Harun Yahya

Kuran Ahlakı Bölüm 21-25



21. Şükür



Allah herşeyi bir amaç ve hikmetle yarattığı gibi, insana verdiği nimetleri de bir amaç üzerine yaratmıştır. İnsana verilen herşey; hayat, iman, rızıklar, sağlık, göz, kulak tüm bunlar, insanın Allah'a şükretmesi için birer nimettir.

Bir insan üzerindeki gaflet perdesini kaldırır da, etrafını şuurlu bir biçimde gözlerse, hoşuna giden herşeyin Allah'tan gelen bir nimet olduğunu görebilir. Yediği tüm besinler, soluduğu temiz hava, etrafındaki güzellikler, tüm bunları görmesini sağlayan gözü, herşey, ama herşey Allah'tan bir nimettir. Öyle ki, bu nimetler sayılamayacak kadar çokturlar. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Ve kuşkusuz tüm bu nimetlerin de bir amacı vardır. Tüm bunlar, insanlar nefislerinin dilediği gibi kullansın, sorumsuzca ve şımarıkça tüketsin, talan etsin diye yaratılmamışlardır. Aksine, nimetin verilmesindeki amaç, o nimeti kullanan kişiyi Allah'a yöneltmektir. Çünkü verilen herşey, karşılığında şükrü gerektirir. En büyük ve en güzel nimetleri hiç durmaksızın insanlara veren Allah'a ise, en fazla ve en samimi şükrü yapmak gerekir.

Şükür hem büyük bir ibadettir, hem de insanı "azgınlaşmaktan" korur. Çünkü insanın nefsinde, zenginlik ya da güç bulduğunda zalimleşmeye, zorbalaşmaya, vicdansızlaşmaya karşı bir eğilim vardır. Zenginleşir, güzel imkanlara kavuşursa, acizliğini unutmaya ve kibirlenmeye başlar. Şükür, işte bu "azgınlaşmayı" engeller. Şükreden insan bilir ki eline geçen her nimeti kendisine veren Allah'tır. Bu nimeti de, Allah'ın yolunda, Rabbimiz'in istediği biçimde kullanmakla yükümlüdür. Kendilerine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as) gibi peygamberlerin tevazu ve olgunluklarının sırlarından biri budur. Kendisine verilen mülk nedeniyle azgınlaşan Karun'un da asıl sorunu, şükretmeyi bilmemesidir.

Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını yaptığı şükürle Allah'a gösterirse, Allah da ona daha fazla nimet verir. Allah'ın Kuran'da verdiği "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir" (İbrahim Suresi, 7) hükmü, bunu ifade etmektedir.

Şükür, yalnızca Allah'a söz ile hamd etmekle değil, Rabbimiz'in verdiği tüm nimetleri Hak yolunda kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen herşeyi, en hayırlı şekilde kullanmakla yükümlüdür. En başta da, Allah'ın kendisine verdiği bedeni O'nun rızası için, O'nun yolunda fikri mücadele yürütmek için kullanacaktır. Kuran'da, Allah'ın nimetlerine şükretmenin, O'nun nimetlerini başkalarına anlatmakla, yani din ahlakını tebliğ etmekle olacağı şöyle ifade edilir:

Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11)

22. Her An Devam Eden İmtihan



Başta da belirttiğimiz gibi, dünya üzerinde gerçekleşen ve insanın da şahit olduğu hiçbir olay, amaçsız ve boşuna gerçekleşmez. Allah herşeyi bir hikmete göre yaratır. Bunu kavramak ise, insanın bilincine bağlıdır. İmanı, dolayısıyla da aklı ve basireti artan insan, giderek olaylardaki hikmetleri daha iyi kavrar.

Bu hikmetlerin en önemlilerinden biri ise, insanın imtihan edilmesidir. Allah, karşısına çıkardığı özel yaratılmış durumlarla, insanın samimiyetini ve imanını dener. Ona bazen nimet verir, şükredip etmediğini ortaya çıkarır. Bazen de sıkıntı verir, tevekküllü ve sadakatli davranıp davranmadığını ortaya çıkarmak için. Bir ayette şöyle denmektedir:

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)

İmtihanın farklı farklı çeşitleri olacaktır. Bu durum bir başka ayette şöyle açıklanır:

Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)

Aslında insanın tüm yaşamı, imtihan sırrına uygun olarak yaratılmıştır. Öncelikle bedeni, imtihan edilmek içindir. Kuran'da "Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık" (İnsan Suresi, 2) hükmü verilir. Dolayısıyla insanın işittiği ve gördüğü herşey, gerçekte kendisi için bir imtihan sebebidir. Karşılaştığı her olayda önünde iki seçenek vardır; ya Kuran'ın hükmüne ya da kendi nefsinin tutkularına göre hareket edecektir. Allah, çeşitli zorluklar meydana getirerek müminin sabrını ve kararlılığını da dener. Bunların en önemlilerinden biri, inkarcılar tarafından müminlere yapılan baskılardır. Sözlü saldırılar, alay etmeler, fiziksel baskılar, hatta işkenceler ve öldürme teşebbüslerini içeren tüm bu faaliyetler, ancak müminleri sınamak içindir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)

İmtihandaki en önemli husus, karşılaşılan durumun Allah'ın yarattığı özel bir deneme olduğunun kavranmasıdır. Eğer insanın kavrayışı sınırlı olur da, karşılaştığı durumun bir imtihan olduğunu anlamazsa, son derece yüzeysel bir bakış açısına sahip olur. Kuran'da, kendilerine konulan cumartesi yasağını aşan bazı Musevilerin karşılaştığı bu tür bir durum şöyle anlatılır:

Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. (Araf Suresi, 163)

Bu nedenle mümin, hayatının her anında bir imtihan dünyasında yaşadığını bir an olsun unutmamak ve Allah'ın hikmetlerini görebilmek için dua etmeli, dikkatli ve ihtiyatlı davranmalıdır. Unutulmamalıdır ki, cennet gibi büyük bir mükafat, sadece "iman ettik" demekle kazanılmaz. Allah bu gerçeği de ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)

Bir diğer ayette ise, şöyle bildirilir:

Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 142)


“Müslüman Alay ve İftira İle İmtihan Olur ve Bunu Güzellik Olarak Görür”
ADNAN OKTAR: Müslümanların aleyhinde, Hz. Adem (as) devrinden beri şeytan aleyhte propaganda yapar, mutlaka Müslüman eşittir alay edilen insandır. İftira edilen insandır, işkence gören insandır, mutlaka bu Allah’ın kanunu, sünnetullahtır bu, eğer Müslüman bununla karşılaşmıyorsa zaten imtihan olamıyor, yani üniversite imtihanına gitmiş adamın önünde kağıt yok, kalem yok, soru yok, soru yoksa nasıl imtihan olacak o adam? Biz buraya imtihana gelmedik mi? Ama kağıt boş, bomboş kağıt, imtihan oluyorsun, boş kağıtla gelen boş kağıtla gider. Sorular zorsa puan da ona göre yüksek olur. İlkokul çocuğuna sorulan soru gibi soru kolay olursa onu herkes cevaplar, bunun sonucunda da hiçbir şey kazanamaz. Zor olacak soru, terleyeceksin; az insan kazanır. Çok az insan kazanır. Herkes kazanamaz. Biz onun için geldik; onun için Müslümana iftirada şaşırmayacaksın. Yani onu bir sıhhat alameti olarak, güzellik olarak göreceksin. İmtihanın bir şartı olarak göreceksin, yani iftira atılmayan bir Müslümandan sen şüphelen, bunda bir anormallik var diyeceksin, yani bu adamı herkes destekliyor herkes destekliyorsa herkesin sevdiği adam çok tehlikeli adamdır. Bakın en tehlikeli adam, herkesin sevdiği adamdır. Ahir zamanda Mehdi (as) devrinde, Mehdi (as)’ın sevilmesi hariç, o apayrı bir şey metafizik bir olay o, herkes sevecektir ama başlangıçta Mehdi (as)’dan müthiş bir nefret vardır. Bakın 313 kişinin dışında Mehdi (as)’ın etrafında insan yok, kimse onlarla evlenmez diyor Peygamberimiz (sav) hadiste. (Sayın Adnan Oktar’ın 17 Şubat 2010 tarihli Kocaeli TV röportajından)

23. Allah Kimseye Kaldıramayacağı Yükü Vermez



Cahiliye toplumundaki insanların bir bölümü, din ahlakını uygulamanın kendilerine zor geldiğini ve bu nedenle din ahlakına uygun olmayan bir hayat sürdüklerini iddia ederler. Böylece Allah'a karşı olan nankörlüklerini kendilerince meşrulaştırmayı, suçlarını hafifletmeyi umarlar. Oysa yalnızca kendilerini aldatmaktadırlar. Çünkü Allah, kimseye kaldıracağından daha ağır bir sorumluluk yüklemez. Allah Bakara Suresi'nde şöyle buyurmaktadır:

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir..." (Bakara Suresi, 286)

Bir başka ayette ise, Allah'ın bize seçip beğendiği dinin Hz. İbrahim (as)'ın dini gibi kolay olduğu ifade edilir:

Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)

Gerçek böyleyken, insanın din ahlakını uygulamanın zor olduğunu, istediği halde bunu yapamadığını iddia etmesi, kuşkusuz bir samimiyetsizliktir. Bu iddiayla da kişi hiç kimseyi kandıramaz; ancak kendi kendini aldatmış olur.

24. İnkarcılara Sevgi Duymama



İnsanın Kuran ahlakını hakkıyla yaşayabilmesi için, cahiliye toplumunun tüm ön yargılarından, batıl inanışlarından ve değer yargılarından tamamen kopması gerekmektedir. Terk edilmesi gereken kavramların başında da, cahiliyenin batıl sevgi anlayışı gelir.

Cahiliyede sevgi menfaat üzerine kuruludur. Bu batıl sistemde bir insan bir diğer insanı kendisine menfaat sağladığı, kendisine baktığı ya da en azından iyi davrandığı için sever. Sevginin bir diğer ölçüsü ise kan bağıdır; insanlar kendi ailelerinden, sülalelerinden, "aşiret"lerinden hatta kimi zaman milletlerinden olan başka insanları sırf aralarındaki kan bağı nedeniyle severler.

Oysa mümin için sevginin kıstası bunlar değildir. Çünkü o, herşeyden fazla olarak Allah'ı sevmektedir. Bu, Kuran'da şöyle açıklanır:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)

Allah'ı herşeyden çok seven mümin, diğer insanları da Allah'a olan yakınlıklarına göre sever ya da Allah'a olan nankörlüklerine göre onlardan uzaklaşır. Allah'a nankörlük eden, O'nun dinine düşman olan insanlar kendisine çok yakın olsalar da hiçbir şey değişmez. Kuran'da müminlerin bu vasfı şöyle anlatılır:

Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)

İnkarcılara karşı az da olsa sevgi beslemek ise, Allah'ın rızasına aykırı bir harekettir ve asla mümine yakışmaz. Kuran'da, bu konuda müminler şu şekilde uyarılmaktadırlar:

Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. (Mümtehine Suresi, 1)

Hz. İbrahim (as) ve kavminin tavrı, tüm müminler için mükemmel bir örnektir:

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir..." (Mümtehine Suresi, 4)

25. Hiçbir Şeyi Allah'tan, Elçisinden ve Fikri Mücadeleden Üstün Görmemek



Müminin yükümlülüğü, tüm yaşamı boyunca Allah'a kulluk etmektir. Allah'a kulluk etmek dışında başka herhangi bir mantık üzerine kurulmuş olan bir hayat, Allah'ı inkar etmek ya da O'na ortak koşmak anlamına gelir ki bu davranışın sonu cehennem olabilir.

Bir başka deyişle, dünya yaşamının tümü, mümin için bir araç olmalıdır. Hayatın her parçasını, Allah'a yakınlaşmak ve din ahlakını yaşamak için bir vesile olarak görmelidir. Eğer araç amaç haline gelirse, ki inkarcıların yaptığı budur, bu durum kişinin hem dünyada hem de ahirette büyük acılar yaşamasına vesile olur.

Kulluk etmekten başka bir amaç için yaşamayan mümin, dünyadan çoktan vazgeçmiştir. Allah, bu durumu şöyle açıklar:

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Müminler mallarını ve canlarını Allah'a adamışlardır. Dolayısıyla, malları ya da canları üzerinde herhangi bir tasarrufları olamaz. Allah neyi emrederse, onu şevkle yaparlar. Allah bir nimet verirse, onu kullanır ve Rabbimize şükrederler.

Böyle bir mümin, hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz ve dünya üzerindeki hiçbir şey de onu fikren mücadeleden alıkoyup oyalayamaz. Allah'ın emrini yerine getirmek için dünyada sahip olduğu herşeyi geride bırakıp bir anda kendisini ölüm tehlikesinin içine atabilir. Aksi bir tavır ise, insanın malını ve canını satmadığını, hala onları sahiplendiğini gösterir ki, sonu hüsrandır. Allah şu hükmü verir:

De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)

Bu iman ve bu bilinç Peygamber Efendimiz (sav)'e tabi olan sahabelerde o kadar güçlüydü ki, Peygamberimiz (sav) ile birlikte savaşa gitmekten çekinmek bir yana dursun, Peygamberimiz (sav)'in yanında savaşa gidebilmek için her yolu deneyen, gitmek imkanı olmadığında ise üzüntüsünden ağlayanlar vardı. Allah, bu salih müminlerle mücadeleden kaçan kişiler arasındaki farkı şöyle haber verir:

Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 91-93)


“Mehdiyet'i Vicdanen Farkeden Kişi, Boş İşlerden Yüz Çevirip, Bu Harekete Yardımcı Olur”
ADNAN OKTAR: Vicdanın sesini dinlemek farzdır. İnsanlar bunu yanlış biliyorlar. Yani farzlar sadece şarap içmemek, kumar oynamamak gibi değil. Halbuki bak vicdanının sesini dinlememek de haramdır. Vicdanının sesini dinlemek de farzdır. Mesela Mehdi (as) olduğuna dair, Mehdiyet hareketi olduğuna dair bir kanaati gelirse bir insanın orada Kuran’a uyma mevzubahis olduğu için o harekete uymak farzdır. Farz olur çünkü Allah’ın dinini tebliğ ediyorlar, İslam ahlakını yayıyorlar. Kuran’ı yayıyorlar, gece-gündüz gayret ediyorlar. Böyle bir topluluk var. Sen ne yapıyorsun? Yan gelip yatmışsın. İşte nişanlısının gönlünü almak için gidip ona pırlanta yüzük almakla meşgul oluyor. Gidiyor evine eşya düzmekle ilgileniyor. Evin eşyalarını beğenmiyor. Onları yeniden değiştirmeye kalkıyor, değil mi? Yaz tatilinde nereye gideceğini ayarlıyor. Yazlıktaki evin konumunun daha iyi olması için neler yapılabilir onunla uğraşıyor. Bakıyor ki, oradaki hareket çok ciddi olarak İslam ahlakına, Kuran’a hizmet için gayret ediyor. İnsan vicdanen ne der? “Ben boş işle uğraşıyorum. Allah’ın rızası için samimi olarak hizmet eden bu insanlara iltihak edeyim veyahut yardımcı olayım” veya “onlar gibi olayım” gibi karar vermesi gerekir vicdanen. Geçenlerde de bunu söyledim yani bazı insanlar sadece belirli farzlar vardır onu yaparım zannediyor. Halbuki vicdanın her emrine uymak farzdır ve karşılığı da cehennemdir yapılmamasında. Bir insan ömrü boyunca vicdanı ile mücadele ettiyse, vicdanının emrettiğinin tersini yaptıysa harama girmiş olur ve bu cehennem ahlakıdır. Cehennem ehlinin ahlakıdır. İnsanın vicdanın emrini yerine getirmesi lazım. Mesela bir kedi yavrusu orada ciyak ciyak bağırıyor, hayvanın ayağı sıkışmış. Adam beni ilgilendirmez, bu Kuran’da yazmıyor diyemez. Bu haram olur, oradan onu çıkartması farzdır. O hayvan acı çekiyor orada. Anlatabildim mi?

Veyahut mesela adam diyor ki, “ölmek üzereyim açlıktan” diyor. “Bana yarım dilim ekmek verin” diyor. Farz verilmesi o ekmeğin. Yani bana ne diyemez adam. Yahut hani diyorlar ya başka kapıya, diyemezsin sen. Adam seni görmüş, sen o anda sorumlusun. Ölüyorum diyor adam çünkü. Ama keyfi istese ayrı mesele. Anlatabildim mi? Mesela bak geçenlerde de örnek verdim. Trafik kazası mesela, bir yerlerde vurmuş araba, düşmüş adam can çekişiyor. Orada onu gören herkesin o kişiye yardım etmesi farzdır. Aksi haramdır, cinayet gibi bir şey olur o, hükmü. Ölüyor adam yani sen kurtarsan kurtulacak o insan değil mi? İşte Mehdiyet de öyledir. Mehdiyet’in ilan edilmesine gerek yok. İnsan onu anlar zaten vicdanen. Mesela Mesih (as) da, Hz. Mesih (as)’ı da talebeleri imanın nuruyla anlayacaklar, vicdanıyla anlayacak. Vicdani kanaatle ona yardımcı oluyorlar. Mehdi (as)’ın talebeleri de vicdani kanaatle onun Mehdi (as) olduğunu anlıyorlar. Yani vicdanının sesini dinlediği için. O 313 kişi böyle rastgele Mehdi (as)’a uymuş değil. Vicdanın sesini dinlemenin farz olduğunu bildikleri için Mehdi (as)’a uyuyorlar. Hz. İsa (a.s.)’ın 1400 tane talebesi rastgele, böyle bir insan var biz buna yardım edelim demiyor ki. Vicdanının sesini dinliyor. Farz olan vicdanın sesini dinliyor ve gereğini yapıyor. Çok risklidir Hz. İsa (as)’ın talebesi olmak. Çok zordur. Çok meşakkatlidir. Yani, onlar da uykusuzluk çekecek, çile çekecek, acılar çekecekler, tehdit görecekler, kimi şehit edilecek. Zordur Hz. İsa (as)’ın talebesi olmak da. (Sayın Adnan Oktar’ın 4 Mart 2010 tarihli www.harunyahya.tv röportajından)


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü