Harun Yahya


Hücredeki Bilinç (41- 50)



41. Darwinizm'i Yalanlayan Hormonlar



Siz hiç farkında olmadığınız halde, vücudunuzda her an binlerce emir gider gelir ve yaşamınızı en uygun ve en kolay hale getirir.

Örneğin, heyecanlandığınızda veya korktuğunuzda, sinir hücreleriniz derhal sinyal sistemini uyarır ve büyük bir hızla ve yolunu şaşırmadan hedefe ulaşarak böbrek üstü bezlerinizi hareketlendirir. Mesajı alan böbrek üstü bezleri adrenalin hormonu salgılar. Adrenalin hormonu ise kana karışarak, neredeyse bütün vücudu alarma geçirir. Sindirim organlarının hareketlerini engeller ve sindirme sürecini durdurur. Böylece sindirime katılmayan önemli miktarda kan, kasları beslemek üzere boşta kalmış olur. Aynı zamanda kalbin ritmi hızlanır, kan basıncı artar. Akciğerlerin bronşları genişleyip, oksijen girişini ve kanın oksijenle beslenmesini hızlandırır. Kandaki şeker miktarı artar. Bu da kaslara fazladan enerji sağlar. Nihayet gözbebekleri genişler ve gözlerin ışık uyarımlarına karşı duyarlılığı artar. Bütün bu etkiler biraraya geldiğinde ise, bir insan ister kaçma, ister savunma, isterse de saldırma durumuna geçmek üzere olsun, her durumda büyük bir performans göstermeye hazır duruma gelir.

Sinir hücreleri, cansız ve bilinçsiz atomlardan oluşan yapılardır. Ancak bu atomlar, vücudun ihtiyaç duyduğu durumları hemen anlayarak, vücudun ilgili yerine derhal mesaj gönderirler. Mesajı alan yer de aynı şekilde cansız atomların birleşmesinden meydana gelmiştir. Buna rağmen kendisine gelen mesajı hemen anlar ve harekete geçerek gerekli hormonu üretir. Bu hormon ise, son derece şuurlu bir şekilde ve üretiliş amacını gayet iyi bilerek tüm vücudu dolaşır ve ilgili organları alarma geçirir.

Bu kadar şuurlu, planlı, organize ve amaca yönelik bir sistemin tesadüfen oluştuğunu düşünmek akla, mantığa ve sağduyuya yüz çevirmektir. Darwinistler, tüm bu sistemlerin ve organların tesadüfen oluştuğunu iddia ederek, çocukların dahi gülecekleri bir duruma düşmektedirler.

Yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge Darwinizm'in içinde bulunduğu bu durumu şöyle itiraf eder:


Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum.

Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s; 43)


Bu kusursuz sistemleri üstün bir Yaratıcı olan Allah'ın yarattığı açık ve kesin bir gerçektir.

dnakopya

1. Gözbebekleri Genişler
2. Derideki Kılcal Damarlar Çekilir
3. Kalp Daha Kuvvetli Ve Hızlı Atmaya Başlar
4. Akciğerler Genişler
5. Kaslar Genişler
6. Bağırsaklara Doğru Olan Kan Akışı Azalır
7. Karaciğer Daha Az Şeker Bırakır

Heyecanlandığınızda veya korktuğunuzda, böbreküstü bezlerinizden salgılanan adrenalin hormonu bir anda bütün vücudu alarma geçirir. Yukarıdaki şemada bu hormonun vücuttaki etkileri özetlenmektedir.


 


42. Akciğerin Kendine Has Bir Acil Savunma Birimine Sahip Olduğunu Biliyor Muydunuz?



Akciğer, kendi acil savunma birimine sahiptir. Bazı akciğer hücreleri bakteri ve mikropların üzerine doğal bir mikrop öldürücü bileşim püskürterek bunları etkisiz hale getirirler. Böylelikle solunum yoluyla vücuda giren ve akciğere gelene kadar canlı kalmayı başarabilen mikrop ve bakteriler, burada imha edilirler.

Akciğer hücrelerinin kendilerine zarar verecek maddeleri tanımaları, onları etkisiz hale getirecek bileşimi bilmeleri ve ayrıca üretebilmeleri elbette ki mümkün değildir. Hücreler düşünme, bilme, karar alma, plan yapma gibi bilince ait özelliklerden yoksundurlar. Tüm bunlar, gökleri ve yeri bir düzen içinde yaratan, bir uyum ve ölçü tespit eden Allah'ın eseridir. Allah, tek bir hücreye dahi insana hayranlık verecek derecede şuurlu işler yaptırarak, sonsuz ilminin ve aklının delillerini göstermektedir.

dnakopya

Akciğer hücreleri kendilerine özel bir savunma sistemine sahiptirler. Solunum yoluyla vücuda giren mikropları hemen teşhis ederler.

Daha sonra bu mikrobun üzerine, onu etkisiz hale getirecek bir madde püskürtürler. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir hücrenin öncelikle mikrobu diğer maddelerden ayırdedebilmesi büyük bir mucizedir.  Çünkü yanlış bir seçim yaptığında vücut için gerekli bir maddeyi de etkisiz hale getirebilir.


 



43.Enzimler Olmasaydı Bu Yazıyı Okumanız 40 Bin Sene Sürerdi!






Enzyme, Molecule




1. Molekül,
2. Enzim

Resimde bir moleküle bağlanmak üzere olan enzim görülüyor.





Enzimler, yaşamı mümkün kılan ve yaşamla ilgili kimyasal değişimlerin "gerektiğinde" hızlanmasını sağlayan protein molekülleridir.

Bir enzim bir reaksiyonu 1010 yani 10 milyar defa hızlandırabilir. Böylesine bir hızlandırma olmasaydı, 5 saniyelik bir süreç, örneğin bir cümlenin okunması, 1500 yıl sürerdi. Bu süre içinde diğer birçok istenmeyen kimyasal tepkime de olacağından yaşam sadece yavaşlamakla kalmayacak, olanaksız hale gelecekti.

Enzimlerin bir diğer önemli özelliği de seçici olmalarıdır. Enzimler vücudun istediği reaksiyonu hızlandırırken istenmeyenleri hızlandırmazlar. Peki neyin istenip neyin istenmediğini nasıl anlarlar? Bunun için vücutta meydana gelen tüm reaksiyonları ve fonksiyonları bilmeleri, neyin ne zaman ve ne kadar gerektiğinden haberdar olmaları gerekir.

Ayrıca, her enzim sadece belli moleküllerin girdiği kimyasal reaksiyonları hızlandırabilir. Enzim, kendisi için özel ayrılmış olan molekülün ancak belli bir bölgesine bağlanabilir. Bunun için enzimin şekil olarak, molekülün bu bölgesine bir anahtarın kilide uyum sağlaması gibi uyumlu olması şarttır. Yani enzim hem doğru molekülü tanımalı, hem de molekülün doğru yerini bilip oraya bağlanmalıdır.

Karbon, hidrojen, oksijen gibi şuursuz, cansız atomlardan oluşan, bir beyne, göze, akla ve şuura sahip olmayan enzimler, reaksiyon hızlandırma sorumluluğunu neden üzerlerine almışlardır, doğru molekülleri ve moleküllerin doğru yerlerini nasıl tespit edebilmektedirler? Tesadüfler ve şuursuz atomlar, enzimlerin yaşam için gerekli olduğuna nasıl karar verebilmişlerdir?

Tesadüfleri ve şuursuz atomları ilah kabul eden evrim teorisi bu soruların cevabını veremez. Bu soruların cevabı, enzimleri yaşam için üstün bir güç ve Yaratıcı olan Allah'ın yarattığı gerçeğidir.

 


44. Daha Önce Hiç Karşılaşmadıkları Mikroplara Karşı Önlem Alabilen Antikorlar



İnsan vücuduna her gün çok sayıda mikrop girer. Savunma sistemi bunları hemen etkisiz hale getirmeye çalışır. Ancak engellenemeyen bazı mikroplar ve yabancı maddeler dolaşım sistemine girerek tehlike oluşturabilir. Bu tür mikroplara "antijen" adı verilir. Savunma sistemi hücreleri antijenlere karşı "antikor" adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye ya da çoğalmalarını önlemeye çalışırlar.

Antikorların sahip oldukları en önemli özellik doğada var olan yüzbinlerce birbirinden farklı mikrobu tanıyıp, kendilerini onları yok etmeye yönelik olarak hazırlayabilmeleridir. Fakat asıl ilginç olan laboratuvarda oluşturularak insan vücuduna yerleştirilen yapay antijenleri bile tanıyan antikorların bulunmasıdır.
Bir hücre nasıl olur da yüzbinlerce farklı yabancı hücreyi tanıyabilir? Üstelik bunun yanısıra, yapay olarak üretilen bir maddenin de bilgisine sahip olabilir? Antikorun, vücuttaki antijenleri bir şekilde tanıdığını kabul etsek dahi, daha önce hiçbir şekilde karşılaşmadığı bir antijeni tanıyabilmesi çok şaşırtıcıdır. Dahası, antikorlar vücuda yeni giren bu yabancıyı hemen teşhis ettikleri gibi, yabancıya karşı kullanılacak etkili silahları da anında tespit edip üretebilirler. Vücudun içindeki bir mekanizmanın dış dünya hakkında bu denli şaşırtıcı bilgiye sahip olması elbette ki tesadüflerle açıklanamaz. Bu durum, evrimcileri büyük bir çıkmaza sokmaktadır. Antikorların vücuttaki her türlü yabancı maddeyi teşhis edebilme özelliğini kendi teorilerine göre açıklayamayan evrimciler son derece mantık ve bilim dışı izahlarla konuyu geçiştirmeye çalışırlar. Bir antikorun yapay bir antijeni tanıma konusuyla ilgili olarak evrimci bilim adamlarından Ali Demirsoy'un sözleri bu konuda bir örnektir:

Fakat yirminci yüzyılda yapay olarak sentezlenen bir kimyasal maddeye karşı antikor yapma düzeneğini çok daha önceden geliştiren bir hücre kahin demektir.  (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s. 420)

Prof. Demirsoy'un ifadesinde de görüldüğü gibi evrimciler canlılardaki mükemmelliği kabul etmekte, ancak sebebini ilginç yollarla açıklamaya çalışmaktadırlar. "Bu bir evrim mucizesidir" veya "bu hücre adeta bir kahin gibidir" gibi evrimin tılsımlı sözleriyle halkı "hipnotize" etmek için uğraşırlar. Oysa burada olağanüstü bir durum vardır. "Kahin" sıfatı bazı bilgilere önceden sahip olduğu düşünülen kişi için kullanılır. Bir hücrenin bilgi sahibi olması, üstelik de bulunduğu ortamdan tamamen uzaktaki varlıklar hakkında bilgi sahibi olması olağanüstü bir özelliktir. Cansız atomların birleşmesinden meydana gelmiş bir hücrenin tesadüfen güçlü sezilere veya ileri derecede bilgi ve kültüre kendi kendine sahip olması elbette ki beklenemez. Bunu iddia etmek, aklın ve mantığın sınırlarının dışına çıkmaktır. Şu açık bir gerçektir ki, antikorların bu yetenekleri, en ince ayrıntısına kadar üstün bir ilmin sahibi olan Allah tarafından onlara verilmiştir.




Antibodies




1. B hücreleri
2. Kemik iliğinde üretiliyorlar



3. Dışarıdaki antijenler
4. B hücreleri antikor yapıyor



5. Antikorlar
6. Antikorlar antijenlere tam olarak uyuyor





 


45. Savunma Hücreleri Bilgi Yüklü Bir Hafızayla Yaratılmışlardır






Immune System

 




1. Bakteriyel atıkların etrafa yayılması
2. Yara
3. Mikroplardan kaynaklanan bakteriyel atıklar
4. Makrofaj bakterileri yutuyor.
5. Makrofaj yaranın bulunduğu bölgeye doğru ilerliyor.
6. Makrofaj kan damarı yoluyla yaranın bulunduğu bölgeye geliyor.
7. Kan damarı





Vücudunuzdaki mikrobik saldırıların sinyallerini anında haber alıp, savunma alarmı veren hücrelerinizin varlığından ne kadar haberdarsınız?

Vücutta herhangi bir enfeksiyon hali olduğunda örneğin açık bir yaranızın üstü mikrop kaptığında savunma hücreleri hemen alarma geçerler. Makrofaj adlı bu savunma hücrelerinin, mikropların saldırısına karşılık verebilmek için mümkün olan en kısa zamanda enfeksiyon bölgesinin yerini tespit edip, oraya doğru yönelmeleri gerekmektedir. Bu yer tespit işleminde makrofajlar, bazı değişiklikleri fark ederler. Örneğin, o bölgede bakteriyel atıkların oluştuğunu, enfeksiyonlu dokunun oluşturduğu tahrip edici maddelerin ortaya çıktığını ve yine bu bölgede kanın pıhtılaşmasıyla birlikte oluşan maddeleri tespit ederler. Eğer makrofajlar enfeksiyonlu dokunun sebep olduğu değişiklikleri fark edemeselerdi, vücudun hergün karşı karşıya kaldığı sayısız tehlikeye karşı koymamız imkansız olurdu.

Ancak burada ilginç bir durum vardır. Makrofajların çoğu böyle bir saldırı ile ilk kez karşılaşmaktadır. O halde bu mikroskobik canlılar teşhis ettikleri bulguların bir tehlike sinyali olduğunu nasıl öğrenmişlerdir? Bu konuda bir eğitimden mi geçirilmişlerdir?

Elbette makrofaj dediğimiz mikroskobik hücrelerin "eğitim" gördüğünü iddia etmek mümkün değildir. Ama tüm bu bilgiler ilk dünyaya geldikleri andan itibaren makrofajların hafızasındadır. Ve onlara bu hafızayı veren, düşman karşısında içinde bulundukları bedeni nasıl koruyacaklarını ilham eden üstün bir güç vardır. Savunma hücrelerine vücudun dışından gelen bir saldırının etkilerini tanıtıp, onları bu bilgiyle yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır.




Immune System




Bir yerimiz yaralandığında, yaranın bir süre sonra iyileşeceğinden kesinlikle eminizdir. Ancak o yarayı iyileştirenlerin kim olduklarını birçok kişi düşünmez bile.





 


46. Görüp de Düşünmediklerinizde Sayısız İlim ve Mucize Saklıdır



 




blood clotting




1. Deri
2. Kan damarları
3. Kırmızı kan hücreleri
4. Pıhtılaşan kan
5. Kuruyan fibrin



6. kabuk oluşumu
7. Kan damarları
8. Kırmızı kan hücreleri
9. Beyaz kan hücreleri





Herkes, bıçak parmağını kestiğinde kanının kısa sürede pıhtılaşarak, kanamasının duracağını bilir. Peki bu kadar kısa sürede pıhtılaşma nasıl gerçekleşir, vücudumuzda neler meydana gelir?

Pıhtılaşma olayı, aynı, otoyolda meydana gelen bir kazaya acil çağrılarla yetişen devriye ve ambulansların ilk yardımlarını anımsatan bir olaydır.

Vücudun herhangi bir bölgesinde bir kanama olduğunda ilk yardım trombosit adı verilen kan plakçıklarından gelir. Trombositler kanın içinde dağınık olarak dolaşırlar, bu nedenle kanama vücudun neresinde olursa olsun mutlaka o bölgeye yakın, devriye gezen bir trombosit vardır.

"Von Willebrand" isminde bir protein ise, kaza yerini işaret ederek yardım isteyen bir trafik polisi gibi, trombositleri gördüğünde önlerini keser ve olay yerinde kalmalarını sağlar.

Olay yerine gelen ilk trombosit, aynı telsizle yardım ister gibi, bir madde salgılayarak, diğerlerini de olay yerine çağırır.

Bu arada, vücutta yer alan 20 enzim biraraya gelerek yaranın üzerinde trombin adında bir protein üretmeye başlar. Trombin sadece açık yaranın olduğu yerde üretilir. Bu, olay yerinde bulunan ilk yardım ekibinin, hasta için gereken ilacı olay yerinde imal etmesi gibi bir olaydır. Üstelik bu üretim tam ihtiyaç kadar olmalıdır. Ayrıca bu proteinin üretimi tam zamanında başlamalı ve tam zamanında durdurulmalıdır. Başlama ve durdurma emrini bu proteini üreten enzimler kendi aralarında verirler.

Yeterli miktarda trombin proteini üretildikten sonra fibrinojen adında iplikçikler oluşturulur. Bu iplikçiklerin çok önemli bir görevi vardır: kanın üzerinde bir ağ oluştururlar ve gelen trombositler bu ağa takılarak birikir. Bu birikim yoğunlaştığında ise kanın dışarı akışı durur. Yara tamamen iyileştiğinde ise kan pıhtısı yine benzer işlemlerle çözülür.

Burada bahsedilen enzimler, proteinler; cansız, şuursuz, kör atomların farklı şekillerde dizilmelerinden oluşmuş yapılardır. Bunların her biri, yaralanma olayının en başından itibaren bir görev üstlenerek, en acil şekilde akan kanı durdurmak için "organize olurlar". Ortak bir çalışma ile ilaç üretir gibi gerekli proteinleri "üretirler", yardım için diğerlerine "haber gönderirler". Diğerleri ise haberin mahiyetini "anlayıp" derhal olay yerine "gelir" ve her biri görevlerini eksiksizce yerine getirirler.

Unutulmamalıdır ki, burada "organize olurlar", "üretirler", "haber gönderirler", "anlarlar" vs. diye bahsettiğimiz varlıklar yalnızca şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen enzimlerdir. Bu atom yığınlarının böylesine bir şuur göstermesi ise kuşkusuz çok büyük bir mucizedir.

Böyle bir sistemin, canlı varlıkların vücudunda tesadüfen oluşması kesinlikle imkansızdır. Her detayı ayrı bir plan ve hesap ürünü olan bu sistem, Allah'ın sonsuz ilminin, aklının ve gücünün bir göstergesidir. Bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek ise, Darwinistlerin mantık çöküntüsünü sergilemesi açısından son derece ibret verici bir olaydır.




blood clotting




1. Pıhtılaşma hücreleri



2. Kanın pıhtılaşması





Vücudun herhangi bir yerinde bir kanama olduğunda, kanamayı durdurmakla görevli tüm proteinler derhal olay yerine gelirler.





 


47. Küçük Bir Molekülün Özellikleri Dahi, Evrim Teorisini Çürütmeye Yeterlidir



Trombin, fibrinojeni fibrine çevirerek kanı pıhtılaştıran bir proteindir. Ancak, bu protein sürekli kanın içinde dolaşmasına rağmen, her zaman kanı pıhtılaştırarak akışını durdurmaz. Sadece damarlardan birinde kanama olduğunda pıhtılaşma gerektiğini anlar ve kanı pıhtılaştırır. Eğer trombin her zaman kanı pıhtılaştırıyor olsaydı, kandaki trombin proteinleri nedeniyle damarlardaki tüm kan pıhtılaşır ve canlı yaşayamazdı. Peki, trombin pıhtılaştırma özelliğini sadece gerekli olduğu durumlarda nasıl aniden kazanabilmektedir?

Trombin, genelde kanda aktif olmayan protrombin halinde mevcuttur. Aktif olmadığı için pıhtılaşma görevini yerine getiremez, böylece canlı, kontrolsüz bir pıhtılaşmanın ölümcül etkilerinden korunmuş olur.

Bir yaralanma, yani kanama olduğunda protrombini aktif hale getirerek, trombine dönüştüren nedir?

Stuart faktörü denilen bir protein de protrombine etki eder ve onu pıhtılaştırmayı gerçekleştiren trombine dönüştürür. Ancak Stuart faktörü de kanda aktif durumda bulunmamaktadır ve harekete geçmesi için aktifleştirilmesi gerekmektedir.

Bu noktada adeta bir yumurta-tavuk senaryosuyla karşı karşıya kalırız. Akselerin adında başka bir protein Stuart faktörünün harekete geçmesi için gereklidir. Akselerin sayesinde Stuart faktörü aktif hale gelir ve aktif Stuart faktörü protrombini trombine dönüştürür; böylece canlının kanaması durdurulur. Ancak şuna dikkat edin: Aslında akselerin de başlangıçta aktif olmayan proakselerin durumundadır. Peki onu ne aktifleştirir? Trombin!

Fakat trombin hatırlayacağınız gibi bu zincirleme olayda, proakselerinin durduğu yerden daha aşağıdadır. Bu durumda akselerin üretiminde rol oynayan trombin, torunun anneannenin doğumundan önce var olmasına benzer. Ne var ki, Stuart faktörünün protrombini çok yavaş bir hızda etkilemesi nedeniyle, kanda her zaman bir miktar trombin bulunmaktadır. Dolayısıyla bu az miktardaki trombin önce akselerini aktifleştirir ve daha sonra pıhtılaşma için gereken proteinlerin herbiri domino taşları gibi sıradan harekete geçer ve kan pıhtılaşır.

Buraya kadar anlatılanlar pıhtılaşma ile ilgili son derece yüzeysel bilgilerdir. Onlarca parçanın birbirine bağımlı olarak işlev gördüğü ve bir tanesinin bile bir kez dahi görevini aksatmadığı böylesine bir sistemin tesadüfler sonucunda oluştuğunu öne sürmek, kuşkusuz bir insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği en mantıksız, en akıl dışı iddiadır.

Ancak evrimciler canlıların, pıhtılaşma da dahil tüm sistemleriyle birlikte aşama aşama evrimleştiklerini iddia ederler. Oysa, pıhtılaşma olayında da görüldüğü gibi, tüm proteinler ve enzimler, pıhtılaşmanın gerçekleşebilmesi için birbirine bağımlıdır ve biri olmadan diğerleri hiçbir işe yaramamakta, hatta canlının ölümüne neden olmaktadır. Dolayısıyla, canlının, yarım çalışan bir pıhtılaşma sistemiyle, diğer parçaların tamamlanmasını beklemek gibi bir şansı ve vakti olmayacak ve hemen yok olacaktır. Sonuç olarak, bu tek örnekten de açıkça görülmektedir ki, canlıların evrimleşerek türediklerini iddia etmek akıl, bilim ve mantık dışıdır. Üstelik canlı bedenleri bunun gibi yüzlerce birbirine bağlı sistem sayesinde varlığını sürdürür.

Tüm bu sistemlerin Yaratıcısı, Allah'tır.




blood clotting




1. Kesik
2. Dışarı sızan kan
3. Protrombin
4. Fibrinojen
5. Bir yara olduğunda pıhtılaştırıcı enzimler göreve başlar.
6. Kanın akış yönü
7. Pıhtılaşma için öncelikle Stuart faktörü protrombine etki eder.
8. Stuart faktörü
9. Protrombin


10. Trombin
11. Böylece kanda serbest gezen protrombin, trombine dönüşür.
12. Trombin
13. Fibrinojen
14. Fibrin
15. Trombin, fibrinojeni, fibrin liflerine çevirir. Böylece pıhtı oluşmuş olur.

 





Yaralanmadan sonra kanın pıhtılaşması için birçok protein birbirine bağlı olarak devreye girer. Yaralanma olayı ile aktif hale gelen proteinler, pıhtılaşma için gereken diğer proteinleri sırayla aktif hale getirirler.





 


48. Hayatınızın Pamuk İpliğine Bağlı Olduğunu Biliyor Musunuz?



Tek bir enzimin eksikliği ile insan nesli yok olabilir. Bunu görmek için sadece bir örnek dahi yeterlidir…

Sinir hücreleri vücudumuzu bir ağ gibi sarar. Bu sinir ağı üzerinde sürekli bir bilgi akışı gerçekleşir. Sinirler boyunca ilerleyen elektrik sinyalleri, beyin ve organlar arasında her an sayısız emir ve uyarı taşırlar.

Ancak sinir hücreleri vücudun bir ucundan diğer ucuna uzanan tek parça kablolar şeklinde değildir. Ucuca eklenmişlerdir, ama aralarında boşluklar vardır.

Birbirlerine değmezler bile.

Peki elektrik akımı bir sinirden ötekine nasıl geçmektedir?

İşte bu noktada çok karmaşık bir kimyasal sistem devreye girer. Sinir hücreleri arasında özel bir sıvı vardır ve bu sıvıda çok özelleşmiş bazı kimyasal enzimler yer alır. Bu enzimlerin "elektron taşıma" gibi olağanüstü bir özellikleri vardır. Elektrik sinyali bir sinirin ucuna ulaştığında, elektronlar bu enzimlere yüklenir. Enzimler de sinirler arası sıvıda yüzerek taşıdıkları elektronları diğer sinire aktarırlar. Elektrik akımı böylece bir sonraki sinir hücresine geçerek akmaya devam eder. Bu işlem saniyenin çok küçük birimlerinde gerçekleşir ve elektrik akımı en ufak bir kesintiye uğramaz. Görüldüğü gibi insan vücudu her parçasıyla tamam olsa, tek bir enzimin eksikliği bile insan diye bir canlının var olmaması için veya o canlının fonksiyonlarını yerine getirememesi için yeterlidir. Aynı durum diğer binlerce enzimden herhangi birinin eksikliği için de geçerlidir. Sonuçta bir canlının, evrimin iddia ettiği gibi milyonlarca sene kör tesadüflerle tamamlanmayı bekleyebilecek bir lüksü yoktur.

Ortada tek bir gerçek vardır, insan dahil tüm canlılar, şu anki kusursuz ve eksiksiz yapılarıyla bir kerede var olmuş, yani Allah tarafından kusursuzca yaratılmışlardır.

dnakopya

1. İki hücre arasında yer alan boşluk ve görevli enzimle bir hücreden diğerine taşınan elektrik sinyallerİ
2. Enzim


 


49. Dünyanın En Kompleks Şebekesi Beynimizde



İnsan beyni birçok işi aynı anda yürütebilecek bir sisteme sahiptir. Örneğin bir kişi, beynindeki kusursuz yapı sayesinde bir yandan arabasını kullanırken, bir yandan teybinin ayarlarını yapabilir, o sırada direksiyonu da rahatlıkla idare edebilir. Birçok işi aynı anda yapmasına rağmen önündeki arabalara ya da yayalara çarpmaz. Aynı anda ayaklarıyla gaz pedalını idare edebilir. Radyo dinlerken söylenenleri de tam olarak anlayabilir. Konuşmasına kaldığı yerden devam edebilir. Kısacası bir insan, beynindeki olağanüstü kapasite sayesinde aynı anda pek çok işi yapabilir. Bu uyumu sağlayan ise beyindeki sinir hücrelerinin birbirleri ile olan bağlantılarıdır.




brain



 




Beyindeki kusursuz sistemi oluşturan en önemli unsurlardan biri, sayıları 10 milyar civarında olan sinir hücreleridir ve bu hücreler arasındaki iletişimi sağlayan 100 trilyon bağlantıdır. 100 trilyon çok büyük bir sayıdır. Bu sayının büyüklüğünü biyokimya profesörü Michael Denton şöyle ifade eder:
"100 trilyon elbette algılarımızın üzerinde bir sayıdır. Amerika'nın yarı büyüklüğünde bir arazi düşünün. Eğer bu bölgenin tamamının ağaçlarla kaplı olduğununu ve her ağacın 10 bin tane yaprağı olduğunu kabul edersek, işte tüm bu bölgedeki yaprak sayısı, beynimizdeki bağlantıların sayısına yakın olacaktır."

Beynimizdeki olağanüstü durum bağlantıların sayısıyla da bitmez. Çünkü bu 100 trilyon bağlantının tamamı olması gereken yerdedir. Eğer bu bağlantılardan  herhangi biri yanlış bir yerde olsaydı veya bu ağda bir eksiklik olsaydı sonuçları çok ağır olurdu. Ancak böyle bir şey olmaz ve istisnai hastalıklar dışında tüm insanlar, kendilerine doğal gelen ama aslında ardında trilyonlarca mucizevi işlemin hiç durmadan gerçekleştiği bir yaşantıyı sürdürürler.

Darwinistler ise, bu 100 trilyon bağlantının tesadüfler sonucunda oluştuğunu ileri sürerler. Yani onların bu iddialarına göre, insan vücudunu oluşturan 100 trilyon hücreden 10 milyar tanesi nasıl olduysa sinir hücreleri olmaya karar vererek şekil ve özelliklerini değiştirmişlerdir. Gösterdikleri mucizeler bununla da kalmamış, aralarında 100 trilyon bağlantı kullanarak birbirlerine kusursuz bir şekilde bağlanmışlardır. Ve bu 100 trilyon bağlantıdan bir tanesinin dahi çekildiği hat yanlış olmamıştır. Darwinistlerin bu iddiaları, İstanbul gibi bir şehrin tüm elektrik şebekesinin, bir gece çıkan fırtına sırasında tesadüfen oluştuğunu ve tek bir ev dahi dışta kalmamak üzere tüm evlere ulaştığını iddia etmekten çok daha mantıksız ve akılsızcadır. Tüm bu kusursuz sistemi kuran ve kontrol eden üstün bir gücün varlığı apaçık bir gerçektir. Bu güç hepimizin Yaratıcısı olan Allah'tır.

 


50. Öğrendiğiniz Her Bilgi, Allah'ın İhtişamlı Yaratışının Bir Örneğidir



Vücudumuzdaki sinir hücreleri bir ağ gibidir. Bu ağ üzerinde beyin ve organlar arasında sayısız emir ve uyarı gidip gelir. Ancak, bu kesintisiz bir ağ değildir, önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi sinirler arasında boşluklar vardır. Bir mesaj bu boşluklara ulaştığında elektron taşıyan enzimler mesajı diğer sinire aktarırlar.

Elektronları taşıyan enzimler yüklerini bıraktıktan sonra diğer sinir ucunun önünde serbest kalırlar. Ancak orada birikmeleri durumunda, arkadan gelen diğer elektron yüklü enzimlerin yolunu keseceklerdir. Bu durumda da elektrik sinyalleri diğer sinire aktarılamayacak ve akım kesintiye uğrayacaktır. Fakat böyle bir problem yaşanmaz. Çünkü "asetilkolin esteraz" isimli özel bir enzim, sinir ucu önünde biriken kimyasalları parçalayarak oradan uzaklaştırır. Yani bir anlamda "ortalığı süpürür". Bu sayede, arkadan gelen elektron taşıyıcıların önü sürekli açılıp temizlenir. En ufak bir aksama, kesinti yaşanmaz.

İşte, vücudumuzdaki on binlerce farklı enzimden yalnızca söz konusu "asetilkolin esteraz" eksik olsa, yaşamamız mümkün olamaz. Çünkü bu bir anlamda tüm vücudun elektriğinin kesilmesi demektir.

Her insan burada durup kendisine şu soruyu sormalıdır: Canlı vücudunda en küçük bir detayın dahi unutulmaması için kusursuz sistemler kuran, hiçbir şuuru, bilgisi ve iradesi olmayan molekülleri en uygun ve en akılcı tavrı gösterecek şekilde programlayan kimdir?

Tüm bu akıl, bilgi ve kusursuz eserin sahibi kesinlikle tesadüfler değildir. Evrimciler, bu  sorular karşısında mecburen sessiz ve cevapsızdır. Çünkü her enzimi yaratan, her birine görevini bildiren, hayatı kusursuz biçimiyle yoktan vareden Yüce Allah'tır.


İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur.
Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin.
O, herşeyin üstünde bir vekildir.
(Enam Suresi, 102)


 




nerve fiber




1. Sinir hücresinin ucu

2. Asetilkolin esteraz isimli enzim vücutta en çok ihtiyaç duyulan yerde bulunur. Sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşıyan asetilkolin enzimlerini biriktikleri yerden temizler. Böylece yeni taşıyıcı enzimlere yer açılmış olur.

3. Kimyasal uyarıları taşıyan asetilkolin enzimleri
4. Sinir hücreleri arasındaki boşluk

5. Kimyasal uyarıları taşıyan enzimleri işleri bittikten sonra süpürmek için bekleyen asetilkolin esteraz enzimi
6. Sinir hücresinin ucu





 

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü