Harun Yahya

1. Gözün Mükemmel Komplekslikteki Yapisi 1/2










1. Konjunktivanın üst tavanı
2. Cilt
3. Orbiküler göz dibi kası
4. Palpebral bölüm
5. Tarsal bezi
6. Üst gözkapağı kıkırdağı
7. Konjunktiva
8. Schlemen kanalı
9. Skleral çıkıntı
10. Ön bölüm açısı
11. Kornea
12. İris
13. Gözbebeği


13. Kirpik
14. Lens Çekirdek
16. Korteks
17. Arka bölüm
18. Retrolental boşluk
19. Arka bölüm
20. Siliyer bölgeler
21. Siliyer süreç
22. İç tarsus
23. Tarsal bezi
24. Orbiküler göz dibi kası
25. Konjunktivanın alt tavanı





Göz, oldukça kompleks bir yapıya ve çok özel bir işleve sahip olmasına rağmen bedenimizde küçük bir yer işgal eder. Tıpkı değerli bir mücevherin kutusunda saklanması gibi kafatasımız içinde dış etkilerden korunacak bir biçimde muhafaza edilir. Sahip olduğu görevin önemi ile doğru orantılı olarak, üstün bir tasarım sayesinde korunur.

Gözler, altı kemik uzantısı ile kafatasına bağlanan, etrafları özel dokularla çevrelenmiş göz yuvaları içinde, koruyucu bir yağ yastıkçığı üzerine yerleştirilmişlerdir. Burun kemeri, kaşlar ve elmacık kemikleri tarafından dış etkenlere karşı korunurlar. Gözleri çevreleyen tüm bu kemik ve dokular hep birlikte "göz çukuru" (orbita) olarak adlandırılır.

Gözler, çok iyi korunmalarının yanısıra vücutta, görmeyi en rahat ve ideal biçimde sağlayacak bir bölgeye yerleştirilmişlerdir. Bu bölge, vücudumuzu ve uzuvlarımızı en mükemmel şekilde kontrol ve idare edebilmemizi sağlayacak bir konuma sahiptir.

Bir örnek olarak, gözlerimizin bacaklarımızın üzerinde bulunduklarını düşünelim. Yalnızca yürüdüğümüz bölgeyi göreceğimizden, vücudumuzun üst kısmı, özellikle de başımız sürekli olarak bir yerlere çarpacaktı. Ayrıca böyle bir durumda yemek yemek, elleri kullanmak gibi pek çok hareket başlı başına bir sorun haline gelecekti. Dolayısıyla gözlerimizin şu anki yerleri dışında vücudumuzun herhangi başka bir yerinde bulunmaları birçok sakıncalar doğuracaktır. Dahası gözlerin başımızda bulunması, onların her an sağlık ve emniyetini sağlama bakımından da en uygun durumdur.

Boynun küçük ve hızlı bir refleks hareketiyle, göze zarar verebilecek herhangi bir cisimle teması engellenmiş olur.

Gözler yüz üzerinde de en ideal konumda bulunurlar. Acaba gözler yüzün başka bir yerinde, örneğin burnun altında bulunsalardı ne olurdu? Hem emniyet açısından riskli bir durum oluşur hem de estetik olarak oldukça çirkin bir görünüm meydana gelirdi. Görüş açısı da şu ankinden çok daha kısıtlı olurdu.

Gözlerin her yönden, olabilecek en ideal yerde, simetrik bir biçimde bulunmaları estetiğe de son derece uygundur. İki gözün arası ortalama tek göz boyundadır. Bu oran bozulduğunda örneğin gözlerin arası daha açık veya daha yakın olunca yüzün tüm ifadesi değişir.

Göz, sahip olduğu bütün özellikleri ile insanı Allah’ın yaratmış olduğunu ispatlayan bir delildir. Bu delilleri daha yakından görmek ve gözün oluşumunun evrim teorisinin tesadüf iddialarıyla açıklanmasının mümkün olmadığına bir kez daha şahit olmak için gözü oluşturan yapıları yakından inceleyelim...

Ya Göz Kapaklarımız Olmasaydı...






Gözyaşı



1. Lipid (yağ) tabakası: Gözü yağlar ve buharlaşmayı önler.
2. Su katmanı: Gözü besler ve korneayı korur.
3. Müsin tabaka: Bu tabaka yüzey tansiyonunu azaltarak aköz tabakanın kornea yüzeyine eşit olarak dağılmasını sağlar.
4. Meibomian bezleri ise üst göz kapağında 25, alt göz kapağında ise 20 tane bulunur. Salgılanan gözyaşının çabuk buharlaşmasını engelleyen ince yağlı bir tabaka oluştururlar.




Göz yaşı film tabakası, her biri son derece önemli olan çeşitli bölümlerden oluşur.





Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu pencerelerin korunması ve bakımı özel bir sistem sayesinde sağlanır. Göz kapakları, mükemmel bir şekilde işleyen bu sistemin en önemli parçalarından birisidir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" (Göz küresini göz kapaklarıyla birleştiren ince zar) ve "kornea"yı (Gözün dış tabakasını) her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler. Gözün şeffaf tabakası olan kornea görüntüyü engellememesi için damarlardan arındırılmıştır. Korneayı oluşturan hücreler gözlerimiz açıkken havadan oksijeni direkt alırken, uykuda ise göz kapaklarının hemen arkasındaki zengin damar ağı sayesinde beslenmeye devam ederler.

Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu.

Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.

Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda toz ve yabancı madde biriktiğinde hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir külfet olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı.

Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri göz yaşıyla yıkar. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.








1. Levator göz kapağı superioris
2. Orbital septum
3. Göz kapağı çevresi
4. Göz kapağı kıkırdağı


5. Gözyaşı deliği
6. Kirpikler
7. Tarsal bezleri




Göz kapağının içinde bulunan bezler gözyaşı üretimi yaparlar. Her göz kırpmasında -ki bu her 5-10 saniyede bir istemsiz olarak meydana gelir- ve gözyaşı gözün tüm yüzeyine eşit olarak dağılır. Aynı zamanda bu bezlerden salgılanan yağ ile kirpikler de kaplanır. Bu kaplama sayesinde kirpikler yukarı doğru kıvrılarak, gözün görme alanını açar ve estetik bir görünüm kazanırlar. Bunların her biri elbette ki muhteşem detaylardır. Gözdeki mükemmel yapı herşeyin Rabbi olan Allah'ın yaratmasıdır.





Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı.

Açılıp kapanma esnasında, göz kapağının içinde bulunan özel bir bezden (meibomius bezi) salgılanan yağlı bir salgı kapakların birbirlerine yapışmalarını engeller ve göz kapaklarının kaymasını kolaylaştırır.2









Göz kapağının uyurken kapalı durması da çok önemlidir. Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor olacaktı. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı.3 Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.

Göz kapaklarının önemini daha iyi anlamak için mevcut durumun tam tersini düşünelim. Eğer göz kapağı diye bir şey olmasaydı yeryüzündeki insanların tamamı çok kısa bir süre içinde kör olurdu. Gözün en dış tabakasını oluşturan kornea kuruyacak, göz kısa bir süre sonra görevini yapamamaya başlayacaktı. Göze girecek küçük bir toz tanesi bile zamanla büyük problemler yaratacak, göz hemen mikrop kapacaktı. En küçük darbelere karşı korumasız kalan göz her an kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı.

Örneğin “lagoftalmi” adlı hastalıkta göz kapakları ya tamamen kapanamaz veya çok zor kapanır. Bu durumda korneanın nemlenmesi tehlikeye gireceğinden, korneada kuruma ve yeterince yıkanamadığı için de enfeksiyonlar görülür. Bu hastalığın uzun süre devam etmesi durumunda ise açıkta kalmaya bağlı olarak gözün dış tabakalarının soyulması, kornea ülserleri, gözün delinmesi ve körlüğe kadar ilerleyen sonuçlar kaçınılmazdır. Hastalar gözlerini antibiyotikli merhemlerle sürekli nemlendirmeli ve mikrop barındırmayacak halde tutmalıdırlar. Aksi takdirde sabaha kadar sürekli açık kalan göz, sabah uyanıldığında kurumuş ve her türlü toz ve kirle dolmuş bir hale gelir.4









Gözdeki Erken Uyarı Sistemleri



Göz, mevcut bir erken uyarı sistemi sayesinde tehlikelerden korunur. Bu sistemin temel prensibi; göze yönelik bir tehdit karşısında, gözün etrafında ya da üzerinde bulunan sinirlerin göz kapağını devreye sokmasıdır. Bu sinirler göz kapağını çalıştıran kasları uyarırlar.

Göz kapaklarının kapanıp açılmasından sorumlu farklı kas çeşitleri vardır. Bu kaslara bağımlı olarak göz kapaklarının hareketi üç şekilde olur:

◉ Göz kırpma,

◉ Refleks olarak kapanma,

◉ İsteğe bağlı olarak kapanma.

◉ Göz Kırpma:



Göz kırpma hava ile temas halinde yaşayan ve göz kapağı bulunan omurgalılara ait bir özelliktir. Dakikada yaklaşık 10-20 kere istemsiz olarak kapanır. Sürekli okuma, dikkat yoğunlaştırma ya da havadaki nemin artması gibi etmenler göz kırpmayı azaltır. Sıcaklık arttığında ise göz yaşının buharlaşması artar. Bu durumda gözün kurumasını önlemek üzere göz kırpma da artacaktır. Değişen durumlara göre artıp azalan göz kırpma hızı insanı meşgul etmeyen otomatik bir mekanizmadır.








Korneanın reflekslerinin ölçülmesi sonucunda her iki gözün de tepki vermesi, sağlığa işaret eder. Aksi durumda ise trigeminus veya facialis sinirinde ya da beyindeki odaklarda problem olduğu düşünülür.





◉ Refleks Olarak Kapanma:



Refleksler insanın çeşitli dış uyaranlara, irade dışında ve çok kısa bir süre içinde verdiği istemsiz tepkilerdir. Gerekli durumlarda göz kapağını da harekete geçiren bu refleks mekanizması, tehlikelere karşı bir sigorta görevi görür. Korneaya, kirpiklere, hızlıca kaşların ortasına ya da alına dokunma göz kapağını uyaran refleksin oluşmasına neden olur.

Eğer göz kırpma refleksini meydana getiren sinir ağı incelenirse, bu ağın ne kadar incelikle planlanmış bir yapıya sahip olduğu açıkça görülür. Çünkü yukarıda belirtilen her refleks için göz kapağına taşınan uyarılar farklı sinir yollarından geçmektedir. Yani gözün etrafı çok sayıda erken uyarı sistemiyle donatılmıştır.

Beyin, çok kısa sürede gelen bu uyarıları değerlendirir ve ilgili kaslara sinir uyarılarının gitmesini sağlar. Bu işlemler sırasında sinir uyarıları yollarını hiç şaşırmadan saniyenin binde biri kadar kısa bir süre içinde beyne ulaşırlar. Beyinden gelen emir sonucunda göz kapağı, gözü yabancı maddelerden korumak veya silecek görevini yerine getirebilmek için tam zamanında kapanır. Mevcut tehlikenin anında tanınması, farklı durumlara ait reflekslerin ayrı sinir yollarından, birbirine karıştırılmadan sinyal olarak ulaştırılması son derece mükemmel komplekslikte işlemlerdir.

◉ İsteğe Bağlı Olarak Kapanma:



Çevremizde devamlı olarak değişen şartlar karşısında hayatımızı devam ettirebilmek için, dışarıda olup biten olaylardan tam zamanında haberdar olmamız gerekir. Bu yüzden göz kırpma işlemi insanın dış dünyayı algılamasını engellemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşmelidir. Eğer bu işlem uzun sürseydi çok büyük tehlikeler söz konusu olabilirdi. İnsan gözünü kırpma işlemi ile meşgul olduğu bir anda örneğin üzerine gelen bir arabayı fark edip kaçmaya fırsat bulamayabilirdi. Ancak böyle olmaz. İstediğimiz zamanlarda ise rahatlıkla gözlerimizi açıp kapatabiliriz.

Göz kırpmak, her gün binlerce kere farkında olunmadan yapılan bir harekettir. Kimse göz kırpmak için özel bir çaba sarf etmez, göz kırparken “Neden gözlerimi kırpıyorum?” diye düşünmez. Gerçekten de göz kırpmanın ne kadar gerekli ve büyük bir nimet olduğunun farkına varmaz.

Hastalıklar ve Nimetin Farkına Varmak



İnsan bir sabah kalktığında göz kapaklarının yapışmış olduğunu, gözlerinin yapışkan bir sıvı ile dolduğunu fark ederse o güne kadar sahip olduğu sağlıklı gözlerinin değerini daha iyi anlar. İşte "blefarit" denilen bir hastalık sonucunda gözler bu duruma gelip, birer bakteri yuvasına dönüşürler.

Blefarit, göz kapağının kenarında, kirpiklerin dışa doğru uzadığı ve arkasında da yağ bezlerinin olduğu bölümde görülen bir hastalıktır. Hastalık ön blefarit ve arka blefarit olmak üzere ikiye ayrılır. Ön blefaritte göz kapağının dış kenarı ve kirpik dipleri etkilenir. Vücuttaki bakterilerin aşırı miktarda çoğalması ve derinin yağlı ve kepekli olmasından dolayı blefarit hastalığı meydana gelmektedir. Arka blefarit ise kapağın gözün içine değen kısmını etkiler, gözyaşı yağ bezlerinin normal çalışmaması ile ilişkilidir.5

Blefaritli hastalarda kuru göz, kirpik batması gibi hastalıklar da ortaya çıkmaktadır. Blefaritin nedeni normalde göz kapağında bulunan bakterilerin aşırı miktarda çoğalmasıdır.

Bir başka göz kapağı hastalığı ise göz kapağını kaldırma görevi yapan kasların zayıflığı nedeni ile ortaya çıkar. Travma, nörolojik bozukluklar gibi sorunlar sonucunda üst göz kapaklarından biri veya her ikisi düşük durur ve bu durum kişiye yorgun ve bitkin bir ifade verir. Bu incecik kasların görevini yapmaması görüş alanının da küçülmesine, çocuklarda ise göz tembelliği olarak bilinen soruna da neden olur.6 Bu kaslar hayatımız boyunca hiç yorulmadan, otomatik olarak devamlı faaliyet halindedirler. Hastalıklarla birlikte vücudumuzdaki bu faaliyetlerin önemini bir kere daha kavrarız.

Sağlıklı olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için mutlaka böyle sıkıntı verici hastalıklarla karşılaşmak gerekmez. İman eden, akıl sahibi insanlar, Allah'ın verdiği sağlık için her zaman şükrederler. Bir hastalıkla karşılaştıklarında da şifayı verenin Allah olduğunu bilir, yalnızca Allah'tan yardım ister, Kuran'a uygun tevekküllü bir tavır gösterirler. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda yine O'na yalvarmaktasınız. (Nahl Suresi, 53)




 




1. Levator göz kapağı superioris
2. Orbital septum
3. Kirpikler
4. Gözyaşı drenaj sistemi (punktum)

5. Gözyaşı küçük kanalları (kanalikül)
6. Nazolakrimal kanal
7. Gözyaşı kanalının burun içinde açıldığı bölge
8. Burun açıklığı

Gözyaşı üstün özellikleriyle başlı başına bir mucizedir. Bunun yanı sıra gözyaşının üretimi ve gözden tahliyesini yapan sistemlerin tasarımının mükemmelliği, üretimdeki hassas dengeyle birleşince, gözyaşının varlığında tesadüfün hiçbir yeri olmadığı bir kez daha anlaşılır. Yanda, gözyaşının boşaltımını sağlayan kanallar ve bu kanalların birleştiği kese ve diğer yapılar görülüyor.





En Mükemmel Göz Damlası: Gözyaşı



Kimi insanların "tuzlu su" zannettiği gözyaşı, çeşitli görevler için farklı karışımlarla oluşturulmuş son derece özel bir sıvıdır.

Gözyaşının ilk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozim" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozim sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli dezenfektanlardaki maddelerden bile daha etkilidir. Bu kadar güçlü olduğu halde göze hiçbir zarar vermemesi ise hayranlık verici bir olaydır.

Bu bilgilerin ışığı altında bir kez daha durup düşünmek gerekir. Böylesine güçlü bir dezenfektan, nasıl olur da göz gibi hassas bir organa hiçbir zarar vermez? Cevap çok açıktır: İçinde son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşı gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaratılışın her noktasında mevcut olan muhteşem uyum, aynı şekilde göz ve gözyaşı için de geçerlidir.

Kör tesadüflerin böyle mükemmel yapılar ortaya çıkaramayacağı ve bunu insan bedenine yerleştiremeyeceği açıktır. Tesadüfler sonucu, göze zarar verecek rastgele milyarlarca bileşiğin oluşabilme ihtimali vardır. Peki nasıl olup da göz için hem böyle kuvvetli bir temizleyici görevi görecek hem de göze en ufak bir zarar vermeyecek bir sıvı sentezlenmiştir? Bu ideal sıvı tesadüfen oluşana kadar göz nasıl korunmuştur? Gözün varlığını devam ettirebilmesi için şu anki yapısına, gözyaşının da şu anki kusursuz bileşimine sahip olması şarttır. Elbette bu birlikteliğin işe yaraması için beynin ve vücudun diğer sistemlerinin de aynı anda varolmaları gerekir.

Örneğin göz, beyindeki görme merkezi de dahil bütün bileşenleri, dokuları, sıvıları ve uzantıları ile aniden bir bedende oluşsa bile bu, canlının hayatının devamı için yeterli değildir. Çünkü bu vücudun kalbi, karaciğeri ya da "olmazsa olmaz" parçalarından herhangi birisi henüz hazır olmasa, ne o beden ne de göz varlığını sürdüremezdi. Buraya kadar verdiğimiz bilgilerde açıkça görüldüğü gibi gözün tek bir parçasının bile zaman içinde tesadüfler sonucunda oluşması mümkün değildir. Gözü tüm parçalarıyla birlikte bir bütün olarak yaratan Allah'tır.

De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar." (Fatır Suresi, 40)

Gözyaşının Özel Yapısı



Gözyaşının yapısı daha yakından incelendikçe, bu sıvının ne kadar büyük bir yaratılış mucizesi olduğu daha iyi anlaşılır. Gözyaşının % 98.2'si sudur. Geri kalan kısımda kan plazmasıyla aynı oranda üre ve plazmadakinden daha az oranda glikoz, tuzlar ve organik maddeler bulunur.7 Lizozim ise geriye kalan maddenin küçük bir kısmını oluşturur. Yani gözyaşı, içinde farklı oranlarda farklı maddeler bulunan son derece özel bir sıvıdır.

Gözyaşı farklı maddeleri içeren katmanlardan oluşur. Bu katmanlarda yağ salgılayan bezlerin ürettiği yüzeysel bir tabaka bulunmaktadır. Görevi ise gözyaşının buharlaşmasını engellemektir. Bu, gözün yapısındaki şaşırtıcı ayrıntılardan başka bir tanesidir. Gözyaşının üzerindeki bu son derece ince yağ tabakası, göz yaşını korumaktadır.

Peki kim gözyaşının üzerine, buharlaşma etkisini hesap ederek böyle bir kaplama yapmıştır? Bu kadar özel bir yapı nasıl ortaya çıkmıştır?

Gözyaşının üretimi de son derece hassas bir ölçü ile yapılır. Gözyaşı, sadece korneayı kurumaktan kurtaracak ve göz küresinin yüzeyinin kayganlığını kaybettirmeyecek miktarda üretilir. Böylece, göz hareket ettiğinde göz kapağı ile göz küresi arasında sürtünmeden kaynaklanan herhangi bir rahatsızlık meydana gelmez.

Gözyaşı yeterli miktarda üretilmeseydi, gözün her hareketi bizim için bir eziyet haline gelirdi. Örneğin gözyaşı kuruluğu olan hastalarda, gözlerde sürekli bir yanma ve gözün içinin kum dolu olduğu hissi oluşur. Gözler şişer, kızarır ve hatta hastalığın ileri aşamalarında hasta gözünü kaybedebilir.





Göz Küresinin Anatomisi







1. Yan rektus kas tendonu
2. Retinal sinyal bölümü
3. Sinyal yapı ve siliyal kas
4. Schlemm kanalı
5. Skeral kemik
6. Merceğin asıcı bağı
7. İris
8. Mercek


9. Mercek kapsülü
10. Kornea
11. Ön kamera
12. Arka kamera
13. İridokorneal açı
14. Siliyal işlemler
15. Dişli çizgi
16. İç yan rektus kası


17. Camsı cisim
18. Camsı kanal
19. Optik sinir (II)
20. Merkezi retial atardamar
ve toplardamar
21. Skleradaki delikli bölge
22. Aracknoid altı boşluğu
23. Optik sinirin dış kılıfı


24. Sarı beneteki oluk
25. Episkleral boşluk
26. Tenon kapsülü
27. Koroid
28. Koroidi saran boşluk
29. Koroid
30. Retinanın optik bölümü





Uyarıcı bir durum söz konusu olduğunda, mesela göze toz gibi yabancı bir madde kaçtığında, gözyaşı üretimi otomatik olarak artar. Bu bir yandan antiseptik amaçla daha çok lizozim enzimi üretilmesini, diğer yandan da uyarıcı maddenin dışarı atılabilmesi için bol miktarda sıvı oluşmasını sağlar. Görüldüğü gibi gözyaşı bezlerinin, ne eksik ne de fazla, tam gerekli miktarda sıvı salgılamasını sağlayan bir denge-kontrol mekanizması da vardır. Sadece bu mekanizma bile, zaman içinde geliştiği varsayılan, tesadüflerle işleyen bir evrim sürecini imkansız kılar.

Üzerinde üretildiği yer ve tarih yazan bir göz damlası kutusunu gören kişi, asla bu sıvının tesadüfler sonucunda kendiliğinden meydana geldiğini düşünmez. Bu damlanın formülünü bulan, onu üreten ve paketleyen birileri olduğunu bilir. Aksini iddia eden bir kişinin ise akıl sağlığında ciddi bir problem olduğunu düşünür. Gözyaşımız ise herhangi bir insan üretimi göz damlasından çok daha üstün özelliklere sahiptir ve insan vücudunda üretilir. Öncelikle farklı kimyasal maddelerden oluşur ve bu maddeler hassas bir karışım oranı ile birleşirler. Bundan başka gözyaşıyla birlikte gözyaşını üreten salgı bezleri, otomatik gözyaşı salgılama ayarları ve boşaltım kanalları da vardır. Bunlar düşünüldüğünde gözyaşının tesadüfen meydana geldiğini ve yine tesadüfen göze yerleştiğini söylemek akıl ve mantık dışı olacaktır.

Gözyaşı şimdiye kadar yaşamış olan ve şu anda dünya üzerinde yaşamakta olan bütün insanlarda aynı mükemmelliktedir. Gözü bir bütün olarak yaratan üstün güç sahibi Allah'tır.

Gözyaşının Katmanları:



Gözyaşı, içinde farklı oranlarda çeşitli maddeler bulunan özel bir sıvıdır. Bu bileşenlerin varlığı iyi ve net bir görüş için şarttır.

Gözyaşını oluşturan maddeler 3 katman oluşturacak şekilde gruplanmıştır:

1. Yağ katmanı: Gözyaşının en üstte yer alan katmanıdır. Hemen altında bulunan sıvı katmanın buharlaşmasını engeller. Ayrıca gözyaşının göz yüzeyine eşit yayılmasını da sağlar. Göz kapaklarında bulunan Meibomian adlı yağ bezleri ve kirpiklerin çıktıkları deliklere açılan Zeis bezleri tarafından üretilirler.

2. Sıvı katman: Bu katman gözyaşının temel katmanıdır. Yağ tabakanın hemen altında; ortada yer alır. Üç katman arasında en kalın olanıdır. İçinde tuzları, proteinleri ve lizozim adlı özel bir kimyasal maddeyi barındıran kompleks bir yapısı vardır. Gözde bulunan gözyaşı bezleri (Karuse Wolfring) tarafından üretilir. Temizleyici ve besleyici bir özelliği olan kalın ve akıcı bir karışımdır.

Gözün kornea tabakasına, burası için besin niteliğindeki oksijeni taşır, atık ürünleri korneadan uzaklaştırır, korneada oluşabilecek enfeksiyonları engeller. Algıladığımız görüntülerin bulanık olmaması için kornea tabakasının kalınlığının sabit kalması şarttır. Bu kalınlık kornea hücrelerinin su içeriğine göre değişim gösterir. Gözyaşı normalde % 0.9 oranında tuz içerir. Eğer bu oran bozulursa korneaya su hücum eder, kornea şişer ve formu bozulur. Ağlandığında veya havuza girildiğinde oluşan bulanık görüşün sebebi budur. Sıvı katman korneanın kalınlığını dengede tutarak görüntü kalitesinin bozulmamasını sağlar.

3. Mukus katmanı: Göz yüzeyinde bulunan konjunktiva adlı ince zardaki hücreler tarafından üretilir. Gözün hemen üzerinde yer alır ve gözyaşının en alttaki katmanıdır. Hemen üzerinde temasta bulunduğu kornea dokusu hidrofobik, yani suyu itici bir yapıya sahiptir. Eğer orta tabakadaki sıvı katman, bu katmanın yerinde olmuş olsaydı göz üzerinde duramayacak ve uzaklaştırılacaktı. Oysa gözün üzerinde durabilen bu musin adlı özel kimyasal madde sayesinde gözyaşı gözün önünde durmayı başarır. Eğer gözyaşının mukus katmanında “musin” bulunmasaydı (Bu, Stevens Johnson sendromu olarak adlandırılan bir göz hastalığıdır) -sıvı katman üretilse dahi- göz yüzeyi yer yer kötü nemlenerek zarar görürdü .8

Net bir görüş sağlamak için gözyaşının tüm bileşenlerinin üretilmesi yeterli değildir. Gözyaşının hangi yolla nasıl nakledileceği de son derece önemlidir:









Gözyaşı, gözyaşı bezlerinden çıkarak küçük kanallarda akar. Gözyaşı bezleri üst göz kapaklarına yerleştirilmiştir ve uyarıldıklarında gözlerinizin etrafında ince bir film oluşturacak şekilde gözyaşı salgılarlar. Her göz kırptığınızda ince bir film gözlerinizin etrafında yayılır ve gözünüzü nemli tutarak tozdan ve diğer yabancı maddelerden arındırır. Uyurken ya da uyanıkken bu sıvı her zaman gözyaşı bezleri vasıtasıyla hareket halindedir. Gözlerinizi korumanın yanı sıra gözyaşı bezleri gözleriniz rahatsız olduğunda da daha fazla sıvı üretmeye başlar. Bunlara refleks gözyaşları denir. Bir şey sizi mutlu yaptığında ya da canınız yandığında gözyaşı bezleriniz yine harekete geçer. Kullanılan gözyaşları daha sonra burun tarafında, alt ve üst göz kapaklarınızın birleştiği yerdeki küçük tahliye deliklerden, burun içine açılan nazolakrimal kanallara doğru süzülür. Gözümüzde mükemmel bir gözyaşı üretimi ve drenaj sistemi vardır.

Gözyaşının gerekli miktarda üretilmesinin yanısıra, göz yüzeyinin tamamına eşit olarak yayılması da gereklidir. Gözyaşı, göz üzerine eşit yayılmadığında işlevini tam olarak yerine getiremez. Göz kapaklarının düzenli hareketlerinin yanısıra, kimyasal içeriğe bağlı yüzey gerilimi sayesinde gözyaşı homojen olarak kornea üzerinde yayılım gösterir.

Her göz kırpışımızda, göz yüzeyindeki gözyaşı filmi otomatik olarak yenilenir. Bu işlem, ortalama her 3-5 saniyede bir tekrarlanır. Bu 60 yıl yaşayan bir insanın, tüm ömrü boyunca, ortalama olarak 300 milyondan fazla göz kırpması anlamına gelir.

Bu hassas dengeler, koruma mekanizmaları ve mükemmel gözyaşı bileşenleri tesadüflerle işleyen bir evrim süreciyle açıklanamaz. Üzerinde üretim yeri ve tarihi yazılı bir ilaç kutusu ve içinde de bir göz damlası bulan kişi, o sıvının tesadüfler sonucunda kendiliğinden meydana geldiğini düşünmez. Bu ilacın formülünü araştırmalar ve deneyler sonucunda geliştiren, onu üreten, paketleyen bilgi-zeka sahibi bilim adamları ve mühendisler vardır. Aksini iddia eden bir kişinin akıl sağlığında ciddi bir problem olduğu ise şüphe götürmez bir gerçektir.

Gözyaşımız ise suni bir göz damlasından çok daha üstün özelliklere sahiptir. Kendine özgü hassas kimyasal bileşimi, her bir bileşen için farklı salgı bezleri, otomatik salgılama ayarları ve uygun yerlere yerleştirilmiş boşaltım kanallarının varlığı tesadüfi evrim mekanizmalarıyla açıklanamaz.

Gözyaşı şu anda dünya üzerinde yaşamakta olan bütün insanlarda aynıdır. Gözü bir bütün olarak yaratan, her insanda aynı özelliklerin var olmasını sağlayan üstün güç sahibi Allah’tır. Göz, Allah’ın kusursuz yaratma sanatının örneklerinden bir tanesidir.

Gözlerdeki Estetik Koruma



Göz son derece önemli bir organdır ve ayrıca çok da hassas bir yapısı vardır. İşte bu yüzden vücudun en iyi korunan organlarından biridir. Burada dikkat çeken nokta korumanın aynı zamanda son derece estetik bir görünüm içerisinde sağlanmasıdır. Düşünün ki; gözün korunması için etrafında son derece sert, zırhımsı bir kabuk da olabilirdi. Oysa, gözün çevresinin kemik yapısı, göz kapakları, kaşlar, kirpikler son derece estetik ve simetrik bir görünüm meydana getirirler. Bu, Allah'ın yaratmasındaki güzelliğin eşsiz örneklerindendir. Bir ayette yaratılıştaki kusursuzluk şöyle ifade edilmiştir:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca varedendir, "şekil ve suret" verendir... (Haşr Suresi, 24)

Göz kapaklarının tam kenarında çıkan kirpikler gözü toz ve yabancı maddelerden korurlar. Koptukları veya kesildikleri zaman ise tekrar hemen uzarlar, bu uzama kirpik eski boyutuna geldiğinde sona erer.

Kirpikler düzgün, yumuşak ve yukarı doğru hafifçe kıvrıktırlar. Bu şekil hem kullanışlı hem de son derece estetiktir. Kirpiklerin bu şekli kazanmaları elbette rastlantı sonucu değildir. Zeis adlı bezlerin salgıladıkları yağlı bir salgı ile kirpikler yağlanır ve bu yağlanma sayesinde dışa doğru kavisli bir yapı kazanırlar.9 Eğer bu ince bakım yapılmasaydı kirpikler son derece sert, fırça gibi olacak, her göz kırpmada rahatsızlık verici bir karışma ve takılma hissi meydana gelecekti.

Kaşlarımız da son derece fonksiyoneldir ve alnımızdan akan terin direkt olarak gözün içine girmesine engel olur. Ayrıca güneş ışınlarını kırarak gözün içine yansımasını engeller. Bunun yanı sıra insan gözünün estetik görünümünü tamamlayan çok önemli birer unsurdurlar.Bir ayette Allah’ın üstün yaratma gücü şöyle bildirilir:

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin Yaratıcısı'dır ve O, tektir, kahredici olandır." (Ra'd Suresi, 16)

Yıpranmayan Kaslar



Göz kasları vücudun en çok çalışan kaslarındandır. Bu kaslar sayesinde göz, günde yaklaşık 100.000 kere hareket eder. İnsanın yaşam süresi düşünüldüğünde bu sayı trilyonları (80 yıl x 100.000 = 2.9 trilyon) bulur. Fakat kaslar bu kadar ağır ve sürekli bir iş yapmalarına rağmen hiç kimse görmekten dolayı yorgunluk duymaz. Değil bu kasların yorgunluğunu hissetmek, insanların çoğunun bu kaslardan haberleri bile yoktur. Yaşlı kimselerde bile bu kaslar genç bir insandaki gibi işlevlerini görürler.

Göz çevresinde 6 kas bulunur. Bu kaslar gözlerin sağa-sola, aşağı-yukarı ve diğer açılara dönmesini sağlar. Her gözdeki 6 kas, 3 kas çiftinden oluşur. Her çift, kendi içinde zıt yönlere hareketi sağlar. Bir cismin kusursuz ve net olarak algılanabilmesi için görüntünün retinanın merkezine odaklanması gerekir. Bunun için gözdeki kaslar, birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışmalıdırlar. Bu yüzden iki göz aynı anda aynı noktaya doğru bakar. Gözlerin ortak çalışmasında bir problem olması halinde görüntü çift olur. (Bunun ne kadar sıkıntı verici olabileceğini anlamak için, gözünüzün kenarına parmağınızla hafifçe ve dikkatli bir şekilde bastırarak bir nesneye bakmaya çalışın.)

Bir kasın kasılması ve gözü hedefe doğru çevirebilmesi için karşılığı olan kasın da aynı oranda gevşemesi gerekir. Bu çok hassas bir ayar gerektirir. Kaslara gelen emir yani elektrik sinyalleri bu sırada senkronize ve ölçülü olmak zorundadır. Aksi takdirde göz hareketlerimiz kilitlenir ve felç olurdu.

Bu kasların birbirleriyle uyum içinde çalışmaları sağlanamazsa, çift görmenin yanısıra, yüzün ifadesinde de birçok bozukluklar meydana gelebilir, gözde şaşılık veya kayma olduğu zaman yüz ifadesinin değişmesi gibi. Eğer bu kaslar hiç olmasalardı göz hareketsiz, donuk bir cam gibi kalacak ve yüzde anlamsız bir ifade olacaktı. Bir şeye bakmak için kafanın tamamen o yöne dönmesi gerekecek dolayısıyla günlük yaşamda sahip olduğumuz hareket kabiliyeti de büyük oranda azalacaktı.








1. Üst eğri kas superioris
2. Aşık kemiği (trochlea)
3. Üst eğri tendon
4. Üst rektus (düz kas) kası
5. Yan rektus kası


6. Alt eğri kası
7. Alt rektus kası
8. Ortak kiriş halkası
9. Üst aşık kemiği
10. Üst eğri


11. Orta rektus
12. Alt rektus
13. Alt eğri
14. Yan rektus
15. Üst rektus


16. Orta düz kas
17. Alt düz kas
18. Alt oblik
19. Yan düz kas
20. Üst düz kas
21. Üst oblik




Göz kasları, gözün her yöne kolaylıkla hareket edebilmesini sağlayacak bir düzene sahiptir. Böylesine özel bir yapının kendi kendine, tesadüfen oluşma ihtimali yoktur. Gözü kusursuz olarak yaratan Allah'tır.





Konjonktiva ile Ömür Boyu Bakım



Gözü sürekli yıkayan ve mikroplardan arındıran bir gözyaşı sisteminin yanısıra gözde bir yağlama sistemi de mevcuttur. Bu sistem günde yaklaşık yüz bin defa, dört ayrı yöne dönen gözün, bu hareketlerin sonucunda yıpranmasını engeller. Bu sayede göz sürekli yağlanarak sürtünme etkisine ve yabancı maddelere karşı korunmuş olur.

Göz küresi, üst üste birçok doku katmanından oluşur. Bu dokulardan konjonktiva gözün üst yüzeyini yağlama görevi yapar. Göz küresinin ön yüzünü ve kapakların iç yüzünü örten, ince bir zar dokudur. Saydamdır, bu yüzden hemen altındaki beyaz sklera (göz akı) ve skleraya ait damarlar görünür. Şeffaf bir tabakanın “canlı” olması ise elbette ki düşünülmesi ve incelenmesi gereken bir konudur.

Bu tabaka göz küresinin alt ve üst kısımlarına kadar uzar, böylece göz kırpıldığında veya hareket ettiğinde konjonktivanın iki yüzeyi birbirinin üzerinde kayar.

Konjonktiva, gözyaşı bezleriyle gözyaşı salgılanmasını sağlar. Bu ince tabaka mukus (mukoza salgısı) üreten küçük bezler de içerir. Mukus gözyaşıyla birleşerek yağlama işlemini gerçekleştirir. Bu yağ o kadar kaygandır ki, göz hareket ettiğinde hiçbir rahatsızlık hissedilmez.

En basit mekanik aletlerde bile düzenli bir yağlama olmadan verim alınamaz. Kapı menteşesinden son model bir arabanın motoruna kadar, hareketli mekanizmaların sürtünme etkisine karşı korunmaları ve yıpranmamaları için düzenli olarak yağlanmaları gerekir. Gün boyu yaklaşık yüz bin farklı hareket yapan göz de, yukarıda anlatılan sistem sayesinde otomatik olarak sürekli yağlanır.

Eğer konjonktivanın çalışmasında ciddi bir aksaklık olup da bu yağlanma işlemi gerçekleşmezse gözün her hareketinde çok büyük ve dayanılmaz ağrılar meydana gelirdi. Oysa sağlıklı bir insan Rabbimiz’in yarattığı bu sistem sayesinde böyle bir rahatsızlık çekmez.

Kornea, Gözün Penceresi










1. Göz akı


2. Kornea




Kornea, gözün dış dünyaya açılan penceresidir. Işık geçirgenliği, pencere camıyla aynıdır. Aradaki fark pencerede cam, korneada "et" kullanılmasıdır. Bir "et"i camdan şeffaf yapacak tek güç ise herşeyi benzersiz yaratan Allah'tır.





Göz, ışığın girdiği öndeki tümsek çıkıntı dışında, küre biçimindedir. Bu kürenin en dışında göz akı (sklera) denen sert, çok dayanıklı ve süt gibi donuk, beyaz renkli bir katman bulunur. Göz akı gözü çepeçevre kuşatır ve göz içindeki dokuların korunmasını sağlar. Gözün ortasındaki renkli bölümü çevreleyen beyazlık da bu katmanın görünen bölümüdür.

Göz akı, yumuşak bir yapıya sahip olsaydı gözün darbelere karşı korunması, gerektiği gibi sağlanamayacaktı. Ayrıca göze toz veya herhangi bir yabancı madde kaçtığında bu cisim göze yapışacağı için çıkarması zorlaşacak, büyük zararlar verecekti. Oysa göz akı sert olduğu için gözyaşının da yardımıyla yabancı maddeler kolaylıkla gözden temizlenir.

Göz üzerindeki sert ve dayanıklı beyaz dokunun yapısı, gözün önündeki tümsek bölüme gelince değişir. Bu çıkıntılı bölüm kornea denilen, ışığı geçiren saydam bir tabakadan oluşur. Birbirlerinin devamı oldukları halde göz akı ve korneanın yapıları tamamen farklıdır ve kesin bir sınırla ayrılırlar. Göz akı bir binanın dış cephesini kaplayan sert granit kaplamaya, gözün önündeki şeffaf kornea da bu binanın penceresine benzetilebilir.

Eğer korneayı oluşturan ince doku gözün bütününü kaplasaydı, göz dış etkilere karşı son derece savunmasız ve güçsüz kalacak, sonuç körlük olacaktı.

Eğer göz akını oluşturan sert ve mat doku gözün önündeki saydam tabaka üzerinde devam etseydi, ışık retinaya ulaşamayacak ve görüntü oluşamayacaktı. Peki nasıl olur da aynı tabakada bulunan ve birbirlerinin devamı olan iki farklı doku, kesin bir sınır ile ayrılmışlardır? Bu son derece düzgün, yuvarlak sınırı kim çizmiştir?

Gözümüzün önündeki bu küçük pencereyi incelemeye devam edelim. Kornea denen saydam bölüm ışık demetlerini kırarak, bu ışınların mercekten geçip, gözün arkasındaki retinaya ulaşmalarını sağlar. Odaklama için gerekli olan ışığın kırılımının üçte ikisi kornea sayesinde sağlanır. Kırılmanın geri kalan üçte birlik bölümünü ise, gözün iç kısmında bulunan mercek gerçekleştirir.

Nesneleri net görebilmek için korneanın her zaman saydam ve kristal berraklığında olması gerekir. Çünkü saydamlığını yitirdiği anda göze yeterince ışık giremediği için görüntü bulanıklaşır. Kornea dokusu dış etkenlere karşı da çok duyarlıdır. Gözün bu katmanının çok hassas olması göze kaçan küçük bir toz parçasının bile hemen fark edilip anında temizlenmesini sağlar.

Fotoğraf makinesi için objektif ne kadar önemliyse göz için de kornea aynı önemi taşır. Dahası kornea o kadar şeffaftır ki, ancak çok yakından dikkatle bakıldığında görülebilir. Korneanın bu derece saydam olmasının sebebi, onları besleyen damarların bulunmaması ve bu hücreleri bir arada tutan liflerin hassas bir düzen içerisinde sıralanmalarıdır.








 

 

1. Epitelyum
2. Bowman katmanı


3. Stroma
4. Descement zarı
5. İç damar zarı




Göz üzerindeki sert ve dayanıklı beyaz dokunun yapısı, gözün önündeki çıkıntılı bölüme gelince birdenbire değişir. Bu çıkıntılı bölüm kornea denilen, ışığı geçiren saydam bir tabakadan oluşur. Birbirlerinin devamı oldukları halde göz akı ve korneanın yapıları tamamen farklıdır ve kesin bir sınırla ayrılırlar. Gözün oluşumu sırasında her hücre nerede nasıl görev yapacağını bilir. Tam gereken yerde saydam hücreler devreye girer. Bu muhteşem oluşum, üzerinde düşünülmesi gereken bir sanattır.





Kornea yüzeyi gözle görülmeyen binlerce küçük sinir ucu ile doludur. Bu sinirler korneayı çizilme veya sürtme gibi uyaranlara karşı aşırı hassas hale getirir, reflekslerle göz kapağı gibi koruyucu mekanizmaları yardıma çağırırlar. Göz kapağı hareketleri ile kornea üstüne yapışan herhangi bir cisim derhal dışarı atılır ve göz kapağının kapanması korneayı diğer muhtemel tehlikelerden korur.

Kornea bir anlamda arkasında gözün çalıştığı bir penceredir. Rüzgarın savurduğu bir kum tanesi veya talaş parçası korneayı çizebilir. Kornea bu tür sebeplerle çizilirse ya da hasara uğrarsa kendi kendini tamir edebilir. Gözün hızlı bir kendini yenileme kabiliyeti vardır.

Korneayı oluşturan hücreler gözyaşındaki glikoz ve havadaki oksijen ile beslenirler. Burada kan damarları bulunmaz. Gece ise uykuda, göz kapaklarının altındaki zengin kılcal damarlardan beslenirler.

Korneanın netliği tam olarak sağlanmasaydı hiçbir zaman düzgün bir görüntüyle muhatap olunamayacak, insan devamlı olarak bulanık görecekti. Böyle bir görüntü olsaydı, dünya elbette şu anda olduğundan çok farklı olacak, herşey puslu bir perde arkasından izlenecekti. Bu yüzden dış dünyayı bu incecik canlı tabakanın izin verdiği netlikte izleyebiliriz.

Kornea vücuttan tamamen izole edilmiştir. Bu özelliği korneanın bir vücuttan diğerine naklini kolaylaştırır. Nakledilen doku vücut tarafından reddedilmez. Çünkü kanda üreyen antikorlar buraya ulaşamazlar.

Kornea aynı zamanda zararlı ultraviyole ışınlarını süzen bir filtredir. Bu koruma olmadan lens ve retina güneşin tahrip edici zararlı etkisine maruz kalmış olacaktı.

Buraya kadar anlatılan teknik bilgileri bir kez daha gözden geçirmekte yarar vardır. Kornea, gözün ön tarafının en dış kısmında bulunan son derece saydam bir tabakadır. Işığın yaklaşık %98’ini geçirir ki bu, pencere camının şeffaflığına yakındır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta korneanın canlı bir doku olduğu, düzenli olarak beslendiği ve hücrelerden oluştuğudur.









Nasıl Olur da Canlı Bir Doku Tıpkı Bir Cam Kadar Şeffaf Olabilir?



Korneamız saydamlığını nasıl kazanmıştır?

Dünyaya liflerden ve damarlardan oluşan canlı bir varlığın arkasından baktığımız halde nasıl olur da herşeyi bu kadar net görebiliriz?

Vücudumuzdaki bütün hücreler tek bir hücrenin çoğalmasıyla oluşur. Gözdeki son derece ince, şeffaf ve narin olan bu canlı zarı oluşturan hücreler de, sert kemikleri oluşturan hücreler de, bağırsak dokularını oluşturan hücreler de, kan hücreleri de hepsi tek bir hücrenin bölünmesi ve çoğalması sonucunda var olmuşlardır.

Hangi güç, aynı hücrenin bölünmesi sonucunda, bir yanda taş gibi sert olan kemikleri, bir yanda da cam kadar şeffaf olan korneayı meydana getirmiştir?

Nasıl olup da hücreler birbirlerinden bu kadar farklı olmuşlardır?

Hücrelerin kendilerine ait plan yapma, karar verme, uygulama gibi yetenekleri var mıdır?

Elbette ki cansız ve şuursuz atomlardan oluşmuş hücrelerin böyle yetenekleri yoktur. Hücrelere neler yapacaklarını hangi organı oluşturup, ne gibi görevler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.

Korneayı oluşturan liflerin ve sinirlerin son derece hassas olmaları yine üstün bir yaratılışın delilidir. Çok narin olan bu tabaka gelişmiş bir erken uyarı sistemi sayesinde, en ufak bir tehlikede dahi göz kapağını savunmaya çağırır.

Gözdeki bir başka mucizevi yapı da korneanın şeklidir. Işığın kırılmasını hesaplamak son derece güç ve optik alanda uzmanlık gerektiren bir iştir. Ancak anne karnındaki bir hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan kornea dokusu bu hesaplamayı kusursuz bir şekilde yapar. Çünkü kornea ışığı tam retinanın üstüne düşürecek açıya sahiptir. Acaba kornea bu açıyı kendisi mi hesaplamıştır, yoksa korneayı oluşturan hücreler bu bilgiye ayrı ayrı mı sahip olmuşlardır? Son derece ince bir hesaplama gerektiren korneanın şekli ve tam gerektiği şekilde gözün önündeki hassas yerleşimi, elbette ki kendiliğinden tesadüflerle bu hale gelmemiştir.

Korneanın ışığı retinaya düşüren objektife benzer şekli, liflerin ardından dünyayı görmemizi sağlayan olağanüstü yapısı, korneayı besleyen göz kapağı ve lenf damarları, erken uyarı sistemini oluşturan sinirler ve daha birçok özel ayrıntı… Bunların tümü tesadüfen oluşması mümkün olmayan, birbirine bağlı işleyen muhteşem mekanizmalardır. Böyle muhteşem bir düzen ancak üstün akıl gerektiren bir yaratılış sonucunda gerçekleşir. Bu benzeri olmayan aklın sahibi ise Allah'tır.

Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8)

Gözdeki Sıvılar



Gözün iç boşluğu üç bölüme ayrılmıştır. Gözün ön tarafında akışkan bir sıvının dolaşmakta olduğu iki bölüm vardır. Bunlardan ‘ön kamara’ korneanın arka yüzü ile iris arasındadır. ‘Arka kamara’ ise irisle göz merceği arasında kalan dar bir bölümdür.

Merceğin arkasında ise arka duvarını retinanın oluşturduğu geniş bir boşluk bulunur. Bu odaya karanlık oda denir. Burası saydam, renksiz, parlak jelatinimsi bir sıvı ile doludur. Bu sıvı, camsı sıvı (vitreus) olarak adlandırılır. Jöle kıvamındaki bu sıvı, retina ile mercek arasındaki boşluğu doldurarak retinanın yerinde kalmasını sağlar.

İrisle mercek arasındaki arka odacıkla, irisle kornea arasındaki ön odacık akışkan berrak bir sıvı (aköz hümör) ile doludur. Bu sıvı kirpiksi cisim tarafından devamlı salgılanır. Odacıklardaki bu sıvının görevlerinden biri, kan damarlarından yoksun olan kornea ve merceğin beslenmesini sağlamaktır. Aköz hümör sıvısı gözün içindeki yapıların beslenmesi için gerekli maddeleri (tuzlar, şekerler, mikrop öldürücü maddeler gibi) içerir. Bu maddeler kirpiksi yapı içerisinde bulunan mikroskobik pompalar aracılığıyla damarlardan emilir ve sıvının içine karışır.

Göze hayat veren bu besin kaynağı sıvı, durağan ve hareketsiz değildir. Aksine, sürekli bir dolaşım halindedir. Ufacık boşluktaki bu sıvı aynen okyanuslardaki temel su akıntısı prensibi doğrultusunda bir sirkülasyon gerçekleştirir. (Soğuk akım aşağıdan, sıcak akım yukarıdan akar.)

Bu muhteşem mekanizma sadece besini ve mikrop öldürücüleri eşit olarak dağıtmakla kalmaz, son derecede hassas ve mikroskobik bir kontrolle hücre atıklarının da dışarı atılmasını sağlar.

Odacıklardaki sıvının ikinci görevi ise devamlı bir iç basınç oluşturarak korneanın tümsek şeklinin sabit kalmasını sağlamaktır. Bu basınca göz tansiyonu da denir.

Göz İçi Basınç







Glokomun Gelişimi







A. SAĞLIKLI GÖZ


B. GLOKOMA




a. Camsı kütle
b. Göz sıvısı akışı
c. Göz sıvısı akış kanalı


1. Göz sıvısı akış kanalı tıkalı olmasından dolayı sıvı birikimi gerçekleşiyor.
2. Artan basınç kan damarlarına ve göz sinirine hasar veriyor.





Göz, esnekliği çok sınırlı bir küre gibi düşünülebilir. İçerdiği jölemsi sıvı küreye bir miktar iç basınç yapar. Bu iç basıncın şiddetini ise saydam sıvının miktarı belirler.

Saydam sıvı (aköz hümör), kirpiksi cisim tarafından salgılanır. Sıvı, kirpiksi cisimden lensin ön yüzünü de besleyerek arka kamaraya, daha sonra da gözbebeğinden geçerek ön kamaraya gelir ve korneanın arka yüzüyle irisin ön yüzü arasındaki dokular tarafından geri emilir. Bu salgılama ve boşaltım işlemlerinde dengesizlik olması göz içi basıncını olumsuz etkiler.

Üretilen ve emilen saydam sıvı miktarı eşit olduğunda, sürekli bir sıvı akışı sağlanır, böylece gözün içindeki sıvı hacmi değişmez. Ama saydam sıvının üretimi artar, emilimi azalır ya da akışı engellenirse göz içi basıncı yükselir.

Mevcut sistemi bir kez daha gözden geçirelim. Sözü edilen sıvı çok hassas bir denge ile üretilmekte, fazla sıvı aynı hassas denge sayesinde geri emilmektedir. Dikkat edilmesi gereken, bu döngünün bütün insanların gözlerinde her an gerçekleşiyor olmasıdır.

Gözün içi, suyu bir taraftan doldurulurken bir taraftan da boşaltılan bir akvaryuma benzer. Eğer suyun tahliyesi engellenirse akvaryum taşar veya suyun eklenmesi aksarsa akvaryum boşalıp kurur. Benzer şekilde birçok sanayi tesisinde, kimyasal tesislerde bulunan sıvı tanklarının içerdikleri sıvı miktarları bilgisayarlarla yönetilen son derece hassas elektronik kontrol sistemleri sayesinde dengede tutulur. Çok ince ölçüm ve hesaplamalar gerektiren bu kontrol sistemleri uzman mühendisler tarafından programlanır ve denetlenir. Sistemde meydana gelen aksaklıklar ise büyük facialara neden olabilir.

Göz içi sıvısı gibi milimetrik hacimlerin denge mekanizmasını sağlamak ise çok daha büyük ve hassas hesaplamaları gerektirir. Çünkü bu hesaplamalarda milimetreden çok daha küçük birimlerde yapılacak bir yanlışlık gözün kör olmasıyla sonuçlanır. Ancak sağlıklı bir göz içindeki sıvının bu döngüsü bir ömür boyu hiç şaşmadan sürer gider. Yalnızca böyle bir sıvının göz içerisinde bulunması bile büyük bir mucize iken bu sıvının aynı zamanda kusursuz bir döngü içinde olduğunu bilmek, üzerinde düşünülmesini gerektiren bir durumdur.

Peki son derece hassas bir dengesi olan göz içi sıvısının hacminde bir değişim olursa, yani akvaryum taşacak kadar suyla dolarsa ne olur?

Bu sıvının emiliminde bir yavaşlama ya da üretiminde gereksiz bir artış olursa sonuç geri dönüşü olmayan bir göz hasarıdır. Glokom hastalığı adı verilen bu durumda göz içi basıncı hızla artar. Lens ile kornea arasındaki boşlukta meydana gelen bu yüksek basınç, ilk olarak optik sinirin beslenmesini bozar ve sinir hücrelerinin yavaş yavaş ölmelerine sebep olur. Glokom hastalığında sinsi bir şekilde ilerleyen körlüğün sebebi budur. Bu hastalıkta ağrı olmayabilir o yüzden tek teşhis yöntemi göz tansiyonunun cihazlarla ölçümüdür. Genelde 20–21 mmHg’in altındaki göz tansiyonu normaldir.

Glokom hastalığında başlangıçta genellikle görmede bozukluk ve ağrı yoktur. Ancak hastalık erken teşhis edilmeyip ilerlerse, görme sinirindeki hasara bağlı olarak görme alanında kör noktalar oluşur. Daha sonra çevresel görme kabiliyeti kaybolmaya başlar ve etraftaki cisimler bir borudan bakıyormuş gibi görülmez olur. Glokomun daha seyrek görülen, hızlı gelişen (kapalı açılı) tipinde ise, sıvının geri emilimindeki ani tıkanıklığa bağlı olarak, göz tansiyonu kısa sürede çok yüksek değerlere ulaşır. Bu durumda şiddetli ağrı ve bulanık görme ortaya çıkar. Acil bir cerrahi müdahale ya da lazer yöntemi ile sıvının geri emildiği kanallara müdahale edilmesi ve açılmaları gerekir.

Doğal olarak bu yazıyı okuyuncaya kadar gözünüzün içinde bir sıvının çok hassas bir ölçü ile üretilip geri emildiğini bilmiyordunuz. Tıpkı diğer insanlar gibi. Ama bazı insanlar böyle bir mucizenin gözlerinin içerisinde olduğunu, ancak bu hastalığa yakalandıklarında öğrenirler. Glokom, görmenin ne kadar hassas dengelere bağlı olduğunu bizlere hatırlatır.

Allah dilerse böyle bir hastalık veya çok daha acı verici bir başka hastalığı vesile kılarak sağlığın değerini ve şükretmenin gerektiğini insana hatırlatabilir. Ancak asıl güzel olan insanın, başına bir sıkıntı gelmesini beklemeden Allah'a yönelip dönmesi, O'na şükretmesi, Allah'ı sürekli anarak Rabbimiz’i en içten bir saygıyla övüp yüceltmesidir.

.... Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)

İris; Gözün Işık Ayarlayıcısı



Kişiye özgü karakteri oluşturan gözümüzün rengi iris üzerindeki pigmentler sayesinde oluşur. Estetik olmasının dışında irisin her an devam eden çok fonksiyonel bir görevi vardır.

Korneanın (saydam tabakanın) arkasında yer alan iris, retinayı gereksiz ışıktan korur. Çevresinde bulunan iki kas sayesinde gözbebeğinin boyutunu ışık şiddetine göre ayarlar. Dairesel olarak yerleştirilmiş bulunan kas lifleri kasıldıklarında kese bağı gibi gözbebeğini daraltır. Böylece göz bebeğimiz küçülür ve göze giren ışık miktarı kısılır. Aynı yerde dışarıya doğru uzanan kas lifleri ise karanlık bir ortamda kasılırlar ve göz bebeğini büyütürler. Bu sayede gözün içine giren ışık miktarı ortama göre devamlı olarak ayarlanır.

Aksini düşünelim. Eğer böyle bir mekanizma olmasaydı göz kendisini değişen ışık miktarına göre ayarlayamayacaktı. Normalde, çok küçük orandaki bir ışık değişiminde bile göz, uzun süre kamaşacak, görme ile görememe arasında uzun bir zaman geçecekti.

Uzun süre aydınlık bir ortamda bulunduktan sonra karanlık bir ortama geçildiğinde gözde meydana gelen kamaşmanın iki nedeni vardır. Birincisi, karanlıkta retina duyarlılığının artmasıdır; ikincisi ise, iristeki kasların harekete geçmeleri için kısa bir sürenin gerekmesidir. Karanlık bir yerden birden aydınlık ortama geçildiğinde, göz bebeği kısa bir süre genişliğini korur. Göz ışıkta kaldıktan ancak 0.04-0.05 saniye sonra göz bebeği iristeki kasların yardımıyla daralmaya başlar ve bu daralma 0.1 saniyede maksimuma ulaşır.

İristeki kasların yardımıyla göz bebeğinin daralma süresi 0.1 saniye değil de daha uzun bir zaman alsaydı o süre yarı kör olarak geçirilir ve bu büyük bir rahatsızlık meydana getirirdi. Ancak böyle olmaz ve gözdeki mükemmel yapılar sayesinde zorlanmadan ve rahatsızlık duymadan çevremizi görebiliriz.

İris, sahip olduğu pigmentli hücreler sayesinde aynı zamanda göze rengini veren tabakadır. İrisin rengi tıpkı deride olduğu gibi mevcut pigment çeşidine ve miktarına bağlıdır. Açık renk derili insanların gözleri mavi, yeşil ya da açık gridir. Koyu renk derili insanların gözleri ise genelde koyu kahverengi veya siyahtır.

Göz Bebeği











Göz bebeği dediğimiz şey aslında irisin ortasındaki dairesel açıklıktır. İris kasılarak ve genişleyerek gözün içine girecek ışık miktarını çok kısa bir sürede ayarlar. Genel olarak, her iki göz de aynı miktarda ışık alır; fakat gözlerden birine düşen ışık miktarı değiştirildiğinde, sadece bir gözün göz bebeğinde değişiklik olmaz, diğeri de hemen buna katılır.

Göze giren ışık miktarı, göz bebeği açıklığı alanının karesi ile doğru orantılıdır. Göz bebeği çapının 1,5-8 mm arasında değişebilmesi sayesinde, göze giren ışık miktarı 30 kat artırılıp azaltılabilir. Örneğin bir flaş patlaması ile 0.1 saniyede yapılacak değişim sonucunda göz bebeği hemen ayarlanıp ışığı azaltır. Işık göze girdiği zaman, bu sinirsel bir uyarı olarak beyine gider. Beyine sadece ışığın varlığı değil aynı zamanda şiddeti de bildirilir. Beyin de hemen geri sinyal göndererek göz bebeğini çevreleyen kasların ne kadar kasılacaklarını veya ne kadar genişleyeceklerini bildirir. Bütün bu haberleşme, hesaplama ve fonksiyonlar ise saniyeden daha alt birimlerdeki zaman aralıklarında gerçekleşir.

Beyin ile iris kasları arasında oluşan bilgi alışverişi, ilk okuyuşta sıradan biyolojik bir ayrıntı gibi gözükebilir. Ancak biraz düşünüldüğünde bunun çok önemli, mükemmel bir olay olduğu hemen anlaşılacaktır.

Göze gelen ışığın şiddetinin otomatik olarak ölçülmesi ve bu bilginin beyne haber verilmesi, beynin de duruma göre iris kasları sayesinde içeri giren ışığın şiddetini ayarlaması, istisnasız şimdiye kadar yaşamış olan ve şu anda yaşayan bütün insanların beyninde bu ince ve detaylı hesaplamaların gerçekleşiyor olması çok açık bir yaratılış mucizesidir.

İnsan bedeninde yaratılmış olan bu muhteşem sistemle ilgili bilgi sahibi olmak, insanın kendisini yaratanın gücünü ve ilmini görüp O'nu gereği gibi takdir edebilmesi için bir vesiledir. İnsana düşen ise tüm evrenin Yaratıcısı olan Allah'a şükretmek ve Allah'ı hoşnut edecek davranışlarda bulunmaktır. Allah Kuran’da ayetlerinden yüz çevirenleri "zalim" olarak nitelendirmektedir:

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir?… (Kehf Suresi, 57)








A. AZ IŞIK VEYA KARANLIK

1. Radyal kaslar kasılır


B. PARLAK IŞIK

2. Dairesel kaslar kasılır




Göz bebeğinin çapını değiştiren kaslar beyinden aldıkları emir sonucunda kasılarak veya gevşeyerek göz bebeğinin boyutunu değiştirirler. Bu sayede göze giren ışık miktarı sabit tutulur.





Aydınlığa ve Karanlığa Uyum



Buraya kadar anlatılan ayrıntıların varlığını kendi gözünüzde inceleyebilirsiniz. Karanlık bir yere ilk girdiğiniz anda etrafınızdaki eşyaları çok zor seçersiniz. Bunun sebebi, retinanızın duyarlılığının o an için çok düşük olmasıdır. Fakat 1 dakika gibi kısa bir süre içinde duyarlılık 10 kat artar. Retina daha önce uyarılması için gereken ışık şiddetinin onda biriyle uyarılabilir. 20 dakika sonra duyarlılık 6.000 kat artar ve 40 dakika sonra yaklaşık 25.000 kat yükselir. Göz, ışığa duyarlılığını 500.000 ile 1.000.000 kat gibi büyük sayılar arasında değiştirebilir. Duyarlılık aydınlanma derecesine göre otomatik olarak ayarlanır. Retinanın görüntüyü kaydetmesi için objedeki hem karanlık hem de aydınlık noktaların belirlenmesi gerekir. Bu nedenle reseptörlerin daima daha karanlık değil daha aydınlık olanlara cevap vereceği şekilde bir ayarlama yapılmalıdır.

Retinanın duruma göre kendisini ayarlamasına örnek olarak, sinemadan parlak gün ışığına çıkıldığı zamanları verebiliriz. Bu sırada cisimlerdeki koyu noktalar bile son derece aydınlık görülür. Kontrast çok az olduğu için bütün görüntü beyazlaşır. Kuşkusuz bu yetersiz bir görmedir ve retina, cismin koyu noktaları alıcıları aşırı uyarmayacak kadar uyum gösterince rahatsızlık kaybolur. Tersine, kişi karanlık bir ortama girdiğinde, başlangıçta genellikle retina duyarlılığı çok hafif olduğundan cisimlerdeki aydınlık noktalar bile retinayı uyaramaz. Fakat karanlığa uyumdan sonra aydınlık noktalar kaydedilmeye başlanır. İleri derecede aydınlık ve karanlığa uyuma örnek olarak, Güneş’in ışık şiddeti Ay’ınkinden 30.000 kat daha fazla olduğu halde gözün hem parlak güneş ışığı hem de ay ışığında görev yapması gösterilebilir.10

Göz Merceği, Gözün Objektif Ayarı



Göz içinde, iris ile gözbebeğinin hemen arkasında, uzak ve yakını net görmemizi sağlayan ince kenarlı saydam bir mercek (lens) bulunur. Göz merceğinin görevi göze gelen ışık ışınlarını kırarak ağ tabakaya odaklamaktır. İki kenarı da dışbükey olan bu esnek yapının şekli büyüteç merceklerine benzer.

Lensin (göz merceği) kalınlığı, etrafında bulunan kaslar yardımıyla değişebilir. Bu sayede göze farklı uzaklıklardan ulaşan ışık sürekli ağ tabakaya odaklanır. Örneğin, yakına bakıldığında göz merceğinin çevresindeki kaslar kasılır, merceğin ortası bombeleşir. Uzağa bakıldığında kaslar gevşer, mercek uzayarak incelir ve uzaktaki nesnelerin görüntüleri netleşir.

Lenste de korneada olduğu gibi kan damarları bulunmaz. Lens yine hücrelerden oluşmasına rağmen berraklığını engelleyecek herhangi bir damardan arındırılmıştır. Ancak bu yapılırken ihtiyaçları da ihmal edilmemiş ve aköz hümör sıvısından beslenmesi sağlanmıştır.

Lens, insanın hayatı boyunca gittikçe yavaşlayan bir oranda büyümeye devam eder ve bu süreç sonunda elastikiyetini kaybeder. En yaşlı iç kısımlarda hücre katmanları tamamen izole olup yeterli besin ve oksijenden mahrum kalır ve ölürler. Sonunda mercek yıllar içinde sertleşir ve bombeleşmesi zorlaşır. Ortalama 40 yaşından itibaren yakın mesafe görüşüne adapte olabilme kabiliyeti kaybolur. İşte bu durumdaki insanlar gazeteyi okuyabilmek için yazıyı bir kol boyu uzak tutmaya çalışırlar ve yakın mesafe görüşlerini desteklemek için de gözlük kullanılmaya başlanır.

Göz merceğinin sahip olduğu özellikleri bir ömür boyu koruyamaması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tıpkı vücuttaki diğer organlar gibi göz de yaşlanma sürecinde mükemmelliğini kaybeder. Bu vesileyle Allah insanda, yaş ilerledikçe yaşlanmanın alametlerini gösterecek izler oluşturur. Dünya hayatının geçici olduğu, insan bedeninin bir gün yok olacağı gibi gerçekleri buna benzer pek çok vesile ile Allah bizlere hatırlatır. Düşünen ve aklını kullanan insanlar için her gördüklerinde ibretler vardır.

Göz Merceğinin Yapısı Kameralardan Kat Kat Üstündür



Göz merceğinin görevi kamera merceğinin görevi ile aynıdır. Kamera objektiflerinde, ışığın uzaklığa göre istenilen bölgeye odaklanması için elle veya otomatik olarak mercek ayarı yapılır. Teknoloji ürünü bir kameraya yakından bakıldığında mesafe ayarı yani odaklama yapılırken birden fazla cam lensin birbirlerine yaklaşıp, uzaklaştığı görülür. Gelişmiş kameralarda 20 kadar lens bulunabilir. Bu ayarın yapılması için geçen zamanda ise görüntüde bir bulanıklık olur.

Göz merceğinin yapısı yukarıda bahsedilen kameralardan kat kat daha üstündür. Öncelikle göz merceğinin boyutu kamera objektiflerine göre çok küçüktür. Objektiflerin yapımında da göz merceğinin çalışma ilkeleri taklit edilmiştir. Kameralarda kullanılan objektifler yıllar süren araştırmalar sonucunda bugünkü teknolojik düzeylerine kavuşmuşlardır. Bilim adamları göz kadar mükemmel bir optik sistem yapmayı henüz başaramamışlardır.

Gözünüz bir kamera gibi sık sık arıza yapmaz, bakıma ihtiyaç duymaz. Bir kamera özel fabrikalarda, birçok farklı materyal (plastik, metaller, cam vs.) kullanılarak, mühendislerin tasarımlarına göre, bu konuda uzman teknisyenler tarafından üretilir. Göz ise anne karnında tek bir hücrenin bölünerek çoğalması sonucunda oluşmuştur. Başınızın üzerine bir kamera bağlayıp, çekim yaparken koşsanız veya yürüseniz, kaydedilen görüntüde kaymalar ve sarsıntının izleri olur. Oysa tıpkı başınızın üzerine bağlanmış bir kamera gibi çekim yapan gözünüz yürürken hiçbir rahatsızlık hissettirmez. Görüntüde bir sarsıntı veya kayma olmaz.








1. Retina
2. Gangliyon hücre kütleleri
3. Işık
4. Optik sinir aracılığıyla beyne gider
5. Gangliyon hücre aksonları


a. Sempatik pregangliyonik nörondan akson
b. Sempatik postgangliyonik nörondan akson
c. Parasempatik pregangliyonik nörondan akson
d. Postsempatik postsinaptik nörondan akson
e. Duyusal sinirler




A. Gelen Loş Işık

6. Boyun omuru içerisinde uyarılan sempatik merkezi nöron
7. Sempatik zincirde üst boyun gangliyonu ile birlikte merkezi nöron sinapsları
8. Sempatik postsinaptik nöron, nöropinefrin salgılayarak iris kaslarının kısılmasını sağlar.
9. Göz bebekleri genişler


B. Gelen Parlak Işık

10. Eddinger-Westphal çekirdeği
11. Orta beyinde Eddington-Westphal çekirdeği içerisinde uyarılan parasempatik merkezi nöron
12. Prevertebral sinir düğümünün siliyer gangliyonlu merkez nöron sinapsları
13. Parasempatik postsinaptik nöron, norepinefrin salgılayarak iris kaslarını gevşetir.
14. Göz bebekleri kasılır




Parlak ve loş ışıkta göz merceği hangi işlemlerden geçerek farklı tepkiler veriyor, aşağıdaki şematik anlatımda görebilirsiniz.





Akla gelebilecek bir başka soru merceği oluşturan kasların neden ışığı retinaya düşürmek istedikleridir. Hiçbir insanın aklında ''gözüme giren ışınları retina tabakasına düşüreyim de rahat göreyim" diye bir düşünce yoktur. Genelde çoğu insanın ne retinadan ne de göz merceğinden haberi vardır. Ama bu küçük organlar gün boyu insanlar için hayranlık uyandırıcı hesaplar gerektiren işlemler yaparlar. Merceğin böyle bir şeyi kendi kendine yapması için retinanın görevini, görmenin nasıl bir şey olduğunu, beynin yapısını, fotonların ne işe yaradıklarını bilmesi gerekir. Ancak bu şekilde üzerine düşen ışığı retina üzerine sürekli odaklamaya çalışacaktır.

Elbette ki ne merceğin ne de merceği oluşturan hücrelerin kendilerine ait bir iradeleri vardır. Mercek, kornea, iris, retina, bunları oluşturan hücreler, etraflarındaki kaslar, beyin, hepsi Allah'ın kendilerine ilham ettiği şekilde görevlerini yine Allah'ın izniyle gerçekleştirirler.

Retinada Görüntü Nasıl Oluşur?



Retina, kornea ve mercekten kırılarak geçen ışınların düştüğü tabaka, diğer bir deyimle görüntünün oluştuğu bölgedir. Buraya düşen görüntü, elektrik sinyallerine çevrilerek beyne gönderilir.

Kamera için film ne demekse göz için de retina aynı anlamı taşır. Tıpkı fotoğraf filminin objektifin arkasında bulunması gibi, retina gözün arkasında bulunur ve odaklanan nesnenin görüntüsü buraya düşürülür.

Fotoğraf makinelerinde bir imajın görüntüsü kaydedildikten sonra film bir sonraki kareye geçer. Buna karşın üzerine her an farklı bir görüntü düşen retinanın değiştirilmesine gerek yoktur çünkü retina kendi kendini yeniler. İnsanın yaşamı boyunca oluşan, sayılamayacak kadar farklı imajı, eskimeden ve bozulmadan görüntüler, üstelik bir ömür boyu kullanılır.

Retinanın yapısı ise oldukça ilginçtir. Retinadaki hücreler üstüste yerleşerek son derece ince, 11 ayrı tabaka oluştururlar. Görüntünün düştüğü nokta 9. kattadır. Bu noktanın çapı yaklaşık 1 milimetredir. İnsan bir bakışta kilometrelerce karelik alanı bu nokta üzerinde görür. İnsanın bütün dünyasının bu küçücük alan üzerinde oluştuğu, bugüne kadar gördüğü herşeyin varlığının bu küçük alan sayesinde algılandığı ve bu noktanın da sonuçta çok küçük bir et parçası olduğu gerçeği hiç unutulmamalıdır.








a. Duyu nöronları
b. Nöronlar
c. Fotoreseptör hücreleri
d. Optik sinir aksonları


1. Retina
2. Fovea
3. Optik sinir (beyne giden)
4. Lens


5. Kornea
6. Pupil
7. Iris
8. Sklera




Göze giren ışık sırasıyla kornea, göz bebeği ve göz merceğini geçtikten sonra retinaya düşer. Burada bulunan ve çok karmaşık elektronik devreleri andıran hücreler, ışığı elektrik sinyallerine çevirerek beyne gönderirler. Işık enerjisinin belirli şiddetlerdeki elektrik enerjisine dönüştürülmesini ve bu sayede beyinde görüntü oluşmasını sağlayan sistem çok komplekstir. Bu muhteşem yapı Allah'ın kusursuz yaratışını kanıtlar.





Retinanın arka tarafında, ışığı algılayan çubuk ve koni hücreleri bulunur. Bu iki tip hücrenin görevi, üzerlerine düşen ışığı elektrik sinyallerine çevirmektir. Biçimleri nedeniyle bu isimlerle adlandırılırlar. Çubuk hücrelerin sayısı 120 milyon, konilerin sayısı 6 milyondur. Yani gözde bir koni hücresine karşılık 20 çubuk hücresi vardır.

Sadece dış görünüşleri ve sayıları değil, bu hücrelerin algılama şekilleri de farklıdır. Koni hücrelerinin çalışabilmeleri için parlak ışık gerekir; renkli görme ile detayları algılamadan sorumludurlar.

Gece Nasıl Görürüz?



Çubuk hücreler yalnızca ışığa karşı duyarlıdır. Yani nesnelerden gelen ışığa göre yalnızca siyah-beyaz bir görüntü oluştururlar. Çubuk hücreleri az ışıkta bile görev yapabilecek kadar duyarlıdırlar. Ancak nesnelerin ayrıntılarını çözümleyip, renklerini saptamazlar.

Gece yıldızlara bakarken ya da karanlık bir sinemada koltuk bulmaya çalışırken gözümüzün retinasındaki çubuk hücrelerin sağladıkları görüntü sayesinde hareket ederiz. Retinadaki çubuklar yalnızca ışığa karşı hassas oldukları için oluşan görüntüde sadece şekiller belirgindir, renkler ise belirgin olmaz. Bu yüzden karanlıkta bütün nesneler siyah ve grinin tonları şeklinde algılanır.11

Yukarıdaki satırlarda, koni ve çubuk hücrelerinin ışık enerjisini elektrik enerjisine çevirdiklerinden bahsettik. Bu çevrim son derece kompleks bir olaydır. Peki bu mucizevi işlem nasıl gerçekleşir? Niçin, nasıl ve hangi mantıkla bir hücre ışık enerjisini elektrik enerjisine çevirir? Bu bilgiye nasıl sahip olmuştur? Sahip olduğu yapısal özellikleri -ki bu son derece özel bir yapıdır- nasıl kazanmıştır? Dahası enerji dönüşümü yapabilmelerinin ötesinde bu hücreler renk ve şekil gibi kavramlara göre iş bölümüne sahiptirler. Bu kadar özel bir yapı ve iş bölümünü hücreler nasıl gerçekleştirmişlerdir?

Bir koni veya çubuk hücresi tek başına hiçbir işe yaramaz. Hatta bu hücrelerin binlercesinin birarada bulunması da hiçbirşey ifade etmez. Bu hücrelerin muhteşem bir planlama sonucunda retina üzerine özel olarak yerleştirilmeleri, kendilerini beyne bağlayacak sinir yollarına, üzerlerine ışığı odaklayacak mercek, kornea gibi yapılara, kendilerini besleyecek bir kılcal damar ağına sahip olmaları gerekir. Bütün bunların yanında eğer gönderdikleri sinyalleri çözecek bir beyin olmasa varlıklarının hiçbir anlamı olmaz. Üstelik insan ilk yaratıldığından beri bu sistem eksiksiz olarak var olmalıdır. Allah’ın yarattığı ilk insan Hz. Adem (as)’ın sahip olduğu da dahil olmak üzere, daha sonra yaşamış olan bütün insanlardaki retina da bu özelliklere sahiptir. Şu anda çevrenizde gördüğünüz insanların gözlerindeki retina hücreleri de bu bilgilere sahiptir.





Retinanın Mikroskopik Anatomisi







A. Retinanın sinir katman hücreleri

1. Gangliyon hücreleri
2. Bipolar hücreler
3. Çubuk ve koni hücreler
4. Fotoreseptörler
5. Retinanın pigmentli katmanı
6.
7.
8. Işık yolu
9. Sinyal çıkış yolu


B. Retinanın fotomikrografisi

1. Gangliyon hücre çekirdeği
2. Çubuk ve konilerin dış bölümleri
3. Koroid
4. Retinanın pigmentli katmanı
5. Çubuk ve koni çekirdeği
6. Çift kutuplu hücre çekirdeği
7. Gangliyon hücre aksonu





Işığı elektrik enerjisine çevirebilme yeteneğine sahip tek bir hücrenin olması bile büyük bir mucize iken, bu hücreden milyonlarcasının bir düzen içinde bulunmaları ve ortak bir amaca hizmet etmeleri çok daha büyük bir mucizedir. Korneada bulunan milyonlarca koni ve çubuk hücresini gözün diğer parçaları ve beyin ile birlikte Allah'ın yarattığı çok açıktır. Allah insanı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Kendisi'nden başka ilah olmadığını Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi'ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mümin Suresi, 65)

Retinanın Dört Algısı



Retinanın uyarılması sonucunda görüntü hakkında dört tip özellik algılanır. Bunlar ışık, kontrast, şekil ve renktir.

◉ Işık:



Çubuk hücreleri düşük şiddette ışığı koni hücrelerinden daha iyi algılarlar. Örneğin alacakaranlıkta çubuk hücrelerimiz sayesinde görürüz. Parlak ışıkta ise koniler devreye girerler. Gece gören hayvanlarda bu yüzden çubuk hücreleri çok daha fazladır.

◉ Şekil:



Cisimlerin şeklini algılamada önemli rolü koni hücreleri oynar. Şekil hissi keskinliği, konilerin yoğun olarak yer aldığı fovea adlı noktada en fazladır.

◉ Kontrast:










Koni ve çubuk hücrelerinin kırk beş bin kere büyütülmüş fotoğrafı. Fotoğrafta daha kalınca gözüken koni hücreleri renkleri, daha ince gözüken çubuk hücreleri ise cisimlerin şekillerini algılar. Bugüne kadar gördüğünüz her görüntü aslında fotoğrafta görülen bu iki çeşit hücrenin beyninize gönderdiği elektrik sinyallerinden başka birşey değildir.

Retina hücreleri arasındaki organizasyon, en karmaşık elektronik devrelerden bile daha gelişmiştir.





Kesin sınırlarla ayrılmamış bölgeler arasındaki küçük aydınlatma değişikliklerini algılama yeteneği son derece önemlidir. Birçok hastalıkta kontrast duyarlılığı kaybı görülür ve bu durum hastayı görme keskinliği kaybından daha fazla rahatsız eder.

◉ Renk:



Renk algılaması 3 farklı koni hücre tipi sayesinde gerçekleşir. Her koni tipi ışığın belli dalga boylarına hassastır.

Işığın bizim için görünen tayfının sınırları bu şekilde belirlenmiş olur. L-koniler kırmızı, M-koniler yeşil, S-koniler ise mavi renkleri görmemizi sağlarlar.

L-koniler 564–580 nm gibi uzun dalga boylarından etkilenir. M-koniler 534–545 nm orta dalga boyuna hassastır. S tipi ise kısa dalga boyu olan 420–440 nm ışıktan etkilenir. Bu üç farklı koni tipinden iletilen elektrik sinyalleri beyinde çok çeşitli renklerin algılanmasına neden olur.

Ara renkler de hücrelerin uyarılma oranlarına göre ortaya çıkar.

Retinanın, ışığı elektrik sinyallerine dönüştürmesi başlı başına bir mucizedir. Ama retinadaki harika işlemler bu kadarla bitmez. Retinada oluşan görüntünün beyne ulaştırılmasında izlenen yöntem tek başına ele alındığında da son derece hayret verici detaylarla karşılaşılır. Retina, üzerinde oluşan görüntüyü bir bütün olarak beyne iletmez. Önce parçalara ayırır, daha sonra bu parçalar beyinde birleştirilir. Bakılan cismin sol tarafına ait görüntü retinanın sağ tarafına, sağ tarafına ait görüntü ise retinanın sol tarafına düşer. Parçalar saniyenin onda biri kadar kısa bir sürede, ayrı ayrı beyne gönderilip burada yorumlanır. Bunlar retinada meydana gelen olayların çok kısa bir özetidir.








Retinanın çubuk ve konileri




1. Çift kutuplu hücre
2. Çubuk
3. Işık
4. Yoğun kılcal damar katmanı


5. Pigment epitelyal hücre
6. İç bölümdeki zarımsı diskler
7. İç bölüm organları
8. Koni





Rodopsin, Gece Körlüğü ve Retinadaki Muhteşem Yapı



Mucizevi detaylara şahit olmak için retinayı daha yakından inceleyelim. Kişinin bir cismi görebilmesi için göze giren ışık enerjisinin sinir uyarılarına dönüştürülmesi zorunludur. Foton demetleri olan ışınlar, görmeyle sonuçlanan kimyasal ve elektriksel reaksiyonları başlatıcı fiziksel bir uyarıya sebep olurlar. Ortaya çıkacak tepkimeler zinciri, çubuk hücrelerinde bulunan, "rodopsin" olarak adlandırılan bir pigmentin varlığına bağlıdır. Bu pigment ışığa hassas bir proteindir. Koni hücrelerinde ise bu protein yerine iodopsin adlı bir protein bulunur.

Ağ tabakaya çarpan ışık, rodopsinin renksizleşmesine neden olur. Bu renksizleşme sonucunda sinir hücrelerini uyarma özelliği olan kimyasal bir madde açığa çıkar. Yoğun ışıkta özelliğini yitiren rodopsin, karanlıkta sentezlenir ve ışığa hassas hale gelir.

Karanlık bir salona girildiği zaman kısa bir süre için görme olmaz. Bunun nedeni gözlerde o an yeterli rodopsin oluşmamasıdır. Bu maddenin yeniden sentezlenmesi ile görme tekrar netleşir. Yeteri kadar rodopsin üretilene kadar göz karanlıkta net göremez. Rodopsin dengesinin kurulması ile şekiller gittikçe daha belirginleşir.

Karanlıktan tekrar parlak ışığa geçildiği zaman rodopsin birdenbire beyne çok miktarda sinyal gönderir ve görüş parlaklaşır. Şiddetli ışıkta rodopsinin parçalanması sentezlenmesinden çok daha hızlı olduğu için görmede aksaklık olur. Örneğin güneşli ve karlı havada oluşan göz kamaşmasının nedeni rodopsindir. Rodopsinin çoğu deforme olduktan sonra, beyne daha az sinyal gönderilmeye başlanır ve gözler ışığa adapte olur.12








1. Ganglion hücre tabakası
2. Çift kutuplu hücre tabakası
3. Fotoreseptör tabakası
4. Koni
5. Gözün arkası
6. Çubuk


7. Optik sinir lifleri (beyne giden)
8. Çift kutuplu hücre
9. İnternöron
10. Ganglion hücre
11. Işık




Retinadaki hücrelerden tek birinin var olması bile çok büyük mucize iken, bu hücrelerin 4 farklı çeşidinin bir araya gelerek 11 farklı katman oluşturması, dahası ortaya çıkan yapının bilgisayarlardan çok daha üstün bir işlem kabiliyeti olması mucize kelimesinin bile yetersiz kaldığı bir durumdur. Allah bu gibi örnekler üzerinde düşünmemizi ve Kendisine yönelmemizi istemektedir.





İnsan vücudunda rodopsin sıfırdan üretilmez çünkü hücrelerimizde buna ait genetik bilgi bulunmaz. Rodopsinin kaynağı gıdalarla vücudumuza giren beta-karotendir. Başlıca kaynağı havuç olup, turuncu, sarı ve koyu yeşil sebze ve meyvelerde bulunur. Beta-karoten gıdalarla vücuda alındıktan sonra, vücudun ihtiyacı miktarınca, bağırsakta A vitaminine (retinol) çevrilir. A vitamini daha sonra enzimler aracılığıyla rodopsine çevrilir. Bu yüzden A vitamininin eksikliği rodopsin eksikliğine, bu da yaygın bilinen bir durum olan 'gece körlüğü'ne yol açar.

Görmemiz için dışarıdan gelen bir kimyasalı kullanmayı bilen kimdir? Gelen hammaddeyi rodopsine dönüştürecek enzimleri bağırsakta hazır bekleten kimdir? Bağırsak hücreleri görmeyi nereden bilebilir? Bu maddenin üretilmesine ilk olarak kim karar vermiştir? Bir zamanlar karanlıkta göremeyen göz hücreleri kendi aralarında toplanıp, "karanlıkta görebilmek çok önemli, gelin öyle bir madde üretelim ki bu, karanlıkta ışığın verimini artırsın, bu sayede beyinde yeterli bir görüntü oluşsun, tekrar ışığa çıkıldığında da bu madde özelliğini kendi kendine kaybetsin" diye bir karar mı aldılar? Bu kararın –tüm mantıksızlığına rağmen- bir şekilde alındığını var saysak bile yine de “Rodopsinin fiziksel ve kimyasal yapısını kim oluşturdu?” sorusunun da cevabının verilmesi gerekir.

Burada çok kısaca özetlediğimiz görme işleminin aslında çok daha kompleks detayları vardır. Ancak sadece rodopsinin görme üzerindeki etkisi bile gözün ne kadar muhteşem bir sistemle yaratılmış olduğunu anlamak için yeterlidir. Bütün bunları hücrelerin kendi kendilerine yapamayacakları açıktır. Gözün içindeki bu son derece iyi hesaplanmış sistemi yaratan, herşeyi bilen Yüce Allah'tır.

Gözümüz ve Renklerin Oluşumu



Koni hücrelerinin renkleri algıladıklarına daha önce değindik. Işığın belli dalga boylarına özellikle yoğun biçimde reaksiyon veren üç ana koni grubu bulunmakta olup bunlar mavi, yeşil ve kırmızı koniler olarak sınıflandırılırlar.

Kırmızı, mavi ve yeşil, doğada bulunan üç ana renktir. Bu renklerin farklı kombinasyonlarda ve tonlarda biraraya gelmeleri sonucunda diğer renkler oluşur. Kırmızı ve yeşil renk karıştırıldığında ortaya sarı renk çıkar. Pigment hücreleri de bu temel fizik kuralına göre çalışırlar; kırmızıya ve yeşile duyarlı olan konilerin eşit ölçüde uyarılmaları sarı renk algısını yaratır. Kırmızı, mavi, yeşil konilerin eşit uyarılması beyaz renk algısını yaratır. Üç ana rengi algılayan hücrelerin farklı şiddetlerde ve kombinasyonlarda uyarılmaları ile insan hayatındaki bütün renkler ortaya çıkar. Yalnız buraya kadar anlatılanlar retina ile ilgili bölümü kapsar ve bir teori olmaktan öteye gitmez. Kaldı ki beynin gelen sinyalleri nasıl deşifre ettiği halen bilinmemektedir.

Görüldüğü gibi renkleri ayırt etmek son derece karmaşık bir iştir. Eğer günümüz teknolojisinden bir örnek verirsek bu işlemin zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Renkli televizyon ekranları da tıpkı gözdeki sisteme benzer bir şekilde çalışır. Farklı dalga boylarındaki renkler yanyana yakın bir oranla yerleştirilirler. Eğer televizyon ekranından alınan bir resme yakından bakılacak olursa görüntünün kırmızı, yeşil ve mavi renklerde çok küçük alanların birleşmesinden oluştuğu görülür. Biraz geriden bakıldığında renkler tekrar birleşir ve ekrandaki normal renkler ortaya çıkar.

Yukardaki satırlardan anlaşıldığı gibi şu anda sahip olduğunuz görüntünün oluşabilmesi için son derece kompleks renk ayarlarının yapılması gerekir. Milyonlarca koni hücresinin gönderdiği sinyallerin şiddeti ayarlanmalı, daha sonra bu sinyaller deşifre edilmelidir. Üstelik bu işlem tek bir an ya da bir saat için, tek bir insan ya da binlerce, yüzlerce kişi için yapılmaz. Her insan, hayatı boyunca milyarlarca görüntüyle karşılaşır ve sürekli olarak bu görüntülere ait renk ayarı yapılır.









Görme Keskinliği



Nokta büyüklüğünde bir toz taneciğine veya yüksek bir tepeden uçsuz bucaksız bir manzaraya bakın hiç fark etmez. Binlerce kilometrenin de, birkaç milimetrenin de görüntüsü retina üzerindeki 1 milimetrekare büyüklüğünde, sarımtırak bir bölge (macula lutea) üzerine düşer.13

Bu bölgenin çapı yarım milimetreden (0.4 mm) daha küçük olan merkez bölümünde retina incelmiştir ve hafif bir çukurluk gösterir. Bu yere ağ tabaka çukuru (fovea centralis) adı verilir. Burası görüntünün en net olduğu merkezdir. Bu alan tamamen koni hücrelerinden oluşur. Bilindiği gibi koniler görüntünün ayrıntılarını görmeye yarayan özel bir yapıya sahiptirler. Görüntü içindeki yüzlerce renk, şekil ve derinlik bu küçücük bölgede en keskin halini alır. Foveanın dışında görme keskinliği 5-10 kat düşer.

Bir cisme dikkatle bakıldığında, gözler bu cisimden gelen ışınları fovea üzerine düşürecek şekilde hareket ederler. Gözün hareketli olması da buna yardımcı olur.

Maksimum göz keskinliğine sahip bir kişi, iğne ucu kadar parlak iki nokta arasındaki bir milimetrelik mesafeyi on metreden algılayabilir.

Gözümüzün Hayat Damarı Koroid










Gözün dış tabakasının (göz akı) hemen altında oldukça kompleks bir dolaşım sistemi vardır.




1. İris
2. Mercek
3. Kornea


4. Sklera
5. Optik Sinir
6. Koroid Tabaka





Göz akıyla retina arasındaki parçaya koroid denir. Retinanın beslenmesinden sorumlu olan bu bölüm, büyüklü küçüklü birçok damardan ve gözle görülmeyen çok sayıda kılcal damardan oluşur. Bu kılcal damarlar aracılığıyla retinanın koni ve çubuk hücrelerinden oluşan hassas bölgesine besin taşınır.

Okuduğunuz kitabın küçük bir bölümünü oluşturan bu konu bile tek başına evrimin ne kadar tutarsız ve gülünç bir iddia olduğunu ortaya koyar ve yaratılış mucizesini bir kez daha gözler önüne serer.

Retinadaki hiçbir hücreyi ihmal etmeden besleyen koroid tabakası olmadan gözün diğer parçacıkları hiçbir işe yaramaz. Böyle bir tabakanın zamanla oluşması ise imkansızdır. Çünkü bütün bağlantılarıyla bir koroid tabakası gözde bulunmazsa mevcut yapılar ne kadar mükemmel olursa olsun, asla canlılıklarını sürdüremezler.

Bilindiği gibi göz, farklı birçok bölüm ve tabakadan oluşmuş bir organdır. Kornea, sklera, iris, göz bebeği, mercek, göz kapağı, kornea-beyin bağlantısını sağlayan sinirler ve daha birçok ayrıntı ile ancak bir bütün olarak görevini yapabilir. Bu sistemlerden her biri, tesadüfen veya kendi kendilerine oluşamayacak kadar üstün yapıya sahiptir. Gözün görebilmesi için yukarıda sayılan bütün tabaka ve yapıların aynı anda, aynı yerde, şu anki mükemmel uyum, yapı ve bağlantılarıyla bulunmaları gerekir.

Bu durum insan bedeninin bugünkü haline zaman içinde gerçekleşen tesadüfler, mutasyonlar gibi etkenlerle ulaştığını öne süren evrim teorisyenlerinin iddialarını da tamamen geçersiz kılmaktadır. Böyle bir sistemin yaratılış dışında başka herhangi bir güçle gerçekleşmesi imkansızdır. Retinamızı besleyen koroid tabakası, Yüce Allah'ın yaratma sanatının eşsiz bir örneğidir.

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen olur. (Bakara Suresi, 117)

Retinanın Boyası










Melanin seviyesi ve gelen ışığın yansıtmasına göre göz renkleri...





Göze giren ışık, koni ve çubuk hücrelerini uyarabilmek için iki tabakadan geçer. Bu hücrelerin arkasında siyah bir pigment içeren melanin tabakası bulunur. Melanin, retinadan geçen ışığı emer, böylece ışığın geri yansımasını ve göz içinde dağılmasını engeller. Eğer bu tabaka olmasaydı gözün içine giren ışık her yana dağılır ve görüntü oluşmazdı. Pigment tabakasının görevi, kamera ve fotoğraf makinelerinin iç yüzeylerine sürülen siyah boyanın görevi ile aynıdır.

Konuya bir başka açıdan bakalım. Fotoğraf makinesi hakkında basit bir soru sorulsa, makinenin içine bu siyah boyayı kim sürdü denilse, cevap hemen verilirdi: Makinenin içi, üretildiği fabrikada, özel cihazlar tarafından boyanmıştır. Koyu renge boyama fikri ise ışığın yansımasını hesaplayan mühendisler tarafından ortaya atılmış, yapılan deneylerle boyama tekniği mükemmel bir seviyeye çıkarılmıştır.

Acaba aynı soru göz için sorulsa cevap ne olurdu?

Fotoğraf makinesinden çok daha üstün bir yapıya sahip olan göz, elbette kendi kendine tesadüfen değil, kendisini yaratan üstün bir akıl tarafından var edilmiştir. Çok ilginçtir ki bazı insanlar fotoğraf makinesi gördükleri zaman onu yapan teknolojiye hayran kalırlar, ama çok daha üstün yapıda bir göz gördükleri zaman varlığını tesadüflere bağlamaya çalışırlar. Evrim teorisi denilen sahtekarlığa aldanıp Yaratıcımız olan Allah'ın apaçık varlığını kendilerince inkar ederler.

Allah, yarattığı sistemin mükemmelliğini insanlara göstermek için ibret olabilecek örnekler yaratmıştır. Örneğin, gözün içindeki melanin tabakasının önemi, "albino" hastalığı olan bir kişi incelendiğinde anlaşılır. Albino olan kişilerin gözlerinde ve vücutlarında pigment maddesi bulunmaz. Albino bir kişi aydınlık bir ortama çıktığında, göze giren ışık, retinada pigment bulunmadığından, her yöne yansır. Bu yüzden albinoların gözünde kişiyi rahatsız edici parlak bir görüntü oluşur.14

Sağlıklı bir gözün irisindeki pigment, güneş ışığının gözbebeği dışında başka bir yerden göze girmesini engeller. Albino hastalığına yakalanmış bir insanın irisi ise neredeyse saydamdır ve dolayısıyla ışığın rastgele şekilde göze girmesine izin verir ve bu da tahribata yol açar.








Bir fotoğrafçıya net resim çekimi için gereken ana parçalar...





Görme Alanımız Neden İç Tarafa Doğru Daralır?



Gözün dış dünyayı gördüğü toplam açıya görme alanı denir. Görme alanının en geniş yeri dıştadır ve önünde görüşü kısıtlayacak engel bulunmaz. İç tarafa doğru görme alanı daralır. Bu daralmanın son derece hikmetli bir sebebi vardır: İki gözün arasında bulunan burun, bu daralma yüzünden görme alanına girmez. 15

Eğer görme alanı iç tarafa doğru daralmasaydı ne olurdu? Böyle bir durum söz konusu olsaydı, burun görme alanı içine girerek son derece rahatsız edici bir engel teşkil edecek, insanlar gün boyu kendi burunlarının görüntüsü ile muhatap olacaklardı. Oysa Yüce Rabbimiz Allah’ın gözde yarattığı bu özellik sayesinde günlük yaşamda burnunun varlığı insana hiçbir rahatsızlık vermez.

Görme yollarında meydana gelen çeşitli sorunlarda değişik tipte görme alanı kayıpları ortaya çıkar. Görme hissi kalıcı ya da geçici olarak azalır. Görme yollarının etkilendiği hastalıklarda hasta görme azalması, görme kaybı gibi şikayetlerde bulunabilir. Kalıcı görme alanı kayıplarında çoğu zaman tedavi imkanı yoktur.





 



1. Sağ görme alanı
2. Dürbün alan
3. Sol görme alanı
4. Sol gözün görme alanı
5. Optik sinirler
6. Optik yolu
7. Talamus yanal genikulat çekirdeği

8. Sol görsel korteks
9. Sağ görsel korteks
10. Hipotalamus arasında suprakiazmatik nükleus
11. Kiyazma
12. Hipofiz bezi
13. Sağ gözün görme alanı




Her gözün görme alanı buruna yaklaştıkça daralır. İki gözden gelen görüntüler beyinde kusursuz bir geometride birleştirilir.





Gözdeki Kimlik










Güvenlik için kullanılan personel kimlik kartları, manyetik kartlar, anahtarlar veya şifreler yerine günümüzde biyometrik tanımlama ile kolay ve rahat doğrulama sağlanmaktadır. Yüz tanıma, parmak izi, el geometrisi veya iris tanıma kimlik teknolojisi biyometrik tanımlama yöntemlerindendir.





Yüz tanıma sistemleri günümüzde güvenlik yöntemi olarak sıklıkla kullanılıyor. Bunlardan biyometrik tanımlama, bir bireyin fiziksel ya da davranışsal benzersizliğini ölçen ve mevcut kayıtlarla karşılaştırarak tanımlama işlemi yapan otomatik bir sistemdir. Kişinin sadece kendisinin sahip olduğu, değiştiremediği ve diğerlerinden ayırt edici olan fizyolojik özelliklerin tanınması prensipleri ile çalışır. Parmak izi, el, yüz, iris, retina, ses tanıma gibi biyometrik teknikler üzerinde çeşitli sistemler geliştirilmiştir.

Örneğin parmak izleri kişiden kişiye farklılık gösterir. Tıpkı parmak izleri gibi, her insanın irisi üzerindeki izler de, diğer bir insanın irisi üzerindeki izlerden farklıdır. Bu farklılığın nedeni, iriste bulunan 250’den fazla görsel karakteristiktir; bağ dokusundan oluşan ağ, temel doku lifleri, kasılma izleri, damarlar, halkalar, benekler, çizgiler, renk ve lekeler gibi. İris, gözün ön kısmında bulunan ve fibroz (lifli) dokudan oluşan renkli tabakadır.

İris, bebek anne karnında henüz bir embriyo iken oluşur ve insanın ölümüne kadar değişmez. Bu özelliği ile iris biyometrik tanıma sistemlerinde en kullanılan yöntemlerden biridir. Gözlükle bile kullanılabilmesi, sistemlere kolay entegre olabilmesi ve iris deseninin güvenilir olması gibi nedenlerle iris tarama sistemleri her zaman tercih edilmektedir.

Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın her birinin gözünün farklı yapıda olması üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken bir yaratılış delilidir. Allah yarattığı bu çeşitlilik ile bize sanatını tanıtmaktadır:

Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka Yaratıcı var mı? O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3)

 


Dipnotlar



1. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Volume II, From Charles Darwin to Asa Gray, April 3rd, 1860

2. Jillyn Smith, Senses and Sensibilities, Wiley Science Edition, New York, 1989, s.55

3. “Bell’s Palsy,” Neurology Channel, September 26, 2003; www.neurologychannel.com/bellspalsy/treatment.shtml

4. Daniel Vaughan, MD, Taylor Asbury, MD, General Ophthalmology, translated by Unal Bengisu, LANGE Medical Publications, California, 8th edition, s. 144

5. http://www.aoa.org/patients-and-public/eye-and-vision-problems/glossary-of-eye-and-vision-conditions/blepharitis?sso=y

6. “Drooping Eyelid (Ptosis),” Medical Content Reviewed by the Faculty of the Harvard Medical School, Health A to Z; http://www.healthline.com/health/eyelid-drooping#CausesandRiskFactors2 7. Daniel Vaughan, MD, Taylor Asbury, MD, General Ophthalmology, translated by Unal Bengisu, LANGE Medical Publications, Cali-fornia, 8th edition, s. 77-78

8. http://www.emedicine.com/oph/topic597.htm

9. Jillyn Smith, Senses and Sensibilities, Wiley Science Edition, New York, 1989, s.55

10. Arthur C. Guyton, Textbook of Medical Physiology, Harcourt International Edition, 10th edition, 2000, s. 583

11. Jillyn Smith, Senses and Sensibilities, Wiley Science Edition, New York, 1989, s.62

12. Jillyn Smith, Senses and Sensibilities,s. 63

13. Arthur C. Guyton, Textbook of Medical Physiology, Harcourt International Edition, 10th edition, 2000, s. 573-574

14. “Albinism,” March 1, 2002; http://www.wcs.edu/phs/academics/faculty/cousineau/publish/Albinism/Albinism.htm

15. Meliha Terzioğlu, Fizyoloji Ders Kitabı (Textbook of Physiology), vol. 1, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul, s. 492

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü