde olup da gizlemek istedikleri şeyleri de insanlardan saklayabilmek için yapmacık tavır ve konuşmalarla karşı tarafı inandırmaya çalışırlar. Allah bir ayetinde böyle kişilerden şöyle söz etmiştir:

... Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)

Sürekli bu ikiyüzlü ruh halini sürdürmek elbette son derece zorludur. Bir insanın hissetmediği şeyleri hissediyor gibi görünmesi büyük bir efor sarf etmesini gerektirir. Bu da son derece yıpratıcı bir durumdur. Böyle davranmayı sürdüren insan kendi kendine azap çektirmektedir.

Bu insanlar kendilerine bir öğüt verildiğinde, söylenilenleri abartılı mimik ve vurgularla, detaylı ve uzun açıklamalarla kabul ettiklerini anlatırlar. Oysaki içlerinden çoğu, çoğu zaman tam tersini düşünürler ve sadece konunun kapanmasını istedikleri için söylenenleri kabul etmiş görünürler. Karşı tarafın nasıl bir açıklama beklediğini hesaplayarak, hiç düşünmeden, hissetmeden ve kavramadan karşı tarafı rahatlatacağını düşündükleri bir konuşma yaparlar. Ancak bu esnada genellikle tavırlarında olumlu yönde bir değişiklik olmaz. Müslümanlar ise, yine Allah'ın yardımı ile bu insanın konuşmalarındaki yapmacıklığı hissederler.

Bu sinsiliği yapan bir insan, o an kendini temize çıkarıp kurtulduğunu zanneder, oysa, Allah onun içinden geçenleri, gizlisinin gizlisini bilmektedir. Allah, Kuran'da kalbindekileri gizlediğini zanneden insanlar için şöyle buyurmaktadır:

Haberiniz olsun; gerçekten onlar, ondan gizlenmek için göğüslerini büker (Hak'tan kaçınıp yan çizer)ler. (Yine) Haberiniz olsun; onlar, örtülerine büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Hud Suresi, 5)

-Ters Bir Üslup Kullanma:



Kimi insanların kendilerine verilen öğüdü etkisiz kılmak için başvurdukları yöntemlerden biri de, ters bir üslup kullanmalarıdır. Böylece karşılarındaki Müslümanı iyiliği emredip, kötülükten men etmekten vazgeçirebileceklerini zannederek yanılırlar. Çünkü, salih bir Müslüman sadece doğruları göstermekle sorumludur, karşı tarafın tavrı onun Allah'ın rızasına uygun davranmasını etkilemez.

Bu iki yüzlü kişiler, tersliği de diğer davranış bozuklukları gibi, sinsice yaparlar, çok fazla alamet ve delil vermemeye çalışırlar.

Konuşmalarında herşeyden önce gizli bir dikbaşlılık vardır. Belli belirsiz mimik ve vurguların da desteğiyle karşılarındaki kişiye gizliden gizliye meydan okurlar. Söylenen sözler ilk bakışta saygılı ve makul görünebilir. Ancak bu sözlerin söyleniş tarzı, kullanılan vurgular, bakışlarındaki sertlik ve mimiklerindeki bozukluk kişinin tam aksini söylediği izlenimini verir.

Kuran ahlakında açık da olsa gizli de olsa ters bir tavrın hiçbir şekilde yeri yoktur. Müminleri cahiliye insanlarından ayıran önemli bir özellikleri yumuşak başlı, tezavulu, teslimiyetli, sabırlı ve şefkatli kimseler olmalarıdır. Tüm bu vasıfları bir insana kazandırabilecek tek güç ise Allah korkusudur. Bu nedenle gizliden gizliye terslik yapan bir insan, Allah'tan güç yetirebildiğince korkup sakınarak bu ahlakından hemen vazgeçmeli ve müminlere karşı yumuşak başlı ve teslimiyetli bir ahlak sergilemelidir.

Bakışlardaki Bozukluk



Konuşma kadar insanların karakterlerini, duygularını, düşüncelerini ya da samimiyet derecelerini ortaya koyan bir diğer gösterge de bakışlardır. Bir insan içinde ne yaşıyorsa, kalbinde ne saklıyorsa ya da aklından her ne geçiriyorsa bu çoğu zaman bakışlarına yansır. Bu, aslında halk arasında da bilinen bir gerçektir ve "gözler kalbin aynasıdır" deyimiyle ifade edilir. Dolayısıyla insanların birbirlerini tanıyıp teşhis edebilmelerinde bakışların önemli bir yeri vardır.

Allah Kuran'da bakışların insanların iç dünyalarını ortaya koyan önemli bir ölçü olduğunu bildirmektedir. Bakışlara dikkat çekilen ayetlerden bazıları şöyledir:


O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi... (Kalem Suresi, 51)

(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir. (Mü'min Suresi, 19)


Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, iki yüzlü insanların gerçek ruh hallerini ve düşüncelerini bakışları ele verir. Böyle insanlar içlerinde yaşamadıkları güzellikleri yaşıyor görünmeye çaba harcarlar. Örneğin nefisleriyle çatışan bir olay olduğunda hemen öfkeye kapılırlar. Ama Kuran ahlakında öfkenin yeri yoktur; bu nedenle içlerindeki öfkeyi saklamaya çalışırlar. Böyle yaparak hem kendi ahlaksızlıklarına bizzat kendileri şahit olur ve bunun sıkıntısını duyarlar, hem de gereksiz yere şiddetli öfke gibi hislerle kendi kendilerine azap etmiş olurlar.

Samimi bir insanın bakışları ise, onun dürüstlüğünü yansıtır. Kendilerine zulmeden insanların aksine içleri ve dışları bir, huzurlu ve mutmain bir ruh hali, gözlerde de bir canlılık ve derinlik olarak kendini gösterir.

Hemen Ümitsizliğe Kapılmaları



Hatalarına yönelik eleştirilerle karşılaştıklarında, Kuran ahlakını gereği gibi yaşamayan insanların verdikleri en dikkat çekici tepkilerden biri de hemen ümitsizliğe kapılıp yılgınlaşmalarıdır. Ümitsizliğe kapılmak, Allah'ın sonsuz gücünü, inanan kulları üzerindeki rahmetini ve bağışlayıcılığını kavrayan insanların hiçbir şekilde göstermeyeceği bir tavırdır.

Allah, Kuran'da Hz. Yakup (as)’ın ümitsizlik konusundaki şu sözlerini bildirmektedir:

"Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)

Eksik yönlerini fark etmek bir insan için büyük bir nimet ve fırsattır. Böylece kişi, hatalarından arınma imkanına sahip olmaktadır. Ama kimi insanlar, bir hatırlatma ile karşılaştıklarında veya hatalı bir davranışta bulunduklarında hemen ümitsizliğe kapılabilirler. Bu, içlerinde yaşadıkları tevekkülsüzlüğün bir göstergesidir. Tevekkülsüzlük ise bir insan için dünyadaki en büyük belalardan biridir. Çünkü bazı olayların Allah'tan bağımsız geliştiğini zanneden insan, her olayı kendi kontrol altına almak ister. Ama bunu da asla başaramayacağı için hayatını sürekli bir korku, sıkıntı, tedirginlik, stres altında geçirir. Allah'ın sonsuz kudretini ve herşey üzerindeki hakimiyetini unutan insanların yaşadıkları bu ruh hali, aslında kendileri için dünyada yaratılmış azap türlerinden biridir.

Haksızlığa Uğrama Psikolojisi ve Karşı Ataklar



Allah'ın adaletini, inanan kulları üzerindeki merhametini, aynı şekilde mümin ahlakındaki güzellikleri gereği gibi kavrayamamış olan kimseler, bir uyarıyla karşılaştıklarında, bunu kendilerine yönelik haksız bir çaba olarak algılarlar. Uyarıyı yapan kişilerin, hiçbir menfaat gözetmeksizin, sadece karşı tarafın dünya ve ahiret hayatını güzelleştirebilmek için samimi bir gayret içerisinde olduklarını göremezler. Allah'ın, "Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50) ayetiyle dikkat çektiği gibi, bu konuyu cahiliye kıstaslarıyla değerlendirirler. Cahiliye toplumlarında insanlar birbirlerine karşı üstünlük taslamak, karşı tarafın açıklarını bulup onu küçük düşürmek ve mahçup etmek amacıyla eleştiri yaparlar. Bu düşünceye göre eleştiri, karşı tarafa beğenilmediğini, tavırlarının tasvip edilmediğini ifade etmek için yapılır; amaç konuyu çözmek ya da karşı tarafın eksiklerini telafi etmek, onu daha iyiye iletmek ve sonsuz ahiret hayatını kazanması için vesile olmaya çalışmak değildir. İşte bu nedenle olayları Kuran'a uygun bir bakış açısıyla değil de cahiliye ölçüleriyle değerlendiren samimiyetsiz kişiler de kendilerine sunulan güzelliği aleyhlerinde olarak görürler.

Kuran'a uygun davranmayan bu kişiler, nefisleri ile çatışan böyle bir durumla karşılaştıklarında, genellikle haksızlığa uğratıldıklarını düşünür, çoğu zaman da kendilerine uyarı yapan kişiyi incitecek sözler söyler, öfkelenir, küser, mesafeli ve soğuk bir tavır takınırlar.

Ancak bilinmelidir ki, bu davranışlarının hiçbiri Kuran ahlakına uygun değildir. Herşeyden önce insanların üzerinde Allah'ın mutlak adaleti tecelli etmektedir. Ve Allah, "Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve Kendi yanından pek büyük bir ecir verir." (Nisa Suresi, 40) ayetiyle, hiç kimsenin haksızlığa uğramayacağını bildirmektedir. Mümin bir insan, her durumda Allah'ın adaletinin tecelli edeceğinden emin olur, bu nedenle tevekküllü ve sakin bir tavır gösterir. Allah'a iman ettiklerini söyledikleri halde, O'nun adaletini ve gücünü unutanlar ise, haksızlığa uğrama psikolojisi ile sürekli sıkıntılı ve gergin bir hayat sürerler.

"Sınır Prensibi" ile Yapılan Sinsilikler



Bu kitabın konusunu oluşturan ahlaktaki bazı kişiler, hem Kuran'a uyduklarını söylerler hem de cahiliye ahlakını gizliden gizliye, sinsice sürdürürler. Ancak tüm bunları 'sınır prensibi' içerisinde gerçekleştirirler. 'Sınır prensibi'nin anlamı ise şudur: Kişi her türlü gizli samimiyetsizliği ispat edilemeyecek ve Kuran'a açıkça muhalif düşmeyecek hale getirerek yapar. Tüm gizli eylemlerini hep sınırında tutarak kullanır. Bu sınırı tutturabilmek için gerektiğinde kaba ile ince arası ayarlar yapabilir. Kaba ayarı en başından belirler. İnce ayarı ise, yaptığı samimiyetsizlikler müminler tarafından deşifre edildikçe uygulamaya geçirir. Örneğin ters bir konuşma yaptığında, bunun mümin ahlakına uygun olmadığı kendisine söylenirse, hemen terslikle normal bir üslup arasında bir ayar yapabilir. Her hatırlatıldığında, tersliğinin dozajını biraz daha azaltır, ama bunu yine de içinde şeytani kırıntılar bırakarak yapar ve her halükarda Kuran ile verilen öğütlere teslim olmaz. Ama teslim olma ile teslim olmama sınırını inceltip azaltabilir. Gizli kabalık, gizli itirazlar, gizli dik başlılıklar hep bu sınır prensibi içerisinde ispat edilmeyecek dozlarda kullanılarak yapılabilir.

Oysaki samimiyetsizlikleri saklamak ve korumak adına bu kadar sıkıntıya ve karmaşaya girmenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle bir hayatı yaşamak, içten içe kendini kemiren vicdan azaplarını, sıkıntıları beslemek büyük bir akılsızlıktır. Samimiyet çok daha kolay, çok daha güzel ve sadedir. Aksinde unutulmamalıdır ki, Allah'ın "Siz o gün arz olunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz." (Hakka Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi, ince ayar yapılıp dozajı azaltılmış da olsa, tüm samimiyetsizlikler Allah Katında mutlaka görülmekte ve bilinmektedir. Ve "Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür." (Zelzele Suresi, 7-8) ayetleriyle belirtildiği gibi, her davranış ahirette mutlaka karşılığını görecektir. İşte bu nedenledir ki, Allah ayetleriyle insanlara günahın gizlisini de açık olanını da terk etmelerini söyleyerek onları azaba karşı uyarmaktadır:


Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir. (En'am Suresi, 120)

... Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. (En'am Suresi, 151)


Protesto ve Eylem Psikolojisi



Cahiliye toplumlarında insanların büyük çoğunluğu bir kimsenin bir sözüne ya da tavrına kızıp alındıklarında evin kapılarını, dolap kapaklarını çarpma, karşılarındaki kişiye soğuk davranma, konuşmama, kendileri için hazırlanan yemeği yememe, yapılması gereken işi yapmama gibi eylemleri hiç çekinmeden uygularlar. Kuran ahlakını bilen kimseler ise bu tavırların mümin ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayacağını bildiklerinden bu tarz eylemlere başvurmazlar.

Samimi bir imana sahip olmayan bazı kişiler ise, Kuran ahlakına uymadığını bile bile protesto eylemlerini sürdürmekten çekinmezler. Ama bunu her zaman açıkça yapmaz; daha çok tersleşme, sessizleşip durgunlaşma gibi tavırlarla yaparlar. Böyle bir ruh hali içerisine giren kimse kendisine bir şey sorulduğunda düz ve normal bir cevap vermez. Bazen kısa ve geçiştirici bir cevap verir, bazen de "bilmiyorum", "evet" ya da "hayır" gibi kesik yanıtlarla cevaplayarak karşı tarafı sinsice protesto eder. Burada amaç cevap veriyor gibi görünmek ve kendisine "neden cevap vermiyorsun" diye sorulursa "cevap verdim ya" diyerek karşı tarafı haksız göstermeye çalışmaktır. Bazen de sorulan soruya cevabını belli belirsiz şekilde geciktirerek verir. Neden sustuğu ya da geç cevap verdiği sorulduğunda da "düşünüyordum", "söyleyeceğim şeyi hatırlayamadım" gibi yine samimiyetsizlikle yapıldığı belli olan ama kesin olarak ispat edilemeyecek mazeretler öne sürer. Herkesin gülüp eğlendiği bir ortamda o içinden geldiği gibi eğlenmez, sadece tebessüm etmekle yetinir, ağır ve soğuk davranır. Ancak neden böyle davrandığı, bir sorun olup olmadığı sorulduğunda, hiçbir şey olmadığını söyleyerek karşı tarafa imalı bir cevap verir. Zaman zaman da rahatsız veya uykusuz olduğu şeklinde mazeretler öne sürerek protesto eylemlerini ispat edilemez hale getirecek bir kılıf uydurur. Bu durumda tavrına dair kendisine bir eleştiri getirilecek olunursa, kasıtlı bir şey yapmadığını, rahatsız olduğu için o şekilde davrandığını söyleyecektir.

Böyle çirkin tavırlar gösteren kimseler bilmelidirler ki, gösterdikleri bu ahlakın sıkıntısını çeken de yine sadece kendileridir. Çoğu insan, ellerinde açık bir delil olmasa bile karşılarındaki kişinin gizliden gizliye samimiyetsiz bir tavır içerisinde olduğunu anlar. Mümin olan bir kişi, yine Kuran ahlakına uygun olarak bu tarz kişilere fayda verecek, onları güzel ahlaka davet edecek şekilde samimiyetle karşılık verir. Ve güzel ahlak göstermenin huzurunu yaşar. Gizli ahlaksızlıklar göstermekte ısrar eden kişinin kendisi ise başkalarına protesto gösterisi yapacak diye içinden geldiği gibi eğlenemez, gülemez, konuşamaz. Olayları ya da insanları hep olumsuz bir gözle değerlendirdiği için güzellikleri göremez, bunların zevkine varamaz. Herşeyi sorun olarak algılayıp, hep sıkıntı ve azap içerisinde yaşar. İşte bu, insanın kendi eliyle kendine zulmetmesidir. Ve tek çözümü, kişinin Allah'tan korkarak Kuran ahlakına yönelmesidir. Ancak samimi bir kalple Allah'a yönelen ve O'nun razı olmayacağı herşeyden şiddetle kaçınan insanlar dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk bulabilirler.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü