Harun Yahya

Kuran Ahlakı Bölüm 11-15



11. Allah Katında Seçilmişlik



Allah her insan için bir kader belirlemiştir ve bu kaderi hiç kimsenin ya da hiçbir olayın değiştirmesi mümkün değildir. İnsanın hangi tarihte, hangi toplumda, hangi aileye mensup olarak doğacağını, ilerleyen yaşamı boyunca da nelerle karşılaşacağını takdir eden ancak Allah'tır. İnsana sahip olduğu aklı, kafasından geçirdiği düşünceleri ilham eden de yine Allah'tır.

Dolayısıyla bir insanın iman etmesi, sahip olduğu herhangi bir özellikten kaynaklanmaz. İmanı veren, ancak ve ancak Allah'tır. Allah "Hadi"dir, yani hidayet verendir; "Rab"dir, yani eğitip yetiştirendir. Dilediği kulunu doğruya yöneltir. Kuran'da bu gerçeği bize haber veren Hz. Musa (as)'ın sözleri şöyledir:

Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir. (Taha Suresi, 50)

İman eden insanlar, Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu kişilerdir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir... (Kasas Suresi, 68)

Cehenneme giden insanlar, orayı hak ederek girerler. Çünkü kendilerini yaratan Allah'a karşı isyan etmişler ve o en büyük azaba "müstahak" olmuşlardır. Buna karşın, cennete ancak Allah'ın lütfu ve bağışlaması sayesinde girilir. Allah, cennetine sokacağı müminleri seçmiş, onlara lütufta bulunmuş, onları eğitmiş, günahlarını bağışlamış, hatalarını örtmüştür.

Mümin, bu seçilmişliğinin her zaman için farkında olmalı, kendisine verilen iman nimetine karşı, daima Allah'a şükür halinde yaşamalıdır. Bu seçilmişliğin şerefi onun her hareketine yansımalı, bunun vakar ve asaletini üzerinde taşımalıdır. Yeryüzünde Kuran'da tarif edilen ahlakı temsil ettiğinin, çoğu kimse gaflet ve sapıklık içinde iken, Allah'ın kendisini imanla şereflendirmiş olduğunun bilincinde olmalıdır. Çünkü mümin yeryüzünde yaşayan insanlar içinde, "ziyanda" olmayan, her geçen gün cehenneme biraz daha yaklaşan güruhun içinde yer almayan az sayıdaki kuldan biridir. Allah, hangi insanların ziyanda olduğunu şöyle haber verir:

Asra andolsun; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Asr Suresi, 1-3)

Tüm inkarcılar, sonu cehenneme doğru giden bir "ziyan"ın içinde iken, bir mümin için Allah'ın kendisini bu durumdan kurtarması ve tüm insanlara üstün tutması elbette ki çok büyük bir şereftir.

12. Dua ve Şekli



Allah bir ayetinde, duanın önemini şöyle bildirir:

De ki: 'Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?'... (Furkan Suresi, 77)

Gerçekten de dua, bir mümini inkar edenlerden ayıran, Allah Katında "değerli" kılan temel ibadetlerden ve imanın en açık göstergelerinden biridir.

İnsanların çoğu, büyük bir cehaletle, tüm evrenin bir maddeler toplamı olduğunu ve bu maddelerin de, kör tesadüflerle birbirlerini etkileyerek hareket ettiklerini sanır. Gerçekte var olan herşeyin Allah'ın iradesine boyun eğmiş olduğunun, herşeyin ancak Allah'ın "Ol" emri ile olduğunun farkında değildirler. Bu nedenle de, tüm yaşamları, bu maddeler dünyasında mücadele, çaba ve uğraşı içinde çalışmakla geçer.

Ancak iman eden bir insan evrenin sırrını bilmektedir. Bilir ki, Allah, herşeyi Kendi iradesine boyun eğdirmiştir, herşeye hakimdir ve Kendisi'nden yardım isteyen kullarına da şefkatlidir. Allah bir ayetinde kullarına şöyle seslenir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Ancak bilinmelidir ki, "icabet", duada istenen herşeyin verilmesi demek değildir. Çünkü insan cahildir ve ayette bildirildiği üzere "... hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir" (İsra Suresi, 11). Bu nedenle Allah, her duaya icabet eder, ama bazen isteneni verir, bazen de o istenen şey gerçekte bir "şer"dir; vermez.

Duanın ne olduğunun ise yine Kuran'a bakarak belirlenmesi gerekir. Allah duayı yalnızca Kendisi'ne has kılınmış, korku ve umutla, yalvara yalvara, için için yapılacak bir ibadet olarak bildirmektedir. Bu özelliklere sahip olmayan, Allah'ın azametini takdir edemeyen bir dua, gerçek bir dua olmayacaktır. Dua ancak, ihlaslı, candan, samimi bir biçimde, çok isteyerek, yalvararak, Allah'tan korkarak ve karşılığını görmenin umudu içinde olarak yapıldığında gerçek manada dua olur.

Duada mümin imani derinlik içinde olmalı, Allah'a olan candan sevgisini en güzel şekilde ifade etmelidir. Nitekim Kuran'daki, "Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin..." (Araf Suresi, 55) ve "O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır" (Araf Suresi, 56) ayetleri, duanın şeklini en açık biçimde haber verir. Bir başka ayette ise Allah'ın isimleri ile dua edilmesi şöyle bildirilmektedir:

İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin... (Araf Suresi, 180)

Dua anı, insanın kendi aczini ve Allah'ın sonsuz kudretini en belirgin bir biçimde hissettiği andır. Allah tüm evreni kontrol eden, gücü herşeye yeten, gizlinin gizlisini bilen, herşeyden haberdar olandır. İnsanın duasını duyan ve ona icabet edecek olan da sonsuz şefkatli Rabbimiz'dir. Duadan kaçınmak ise, Allah'ın bu büyük rahmetinden yüz çevirmek, kibirlenmek anlamına gelir. Nitekim Allah, Kuran'da şöyle buyurur:

... Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

Dua mümin için hem ibadet, hem kuvvetli bir silah, hem de büyük bir nimettir. Sadece "istemek" gibi fiilen kolay bir hareketle, maddi, manevi herşeyi elde edebilmenin anahtarıdır.


“Duada İnsan Aklının Alamayacağı Sırlar Vardır. Allah'la Bağlantı Çok Önemli Bir Konudur.”

ADNAN OKTAR: ... Allah’la bağlantı çok hayati bir konudur. Bazı insanlar zannediyorlar, oruç tutulur, namaz kılınır, arada sırada Allah’a dua edilir ama öyle, birşeyler istenir. Öyle değil. Duada insanların aklının alamayacağı sırlar vardır. Bu, duanın gücüyle orantılı olarak değişir. Duadaki samimiyetle orantılı olarak. Mesela sabah kalkar, “Ya Rabbi, Allah’ım, işimi rast getir” der, çıkar adam, bu bir duadır. Ama kimi de çok derin konsantre olur, huşu ile Allah’a dua eder. Bu duada olan olaylar daha değişiktir. Mesela “Ya Rabbi” der, “İslam ahlakını dünyaya hakim et” der. Mesela 10 kişi dua eder. Bakın abartmıyorum, o 10 kişinin duası nedeniyle İslam ahlakı dünyaya hakim olur. Net diyorum, bir bildiğim var ki söylüyorum. Net bu yani. “Ya Rabbi” der, beni Mehdi (as)’a talebe kıl” der şahıs. O duası kabul olur. “Ya Rabbi, beni Hz. İsa (as)’a talebe kıl, onunla tanışmayı nasip et bana der”, ama çok çok candansa bu da olur. “Ya Rabbi, beni Hızır’la tanıştır” der, bu da olur. “Ya Rabbi, bana melekleri göster” der, bu da olur ama duanın gücü ve derinliği ile orantılıdır bu ve buna benzer birçok şey. Bir de çocuksu dua vardır yani sathi, mesela merakından bir Mehdi (as)’ı göreyim, acaba nasıl birisi? Mehdi (as)’ı bana tanıştır diyen, neyi kabul edecek biliyor musunuz? Ölümü, bütün gençliğini vermeyi, her türlü acıya katlanmayı, her türlü iftiraya katlanmayı kabul ederek dua edecek. “Ben merak ettim, bir göreyim,” öyle yok. Hz. İsa (as)’a dua eden neyi kabul edecek biliyor musunuz? Ölümü, gençliğini vermeyi ve en şiddetli acıları kabul edecek. O şekilde ona tabi olacak, o zaman görür. Hızır’ı isteyen de. Hızır’la görüşmeyi isteyen. Hz. Musa (as) biliyorsunuz onun daha üç tane uygulamasına dayanamadı. Ulul-azm peygamber olduğu halde. Bu güç ister, güç, irade, akıl ve kararlılık ister. “Ben” dedi Hz. Musa (as)’a “Artık senle yollarımı ayırıyorum” dedi. “Şimdi dayanamadığın bu olayların hikmetini sana açıklayayım” dedi. Açıklayınca tam anlamıyla haklı olduğunu gördü. Duada konuşma gücü kazanırsın, mükemmel bir hitabet kazanabilirsin duada. Bir sahtekar kafalama üslubu vardır, sahtekar hoca üslubu vardır klasik, biliriz, meşhurdur, hoca konuşuyor diye dinlerler. Klasik sahtekar üslubu, kendini satar adeta, hava peşindedir, desinlere konuşur. Ne alim adammış böyle, kimsenin bilmediği dilde konuşur, kimsenin anlamadığı şeyleri söyler. İlmini, mushatini ve karihasını, ayn’ları çatlarak konuşur. Halkın bilmediğini bildiği halde, bu samimiyetsizliktir. Bir de hikmet vardır, samimidir insan, Allah’tan ona özel olarak gelir. Bu da dua ile olur. Halkın tam ihtiyacı olan konuları anlatırsın, bu da dua ile olur. Kısa bir açıklama yaparsın adamın bütün dünyasını değiştirirsin. Adam 50-60 yaşına kadar gelmiştir, herşeyi dinlemiştir, hiçbir şeyden etkilenmez, senin 4-5 kelimeden oluşan bir sözün olur, yüzündeki bir ifade, ses tonun ve üslubunla ama tabi bu oyun ile olmaz bu. Bu, Allah ile tam ruhani bağlantı ile olur. İnsanın bütün dünyası değişir. Bir daha asla geriye dönüşü olmaz. Onun için mesela ben üniversiteye hazırlanıyorum, diyor. Allah için hazırlanırsan, dua ile hazırlanırsan o üniversitenin bereketi olur.

SUNUCU: Hocam ben bir şey sormak istiyorum dua ile ilgili. Aslında çok aklıma takılıyor. Duada sizce mantık olur mu? Yani mesela bir örnek vermek istiyorum. Ben dua ederken Allah’ım derim hayırlısı ise olsun. Bu Allah’a olan teslimiyetimi aslında bir yerde gösterir. Ama başka bir arkadaşımı dinliyorum; hayırlısıyla olsun der. Yani hem olsun hem de hayırlı olsun o benim için. Burada samimiyeti zedeleyici bir nokta var mıdır sizce? Duada mantık olur mu?

ADNAN OKTAR: İçinden geldiği gibi söylemesi lazım. Yani mesela “bana sağlık, sıhhat ver” der. Doğrudan diyebilir bir insan. Mesela “benden bu hastalığı gider” der, Allah’tan ister. Ama gitmiyorsa da Allah’a sitem edilmez. Yani onda hayır vardır. Değil mi. Mesela ağır hasta, vefat edecek belli. “Ya Rabbi beni uzun yaşat” diyor. Cennete gideceksin işte, daha ne istiyorsun? Belki biraz daha yaşasan küfre girip cehenneme gideceksin. Hayırlısı senin için o, ne güzel Cenab-ı Allah canını alıyor, doğrudan cennete gidiyorsun. Elhamdülillah, değil mi. Dua ederken candanlık çok önemlidir, candanlık. Hz. Musa (as) mesela geliyor Firavun’dan kaçtığında ağaçların altına, böyle yeşilliğe uzanıyor. Ya Rabbi diyor vereceğin her hayra muhtacım diyor ama kafasından da bir şeyler geçiyor. Yani kafasından da o anda bir şeyler geçiyor ve Allah tam istediği gibi olayları geliştiriyor inşaAllah. Ama bazen bir şey olmadan önce Allah ona dua ettirir. Zaten olacaktır o, onu hissettirir kalbinde, dua ettirir ve o olay olur. Ben mesela lise yıllarındayken İslam ahlakının dünyaya hakim olmamasını dehşet verici bir olay olarak gördüm. Yani birden farkına vardım. Çok acayibime gitti. Yani küfür hakimiyeti, masonluğun hakimiyeti, Darwinizm’in hakimiyeti ve Müslümanların da bu derece ezilmiş olması çok ağırıma gitti benim. Mesela ben çok iyi hatırlıyorum çok candan dua ediyordum, İslam ahlakının dünyaya hakim olması için o devirde, lise yıllarındayken. Sonra “Ya Rabbi” dedim, baktım konuları anlatmak da çok zor insanlara, “çok rahat anlatabileceğim, böyle vurucu ve çok etkileyici bana bir bilgi ver” dedim. Yani bütün konuları halletsin dedim, bana böyle bir bilgi ver dedim. O dönemde maddenin hakikatini fark ettim ben. Yani maddenin beynimde oluştuğunu fark ettim. Dışarıda madde var ama görüntüsüyle muhatap olduğumu fark ettim. (Sayın Adnan Oktar’ın 21 Şubat 2010 tarihli Kanal 35 TV’deki canlı röportajından)


13. Bağışlanma ve Tevbe



Allah'ın Kuran'da en çok tekrarlanan sıfatlarından ikisi, "Rahman" ve "Rahim", yani "esirgeyen" ve "bağışlayan" sıfatlarıdır. Kullarına olan bu rahmetinden dolayıdır ki, Allah, insanları işledikleri günahlar yüzünden hemen cezalandırmaz:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Allah, insanların işlediği suçların cezasını ertelemekle, onlara bağışlanma dilemek ve tevbe etmek için süre vermektedir. İnsan, ne denli büyük günahlar işlemiş olursa olsun, bunlardan dolayı Allah'tan bağışlanma dileyebilir ve bir daha işlememeyi hedefleyerek tevbe edebilir. Allah, Kuran'da kullarını günahları için bağışlanma dileyip tevbe etmeye şöyle çağırmaktadır:

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Enam Suresi, 54)

Bağışlanma, insanın bilerek ya da bilmeyerek yaptığı tüm hatalar, işlediği tüm günahlar için Allah'ın affediciliğine sığınmasıdır. Tevbe ise, işlenmiş olan belirli bir günah için yapılır. Tevbe eden mümin, yaptığı bir hatayı ya da sürdürdüğü bir tavrı düzeltmeye kesin olarak karar verir ve bir daha tekrarlamamak için Allah'tan güç ve destek diler. Nitekim makbul olan tevbe de, ardından fiili düzelme ile desteklenen tevbedir:

Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan Suresi, 71)

İnsan tevbe edip, ancak sonra yine nefsine yenilerek aynı günahı tekrar ediyor olabilir. Belki defalarca tevbe edip, sonra bunların hepsini de bozmuş olabilir. Ama bu, bir daha tevbe edemeyeceği anlamına gelmez. Tevbe kapısı, insan yaşamını sürdürdüğü sürece açıktır. Ancak bilinmelidir ki, insanın ölümün kenarına gelip, ahirette başına gelecekleri fark ederek son anda tevbe etmesi kabul edilmeyebilir. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırladık. (Nisa Suresi, 17-18)

Bir başka ayette, tüm iman edenler bu kurtuluş yoluna şöyle çağrılmaktadırlar:

"... Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur Suresi, 31)

14. Ölene Dek Sabır



İnsan aceleci olarak yaratılmıştır ve bu özelliği yüzünden de türlü hatalar yapar. Oysa Kuran'da, insanın bu aceleciliğini bırakması ve Allah için sabretmesi tavsiye edilir. Mümin, Allah'ın vaat ettiği büyük nimet ve kurtuluşu beklemeyi ve bu uğurda sabretmeyi bilmelidir. Bu bir ibadettir; ayette "Rabbin için sabret" (Müddessir Suresi, 7) hükmü verilir. Allah yolunda yürütülecek mücadelenin de, Allah'a yakınlaşmak için izlenecek yolun da en önemli özelliklerinden biri sabırdır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 200)

Bu arada, sabır ile "tahammül" kavramlarını ayırmak gerekir. Cahiliye toplumunda bu iki kavram birbirine karışmış durumdadır, oysa aralarında mümin tarafından kavranabilen önemli bir fark vardır. Tahammül, hoşa gitmeyen, acı veren bir sıkıntıya katlanma eylemidir. Oysa Kuran'da kastedilen sabır, mümin için bir sıkıntı kaynağı değildir. Mümin, Allah'ın rızasını kazanmak için sabreder, dolayısıyla sabrından dolayı bir sıkıntıya kapılmaz, aksine manevi bir haz duyar. Kuran'da, sabrın ancak müminler için bir lezzet, inkarcılar içinse sıkıntı veren bir "tahammül" olduğu şöyle ifade edilmiştir:

Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)

Kuran'da, sabrın müminler için "müjdeli" bir ibadet olduğu ve müminlerin karşılarına çıkan zorluklara karşı sabrederken sahip oldukları ruh hali ise şöyle anlatılır:

Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 155-156)

Sabır öylesine üstün bir özelliktir ki, mümin topluluğuna büyük bir güç katabilir. Allah, gücün sabra göre nasıl değiştiğini aşağıdaki ayette açıklamaktadır:

Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 66)

Sabır, Kuran'da anlatılan tüm mümin özelliklerini de kapsayan bir vasıftır. Çünkü bir insan mütevazi, cömert, fedakar, itaatkar olabilir, fakat yalnızca eğer bu özelliklerinde sabır gösterirse bunların bir değeri olur. Sabır, diğer tüm mümin vasıflarını değerli ve geçerli kılan bir vasıftır. İmanı makbul kılan, onda gösterilen sabırdır. Müminin tüm ömrü sabırla geçer. "Allah için sabret" hükmüne yaşamının her günü yeniden itaat eder. Sonunda ise, Allah canını alır ve onu rızası ve cennetiyle ödüllendirir. Cennetin kapısındaki melekler, müminlere şöyle seslenirler:

Sabrettiğinize karşılık selam size. Yurdun sonu ne güzel. (Rad Suresi, 24)

15. Allah'ın Müminlere Desteği



Cahiliye toplumundaki insanlar, karakterlerini sahip oldukları güç ve statüye göre geliştirirler. Kendilerine güvenmeleri için, mutlaka ya zengin, ya ünlü, ya çok güzel, ya da yakışıklı olmaları gerekir. "Saygın" birinin oğlu ya da kızı olmak da yine bu toplumun batıl anlayışlarına göre önemli bir güven kaynağıdır.

Ancak kuşkusuz müminler için durum tümüyle farklıdır. Mümin, yalnızca Allah'a güvenip dayanır. Kendine güvenmesi için, inkarcıların ihtiyaç duyduğu maddi kıstasların hiçbirine ihtiyacı yoktur.

Çünkü Allah daima müminlerin destekçisidir. Onları inkar edenlerin karşısında asla zayıf bırakmaz. "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de" (Mücadele Suresi, 21) hükmü gereği, resullerini ve onlara tabi olan müminleri her zaman galip kılar. Mümin tüm dünyanın karşısında tek başına da olsa, bu büyük destekle onlara karşı üstün gelir. Ayette şu şekilde buyrulmaktadır:

Onlar, seni aldatmak isterlerse, şüphesiz Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve mü'minlerle destekledi. (Enfal Suresi, 62)

Unutulmamalıdır ki, müminlere yolları açan, başarı kazandıran, onları geliştiren, güçlendiren Allah'tır. İnsanın çözüm olarak başvurduğu sebepler, başarılı olması için yeterli değildir. Sebepler tek başına hiçbir şey yapamaz; sadece fiili bir duadırlar. Bununla beraber olan sözlü dua ve ihlasın karşılığında Allah istenen sonuçları yaratır. Dolayısıyla müminin başarmak istediği bir işte yalnızca Allah'ın yardımına güvenip dayanması gerekir.

Böyle olunca da, kendinden son derece emin, hiçbir tehlikeden çekinmeyecek kadar gözü kara ve aleyhte gibi görünen gelişmelerden hiçbir şekilde etkilenmeyecek kadar sağlam karakterli bir insan ortaya çıkar. Kavminin hepsinin birer birer sapmasına karşılık hiçbir şekilde güvensizliğe kapılmayan ve ayette bildirildiği gibi "... Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkâr edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür" (İbrahim Suresi, 8) diyen Hz. Musa (as), bu konuda çok güzel bir örnektir.

Hz. Musa (as), bu denli güvenli ve korkusuzdur. Çünkü Allah'ın yardımının müminlerle birlikte olduğuna emindir. Allah, ona, "Korkma, muhakkak sen üstün geleceksin" (Taha Suresi, 68) hükmünü vahyetmiştir.

Kuşkusuz Hz. Musa (as)'ın tavrı diğer tüm müminler için de örnek olmalıdır. Çünkü Allah, aynı güvenceyi Kendi rızasına ihlasla sarılan tüm müminlere vermektedir. İnkar edenlere karşı onları koruyacağını, galip kılacağını vaat etmektedir. Bu gerçek Kuran'da, "... Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) şeklinde ifade edilmiştir.

Mümin, yalnızca Allah'a olan sadakatini korumak, O'na kullukta kararlı olmakla yükümlüdür. Böyle yaptığı takdirde, korkması gereken hiçbir şey yoktur:

Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi, 105)

Doğru yola erişenlere, inkar edenler hiçbir şekilde zarar veremez. Müminleri baskı altına almak, hatta öldürmek için yaptıkları tüm plan ve tuzakları Allah boşa çıkartır. Bir ayette bu sır şöyle açıklanır:

Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)

İnkarcılar müminler aleyhine tuzaklar hazırlarken, Allah da onları, "... bilmeyecekleri bir yönden derece derece" (Araf Suresi, 182) yıkıma doğru sürükler. Söz konusu kişiler, kendi basit mantık örgüleri içinde müminlerden üstün olduklarını ve onları kolaylıkla mağlup edeceklerini sanırlar. Oysa Allah müminlerle beraberdir ve Allah'ın güç, izzet ve azameti de inananlarda tecelli etmektedir. Kuran'da, inkarcıların ve münafıkların kavrayamadığı bu gerçek şöyle ifade edilir:

Onlar ki: "Allah'ın Resulü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar. Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resulü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar kavramıyorlar. (Münafikun Suresi, 7-8)

Bu, kesin ve değişmez bir kuraldır. Mümin, "Ey iman edenler, tedbirinizi alın..." (Nisa Suresi, 71) ayeti gereğince, ibadet kastıyla inkarcılara karşı dikkatli ve tedbirli davranacak, ama söz konusu İlahi hükmün rahatlığı içinde olacaktır. Allah, aynı hükmü bir başka ayetinde şöyle açıklar:

Şüphesiz inkar edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra 'elçiye karşı gelip zorluk çıkaranlar', kesin olarak Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed Suresi, 32)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü