Harun Yahya

Resulün ve Müminlerin Saldırılara Karşı Tavırları



Kuşkusuz Resule ve müminlere karşı yapılan saldırılar, iman etmeyen insanları yıldırıp korkutacak kadar ciddi saldırılardır. Örneğin Firavun, önce kendi tarafında olup da, Hz. Musa (as)'ın Allah'ın lütfuyla gösterdiği mucizeler sonucunda Hz. Musa (as)'a iman eden kişileri şöyle tehdit etmiştir:

(Firavun) Dedi ki: "Ben size izin vermeden önce O'na inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." (Taha Suresi, 71)

Elbette bu, iman etmeyen ya da imanı zayıf olan çoğu insan için oldukça caydırıcı bir tehdittir. Ancak iman eden bu kişiler, Firavun'un bu tehdidinden kesinlikle etkilenmemişlerdir. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilmektedir:

"Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz." Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir." (Taha Suresi, 72-73)

Görüldüğü gibi müminler Allah'a olan tevekküllerinden dolayı, inkarcıların tehditlerine karşı son derece cesur, son derece güvenli bir tavır sergilemektedirler. Resullerin ve müminlerin bu özelliğini haber veren ayetlerden bazıları da şunlardır:

"Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:) "Biz istemesek de mi?" dedi. "Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın." (Araf Suresi, 88-89)

"Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin." (Yunus Suresi, 71)

Nitekim Kuran'da Resullere inkarcılara karşı son derece kararlı ve güvenli olmaları emredilmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

"İman etmeyenlere de ki: "Yapabileceğinizi yapın; elbette biz de yapacağız." (Hud Suresi, 121)

Resulün inkarcılardan korkup-çekinmesi asla söz konusu olamaz. Çünkü Resuller Kuran'da haber verildiği üzere, "... Allah'ın Risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır." (Ahzap Suresi, 39)

Resulün ve müminlerin inkarcılara karşı bu denli kararlı ve cesur davranmalarının nedeni, olayların iç yüzünü ve sırrını kavrayabilmeleridir. Bu sır, hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin kendisine belirlenen kaderin dışına çıkamayacağı gerçeğidir. İnkar edenler kuşkusuz bu metafizik gerçekten habersizdirler ve müminlere dilediklerini yapabileceklerini zannederler. Oysa müminler bilmektedirler ki, hiç kimse Allah'ın izni dışında hiçbir şey yapamaz. Herkesin kaderini belirleyen, ne kadar yaşayacağını, nerede nasıl öleceğini tespit eden Allah'tır. Dolayısıyla inkar edenlerin müminlere kurdukları tuzaklar, düzenledikleri saldırı ve iftiralar, Allah'ın bilgisi ve izni dışında gerçekleşemez. Bu nedenle de, müminlerin bu saldırılardan korkmalarını, çekinmelerini gerektirecek bir durum yoktur. Kuran'da haber verilen; "Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez" (Maide Suresi, 105); "Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) ve "Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran Suresi, 120) ayetleri, bu konuyu açıklamaktadır.

Ancak bu, müminlerin hiçbir sıkıntıyla karşılaşmayacakları anlamına gelmez. Allah, inkar edenlerin saldırıları aracılığıyla müminleri deneyecek ve onları olgunlaştıracaktır. Kuran'daki, "Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez" (Bakara Suresi, 286) hükmü gereği, müminler "güç yetirebilecekleri" zorluklardaki imtihanlarla denenirler. Bir Kuran ayetinde bu gerçek şöyle açıklanır:

"Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)

Kısacası, Resul ve onunla birlikte iman edenler için, inkar edenlerin tüm baskı, iftira ve saldırıları, gerçekte Allah'ın bir imtihanıdır. Bu nedenle karşılaştıkları olaylarda son derece kararlı, güvenli ve sabırlı bir tavır ortaya koyar, asla paniğe ya da korkuya kapılmazlar. Müminlerin bu tavrı da Kuran'da şöyle bildirilir:

"Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 173)

Ancak burada bir konuya dikkat etmekte fayda vardır: Resulün ve müminlerin önde gelenlerin saldırılarına sabretmeleri, hiçbir tedbir almadan durup bekledikleri anlamına gelmez. Tam aksine Resulün en önemli özelliklerinden biri de, inkar edenlerin kendisine kurduğu tuzakları en akılcı ve en güzel şekilde bozması ve karşılığında inkar edenlere tuzak kurarak onları yenilgiye uğratmasıdır. Zira Allah'ın elçileri son derece akıllı, ileri görüşlü, tedbirli ve çok sağlam planlar hazırlayabilen çok üstün, ilim sahibi insanlardır. İnkar edenlere karşı yürüttükleri mücadelede de hep üstün gelmişlerdir. İlerleyen sayfalarda Kuran'da haber verilmiş olan, Resullerin inkarcılara karşı kurduğu hayırlı ve hikmetli planlardan ve yöntemlerden bahsedeceğiz.

Resullerin İnkar Edenlerle Mücadele Yöntemleri



Allah Resulün ve müminlerin yardımcısıdır. Onları güçlendirir, yardımıyla destekler. Özellikle Resul, Allah'ın özel desteğine mazhar olur. Kuran'da, çoğu Resule, Allah'ın "ilim", "hikmet" ve "anlatım çarpıcılığı", "isabetli karar verme", "olgunluk" gibi özel yetenekler verdiği bildirilmiştir. Bunun yanında Allah Resullere çok büyük bir "mülk" (maddi servet, güç ve ihtişam) da vermiştir.

Örneğin İsrailoğulları'na lider olarak seçilen Hz. Talut'a, "bilgi" "bedeni güç" ve "mülk" verilmiştir. Bakara Suresi'ndeki ayet şöyledir:

"Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)

Aynı şekilde ayetlerde Hz. İbrahim (as) ve onun soyunun da "hikmet" ve "mülk" ile desteklendiği şöyle haber verilmiştir:

"Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik." (Nisa Suresi, 54)

Hz. Yusuf (as) da benzer biçimde desteklenmiştir. Kuran'da, "erginlik çağına erişince" Hz. Yusuf (as)'a "hüküm ve ilim" (Yusuf Suresi, 22) verildiği bildirilir. Daha sonra Hz. Yusuf (as)’ın şöyle dua ettiği haber verilir:

... "Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin." (Yusuf Suresi, 101)

Aynı şekilde Hz. Davud (as)'a da "mülk ve hikmet" (Bakara Suresi, 251) verilmiştir. Bir başka ayette ise şöyle buyrulur:

"Onun (Davud'un) mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik." (Sad Suresi, 20)

Resul, Allah'ın kendisine verdiği tüm bu destekle birlikte, inkarcıların önde gelenlerine karşı fikri mücadeleye girişir. Allah'ın gösterdiği yolda, O'nun gösterdiği yöntemlere göre yürütülen bir mücadeledir bu.

Nitekim akıl ve feraset sahibi Resuller inkar edenlere karşı yürüttükleri fikri mücadelede hep üstün gelmişler, inkar edenler hiçbir zaman bu güçlü ve sağlam fikre karşı bir açıklama getirememiş, hep mağlup olmuşlardır. Çünkü Resuller hak ile gelmişler ve batıla karşı daima üstün olmuşlardır.

Resulün İnkarcıları 'Hor ve Aşağılık' Kılması



Resulün inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttüğü mücadele, gerçekte Allah'ın inkarcılara tattırdığı "dünya azabı"nın bir parçasıdır. Allah'ın dünyada verdiği azabın en önemli aşamalarından biri ise, inkarcıların "hor ve aşağılık" kılınmasıdır. Tüm hayatlarını başka insanlara gösteriş yapmak, onlardan takdir toplamak için sürdüren inkarcılar için, bu son derece büyük bir azaptır. Kuran'da, "dünya azabı"nın bu "hor ve aşağı kılınma" özelliği şöyle bildirilir:

"Onlardan öncekiler de yalanladı; böylece azap onlara hiç şuurunda olmadıkları bir yerden gelip-çattı. Artık Allah, onlara dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür." (Zümer Suresi, 25-26)

Allah, "hor ve aşağılık kılıcı" sıfatını müminlerin ve özellikle de Resulün vesilesiyle gösterir. Tevbe Suresi'nde bu konu şöyle bildirilir:

"Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, müminler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 14-15)

"İnkarcıları hor ve aşağılık kılma" görevini, Hz. Süleyman (as) da üstlenmiştir. İsrailoğulları'na Resul olarak yollanan Hz. Süleyman (as), inkarcı kavme yolladığı mesajında şöyle der:

"... Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Neml Suresi, 37)

Dolayısıyla "inkarcıların önde gelenlerinin hor ve aşağılık kılınması" Resullerin mücadelelerinin önemli bir parçasıdır. Peki bu nasıl yapılacaktır?

Çoğu kez, inkarcı önde gelenlerin gerçek yüzünün ortaya çıkarılması, "hor ve aşağılık" kılınmaları için yeterli olur. Çünkü önde gelenlerin büyük kısmı, inkarda ve sapıklıkta en uç aşamaya varmış kimselerdir. Son derece dejenere bir yaşantıları vardır. Sapkınlık, sahtekarlık ve benzeri bozulmalar tarih boyunca önde gelenlerin büyük kısmının başlıca özelliklerinden biri olmuştur. Buna karşın söz konusu kimseler bu dejenere yapılarını toplumun genelinden gizlerler. Bunların ortaya çıkarılması, önde gelenlerin "hor ve aşağılık" kılınmasının yollarından biridir.

İman edenler, inkarcıların önde gelenleri için büyük bir korku kaynağıdır. Resulün ve müminlerin gücü, aklı, kararlılığı, inkarcıların kalbine korku salar. Kuran'da, bu durum şöyle ifade edilir:

"Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir." (Haşr Suresi, 13)

Allah başka bir ayette de, inkarcıların korku içinde olacaklarını şöyle bildirmiştir:

"Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür." (Al-i İmran Suresi, 151)

Kuran'da haber verilen tüm Resuller inkarcılara karşı yürüttükleri fikri mücadelede daima üstün gelmişlerdir. Resullerin tebliğini dinlemeyen, uyarılarını dikkate almayan her kavim sonunda helak edilmiş, Allah'ın elçilerine karşı planladıkları her kötülük boşa çıkmıştır.

Resulün İnkar Edenlerin Tuzaklarını Bozması



Kuran'daki pek çok ayette inkar edenlerin tuzaklarının boşa çıktığı bildirilmekte ve daha da önemlisi, inkar edenlerin tuzağına karşılık, Allah'ın inkar edenlere tuzak ("düzen") kurduğu da haber verilmektedir.

Al-i İmran Suresi'nin 54. ayetinde, "Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır" şeklinde buyrulur. Enfal Suresi'nde ise, inkar edenlerin Resule kurdukları tuzağa karşılık, Allah'ın da inkar edenlere tuzak kurduğu şöyle bildirilir:

"Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır." (Enfal Suresi, 30)

Zaten Allah'ın isimlerinden biri de, "Makir", yani "tuzak kuran"dır. Başka ayetlerde de Allah'ın bu sıfatı şöyle bildirilir:

"Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır." (İbrahim Suresi, 46)

"Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk." (Neml Suresi, 50)

Burada önemli bir husus vardır: Allah'ın bu "düzen kurma" sıfatı da, az önce değindiğimiz "hor ve aşağılık kılma" sıfatı gibi, müminlerde ve özellikle de Resulde tecelli eder. Allah, çoğu kez, küfrün tuzaklarına karşılık Resulün vesilesiyle tuzak kurar.

Kuran'da bu konuyla ilgili verilen örneklerden biri de Yusuf Peygamberin yaşamıdır. Hz. Yusuf (as)'ın inkarcı karakterli kardeşleri kendisine karşı "hileli-düzen" (Yusuf Suresi, 102) kurarak küçük yaşta iken Yusuf Peygamberi kuyuya atmışlardır. Ancak Hz. Yusuf (as) Allah'ın dilemesiyle bu tuzaktan kurtulmuş ve onların bu tuzağına karşılık, Mısır'ın hazinelerinin başına geçtiğinde onlara bir tuzak kurmuştur. Ayetlerde bu olaylar şöyle haber verilir:

"Erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca da, su kabını kardeşinin yükü içine bıraktı, sonra bir münadi (şöyle) seslendi: "Ey kafile, sizler gerçekten hırsızsınız." Onlara doğru yönelerek: "Neyi kaybettiniz?" dediler. Dediler ki: "Hükümdarın su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona armağan olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna kefilim." "Allah adına, hayret" dediler. "Siz de bilmişsiniz ki, biz (bu) yere bozgunculuk çıkarmak amacıyla gelmedik ve biz hırsız değiliz." "Öyleyse" dediler. "Eğer yalan söylüyorsanız (bunun) cezası nedir?" Dediler ki: "Bunun cezası, (su tası) yükünde bulunanın kendisidir. İşte Biz zulmedenleri böyle cezalandırırız." Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kablarını (yoklamaya) başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 70-76)

Kuran'da bildirilen bir başka tuzak örneği de Hz. İbrahim (as)'ın kavminin taptığı putları kırmasıdır. Bu olayı haber veren ayetler şöyledir:

"Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve Biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik. Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim." "Andolsun Allah'a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım." Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya Suresi, 51-67)

Resul ve "Atalar Dini" Temsilcilerinin Mücadelesi



Şimdiye kadar hep Resul ile kavmin önde gelen inkarcıları arasındaki mücadeleye değindik. Oysa Resule ve onunla birlikte iman edenlere düşmanlık gösterenler yalnızca kavmin önde gelen inkarcıları değildir. Başka gruplar da benzer ya da farklı nedenlerden dolayı Resule karşı harekete geçerler. Ayrıca "önde gelenler"i de tek bir bütün olarak düşünmek doğru olmaz; bu kesimin içinde de farklı özellikleri olan gruplar vardır. İlerleyen sayfalarda Kuran'da tarif edilen bu grupları inceleyeceğiz.

Bu grupların en önemlilerinden birisi, Resulün getirdiği hak dine karşı, içinde pek çok sapkın öğenin yer aldığı "atalarının batıl dini"ni savunan gruptur.

Önceki sayfalarda cahiliye toplumundan söz ederken, bu toplumun din ahlakının özünden uzaklaştığını ve Allah'ın apaçık olan varlığını göz ardı ettiğini söylemiştik. Kuran'da anlatılan cahiliye toplumlarının hemen hepsinin birtakım dini inançları vardır. Bu cahiliye dinleri kimi zaman hak dine şekil yönünden benziyor da olabilir. Ancak bu "din"lerin özü, hak dinin özünden çok farklıdır. Hak din, Allah'ı bilip-tanımak ve yalnızca O'na kulluk etmek, O'ndan başka hiçbir şeye bağlanmamak, Allah'ın Resulünün izinden gitmek üzerine kuruludur. Oysa cahiliye toplumundaki din kavramı, daha çok atalara olan anlamsız bir bağlılık ve onlardan kalma batıl gelenekleri devam ettirme isteği üstüne kuruludur. Belki cahiliye dininde Allah'ın adı sıklıkla kullanılır, ancak bu bir aldatmacadır; bu dinde gerçek bir iman ve Allah korkusu yoktur. Kuran'da, bu durum şöyle anlatılır:

"De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar." (Müminun Suresi, 84-90)

Ayetlerde tarif edilen kişilerin durumu son derece ibret vericidir: Bu kişiler kendilerine sorulan tüm sorulara doğru cevap vermekte (yani Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu tasdik etmekte)dirler. Ancak davranışları bu sözlerine uygun değildir. Bu nedenle kendilerine, "düşünmeyecek misiniz?" "sakınmayacak mısınız?" "nasıl oluyor da büyüleniyorsunuz?" gibi sorular sorularak, hatırlatma yapılmakta ve içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için uyarılmaktadırlar. Bunun nedeni ise, sorulara cevap veren kişilerin gerçekte verdikleri cevapların anlamını kavramıyor oluşlarıdır.

Peki acaba bu garip durumun sebebi nedir?

Sebep gayet açıktır: Söz konusu kişiler hak dinin değil, cahiliye dininin üyeleridir. Bu batıl dinin özelliği ise, Allah'a samimi iman, gönülden Allah korkusu, Allah'ın rızasının herşeyden üstün tutulması üzerine kurulu bir inanç olmayışıdır. Bu dinin temelinde, atalardan gelen birtakım batıl inanç ve değerlerin gelenek biçiminde korunması yatar. Üstteki ayetlerde tarif edilen kişiler, atalar dininde yer alan Allah inancını taşıyan, fakat gerçekte Allah'ın varlığını ve vasıflarını kesinlikle kavramamış olan kişilerdir.

Bu arada, atalar dini pek çok sapkın öğe de taşır. Bu batıl din, hak dinin tek kaynağı olan vahiyden tamamen kopmuş ve birtakım hurafeleri kendine kaynak edinmiştir. Bu nedenle Allah inancından, ahlak anlayışına kadar pek çok konuda sapkın hükümleri vardır. Ve bundan dolayı da, Resul ve onunla birlikte iman edenler ataların batıl dinine karşı çıkar ve toplumu gerçek dine, Allah'ın insanlar için "seçip-beğendiği" hak dine davet ederler. Ancak çoğu kez insanlar atalarının dinine bağlı kalmakta diretirler. Onların bu durumları bir ayette şöyle haber verilmiştir:

"Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?" (Maide Suresi, 104)

Önde gelenler arasında da ataların batıl dinine bağlı kalma eğilimi yaygındır. Kuran'da bunun değişmez bir kural olduğu şöyle haber verilmiştir:

"İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz."

(O peygamberlerden her biri de şöyle) Demiştir: "Ben size atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı?" Onlar da demişlerdi ki: "Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye kafir olanlarız." (Zuhruf Suresi, 23-24)

Peki nedir önde gelenlerin ve daha başka kimselerin ataların batıl dinine bu kadar bağlanmalarının nedeni? Önde gelenlerin ataların batıl dinine bağlı olmalarının nedeni açıktır: Bu sahte din, kendi egemenlikleri altında olan kurulu düzenin önemli bir parçasıdır. Bu batıl dini kullanarak düzene sözde meşruiyet sağlamaktadırlar. Ayrıca bu sahte dinin bazı kurallarına uyarak gerektiğinde kendilerini dindar insanlar olarak tanıtmaları ve toplumun güvenini kazanmaları son derece kolay olmaktadır.

Bazı insanlar da ataların dinine içinde bulundukları taassup nedeniyle bağlı kalırlar. Her türlü değişime karşı çıkan, eski olan herşeyin iyi olduğuna inanan bu kişiler, insan nefsinin eğilimlerinden biri olan taassubun (tutuculuk) içinde boğulmuşlardır.

Bazı kesimler ise söz konusu ataların batıl dini sayesinde maddi çıkarlar sağlamaktadırlar ve bu batıl dinin terk edilmesinin de kendi kurdukları ruhban sistemini yok edeceğini bilirler. Kuran'da, "Ey iman edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele" (Tevbe Suresi, 34) ayetinde belirtildiği üzere, sahte bir dindarlık görüntüsüyle "insanların mallarını haksızlıkla yiyen" ruhbanların sayısı bir hayli kabarıktır.

Bu nedenle toplumun önemli bir kesimi, Resulün teklif ettiği hak dine karşı atalarının dininin savunuculuğunu yapmaya başlar. Hz. Hud (as)'a "... Sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım" (Araf Suresi, 70) diyen Ad kavmi; ya da Hz. Salih (as)'a, "... Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz" (Hud Suresi, 62) diyebilen Semud kavmi; ya da Hz. Musa (as)'a karşı karşı "... Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik..." (Kasas Suresi, 36) diyen Firavun çevresi, hep bu yöntemi izlemişlerdir.

Bu kesimin en büyük özelliklerinden biri de, Resule ve onunla birlikte iman edenlere karşı saldırıya geçerken, kendilerini gerçek birer dindar gibi göstermeye çalışmalarıdır. Bu kişiler Allah ve din adına ortaya çıkarlar. Bu şekilde saldırı ve baskılarına sözde meşru bir zemin oluşturmaya çalışırlar. Bu son derece göstermelik bir tavırdır ve söz konusu kişilerin de gerçekte Allah'la ve O'nun seçip beğendiği din ile hiçbir ilgileri yoktur. Ancak Kuran'da haber verilen bu kişiler, tavırlarını öyle bir dereceye vardırmışlardır ki, "Resulü şehit etmek" gibi olabilecek en büyük suçu işlerken bile "Allah adına" hareket ettiklerini öne sürmüşlerdir. Bu kişilerle ilgili olarak Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

"Andolsun, Biz Semud (kavmine de) kardeşleri Salih'i: "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye (demek üzere) gönderdik..." (Neml Suresi, 45)

(Salih'e) Dediler ki: "Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." Dedi ki: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah Katında (yazılı)dır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz."
Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim."
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik." (Neml Suresi, 47-51)

Allah adına ortaya çıkarak Allah'a ve Resulüne savaş açanlar arasında çok önemli bir grup daha vardır. Hemen her Resulün karşılaştığı bu gruba, Kuran'da "münafık" adı verilir.

Resullerin Münafıklarla Mücadelesi



Önceki sayfalarda sürekli olarak Resul ve müminler ile inkar edenler arasında geçen mücadeleyi konu edindik. Ayetlerde haber verildiği üzere, inkarcıların ortak özelliği, Resule karşı olduklarını, onun getirdiği hak dini inkar ettiklerini açık açık söylemeleri ve onlara karşı da açık bir mücadeleye girmeleridir.

Oysa Resul ve müminlere karşı eyleme girişen inkarcılar, yalnızca söz konusu "açık inkarcı"larla sınırlı değildir. Bir de müminlerden yana gözüken, Resule itaat ettiğini iddia eden "gizli inkarcılar" vardır ki, Resul ve müminler bunlara karşı da mücadele ederler. Kuran'da, "münafık" olarak bilinen bu iki yüzlü kişiler şöyle tarif edilir:

"İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır." (Bakara Suresi, 8-10)

Münafıkların inanmadıkları halde inanmış gibi görünmelerinin nedeni, kendilerini müminmiş gibi göstererek müminlerden birtakım çıkarlar elde edeceklerini ummalarıdır. Müminlerin maddi imkanları, güç ve ihtişamları bu kişileri etkiler ve bunlardan yararlanabilmek için kendilerini mümin gibi göstermeye karar verirler.

Oysa ayette de bildirildiği gibi, münafıklar yalnızca kendilerini aldatırlar, çünkü "mümin taklidi yapmak" aslında mümkün değildir. Yapabildikleri dinin yalnızca bazı şekli özelliklerini taklit etmekten başka bir şey değildir. Oysa müminlerin "taklit edilemez" özellikleri vardır. Bundan haberdar olan müminler ve özellikle de Resul münafıkların iki yüzlülüğünü hemen fark ederler. Allah, Resule münafıkları tanımak için özel bir anlayış verdiğini ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

"Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir" (Muhammed Suresi, 29-30)

Resuller münafıkların durumunu hemen açıklamayabilirler. Ne var ki bu kişilerin iki yüzlülüğü kısa süre içinde örneğin din için fedakarlık yapmaları gerektiği zaman ortaya çıkacaktır. Çünkü münafıklar şahsi menfaatlerini tatmin etmek umuduyla müminlere ve dine yaklaşmışlardır. Ancak herhangi bir menfaatlerinin olamayacağını, hatta tam tersine Allah yolunda fedakarlıkta bulunmaları gerektiğini anladıklarında birden gerçek yüzlerini ortaya koyarlar.

İşte münafığın en önemli özelliği bu aşamada ortaya çıkar: Münafık "mümin taklidi" yapmaktan vazgeçtiği bu anda, tek başına müminlerden ayrılıp köşesine çekilmez. Tam aksine müminleri aynı kendisi gibi Allah yolundan döndürmeye çalışır. Kendi düşük aklınca onların şevklerini kıracak, onları şüpheye ve umutsuzluğa düşürecek, Resule olan sadakatlerini zayıflatacak telkinlerle ortaya çıkar. Fitne çıkarmaya yeltenir. Çünkü, müminlerden ayrılırken, "onlar doğru yoldaydı, ben ise iki yüzlü bir sahtekardım; çıkarlarım zedelenince ayrılıp-gittim" diyemez.

Kuran'da haber verilen münafıkların, "... Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmemiş..." (Azhab Suresi, 12), ya da "... bunları (Müslümanları) dinleri aldattı..." (Enfal Suresi, 49) gibi ifadeleri, söz konusu tavırlarını tarif etmektedir. Müminlerin fark etmediği gerçekleri kendilerinin fark ettiği yanılgısı ise, Hz. Musa (as)'ın kavmini saptırıp buzağıya taptıran Samiri'nin söylediği, "... Ben onların görmediklerini gördüm..." (Taha Suresi, 96) sözünde en açık biçimde gözükmektedir.

Münafığın yaptığı bu bozgunculuk hareketinin adı, Kuran'da "fitne" olarak tanımlanmaktadır. Ve fitne Kuran'daki, "... Fitne, katilden beterdir..." (Bakara Suresi, 217) hükmüne göre, en büyük suçtur.

Az önce sözünü ettiğimiz Samiri, münafık karakterinin çok belirgin bir örneğidir. Hz. Musa (as)'ın ona karşı tavrı da Resullerin kararlılığını gösterir. Kuran'da, Samiri'nin fitnesi ve Hz. Musa (as)'ın tavrı ayrıntılı olarak anlatılır. Buna göre, Hz. Musa (as)'ın Allah'tan vahiy almak için tek başına Tur Dağı'na çıktığı bir sırada Samiri kavmi içinde fitne çıkarmıştır. Bu olay ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

"(Allah dedi ki) Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?" Dedi ki: "Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim." Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı." Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı." Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, "İşte, sizin ve ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız." (Taha Suresi, 83-91)

(Musa) Dedi ki: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?" Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi." (Musa) Dedi ki: "Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." "Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır." (Taha Suresi, 95-98)

Görüldüğü gibi Resullerin münafıklara karşı tavırları son derece kararlıdır. Nitekim Allah Peygamberimiz (sav)'e şöyle emreder:

"Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cehd et (çaba harca) ve onlara karşı 'sert ve caydırıcı' davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o." (Tahrim Suresi, 9)

Burada unutulmaması gereken önemli bir husus vardır. Hz. Musa (as)'ın kavminin bir kısmı son derece anlayışsız ve itaatsiz bir karakter göstermiştir. Ancak gerçek müminler münafıkların fitnesinden etkilenmez ve Resule olan sadakatlerini daha da artırarak sürdürürler. Bu durumda münafıklar toplu olarak müminlerden ayrılırlar. Ancak içlerindeki "intikam" isteği nedeniyle dağılmazlar, Resul ve beraberindeki müminlere düşmanlığı sürdürmek için çaba harcarlar. Ve ilginçtir, bu durumda bile iki yüzlü olduklarını kabul etmez, kendilerini gerçek birer mümin gibi tanıtırlar. Bunun en açık örneğine Peygamberimiz (sav) döneminde şahit olabiliriz. Hz. Muhammed (sav)'e karşı fitne çıkaran münafıklar, onun yanından ayrıldıktan sonra yeni bir mescid kurmuş, yani sözde Müslüman görünmeye devam etmişlerdir. Oysa bu kurdukları mescidin tek amacı, Resule ve müminlere karşı düşmanlık yapabilmektir. Kuran'da, bu kişilerin durumu şöyle açıklanmıştır:

"Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.

Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.

Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.

Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 107-110)

Ayetlerde de haber verildiği gibi, münafıkların kurduğu mescidin amacı, müminlere zarar vermek ve müminlere karşı savaşanlarla işbirliği yapmaktır. Her ne kadar bu mescidi kuran münafıklar, "biz iyilikten başka bir şey istemedik" deseler de gerçek amaçları budur. İki mescidi ayıran en önemli fark ise, müminlerinkinin "takva", yani Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurulmuş olmasıdır. Heva ve müminlere düşmanlık üzerine kurulan münafıkların mescidi ise, ayetteki ifadeyle, cehenneme yuvarlanacak bir yarın kenarındadır. Münafıklar ahirette cehennemin en alt tabakasına yollanacaklardır.

Hz. Mehdi (as) Döneminin Münafıkları Tarihin En Azılı Münafıkları Olacaktır



Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi (as) cemaati hakkında bildirdiği önemli bilgilerden biri, bu kutlu cemaat içinden çıkacak olan münafıkların özellikleridir. Hadislerde haber verildiği üzere bu kimseler, dünya tarihinin en azgın münafıkları olacak ve vargüçleriyle -kendi akıllarınca- Hz. Mehdi (as) ve cemaati aleyhinde mücadelede bulunacaklardır. Ancak tarih boyunca olduğu gibi ahir zamanda da Rabbimiz'in kanunu bir kez daha tecelli edecek ve bu sinsi kimseler Hz. Mehdi (as)'ın büyük ilmi mücadelesine hiçbir şekilde zarar veremeyeceklerdir. Allah vaadini yerine getirecek, kafirler ve münafıklar istemese de nurunu tamamlayarak İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacaktır. Hz. Mehdi (as) dönemindeki münafıklarla ilgili olarak bir hadiste şöyle bildirilmiştir:

Hz. Mehdi (as)'ın cemaati ''temiz ve bereketli bir buğdaya'' benzeyecektir. Aralarından çıkan münafıklar da, ''bu buğdaya musallat olan asalak, iğrenç buğday kurtları'' gibi olacaklardır.

Esbağ bin Nebate der ki: Emirülmüminin Ali aleyhisselam şöyle buyurdu: “... Öyle ki sizden sadece gözdeki sürme kadar veya yemekteki tuz kadar kalacaktır. Ve ben size bir örnek vereceğim: Adamın birinin bir miktar buğdayı vardır. Onu temizler ve bir eve koyar, uzun bir süre sonra geri döndüğünde onun kurtlandığını görür, onu tekrar ayıklar ve temizler sonra tekrar evin içine koyar. Uzun bir süre sonra döndüğünde onun tekrar kurtlandığını görür. Tekrar onu ayıklar ve temizler ve hep aynı işi tekrarlar. SONUNDA KURTLARIN HİÇ ZARAR VEREMEDİĞİ ÇOK AZ SAĞLAM BUĞDAY KALIR. İşte siz de böylesiniz. SONUNDA İÇİNİZDE FİTNELERİN ASLA ZARAR VEREMEDİĞİ ÇOK AZ BİR GRUP KALACAKTIR.” (Aynı hadisi Ahmet bin Muhammed bin Said de nakleder.) (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 246)

Hadiste Hz. Mehdi (as) cemaatinden çıkan münafıkların, “buğdaya musallat olan iğrenç kurtlar” gibi oldukları haber verilmiştir. Hz. Mehdi (as) cemaati, “buğday gibi, ileride açıp serpilecek, gelişip büyüyecek, bereket getirecek, gelecek vadeden bir nimete” benzetilmiştir. Münafıkların da, “buğdayı içten tahrip etmeye çalışan, kurt gibi iğrenç ve habis varlıklar oldukları” haber verilmiştir. Hadiste, sahibinin buğdayı temizleyeceği ama buğdayın yine kurtlanacağı; sahibi her defasında bu işlemi tekrarladıktan sonra, en sonunda buğdayda hiç kurt kalmayacağı anlatılmıştır. Bu bilgilere göre, buğdaydaki iğrenç ve asalak kurtların ayıklanıp buğdayın pislikten temizlenmesi gibi; Hz. Mehdi (as) cemaati de bir süre sonra münafıklardan temizlenip sonunda tertemiz bir toplulukla vazifesini yapacaktır.





“Mehdi cemaati aynı zamanda münafık fabrikası gibidir. En azılı münafıklar da ordan çıkar, en veli kişiler de oradan çıkar.”




ADNAN OKTAR: ... Mehdi (a.s.) cemaati aynı zamanda münafık fabrikası gibidir, en azılı münafıklar oradan çıkar, en büyük veliler de oradan çıkar, inşaAllah. Hiç anlamazsın veli olduğunu, anlayamazsın. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında da öyleydi. Münafığın oluşması için Hak bir cemaate ihtiyaç vardır, yani herhangi bir grup içerisinden münafık çıkmaz. Fludur o münafıklar yani ciddi bir münafık hareketi olmaz. Çünkü ciddi bir hareket olacak ki içindeki münafık da kaale alınacak bir münafık olsun. Yani, farz edelim bir mahalle camisinde bir münafık çıktığını düşünelim. Ne yapar en fazla camide? “Bu cami yıkılır herhalde” diyecektir veya “camiye ne gerek var” diyecektir. Yani bu halkı fazla etkilemez. Ama Mehdi (a.s.) cemaatinin münafıkları çok azılı oluyor. Cemaatin gücü ve etkisi ile orantılı olur münafıkların azgınlığı. Mesela Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanındaki münafıklar çok çok azılıydılar. En azgın münafıklar onlardır... (10 Eylül 2010, Kocaeli TV röportajından)





Resulün Ahlaksızlıkla Mücadelesi



Resulün asıl görevi insanları Allah'ın yoluna davet etmek, Allah'ın dinini onlara açıklamaktır. Mücadele ettiği gruplar ise, Resulün çağrısına düşmanlıkla cevap veren, onu durdurmaya çalışan gruplardır. Resulün mücadelesindeki bir diğer amaç ise, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan, onları sapkınlığa teşvik eden grupların fikren etkisiz hale getirilmesidir. Çünkü bu tür gruplar, "onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar" (Enam Suresi, 26) ayetinde haber verildiği gibi, yalnızca kendilerini saptırmakla kalmazlar, aynı zamanda pek çok insanı da sapıklığa özendirirler.

Örneğin cinsel sapkınlıkların, fuhşun yayılması için çaba gösterenler, kendileri saptıkları gibi, başka insanları da sapkınlığa sürüklemektedirler. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz." (Nur Suresi, 19)

Ahlaksızlığı yaymaya çalışanların ahirette karşılaşacakları azap, kuşkusuz cehennemdir. Dünyada yaşayacakları azabın farklı yolları olabilir. Allah bu kişilerin üstüne çeşitli belalar verebilir. Kuran'da Resullerin ahlaksızlığa karşı yürüttükleri mücadeleye Hz. Lut (as) ve kavmi örnek olarak verilmiştir. Eşcinsel olan kavmine karşı Hz. Lut (as)'ın yaptığı uyarı ve ahlaksız kavminin Hz. Lut (as)'a cevabı şöyledir:

"Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı." (Araf Suresi, 80-82)

Başka ayetlerde ise Hz. Lut (as)'ın kavmine olan tepkisi ve kavminin sapkınlığı şöyle anlatılır:

"Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti."Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." "Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? "Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım. Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar."
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık. Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç.. Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir." (Şuara Suresi, 160-175)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü