Harun Yahya

İnsanlar Hangi Durumlarda, Neden Yalan Söylerler?



Gurur ve Kibir Nedeniyle Söylenen Yalanlar



Kibir, şeytana ait bir özelliktir ve insanın güzel ahlaktan uzaklaşmasına, şeytanın ahlakına benzer bir ahlaka sahip olmasına neden olur. Şeytan, kibiri, kendini beğenmişliği ve akılsızca yaptığı gururu nedeniyle, Allah'ın sözüne uymamış, itaatsizlik yapmış ve bu nedenle cennetten kovulmuştur.

Gururu için itaatsizlik ve kötü ahlak gösteren şeytanın aslında gururu daha da çok kırılmıştır ve lanetlenmiş ve aşağılanmış olarak kovulmuştur.

Allah, şeytanın yaptığı itaatsizlikle küçük düştüğünü bir ayetinde şöyle haber vermiştir:

(Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 13)

Şeytan, en büyük aşağılanmayı ise cehennemde yaşayacak ve herşeyin üstünde gördüğü gururu yüzünden sonsuza kadar azap içinde kalacaktır.

Şeytan, insanları da kendisi gibi doğru yoldan saptırmak için kesin karar vermiştir. Bu nedenle, tüm gücünü insanları günaha sürüklemek için kullanır. İnsanların gurur ve kibirlerini de, aynı kendisinde olduğu gibi, onların aleyhinde teşvik eder. Bu nedenle kibir, kendini beğenmişlik, hata veya kusur kabul etmemek, kendini her zaman üstün ve yeterli görmek, bir insan için olabilecek en önemli tehlikelerdendir. Bu özellikler insanları hep günaha yöneltir; ve insanların itaatsiz, asi, sinirli, saldırgan, alaycı, küstah olmalarına neden olur. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:

Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)

"Büyüklük gururu"nun insanı sürüklediği günahlardan biri de yalandır. İnsanlar, çoğu zaman kibirlerinden dolayı bazı gerçekleri kabul etmek istemez ve hemen yalana başvururlar. Örneğin, böyle biri, işinde bir hata yaptığında bunu kabul etmek istemez; bilgisiz veya beceriksiz görüneceğini düşündüğü ve insanların gözünde küçük düşeceğini sandığı için, hemen yalan söyler. Ya da bir şeyi almayı unuttuğunda, onu unuttuğunu söylemek istemez, onun yerine "gittim ama kalmamıştı" der.

Oysa, yalan insanı çok daha küçük durumlara düşüren bir beladır. Ama bazı insanlar, karşılaştıkları olaylarda, sağlıklı düşünemeyerek, sırf o an kendilerini kurtarabilmek için hemen yalan söylerler. Halbuki yalanların birçoğu anlaşılır ve bu kez insanların gözünde daha da küçük düşerler. Ayrıca, insanın bir de ahirette alabileceği karşılık ve bu yüzden düşebileceği çok daha aşağılık bir durum olduğunu unutmaması gerekir.

Allah bir ayette, insanlara hevalarına uyup, sözü değiştirerek adaletten sapmamaları gerektiğini şöyle bildirmektedir:

…Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Samimi bir mümin, hiçbir zaman kendini, kendi çıkarlarını Allah'ın hoşnutluğunun ve sevgisinin üstünde tutmaz. Allah'a olan sevgisi ve bağlılığı, Allah'ın hoşnut olmayacağı şeyler yapmasına engel olur. Ayrıca bir insan eğer gerçekten bir şeref veya üstünlük istiyorsa, bunu dine inanmayanların metodları ile yapmamalıdır. Gerçek üstünlüğün nasıl kazanılacağı Kuran'da yazılıdır. Allah'a ve Kuran'a uyan ise, gerçekten üstün olur. Kuran'da Allah şöyle buyurmaktadır:

...Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun Suresi, 8)

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)


Gurur İnsanın Vicdanının Sesini Dinlemesine Engel Olur

ADNAN OKTAR: Yalnız kabul etme ile inanmanın arasında çok büyük fark vardır. Şimdi kabul ettirmenin değil de inandırmanın üzerinde dursun kardeşimiz. Şimdi o, bilimsel delillerle anlatırsa karşıdaki adam inanır. İnandı mı tamam, kabul etme ayrı mesele, kabul etmemesi önemli değil. İnanması önemlidir. Bizim her anlattığımız adam inanıyor. Ama kabul etmemesi de mevzu bahis oluyor, nadir kabul eden olur çünkü gurur vardır insanda, kibir vardır, enaniyet vardır. Bunu aşamaz adam kolay kolay, “ben evet kabul ettim, doğru söylüyorsun” demez, ama içinden anlar. Şimdi uyuyan adama diyorsun ki “Güneş doğdu kalk”, “Güneş doğmamıştır, sen beni bırak, ben yatayım, uyuyayım” diyor. Yani biliyor Güneş'in doğduğunu o, anlamazdan geliyor yani uyuması gerekiyor çünkü, anlaşıldı mı? Onlar da uykularına devam etmek için “Güneş doğmadı” diyorlar. Biz bu anlattığımız insanlara, milyonlarca insanın hidayetine vesile olduk... Ama kabul etmez, kabul ederse çünkü etrafındaki insanlara karşı itibarları sarsılır, dışlanırlar, ezilirler, alaya alınırlar ve bunlara tahammül edecek bir güçleri olmayabilir. Ne yapar o zaman? Pasif müdafaaya geçer. Ne yapıyor pasif müdafaada? Arkadaş diyor ben kalben iman ettim, ama dil olarak zahiren de iman etmiyorum, diyor. Zahiren iman etmediğinde onların alayından, baskısından şunundan, bunundan kurtulmuş olur. Kalben iman da esas olduğu için tamamdır. Yani bir insanın doğruyu anlatıp da makul bir insanın kabul etmemesi diye bir konu yoktur. Ama Allah ayette diyor ki bakın; ”zulüm ve büyüklenme dolayısı ile doğruyu bildikleri halde kabul etmediler” diyor Allah. Bak kabul, inanmadılar demiyor Allah, değil mi? Kabul ayrıdır, inanma ayrıdır. Vicdanları kabul ettiği halde diyor Allah, içten kabul ediyor. Bizim görevimiz, vicdanen kabul ettirmektir. Zulüm ve büyüklenme nedeniyle kabul etmeyebilir insan. (Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV röportajından, 18 Ocak 2010)


Alışkanlık ile Söylenen Yalanlar



İnsanların önemli bir kısmının dilleri yalan söylemeye alışmıştır. Özellikle çocukluk ve gençlik yıllarında bazı insanlar, hiç tereddüt etmeden yalan söyleyebilmektedirler. Örneğin, arkadaşlarıyla gittiği yeri söyleme konusunda gençlerin birçoğunun ağzı yalana alışıktır. Ya da, insanlara genelde bir şeyi neden yapmadıkları sorulduğunda, yanlış bir şey yaptıklarında, bir şeyi unuttuklarında yaptıkları açıklamalar yalan olabilmektedir. Ağzı yalan söylemeye alışık olan bu insanlar, bu tür yalanları çoğu zaman hiç düşünmeden söylerler.

Biraz düşünseler, samimi verdikleri cevapta kendileri için bir sakınca olmayacağını göreceklerdir. Ancak, çocukluklarından itibaren bu tür durumlarda yalan söylemeye alıştıkları için, yine bu yönteme başvururlar.

Yalanın ortaya çıktığı başka bir durum ise, insanların fikirlerine başvurulduğu anlardır. Bazı insanlar bir konu hakkında düşünceleri sorulduğunda, genellikle gerçek düşüncelerini dile getirmek yerine, karşı tarafın duymak istediklerini veya çıkarlarına ters düşmeyecek olan cevabı vermeyi tercih ederler. Karşı tarafın istediği cevabı vermenin altında ise ya korku ya da karşısındaki insanın rızasını kazanma isteği yatmaktadır.

Kendi çıkarına ters düşmeyecek cevabı vermek, dinden uzak yaşayan kimseler arasında yaygın bir davranıştır. Bu tür insanlar savunma mantığı ile hareket ederek, "tabii ki kendi çıkarlarımı korumak zorundayım" şeklinde yanlış bir anlayış geliştirmişlerdir. Bu yanlış mantık, toplumun din ahlakından uzak yaşayan bireyleri tarafından çok normal karşılanır. Hatta Kuran ahlakını yaşayan bir insanın, adaleti gözetmek amacıyla kendi çıkarını zedeleyecek bir açıklamada bulunması "güzel ahlak" olarak değerlendirilmez; bunun yerine bu üstün ahlaklı kişiye "saflık" veya "iş bilmemezlik" gibi gerçeklerle hiçbir alakası olmayan çirkin yakıştırmalarda bulunulur.

Söz konusu insanların kendi çıkarlarını korumak için zararsız gördükleri yalanlar çeşitlendirilebilir. Örneğin, birçok insan, bir arkadaşı borç para istediğinde imkanı olduğu halde vermek istemiyorsa hemen yalana başvurur. Vermek istemediğini söylemez hatta karşı atağa geçerek kendisinin de "borç para aradığı" veya "işlerinin çok kötü gittiği" yalanını söyler. Bu taktik, karşı tarafın isteğini baştan engelleme amacı taşımaktadır. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların arasında yaygın olarak rastlanılan bu davranış bir ahlak bozukluğu olarak görülmemektedir.

Bunun dışında yalanı, belli bir maksada dayandırmadan, alışkanlık haline getiren insanlara da rastlamak mümkündür. Bu yalanlar çoğu zaman, kişinin konuşacak bir konusu olmamasına veya dikkat çekmek istemesine de dayanabilir. Örneğin kimseyi ilgilendirmediği halde gece bir kere uyanan bir insan, sabah kalkınca "bütün gece uyumadım" diyebilmektedir. Böyle bir insan sadece birkaç saat aç kalınca da, "bütün gün hiçbir şey yemedim" der veya başı hafif ağrır, ama çok ağrıdığını ve ağrıdan hiçbir şey yapamadığını söyler. Bunlar hiç kimseye zarar vermeyecek, küçük yalanlar olarak algılanabilir. Ancak aslında küçük veya büyük tamamı yalandır ve Allah Katında hoşnut olunmayacağı bildirilmiş davranışlardır.

Alay Etmek ve Kızdırmak İçin Söylenen Yalanlar



Yalanın sebeplerinden biri, karşıdaki kişiyi kızdırmak, o kişiye onu saymadığını ve umursamadığını göstermektir. Sözgelimi, verdiği bir randevuya geciken kişi, beklettiği arkadaşının "bu saate kadar neredeydin?" sorusuna, yalan olduğu çok açık olan bir cevap verebilir. Burada aslında amacı, karşısındaki kişinin beklemesini umursamadığını, onun taleplerine değer vermediğini belirtmek ve onu kendi deyimleriyle "enayi" yerine koyarak kızdırmaktır.

Alay etmek için yalan söylemek de yaygın görülen bir ahlaksızlıktır. Örneğin alay etmek niyetinde olan bir insan, arkadaşını olmamış bir olayın gerçekleştiğine inandırır. Arkadaşının anlattıklarına inanması, bu hayali olayı inanarak başkalarına anlatması, bunun sonucunda çevresinde "saf" görülmesi, yalan söyleyen ve aynı zamanda alaycı olan insanı eğlendirir. Bu insan, arkadaşının saflığı ile alay eder, kendisini ise çok kurnaz ve zeki zanneder. Oysa hem Allah'ın razı olmayacağı bir tavır sergilemiştir, hem de itici ve sevilmeyen bir insan olmuştur. Dolayısıyla kendi kurduğu tuzağa kendisi düşmüş, başkalarını küçük düşürmek isterken kendisi küçük düşmüştür.

Allah yalan gibi alayı da yasakladığını Hucurat Suresi'nde şöyle bildirmektedir:

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar... (Hucurat Suresi, 11)

Bazı insanlar, umursuzca, hiç düşünmeden, birkaç dakika için kendilerini alay ederek ve yalan söyleyerek eğlendirmek isterken, aslında Allah'ın hoşnut olmadığı ve Kuran'da kötü ahlak olarak bildirdiği davranışları göstermektedirler. Kuran ahlakına uygun olmayan bir mantıkla hareket eden insanlar, kendilerine bu yaptıklarının kötü bir davranış olduğu söylendiğinde, "bunda ne var ki, sadece eğleniyorduk" diyebilmektedirler. Oysa, alay etmek ve yalan söylemek kötü özelliklerdir.

Bu iki kötü özelliğin içinde yaşadıkları toplumda yaygın olması, hatta çoğu kişi tarafından bir alışkanlık haline getirilmiş olması da, bu özelliklerin İslam ahlakına uygun olmadıkları gerçeğini değiştirmez. Ve dolayısıyla bu tavırları meşrulaştırmaz. Ayrıca bu insanlar bir kez vicdanlarının sesine kulak verseler ve herkesin kendileri gibi olduğu bir ortamda yaşamak isteyip istemeyecekleri sorusunu cevaplandırsalar gerçeği göreceklerdir. Hiçbir insan çevresindekilere karşı sergilediği bu kötü davranışların kendisine yapılmasını istemez, bunu isteyip istemediği sorulsa şiddetle reddeder.

Zor Gelen Bir İşi Yapmaktan Kurtulmak İçin Söylenen Yalanlar



İnsanların yalana en çok başvurdukları konulardan biri de, kendilerine zor gelen veya yapmak istemedikleri bir işten kurtulmak istemeleridir. Örneğin bir konuda kendilerinden yardım istendiğinde, yardım etmeye üşendiklerini veya yardım etmek istemediklerini söylemek yerine, "şu anda çok işim var", "başım çok ağrıyor" "belimi incitmişim" gibi yalanlar uydurarak yardıma gelemeyeceklerini söylerler.

Oysa samimi bir Müslüman, hem yalan bahaneler öne sürmekten korkup sakınır, hem de bir yardım isteğini veya herhangi bir işi üşengeçlikten veya tembellikten dolayı asla geri çevirmez. Samimi bir Müslüman, her anının hesabını ahirette vereceğini bildiği için, en zor gibi görünen işleri dahi büyük bir şevk ve istekle yapar. İnsan bazen kendisini gerçekten yorgun veya bazı şeyleri yapmak konusunda isteksiz hissedebilir. Böyle durumlarda yalan söylemek yerine, insanın hemen iradesini kullanarak, vicdanına uygun olanı yerine getirmesi gerekir. Örneğin, film seyrederken kendisinden bir yardım talep edildiğinde, bu kişinin bunun ahiretteki karşılığını düşünerek, hemen yardıma koşması gerekir. Ama, filmi bırakmak istemediği ve kendi isteklerini ön planda tuttuğu için yalan söyleyen bir insan, aynı anda iki kötü ahlak özelliğini birden göstermektedir. Hem vicdanına uymayarak, daha hayırlı görünen bir işi yapmamakta, hem de bunun için yalan söylemektedir. Böylece kişi karşısındaki insanı rahatsız olduğuna ve yardım edemeyecek durumda olduğuna ikna edebilir ve o an rahatından özveride bulunmayabilir. Ancak, Allah herşeyi görmekte ve bilmektedir. İnsan, bir gün sonra bile bir önceki gün yaptıklarını ve düşündüklerini unutur, ancak Allah hiçbirini unutmaz ve her insanı ahirette her tavrından ve sözünden sorgulayacaktır.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 284)

"Bilmiyorum" Dememek İçin Söylenen Yalanlar



Bazı insanlar kendilerini çok beğenip büyük gördükleri için, her konuda eksiksiz ve kusursuz olduklarını çevrelerindeki insanlara da kanıtlamaya çalışırlar. Kendilerinin her konuda bilgi sahibi olduklarını göstermek isterler. Bu nedenle, kendilerine bir konuda danışıldığında veya kendilerinden bir bilgi istendiğinde, eğer bu konu hakkında bilgileri yoksa, çoğu zaman bir cevap uydururlar.

Sorulan konu hakkında bilgisiz olmak veya konudan haberdar olmamak ağırlarına gider, "bilmiyorum, haberim yok" demezler. Çoğu zaman bu yüzden daha da küçük duruma düşerler, çünkü bilgisizce konuştukları anlaşılır. Ama sırf kibirleri yüzünden küçük düşmeyi ve yalancılığı göze alırlar.

Allah bir ayetinde, bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığı halde tartışmalara girenlerle ilgili olarak şöyle bildirmektedir:

İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi, 66)

Bu tür davranışlar Kuran ahlakına uymayan insanların aralarında yaşattıkları cahiliye ahlakının sonuçlarıdır. Böyle insanlar, kendilerini kabul ettirmek, itibar sahibi, sözü dinlenen insanlar olmak için Kuran ahlakıyla bağdaşmayan yollara başvururlar. Dünyada kendileri için sıkıntı, gerilim ve huzursuzluk yaşatan bu ahlak bozukluklarının sonucunda ise ahiretlerini de tehlikeye atarlar. Bir insanın itibarı ve başarıyı bu şekilde araması büyük bir gaflet ve cehalettir. Çünkü dünyada ve ahirette istenen herşeyin tek yolu, her koşulda Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uymaktır.

Yaşanan veya Tanık Olunan Olayları Abartmak İçin Söylenen Yalanlar



Bazı insanlar çevrelerinde, olayları abartmaları, görmedikleri şeyleri görmüş gibi anlatmaları ile tanınırlar. Bunu, çevrelerindeki insanları eğlendirmek amacı ile yapanların yanısıra, bir hastalık gibi alışkanlık haline getirmiş olanlar da vardır. Neden yaptıklarını dahi düşünmeden, her olayı olduğundan farklı anlatırlar, birşeyler ekleyerek, olan olayları daha da abartılı hale getirirler.

Örneğin iki arabanın hafifçe birbirine çarpmasını, büyük bir felaketin yaşandığı bir kaza olarak anlatabilirler. Büyük bir yolcu gemisini gördüklerinde, geminin büyüklüğünü 3-4 misli kadar tarif ederler. Ancak kısa bir süre sonra bu durum toplumda bu kişilere duyulan güveni azaltır. Herhangi bir konu hakkında fikir almak istendiğinde, bu gibi kişiler sağlıklı bilgi vermedikleri için tercih edilmezler.

Böyle bir tavır, insanları eğlendirmek veya şaka için dahi olsa doğru değildir. İnsan şaka olarak doğru olmayan bir şeyi söylese dahi, hemen ardından, hatta mutlaka o an, söylediğinin doğru olmadığını çevresindekilere belirtmelidir.

Peygamber Efendimiz (sav) de, ashabına şaka için dahi yalan söylememelerini hatırlatmıştır.

"Kul şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa etmeyi bırakmadıkça iyi bir mümin olamaz."
"Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun."
"Ben şaka yaparım ama doğru olanı söylerim." 4

Kötülük Yapmak ve Aldatmak İçin Söylenen Yalanlar



Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, küçük çıkarları için bir başkasına karşı kolaylıkla kin duyabilir veya haset edebilirler. Çoğu zaman hiçbir nedene dayanmayan, kendi kendilerine ürettikleri bu hislerin sonucunda ise, bu kişilerden intikam almak isterler. İnsanların bir kısmı, az ya da çok bu hissi içinde taşır ve için için başkalarının kötülüklerini ister. Kötülüğünü istedikleri kişi, yakın görünen bir dostları dahi olabilir.

Sözgelimi, bir yere giderken, arkadaşına yakışmayan bir kıyafete müdahale etmek istemez çünkü ona göre, çok güzel kıyafet ile dikkat çekici hale gelen bir arkadaş kendisine olan ilgiyi azaltacak ve onu 2. plana itecektir. Yani gerçeği söyleyip, arkadaşlarını güzelleştirmek istemez.

Veya iki arkadaş aynı konu üzerinde çalışırken, biri diğerine yararlandığı kaynakları söylemez, ya da daha az işe yarayanları söyleyip, diğer önemli olanları gizler, "başka bir şey yok" der. Böylece rekabet içinde olduğu arkadaşının işini yavaşlatır veya engeller.

Müminler ise, birbirlerine büyük bir sevgi ve saygı duyarlar. Her zaman yardımlaşma ve dayanışma içindedirler. Kendileri için istediklerinin daha iyisini ve güzelini mümin kardeşleri için de isterler. Bu nedenle, bu tür konularda birbirlerine asla yalan söylemez, aksine bütün içtenlikleri ile yardımcı ve destek olurlar; bir arkadaşlarının giydiği kıyafeti en güzel hale getirirler, bir çalışmalarında ellerinden geldiğince yardım ederler. Bu, müminlerin samimiyetlerinin ve yakınlıklarının bir göstergesidir.

Allah başka bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

...Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Gösteriş Yapmak İçin Söylenen Yalanlar



Kuran ahlakını yaşamayan insanlarda yalanın en çok kullanıldığı durumlardan biri, birbirlerine gösteriş yaptıkları zamanlardır. Allah'ın Kuran'da da bildirdiği gibi insanlar birbirlerine karşı övünmeye ve gösteriş yapmaya çok düşkündürler:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kurur, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp olmuştur. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. (Tekasür Suresi, 1-2)

Övünmeye bu kadar meraklı olan söz konusu insanlar, sahip olduklarının övünmek için yeterli olmadığını düşündüklerinde ise hemen yalana başvururlar. Sahip olmadıkları şeyleri, kendilerine aitmiş gibi gösterirler. Örneğin sıradan bir eşyayı, daha değerli göstererek, onunla övünmek için olduğundan daha pahalıya satın aldıklarını söyleyebilirler. İşyerlerindeki konumlarını abartarak, kendilerini olduğundan daha fazla sorumluluğa sahip, daha yüksek mevkide gibi göstermeye çalışabilirler.

Övünmek kastıyla söylenen yalanların nedeni, insanların sahip olmadıkları maddi veya manevi özelliklerle takdir görmeyi beklemeleridir. Bu sebeple, kendilerini çok çalışkan, yardımsever ve yetenekli gösterirler. Gerçekte öyle olmamasına rağmen, herşeye dikkat eden, her sorumluluğu üstlenen bir insan tablosu çizerler. Allah Kuran'da böyle insanlar için şöyle buyurmaktadır:

Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)

Bu insanlar, kendilerine olan ilgi ve sevgiyi de abartarak anlatırlar. Sözgelimi eşlerinin kendilerine hediyeler aldığı yalanını söylerler. Ya da işyerinde kendilerine özel bir ilgi olduğunu, yerlerinin doldurulamaz olduğunu, bu nedenle maaşlarının artırıldığını anlatırlar. Gençler çoğunlukla sınıfta veya okulda en popüler kişi olduklarını, bütün okulun kendilerini tanıdığını söylerler. Bazen ünlü kişiler de, doğum günlerinde veya bir kutlamada dostlarının veya eşlerinin kendilerine çok pahalı hediyeler aldığı yalanını uydururlar. Bu tür yalanlar söylemekteki amaçları, hem gösteriş yapmak, hem de yakınlarının kendilerine çok değer verdiği imajını oluşturmaya çalışmaktır. Bu tür değerli hediyeler almayanların ise kıskançlık duymalarını ve kendilerine gıpta etmelerini sağlamaktır. Oysa bunların tamamı dünyevi değerlerdir ve insanlara ahirette bir kazanç sağlamayacaktır. Bir insan dünyanın en değerli hediyelerini gerçekten almış olsa bile, eğer Allah'ın hoşnut olmayacağı davranışlarını sürdürmeye devam ederse, çok kısa olan dünya hayatının ardından ahirette sahip olduğu herşeyden mahrum kalacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav)'in yaşadığı dönem ile ilgili bir rivayette de, bir kadının yukarıda anlatılanlara benzer bir tavır gösterdiği aktarılmaktadır. Anlatıldığına göre, bu kadın, bir başkasını üzmek ve kıskandırmak amacıyla, eşinin yapmadığı şeyleri abartarak yapmış gibi söylemekte, almadığı hediyeleri almış gibi anlatmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in, bu kadının tavrını öğrendiğinde ona şöyle dediği rivayet edilir:

"Yedirilmeden yediğini söyleyen, kendisinin olmayan şeye benim diyen, kendisine bir şey verilmemişken verildiğini iddia eden, kıyamet günü yalandan iki elbise giyen kimse gibi olur." 5

İnsanların gösteriş için söyledikleri yalanların örnekleri çok fazladır. Birçok insan evini, arabasını, yazlığını, işinin durumunu, çocuklarının başarılarını, spor aktivitelerini, yaptığı alışverişi, gittiği seyahatleri, ailesinin kökenini, atalarının ne kadar asil ve başarılı kişiler olduklarını abartarak ve olduğundan çok daha farklı olarak anlatır. Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri için, genellikle refleks olarak yalan söylerler. Ancak, yalanlarını akıllarında tutamadıkları için, bir konu hakkında verdikleri sayılar, belirttikleri yerler, tavırlar her anlattıklarında değişir. Bu nedenle her seferinde kendilerini ele verir ve küçük düşerler.

Bu kişiler, Allah'ın rızasını değil de insanların rızasını aradıkları için, hep çevrelerindeki insanların hoşlanacağı, beğeneceği bir görünüm sunmak isterler. Bunun için çevrelerinde kim varsa, kendilerini öyle tanıtmaları gerektiğine inanırlar. Bu da bol bol yalan söylemelerini gerektirir. Hoşlandıkları müzik türünden, işyerindeki görevlerine kadar herşeyi çevrelerindeki insanlara göre kurgulamak zorundadırlar. Bunun sonucunda ise hem yalanları kısa sürede ortaya çıkarak küçük düşer, hem de çok stresli, can yakan, gerilimli bir hayat yaşarlar. Bu insanlar çevresindekilere gösteriş yapmaktan ve yeni yalanlar uydurmaktan, konuştuklarından zevk almaya, güzellikleri görmeye imkan bulamazlar. Konuşma ve tavırları genellikle yapmacıktır. Ayrıca, uydurdukları yalanlar bir kişiyi hoşnut ederken diğerlerini etmeyecektir. Bu kez diğerlerini de hoşnut etmeye, onların da gözüne girmeye çalışacaklardır. Bu, sonu gelmeyen bir kısır döngü gibidir ve insanın samimi, rahat, huzurlu bir hayat yaşamasını engeller. Allah, bir ayetinde Kendisi’nden başka birçok ilah edinen insanlar için şöyle buyurmuştur:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

Çıkar ve Gelir Sağlamak İçin Söylenen Yalanlar



İnsanların büyük bir bölümünün günah işlemelerinin ve kötü davranışlarda bulunmalarının nedeni, çıkar elde etme isteğidir. Vefasızlık, bencillik, saldırganlık, kıskançlık, içten pazarlıklı olmak, sinsilik gibi kötü ahlak özellikleri çoğunlukla çıkarcılıktan kaynaklanır. Yalancılığın da en önemli nedenlerinden biri, insanların çıkar ve kazanç elde etme konusundaki hırslarıdır.

Özellikle ticaret hayatında insanların bir kısmı yalan söyler ve yaptıkları ticaretin çıkarı için yalancılığın kesinlikle gerekli olduğuna inanırlar. Bu tip insanlar sattıkları eşyayı olduğundan daha değerli gösterir, fiyatı, ölçüsü, miktarı hakkında yalan söylerler. Allah Kuran'da insanlara "ölçü ve tartılarda" adaletle davranmalarını ve dürüst olmalarını bildirmektedir:

Tartıyı adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın. (Rahman Suresi, 9)

Allah, Mutaffifin Suresi'nde ise, ölçü ve tartılarda dürüst davranmayanlara ahiret gününü hatırlatmaktadır:

Eksik ölçüp tartanların vay haline, Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler. Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu? Büyük bir günde. İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı günde. (Mutaffifin Suresi, 1-6)

Allah korkusu olmayan, ahirete inanmayan ve ahiretin varlığından ve öldükten sonra hesap vereceğinden şüphe içinde olan insanlar için dünya çıkarları her zaman daha ön plandadır. Bu nedenle, bu insanlar kolaylıkla günaha girebilirler. Sadece bir anlık veya çok küçük bir kazanç sağlayabilmek için dahi, cehennem azabına neden olabilecek şeyler yapabilirler.

Oysa, Allah korkusu olan, Allah'ın her an kendisini izlediğini, işittiğini bilen, ahirette her söylediği sözün hesabını vereceğine iman ederek bunu hiç aklından çıkarmayan bir insan, çıkarları ne kadar zedelenirse zedelensin doğru olanı söylemekten asla ödün vermez. Allah'a dayanıp güvenir, doğru söylemekten dolayı müşkül durumda kalsa dahi, Allah'ın kendisine yardım edeceğini, ummadığı bir yerden kolaylık sağlayacağını bilir. Allah bir ayetinde güçlüklerin ardından kolaylık vereceğini vadetmektedir:

... Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)

Allah, ayetinde emrini bildirmiş ve bu emrine uyanlara mutlaka yardım edeceğini, güçlüklerin ardından mutlaka bir kolaylık verileceğini müjdelemiştir. Karşılaştığı güçlüklerin üstesinden dürüstlük yerine yalanlarla, sahtekarlıklarla gelmeye çalışanlar, dünyada da ahirette de çok daha büyük güçlüklerle ve çetin belalarla karşılaşabilirler.

Bu gibi insanlar, yalanla elde ettikleri veya korudukları kazançlarını, kötü ahlakları nedeniyle kendilerine bela olarak verilen bir hastalık için hastane parası olarak harcamaktan korkmalıdırlar. Veya söz konusu insanlar bir yangının, yalan ve sahtekarlıkla elde ettikleri tüm kazancı yok etmesinden korkmalıdırlar. Allah'ın dünyada insanları Kuran ahlakına yönlendirmek için bu gibi belalarla deneyebileceğini unutmamalıdırlar.

Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)'in de hikmetle belirttiği gibi "Yalan rızkı eksiltir". Yani yalana başvurarak, başka insanları aldatarak kazanç sağlamaya çalışanların elde ettiklerinde Allah bir bereket kılmaz. Maddi ve manevi belalarla onların bu malları huzur içinde kullanmalarını engeller.

Allah'ın emrine uyarak, güçlüklere sabreden, doğruluktan ve dürüstlükten asla dönmeyen insanlar içinse Allah kolaylıklar, güzellikler ve ummadıkları rızıklar yaratır. Allah, ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

… Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)

… Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)

Bir Tartışmada Haklı Çıkmak ve Üstün Gelmek İçin Söylenen Yalanlar



Allah'ın bir ayetinde de bildirdiği gibi "İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır" (Kehf Suresi, 54). Birkaç kişi biraraya geldiğinde, çoğunlukla bir konu hakkında iddialaşmaya, farklı fikirler öne sürerek, bunları birbirlerine kabul ettirmeye çalışırlar. Bu tartışmalarda amaç, çoğu zaman, bir şeyin doğrusunu öğrenmek ve en iyi sonuca ulaşmak değil, üstün gelmek, savunulan fikrin doğruluğunu ve yanlışlığını gözetmeksizin tartışmayı kazanmaktır. Taraflardan biri haksız olduğunu veya yanlış düşündüğünü anlasa bile, genellikle geri adım atmaz, doğrunun yanına geçmez, kibirinden dolayı iddiasını devam ettirir. İşte bu noktada, çoğu insan yalana başvurmaya başlar. Bu insanlar sadece üstün gelmek için, ya emin olmadıkları, görmedikleri, duymadıkları bir olayı, gerçekleştiğinden kesin emin olarak anlatırlar, ya da açıkça iddialarını destekleyecek hayali senaryolar üretirler, hatta iftiraya başvururlar.

Tüm bu yöntemlerin nedeni, insanların kibirleri ve küçük düşme endişeleridir. Daha önce de belirtildiği gibi kibir, büyüklenme duygusu insanları çoğu zaman günaha sürükler. Oysa doğru ve güzel olan, bir insanın fikrinin yanlışlığını anladığında hemen doğruyu kabul etmesidir. Bu, üstün bir ahlak belirtisidir. Çünkü böyle bir davranışta bulunan kimse, herşeyden önce insanların düşüncelerini veya kınamalarını göz ardı etmekte, Allah'ın razı olacağı şekilde davranarak vicdanının söylediklerini kabul etmektedir. Sanılanın aksine, böyle bir insan hem Allah'ın Katında hem de akıl ve vicdan sahibi insanların gözünde yükselir ve değer kazanır.

Allah bir ayette şu şekilde buyurmaktadır:

Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135)

"Beyaz Yalanlar" Aldatmacası ile Söylenen Yalanlar



"Hiç yalan söyler misiniz?" sorusuna insanların verdikleri cevapları, birçok kereler duymuşsunuzdur. Bu cevapların çoğunda, kesinlikle yalan söylemedikleri, ancak gerektiği zaman "beyaz yalanlar" söyledikleri ve bunda bir sakınca görmedikleri belirtilir.

Kuran ahlakına uymayan insanlar, sadece yalan konusunda değil, tüm konularda kendilerine, çevrelerine ve çıkarlarına göre batıl kurallar ve ölçüler uydururlar. Örneğin hırsızlığın günah olduğunu kabul eder, ancak ihtiyaç içindeki birinin çalmasının günah olmayacağını söylerler. Veya kumar oynamanın haram olduğunu bilen insanların bir kısmı, buna rağmen kumar oynarlar, ancak kumardan kazandıkları parayı fakirlere verdiklerini söyleyerek, kumarı meşru hale getirdiklerini zannederler. Oysa, Allah'tan korkup sakınan bir insan, her ne koşulda olursa olsun, Allah'ın razı olmayacağı ve haram olarak bildirdiği bir şeyi yapmaz. Yalancılık için de aynı şey söz konusudur. Yalanlarına farklı sıfatlar takarak, anlamını yumuşatmaya çalışanlar belki insanları ikna edebilirler. Ancak, Allah insanlara yalan söylemeyi haram kılmıştır; buna toplumda "beyaz yalanlar" olarak isimlendirilen yalanlar da dahildir.

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda uydurulan bu batıl kurallar, Kuran'a uygun değildir. Bunlara uyan insanlar, bu kuralları ayrıca kendilerine göre de biçimlendirmektedirler. Dolayısıyla neyin beyaz neyin başka türlü yalan olduğuna da herkes kendi çıkarına göre karar verir. Bunun bir sonucu olarak neredeyse yalancılığın her türü beyaz yalanların içine dahil edilerek, söz konusu toplumlarda adeta normal karşılanmaya başlanmıştır.

Sözgelimi, birine bir işini yaptırmak isteyen bir insan, ona suni iltifatlarda bulunur, güzel olmadığı halde güzel olduğunu, şık olmadığı halde şık olduğunu veya beceriksiz olduğu halde çok becerikli ve zeki olduğunu söyler. Evine geç gelen biri, eşini kızdırmamak için farklı bahaneler uydurur. Eğer doğruyu söylerse eşinin kızacağını ancak bu "beyaz yalanları" söylediğinde onu huzursuz etmediğini ve aralarında bir tatsızlık olmadığını söyler. Böylece yalanlarını masum ve hatta iyiliğe hizmet amaçlı söylenmiş sözler gibi göstermeye çalışır. Oysa, bu tür yalanlar, ne için söylenirse söylensin, aldatmaya, kandırmaya yöneliktir. Bu yalanları söyleyen insanın, karşısındaki kişilere sevgisi, saygısı, bağlılığı olmaz. Ayrıca, böyle bir tavırdaki insanların dürüst ve güvenilir olmadıkları da açıktır.

Sonuç olarak, her ne sıfat altında söylenirse söylensin, yalanın her türlüsü Allah'ın haram kıldığı bir harekettir. Yalancılık, insanlar arasındaki güven ve bağlılığı yok eden, insanların samimiyetsiz bir hayat yaşamalarına neden olan bir davranıştır.


Yalanın ve Samimiyetsizliğin Olduğu Ortamda Kimse Kimseye Güvenemez

ADNAN OKTAR: ... Ama en vahimi sevgisizlik. Sevgisizlikten neşeleri kaçıyor. Sevgi insanı çok mutlu hale getirir, açar. Yani en güçlü gıdadır, bedenin en güçlü gıdası sevgidir. Yani hiçbir şey yemese bile, yemese içmese bile sırf sevgiyle müthiş sağlıklı olabilir insan, sıhhatli olabilir. Sevgisiz ne olacak, “hiçbir şey olmayacak” diyor. Oluyor işte, perişan oluyoruz, oksit sarısı oluyorlar. Bayağı bir kısmı öyle, çoğu öyle yani. Ağzında pas oluşuyor, bakışlarında canlılık yok, bir şey söylediğinde anlamada güçlük çekiyorlar, her şeye karamsar bakıyor, her şeyden korkuyor, birbirlerinden muazzam korkuyorlar. Mesela bakıyorum gözlerinde insanların birbirlerine karşı korku ifadesi var. Müthiş bir şüphecilik var, ama niye şüpheci oluyorsun da diyemeyiz çünkü haklılar yani. Çünkü dürüst insan o kadar çok olmuyor bazen bazı yerlerde. Samimi insan o kadar çok olmuyor. Onlar da haklı olarak korkuyorlar ve tedirginler, gerilim içindeler. O zaman işte milletimizi sevgi dolu, şefkatli, Allah’tan korkan, Allah’ı çok seven, müsbet bakan, pozitif değerlendiren, her şeyi hayra yoran, her şeyde güzellik gören, etrafını ve kendini güzelleştirmeye çalışan insanlar olarak eğitmeliyiz. Mesela dün bir baktım ben, bakıyorum yani, bakımsız ve perişan birçok insan. Bu illa yemekle de olmaz, yani az bir şey yemek insanı çok dinç yapar, ama yemek etki etmiyor. Çünkü neşe yok, sevinç yok. Sürekli korkuyu yaşayan bir insan, sürekli güvensizliği yaşayan bir insan mutlu olamaz. Mutlu olamayınca da vücut hücreleri buna isyan ediyor. Pankreası ayrı rahatsız oluyor, mesela midesinde kasılma oluyor kramplar meydana geliyor midesinde, ülser meydana geliyor, midesinde yanma-ekşime meydana geliyor. Mesela gözlerinde bakışlarında bozukluk meydana geliyor, mesela karaciğeri normal çalışmıyor, sindirimi normal çalışmıyor, kan çekiliyor vücuttan üzüntünün sebebiyle. Mesela sapsarı oluyor eli yüzü. Yazık günah değil mi bu kadar eziyete? Allah insana, şeytandan Allah’a sığınırım, Cenab-ı Allah diyor ki ayette, “Allah insanlara zulmetmez insanlar kendilerine zulmediyorlar.” (Tevbe Suresi, 70) İnsanın kendine yaptığı zulmü hiç kimse yapmaz derler, hani halk arasında vardır biliyorsunuz. Yani muazzam eziyet eder kendine. Her şeyden kuşkulanır. Hatta diyorlar ya, “babana dahi güvenmeyeceksin”. Kardeşim ne yapıyorsunuz siz, ortalığı cehenneme çeviriyorsunuz. Baba. O güvenilmeyecek babaları eğitsek de, normal baba olsalar da güvenseler bu insanlar olmuyor mu? “Babana dahi güvenmeyeceksin.” O zaman kime güvenecek değil mi? “Hiç kimseye güvenmeyeceksin” diyor. O zaman bu insanlar nasıl yaşasın bu dünyada. Bakın görüyor musunuz Darwinist ve materyalist düşüncenin yaptığı tahribatı daha hala temizleyemiyoruz. Daha hala bu tahribatı düzenlemekle uğraşıyoruz, temizlemekle uğraşıyoruz. Mesela karşılaşıyorlar çok sevecen, mesela bir televizyon programı oluyor, birbirlerine nasılsınız hoş geldiniz filan, ama hepsi birbirinden çekiniyor aslında. Gayet temkinliler, yani herhangi bir menfaatleri çatıştığında canlı yayında birbirlerine sille tokat giriyorlar biliyorsunuz. Yani arbede çıkıyor, saçlarından sürüklüyorlar. Demek ki içi patlayacak bomba gibi, çok gerilimli. Yani sevgi ortamı olsa, barış, kardeşlik ortamı olsa, bir anda böyle ağzından kopükler saçarak, hatta din adamı oluyor , alim, din alimi bir anda patlayacak bombaya dönüşüyor adeta böyle çıldırıyor, kendini kaybediyor. İşte sevgisizlik, sevgisizliğin sonucunda bu oluyor. Çok şefkatli çok merhametli olmak lazım... (Adnan Oktar’ın Kanal Urfa röportajı, 9 Kasım 2009)


Yapmayacağını Bildiği Bir Şeyi Vaat Ederken Söylenen Yalanlar



Bir insanın verdiği sözü tutmaması çok sık rastlanan bir durumdur. Elbette ki, bazen koşullar değiştiğinde, insan çok istese ve vaadinde samimi olsa dahi, vaadlerini yerine getiremeyeceği bir durumla karşılaşabilir. Ancak, daha en başta söz verirken sözünü tutmayacağını bilerek, sadece o an o kişilerin gözüne girmek veya herhangi başka bir maksatla vaadde bulunmak ve onu yerine getirmemek, Kuran'da Allah'ın insanları uyardığı bir konudur:

Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). (Saff Suresi, 2-3)

Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. (Nahl Suresi, 91)

… Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)

20. yüzyılın büyük İslam alimlerinden Mehmed Zahid Kotku, insanların yerine getirmeyeceklerini bile bile vaadlerde bulunmaları için şöyle der:

"Verdiği sözlerde ve vaatlerde durmamak da ve vaadini yerine getirmemek de yalancılıktır. Bol keseden vaat eder de sonra vaadini yapmazsa, buna da yalancılık damgası vurulur. Yaptığı vaadi, sözleşirken yapmamak üzere bir fikri varsa, yalancılık iki kat olur. Bir de var ki, vaadini yapmak ister de imkanı olmazsa, özür dilemek suretiyle belki mazur görülebilir. Onun için bu gibi vaatlerde bulunurken insanlar inşaAllah demeyi unutmamalıdırlar..." 6

Mehmed Zahid Kotku'nun da dikkat çektiği gibi, bir insanın yapmayacağını bile bile söz vermesi yalancılıktır. Her insan, hesap gününde her konuşmasından ve tavrından sorumlu olacaktır. İnsan kendi söylediklerini veya düşündüklerini unutabilir, ancak Allah unutmaz ve hepsini hesap gününde insanın önüne getirir. Bu gerçeği bilen Müslümanlar düşünerek, sözlerinin Kuran'a uygun olup olmadığını bilerek konuşurlar.

Ağızlarına her geleni söyleyip, öylesine konuşmazlar. Birine söz verdiklerinde gerçekten yapıp yapamayacaklarını hesaplarlar. Eğer yapamama ihtimalleri varsa, bunu karşılarındaki insana belirtirler, hangi koşullarda yapamayacaklarını açıklar ve o kişinin zor durumda kalmasını önlemek için tedbirler alırlar. Eğer yapabileceklerine kanaatleri varsa da, "inşaAllah" (Allah izin verirse) diyerek, Allah'ın dilemesi dışında sözlerini yerine getireceklerini vadederler ve çıkarlarının aksine de olsa, verdikleri sözleri tutarlar. Kuran'da Allah müminlerin bu özelliğini şöyle haber vermektedir:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir. (Müminun Suresi, 8)


Nefsi Terbiye Etmenin Yolu Samimi ve Dürüst Olmaktır

SUNUCU: Çok mailler var, çok sorular var. ‘Nefis nasıl terbiye edilir?’ diye bir soru geldi.

ADNAN OKTAR: Nefsin terbiye edilmesi için Allah’ın gösterdiği tek bir ölçü vardır, samimiyet. Samimiyeti biz ortaya koyduğumuzda, nefis çok makul hale gelir. Çünkü çıkarlar mantıklı olmayı sağlar. Ama vicdanımız da akıllı olmayı sağlar. Samimi ve candan davranmayı sağlar. Biz aklımızla ve vicdanımızla hareket edeceğiz. Aklıyla vicdanıyla hareket eden adam hep doğru hareket etmiş olur. Mesela Allah esirgesin, rüşvet alacaksa, mantığı al der. Ama aklı ve vicdanı da alma der. Aklına ve vicdanına uyduğunda da maddi yönden belki zorluklara girecektir, sıkıntıya girecektir, ama doğru olanı yapmış olacaktır. Güzel ahlak öyle ucuz birşey değildir, zordur güzel ahlak. Pahalıya mal olur, güzel ahlaklı insan da onun için dünyada nadir olur. (Adnan Oktar’ın Ekin TV röportajı, 19 Ocak 2009)


İnsanlardan Korkup Çekinerek Söylenen Yalanlar



Birçok insanın yalana başvurmasının nedenlerinden biri, çevrelerindeki insanlardan korkup çekinmeleridir. Sözgelimi evde vazoyu kıran bir çocuk annesinden korktuğu için yalan söyler. İşyerinde dosyaları birbirine karıştıran bir sekreter patronundan korkar ve kendisini kurtarmak için yalana başvurur. Oysa, mümin bir insan hiçbir zaman insanlardan korkup çekinmez. Sadece Allah'tan korkup sakınır ve Allah'ın kendisinden razı olup olmayacağını düşünür. Bu nedenle her ne durumda kalırsa kalsın doğruyu söyler ve Allah'a dayanıp güvenir.

İnsanlardan korkup çekinenler ise, örneğin değerli bir eşyayı kırdıklarında sakar veya dikkatsiz olarak tanınmaktan çekinirler. İnsanların kendileri hakkındaki düşüncelerini Allah'ın rızasından üstün tutarak büyük bir yanılgı içinde oldukları için, insanların rızasını gözeten kararlar alırlar. Bu nedenle çoğunlukla yalana başvurarak yaptıkları hataları örtbas etmeye çalışırlar.

Allah Kuran'da şeytanın insanları birbirleri ile korkutmak isteyeceğini bildirmiş ve müminlere sadece Kendisi'nden korkmalarını buyurmuştur.

İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)

Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 36)

Allah bir ayetinde de müminler için "kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk" demiştir. (Maide Suresi, 54) Mümin, her koşulda sadece Allah'a dayanıp güvenir ve insanların düşüncelerine göre değil sadece Allah'ın rızasına göre davranır. İnsanlardan korkup çekinerek, doğru olanı yapmamak aynı zamanda şirktir. Şirk, bir insanın başka insan veya varlıkları, (Allah'ı tenzih ederiz) Allah ile eş tutması, bu varlıklara ilahlık vermesi demektir. Bir insan başka bir insandan çekinip o insanın rızasına göre davranıyorsa onu şirk koşuyor demektir. (bkz. En Büyük İftira: Şirk, Harun Yahya) Müminler ise bu gerçeğin farkındadırlar ve Allah'tan başkasını İlah edinmezler. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

Ben, O'ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler. O durumda ise, gerçekten ben apaçık bir sapıklık içinde olmuş olurum. (Yasin Suresi, 23-24)

Ayetlerde de bildirildiği gibi, hiçbir insan bir başkasına zarar vermeye güç yetiremez. Hiç kimse Allah'ın izni olmaksızın bir başkasına tek bir söz dahi söyleyemez. Bu nedenle bir insanın başka insanlardan korkarak, yalan söylemesi şirk olabilir. Şirk ise, "Allah'ın bağışlamayacağını bildirdiği bir günahtır." (Nisa Suresi, 48) Bu nedenle insanlardan çekinip yalan söyleyenler hem harama girmekten, hem de Allah'a şirk koşmaktan korkup sakınmalıdırlar.

 


Dipnotlar



4. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 15. cilt, s. 209

5. İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, Huzur Yayınevi, 1998, 3. Cilt, s.309; Buhari ve Müslim'den

6. Mehmed Zahid Kotku, Tasavvufi Ahlak 5, Seha Neşriyat, s. 166

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü