Harun Yahya

Allah'ın Elçilerinde Güzel Örnekler Vardır



Allah Kuran'da birçok peygamberin hayatındaki en güzel kıssalardan haberler verir. Allah Yusuf Suresi'nde bunu şöyle bildirir:

Biz bu Kur'an'ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarıyoruz, oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın.(Yusuf Suresi, 3)

Allah bir başka ayetinde ise peygamberlerin kıssaları için şöyle buyurur:

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir."(Yusuf Suresi, 111)

Allah'ın bu ayetinde de bildirdiği gibi, Kuran'da peygamber kıssalarının anlatılmalarının nedeni, insanların, peygamberlerin hayatlarına bakarak ibret almalarıdır. Kuran'ın özünü kavrayamayan birçok insan peygamberlerin hayatlarını birer efsane ya da menkıbe gibi görüp, türlü eklemeler yaparak birbirlerine aktarırlar. Ancak peygamberlerin hayatlarını, güzel ahlaklarını kendilerine örnek almayı, onlar gibi davranmayı, onların yolunu izlemeyi düşünmezler. Peygamberleri yüzeysel değerlendirdikleri için, onların Kuran ahlakını tüm dünyaya anlatmak konusunda gösterdikleri halisane çabayı, tüm hayatlarını, gecelerini ve gündüzlerini bu ahlakın yayılması için harcamalarını, Allah'a olan derin iman ve bağlılıklarını örnek almazlar. Oysa Kuran'da kıssaları aktarılan peygamberlerin tümünün hayatlarının her döneminde müminler için çok güzel örnekler vardır.

Örneğin Hz. Muhammed' (sav)in kavminin önde gelen inkarcılarıyla, müşriklerle ve münafıklarla olan mücadelesi, Hz. İbrahim'in putları ilah edinen kavmine karşı mücadelesi ve onları bu inançlarından vazgeçirmek için kullandığı yöntemler, Hz. Musa'nın hem kavmine karşı zorbaca davranan, insanlara çok büyük zulümler yapan Firavun'a, hem de anlayışı zayıf olan kavmine karşı cesur ve sabırlı mücadelesi, Hz. Eyüp'ün kendisine Allah'tan bir deneme olarak verilen dert ve hastalığa sabrı ve Allah'a olan teslimiyeti, Hz. Yusuf'un küçüklüğünden itibaren sürekli olarak kendisine tuzaklar kurulmasına rağmen daima Allah'a yönelmesi, müminlerin kendilerini terbiye etmeleri için birer örnektirler.

Salih bir mümin, güzel ahlaka dair herşeyi Kuran kıssalarına bakarak öğrenebilir. Örneğin Allah'a iman eden, samimi, dürüst, güzel ahlaklı bir insan olmasına ve çevresindeki insanları daima Kuran ahlakına davet etmesine rağmen, bazı insanlar tarafından düşmanca bir tavırla karşılanabilir, iftiraya uğrayabilir. Fakat güzel ahlakına ve Allah yolunda gösterdiği samimi çabasına rağmen neden bu şekilde haksız bir tavra maruz kaldığına hiçbir zaman şaşırmaz veya bundan dolayı üzüntü duymaz. Çünkü tarih boyunca Kuran ahlakını yaşayan ve insanları da bu üstün ahlaka davet eden tüm samimi insanların aynı muamelelere maruz kaldıklarını Kuran'dan öğrenmiştir. İman edenlerin Kuran'dan öğrendiği bir başka gerçek ise, bu tarz sıkıntı ve zorluklarla karşılaşan salih müminlerin başlarına gelenlere daima sabrettikleri, tüm olayları tevekkül ve teslimiyetle karşıladıklarıdır.

Örneğin Hz. Muhammed (sav), müşrikler tarafından, yanındaki arkadaşıyla birlikte Mekke'den çıkartıldığında bir mağaraya sığınmış ve arkadaşına "... Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir..." (Tevbe Suresi, 40) diyerek tevekkülünü ve teslimiyetini göstermiştir. Dolayısıyla aynı durumda olan bir müminin de Peygamberimiz (sav) gibi tevekküllü davranması ve Allah'ın kendisiyle birlikte olduğunu unutmaması gerekir.

Hz. Şuayb ise kavmini Allah'a iman etmeye çağırmış ve onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştır. Ancak kavminin "kibirli ve laf anlamayan" önde gelenleri Hz. Şuayb'a, onu ve yanındakileri tehdit ederek karşılık vermişlerdir. Kuran'da Hz. Şuayb ile kavminin önde gelenleri arasındaki bir konuşma şöyle haber verilmektedir:

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:) "Biz istemesek de mi?" dedi. "Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın."(Araf Suresi, 88-89)

Hz. Şuayb'ın kavminin bu tehditlerine ve saldırganlığına rağmen gösterdiği kararlılık, müminlerin peygamberlerden öğrenmeleri gereken bir diğer mümin özelliğidir. Hz. Şuayb'ın kavmi ise, tarih boyunca Allah'ın dinini inkar eden tüm insanlarda görülen bir tavır içindedir. Dolayısıyla tüm bunları Kuran'dan öğrenen bir mümin, çevresindeki inkarcıların saldırgan tavırlarından, iftiralarından ve tehditlerinden dolayı asla şaşırmaz, en ufak bir üzüntü duymaz.

Hz. İbrahim de, inkarcılarla yaptığı mücadeledeki kararlı tavrıyla Kuran'da örnek olarak gösterilmiştir. Hz. İbrahim, kavminin putlara tapmasını engellemek için onlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmış, taptıkları putların hiçbir şeye güç yetiremeyen, tahtadan oyulmuş varlıklar olduklarını göstermiştir. Kavminin Hz. İbrahim'e verdiği karşılık ise, onu ateşe atıp yakmaya kalkışmak olmuştur:

Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın. Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık."(Saffat Suresi, 97-98)

Hz. İbrahim'in bu saldırılara verdiği karşılık ise şöyledir:

(İbrahim) Dedi ki: "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir."(Saffat Suresi, 99)

Kuran'da geçen peygamber kıssalarından öğrendiğimize göre, bulundukları toplumları Allah'ın dinine ve güzel ahlaka çağıran elçiler ve salih müminler daima, o toplumun dine karşı cephe alan önde gelenleri ile karşı karşıya gelmişlerdir. Müminler insanları iyiliğe ve güzelliğe çağırmalarına rağmen, bu kesim tarih boyunca müminlere, özellikle de elçilere düşman olmuş, onları etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. İnananların yaptıkları hayırları engellemek, Allah'ın dinini ve güzel ahlakı anlatmalarını durdurabilmek için kullandıkları yöntemlerse yüzyıllardır hiç değişmemiştir. Bu mübarek insanlara, "delilik", "sapkınlık", "menfaatçilik" gibi olmadık iftiralar atarak, onları halkın gözünde küçük düşürmeye yeltenmişler, onları bulundukları yerden sürmekle veya ölümle tehdit etmişler, tuzak kurarak, baskı altına alarak veya hapse atarak çalışmalarını engellemeye çalışmışlardır. Bu çevrelerin salih müminlere karşı giriştikleri bu haksız mücadelede kullandıkları yöntemleri ve çeşitli iftiraları bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:

Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz. Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır."(Kamer Suresi, 24-25)

Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim." Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk.(Neml Suresi, 48-50)

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.'(Kamer Suresi, 9)

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.(Enfal Suresi, 30)

İnkar edenler, elçilerin ve salih müminlerin Allah'ın dinini anlatmalarını ve insanları ahiret gününe karşı uyarmalarını engellemek içinse hapisle cezalandırma yöntemini sıkça kullanmışlardır. Hapisle amaçlanan şey, iman edenlerin diğer insanlarla görüşmelerini engellemek ve tüm faaliyetlerinin önünü kesmektir. Söz konusu inkarcı çevrelerin attıkları iftiralar ve yaptıkları kışkırtmalar sonucunda, salih müminler halka yanlış tanıtılmışlar ve bunun sonucunda da hiçbir suçları bulunmamasına rağmen hapse atılmışlardır. Ancak burada önemle vurgulanması gereken nokta şudur: İnkarcıların önde gelenleri müminlere karşı bir suçlama faaliyeti içine girerler, ellerindeki imkanları müminleri ortadan kaldırmak için kullanırlar ve bu şekilde müminleri diğer insanlara yanlış tanıtırlar. Hapis ise bu yanlış tanıtmanın veya söz konusu çevrelerin iftiraları ve entrikaları sonucunda gelir. Kuran'da, hiçbir suçu bulunmadığı halde iftiraya uğrayarak hapse atıldığı ve yıllarca hapiste kaldığı bildirilen peygamber Hz. Yusuf'tur. Hz. Musa ise Firavun tarafından hapse atılmakla tehdit edilmiştir. Hz. Musa Firavun'a Allah'ın varlığını anlatmış ve şöyle demiştir:

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi (Musa)."(Şuara Suresi, 28)

Firavun'un Hz. Musa'ya verdiği karşılık ise şöyle olmuştur:

(Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım."(Şuara Suresi, 29)

Dikkat edilirse Firavun'un Hz. Musa'yı hapse atmakla tehdit etmesinin nedeni Hz. Musa'nın Allah'a iman etmesi ve Firavun'un ilahlığını kabul etmemesidir, yani aslında ortada hapis cezasını gerektiren bir suç yoktur.

İlerleyen sayfalarda daha detaylı olarak göreceğimiz gibi, Hz. Yusuf'un da hapse atılmasına neden olabilecek bir suçu yoktur. Kendisine iftira atılmıştır ve herkes Hz. Yusuf'un suçsuz olduğunu görmesine rağmen, ayetin ifadesiyle onu "zindana atmak görüşü daha ağır basmış" (Yusuf Suresi, 35) ve bunun sonucu olarak yıllarca hapiste kalmıştır. Bu nedenle Hz. Yusuf'tan sonra tarih boyunca inkar edenlerin iftiralarına uğrayan, onların haksız saldırıları sonucunda hapse atılan salih müminler bundan dolayı kesinlikle üzüntü duymamışlardır. Hatta Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmanın, orada pek çok yönden eğitilerek "derece" almanın neşesini ve keyfini yaşamışlardır.

Bu kitabın konusu da inkar edenlerin kışkırtmaları ve iftiraları sonucunda hapisle cezalandırılan müminler için hapishanenin aslında Allah'ın kendilerini Rab sıfatıyla eğittiği bir eğitim yeri olduğudur. Olaylara yüzeysel bir şekilde bakan bir göze göre, Allah yolunda oldukları için hapse atılanlar ceza almış gibidirler. Oysa gerçekte onlar Hz. Yusuf Medresesi'nde eğitim almakta, manevi ve ilmi olarak derinleşmektedirler. Unutulmamalıdır ki bu zorluklar iman edenlerin cennetteki derecelerinin artmasına vesile olan güzelliklerdendir.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü