Harun Yahya


Sahte Bir Dünyada Yaşadığınızın Farkında mısınız?



Akıl, iman edenlerle inkarcıları birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerdendir. Allah'ın iman eden kullarına ait bir özellik olarak yarattığı akıl, kişinin imanı, Allah korkusu ve teslimiyeti ölçüsünde gelişir. Allah korkusu ve samimi iman, kişiye hayatının her anında Allah'ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan bir anlayış kazandırır. Böyle bir kişi vicdanını kullanarak Kuran'a en uygun olan tavrı seçer ve bunun sonucunda tüm hayatına hakim olan bir tavır mükemmelliği elde etmiş olur. Allah Kuran'da iman eden kulları üzerindeki bu rahmetini şöyle bildirmiştir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

İnkar eden bir kimse ise, ne kadar zeki olursa olsun, iman etmediği sürece, Allah'ın kudretini takdir edebilecek, yaşadığı dünyanın geçiciliğini anlayacak ve bunun sonucunda ne yapması gerektiğini kavrayacak bir akla sahip olamaz. Çünkü akıl, zekadan çok farklıdır; çalışma ve birikimle elde edilemez, matematik problemleri çözerek, karmaşık işlemlerle uğraşarak geliştirilemez. Akıl, sadece Allah'ın dilemesiyle oluşan ve iman edenlere ait bir anlayış ve kavrama gücüdür.

Allah Kuran'ın pek çok ayetinde inkar edenlerin akıldan yoksun olduklarına dikkat çekmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

... Ancak inkar edenler, Allah'a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmezler. (Maide Suresi, 103)

İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)

İnkar edenlerin, yaşadıkları bu dünyayı gerçek sanıp ahireti unutmalarının ve sadece nefislerinin isteklerini karşılamaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, ayetlerde bildirildiği gibi "akıl erdirememeleri"dir. Bu yüzden tüm yaşamlarını bu dünya ile sınırlı sanırlar. Olaylara bakış açıları ve değer yargıları da neredeyse tümüyle dünyaya yöneliktir. Dünya hayatının sadece zahiri yönünü görür, gerçek amacını kavrayamaz, ahireti ise tamamen unutmuş şekilde yaşarlar. Allah Kuran'da bu insanlar için şöyle bildirir:

Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 7-8)

Oysa Allah, Kuran ayetleriyle insanlara dünya hayatının gerçek yüzü hakkında bilgi vermiş ve onları bu sahte dünyaya aldanmamaları konusunda uyarmıştır.

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)

Başka ayetlerde ise Allah; "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) sözleriyle insanların asıl hayatlarını yaşayacakları ahireti gözardı ettiklerini hatırlatmıştır. Kuşkusuz bu, insanları sonsuz kayba uğratacak bir davranıştır.

Yüksek ilim sahibi, değerli İslam alimi İmam Gazali de bir sözünde bu konuyu hatırlatmış; geçici dünya nimetlerinin, Allah'ın ahirette vereceklerinin yanında nasıl sönük ve değersiz kalacaklarını anlatarak, insanları asıl olarak ahiret için çalışmaya çağırmıştır:

... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez! Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (İnsan Suresi, 20)

Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar. (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)


Gerçek Hayat Ahirettedir



İnsanlar, yaratılış ve yaşama amaçlarını, Allah'a nasıl kulluk edeceklerini ve hayata dair tüm gerçekleri Kuran'ın kılavuzluğunda öğrenirler. Önceki satırlarda yer verildiği gibi Kuran'da, ahiret için "asıl hayat odur" şeklinde bildirilmiştir. Dolayısıyla şu anda yaşadığımız dünya ayetlerde bildirildiği gibi sadece bir "oyalanma yeri", insanlar için bir "denenme mekanı"dır. İnsan ahiret hayatına geçtiğinde dünya hayatına dair geriye kalan yalnızca zihnindeki kısa hatıralar olacaktır. Dünya hayatının ahiretin yanında "göz açıp kapaması" kadar kısa sürede geçen bir yaşam olduğunu, şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:

Rüyanızda çok güzel bir ilkbahar gününde bir ırmak kenarında oturduğunuzu düşünün. Bulunduğunuz ortamda rüzgarın hafif esintisinden kaynaklanan ferahlatıcı bir serinlik, akan suyun hoşa giden sesi, birbirinden gözalıcı çiçekler olduğunu hayal edin. Bir yandan bu güzellikleri izlediğinizi, bir yandan da sevdiğiniz bir arkadaşınızla sohbet ettiğinizi düşünün; havadaki temiz çiçek kokularını kokladığınızı, kuşların güzel cıvıltılarını duyduğunuzu farz edin. Tam bu duyguları hissederken uyandığınızı ve gerçekte yalnızca yatağınızda yatmakta olduğunuzu düşünün. Böyle bir durumda gerçek sandığınız herşeyin, aslında yalnızca bir rüya, beyninizde oluşan bir hayalden ibaret olduğunu ve bir anda kaybolup gittiğini fark edersiniz.

Şimdi bir de, aynı şeyleri uyandıktan sonra gerçekleştirdiğinizi düşünelim. Gerçekten çok iç açıcı bir ırmak kenarında, sevdiğiniz bir arkadaşınızla, çeşitli güzellikleri seyrederek sohbet ettiğinizi varsayalım.

Bu iki olayı da yaşadıktan sonra size "Bunlardan hangisini tercih edersiniz?" diye sorulsa, elbette "Uyandıktan sonra yaptıklarımı" şeklinde cevap verirsiniz. Bunun sebebi, rüyada yapılanların rüyada kalması, insana gerçek hayatında hiçbir şey kazandırmamasıdır. Hiç kimse rüyasında kaybettikleri için ciddi anlamda üzülmez; çünkü bunların asıl hayatını etkilemediğini bilir. İnsan rüyasında, yaptıklarından ne kadar çok haz duysa da, ne kadar çok eğlense de, bu ona hiçbir zaman, gerçek hayatta uyanıkken yaptıkları kadar zevk vermez.

Rüyanın gerçek ile kıyaslanması gibi, dünya hayatı da ahiret hayatı ile kıyaslandığında çok kısa ve geçicidir. Uykudan uyandığınızda rüyanızdaki hayali dünyadan çıkıp gerçek yaşantınıza dönmeniz gibi, çok gerçekçi gibi görünen bu dünya hayatı da kısa bir süre içinde sona erecek ve asıl sonsuz hayatınızı yaşayacağınız ahiret hayatı başlayacaktır. Ahirette insanların dünyada çok kısa süre kaldıklarını anladıkları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)

Allah bir başka ayette de, yağmurla birlikte filizlenip sonra kuruyup çer-çöp olan bir ekin örneği gibi, dünya hayatının da "aldanış olan bir meta olduğunu" ve bir gün mutlaka sona ereceğini bildirerek insanları uyarmıştır:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

O halde Kuran'da haber verilen bu gerçeği bilerek, dünya hayatının geçici nimetlerini elde etmek için hırsa kapılmak, bunların sıkıntısını yaşamak büyük bir yanılgı olur. İman edenler, dünya nimetlerinin Allah'ın kendilerine bir lütfu olduğunu ve tüm bunları Allah'ın rızasını kazanabilmek için birer araç olarak kullanmaları gerektiğini bilirler. Allah, bu ihlaslı tavırlarına karşılık, iman edenlerin yaptıkları her işi bereketli kılar ve onları ahiret hayatında sonsuz cennetiyle ödüllendirir.

Dünyanın bu sahte yüzünü göremeyip onunla yetinenler ise ahirete yönelik bir çaba sarf etmezler. Yaşadıkları dünyayı gerçek zannetmeleri dolayısıyla bütün planlarını bu geçici hayatları için yaparlar. Allah çeşitli hikmetler doğrultusunda onları dünyada kimi zaman nimetlendirse de, asıl hayatlarını yaşayacakları ahirette onları büyük bir kayıp beklemektedir. Allah bu insanların dünya hayatındaki ve ahiretteki durumlarını Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi, 20)

Evet, Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelenler onlar mı? (Enbiya Suresi, 44)

... De ki: "İnkarınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın." (Zümer Suresi, 8)

Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 3)

İnsanların ahirette böyle bir durumla karşılaşmamak için, Kuran'daki bu hatırlatmalar doğrultusunda düşünüp öğüt almaları gerekmektedir.


70 Yıllık İnsan Ömrü 70 Saniye Gibi Geçer

ADNAN OKTAR: İnsanlar kalktıklarında soruyorlar; bizi bu uyuduğumuz, yattığımız yerden kim kaldırdı diyorlar, şaşırıyorlar. Rüya gördükleri kanaatinde oluyorlar. Soruluyor onlara, tek tek soruyor. "Sen ne kadar kaldın?" diyor. "Bir günün bir vakti kadar kaldım" diyor. Uyuduğunu düşündüğü için, mesela öğlen uyuduysa, akşama kadar uyuduğunu düşünüyor. Ama nereye geldiğini öğrenmek istiyor. "Burası ne" diyor, "nereye geldik biz" diyor. "Ben nerede uyuyordum" diyor. Halbuki yaşamış dünyada, gelmiş. Tabii aslında hatırlıyor. Yani bütün olayları, tamamını hatırlayacaktır.

SUNUCU: Zamanı tanıyamıyor, değil mi Hocam? Zaman mevhumu kalmıyor.

ADNAN OKTAR: Evet, zamanın değişmesinden kaynaklanıyor. Mesela 70 yıllık bir ömrü, bazen 70 saniye gibi alıyor. Çok çok kısa alıyor. Mesela bir kısmı diyor ki göz açıp kapama kadar diyor. "Çok çok kısaydı kaldığım vakit" diyor. Allah da bunu belirtiyor. Birçok açıklamaları var. Bunları ayrı ayrı belirtmiş. Her birinden ayrı bir söz çıkıyor. Yani hiçbiri tam çıkaramıyorlar, çıkaranlar da var da, nadir. Zamanı tam çıkaramıyorlar. Zamanın izafi olduğu göstermek için Allah bunu yapıyor. Müslümanlar, iman edenler, Allah çok Gaffur ve Rahim'dir, onlar için çok şahane, güzel bir hayat başlayacaktır, her şeyin doğru, pozitif olduğu, bakın dünyada her şey sürekli eksiktir, şaşılacak derecede eksiktir. Böceklere bakın, gıcır gıcırdır. Hiçbir patolojik, ağzı burnu bozuk böcek göremezsiniz. Hepsi yakışıklıdır. Kelebekler hepsi makyaj yapmadan, muazzam güzeldir kelebek, pırıl pırıl, banyo yapmazlar, diş yıkama yok adamlarda, parfüm sürmezler, deodorant sürmez. Hiç kuaföre gitmez. Değil mi? Oradaki bayan kelebekler mesela. Bayan kuşlara da bakıyorsunuz, acayip süslüler yani. Tavus kuşları falan biliyorsunuz, beyler de öyle acayip süslüler, süper yakışıklılar. Tabii o altın sülün olsun, diğer kuşlar olsun. Değil mi? Muazzamdır. İnsan çok aciz, özel olarak yaratılmıştır böyle. Yani sürekli bakıma muhtaçtır. Mesela diğer hayvanlar da, yavruları kendi başlarına yaşayabiliyorlar, ama insan yavrusu yaşayamıyor. Annesinin çok titiz ilgisi ve alakasıyla yaşayabiliyor. İnsanlar buraya geliyor mesela, önce bir ilkokula giderler çocuklar için ilkokulda başlar çile. Tahta sıralara oturturulur çocuklar, sabahın köründe. Hemen erkenden kaldırılır değil mi? Minibüslere doldurulur, kuyruğa girer çocuklar soğukta. Okula gider tahtanın karşısında 5 yıl gider gelir. Sonra, gençliğin en güzel yıllarında yine 3 yıl ortaokula gidiyor. 4 yıl değil mi hatta bizim zamanımızda 3 yıldı. Bakın 12 yıl. Gençliğinin en önemli yılları. Tahta sıralarda, eve de geldi mi, bir elini şöyle yanağına koyuyor, başlıyor kitapları okumaya. Geceli gündüzlü değil mi? Nefes almıyor. "Aman" diyorlar "yavrum dışarı çıkma kitabını oku." Çocukların çoğu da miyop olur, biliyorsunuz. Üniversiteye gidiyor, mesela Tıp Fakültesinde 6 yıl, şöyle tuğla gibi kitaplar su gibi ezberletiyorlar. Hadi bakalım ondan sonra ihtisasa gidin bakalım diyorlar, bir daha oraya gidiyor. Orada da hastalar geliyor mesela kiminin bir yerinde bir rahatsızlık oluyor, kiminin eti kanıyor, kiminin işte bir şeyi kopuyor. Bir beton muhafaza, alttan-üstten dört yanı beton muhafaza, akşama kadar bunu yapıyor, oradan eve gider yemeğini yer, televizyon seyreder, ertesi gün yine gelir, yine hastalar gelir veyahut başka adamlar gelir yani başka bir iş yeriyse de, evraklar gelir gider onu yazar, betonda. Hep betonların arasında insanların hayatı geçer. O beton hücreden çıkıp öbür beton hücreye gelir. Arada da, bir de dolmuş kuyruğu bekliyorlar biliyorsunuz, otobüs kuyruğu, yani onların dağıldığı saatler de biliyorsunuz uzun vakitler alıyor yani yollar tıkalı oluyor. Derken, derken işte doçent oluyor, profesör oluyor tam rahat ederken diyorlar "rahmetli çok iyi bir insandı yahu" diyorlar. "Onu" diyorlar "işyerine de bir götürelim tabutuyla şöyle inşaAllah." Dünya işte bu kadar kısa ve çok zor. Biz bunun için dünyaya gelmiyoruz. Ya insanlar anormal dünyaya bağlanıyorlar. Halbuki dünyanın açıkça belli imtihan yeri olduğu. Mesela sabah kalkıyorlar sersem gibi, mesela kadınlar çok güzel bakımlı oluyorlar ama sabah kalktıklarında perişan oluyorlar biliyorsunuz. Yani banyo yapıyor, kendine bakıyor, düzenleniyor. Bir kadının kendini normal hale getirinceye kadar ne kadar uğraştığını bilirsiniz. Yani değil mi, yani normal bakılır hale gelinceye kadar acayip emek verir. Beyler de öyle. Değil mi, o da uğraşır yani çok zordur. Yani insanın aczi bilinir... Burası imtahan yeridir, yani öyle kaptırılacak bir yer değildir. Sürede çok kısa, herkes bunu görüyor. Mesela ne kadar ünlü ve tanıdık insan vardı, hiçbiri ortada yok. Herkes hemen alışıyor. Mesela Sakıp Sabancı çok neşeli canlı bir insandı yok şu an değil mi? Allah rahmet eylesin. Unutuldu gitti. Ne kadar böyle insanlarımız vardı şen, neşeli, canlı sürekli televizyonlarda çıkan. Bakın unutuldu gittiler. Allah rahmet eylesin hepsine inşaAllah. (Sayın Adnan Oktar'ın Gaziantep Olay TV röportajı, 18 Kasım 2009)


Dünyadaki Güzellikler Eksik Ve Kusurludur



Şu an yaşadığınız dünya hayatının, ahiret hayatı ile kıyaslandığında rüya veya hayal gibi kalmasının en önemli sebeplerinden biri, dünyanın pek çok eksiklikle dolu olmasıdır. Rüyanızda yediğiniz elmanın verdiği lezzet ve doyuruculuk hissi, uyanıkken aldığınız tat ile kıyaslanınca nasıl bir şey ifade etmiyorsa, dünyada yaptığınız şeylerden aldığınız zevk de, ahirete göre çok eksik ve aldatıcıdır. Allah Kuran'da dünya hayatındaki bu aldatıcılığa karşı insanları şöyle uyarmaktadır:

... Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)

Allah, insanı kuru bir çamurdan yaratmış ve ona Kendi ruhundan üflemiştir; insanı "yok" iken "var" etmiştir. Allah, insan nefsinin tüm özelliklerini; zaaflarını, isteklerini, hoşuna giden ya da ihtiyaç duyduğu şeyleri, endişelerini, korkularını; kısacası herşeyini kendisinden daha iyi bilir. Allah, bizlere ne kadar yakın olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir:

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

İnsan, ruhunda her zaman kusursuzluğa karşı derin bir özlem duyar. Onun tüm istek ve tutkularını bilen Allah, imtihanın bir gereği olarak, sayısız nimetin yanında dünya hayatını çeşitli eksiklikler ve kusurlarla iç içe yaratmıştır. Yaşamını sürdürebilmek, tüm bu eksiklikleri giderip, kusurlarından arınabilmek için insanların çaba harcamaları gerekir. Buna rağmen dünya hayatında arzu ettikleri mükemmelliğe ulaşmaları mümkün olmaz. Allah bu nimeti cennete ve ancak ona layık olabilen kullarına has kılmıştır.

Dünya hayatında ise, yalnızca hayatta kalabilmek için dahi pek çok eksiklikle mücadele etmek gerekir; istisnasız her gün yemek yemeye, uyumaya, hastalıklardan korunmaya, temizlenmeye, bakıma ihtiyaç vardır. Aynı şekilde nefsin kötülüklerinden arınmak ve güzel bir ahlak gösterebilmek için de her an vicdan ve akıl kullanılması gerekmektedir.

Kuran'ın "O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah'ın yaratışı kusursuzdur; Rabbimiz herşeye güç yetiren, dilediği herşeyi yaratmaya kadir olandır. Ancak Allah, dünya hayatında bazı eksiklikler ve kusurlar yaratarak kullarını düşünmeye sevk etmektedir.

Tek tek düşünüldüğünde ve cennet hayatının kusursuzluğuyla kıyaslandığında, dünya hayatındaki eksikliklerin hikmetleri çok daha açık bir şekilde anlaşılabilir. Örneğin bir kişi ne kadar istese de, en fazla 2-3 gün uykusuz kalabilir. Bu sürenin ardından yavaş yavaş şuur kaybı başlar ve kişi kendini bilmez bir hale gelir. Aynı şekilde en fazla 2-3 gün yıkanmayan bir insan, hemen kirlenir, bir süre sonra da vücudunda rahatsızlık verici durumlar oluşur. Ayrıca, yaşamını sürdürebilmek ve sağlığını koruyabilmek için düzenli olarak beslenmek ve kendisine iyi bakmak zorundadır. Aynı şekilde hastalanmak da ciddi bir eksikliktir. Çünkü, insan o kadar acizdir ki, gözle görülmeyecek kadar küçük bir mikrop ya da virüs bile, onu bir anda hasta edip haftalarca dinlenmekten başka birşey yapamayacak hale getirebilmektedir. Böyle bir durumda kişi pek çok işe güç yetiremez ve pek çok şeyden zevk alamaz; başkalarının yardımına ve bakımına muhtaç bir duruma düşer.

Rabbimiz, sonsuz rahmeti dolayısıyla, insanların dünya hayatında muhatap oldukları bu eksiklikleri giderebilecekleri imkanlar da yaratmıştır; güç ve kuvvet kazandıran türlü yiyecekler, temizliği ve bakımı sağlayabilecek malzemeler, hastalığa şifa olabilecek ilaçlar Allah'ın insanlar üzerindeki merhametinin ve korumasının tecellileridir.

Dünya hayatında bu gibi maddi eksikliklerin yanı sıra, bir de manevi zorluklar vardır. İnsanın kalbinin sıkıntıya kapılması, çeşitli korku ve endişeler yaşaması, bu manevi zorluklara dair birkaç örnektir. Ayrıca nefis herşeyden çok çabuk bıkar; büyük bir hevesle başladığı bir işten bir süre sonra sıkılır. Tüm bunlar Allah'ın dünya hayatında özel olarak yarattığı eksikliklerdendir.

Ancak burada şunu da eklemek gerekir ki, dünya hayatında yaşanan bu manevi sıkıntılar iman etmeyen kimseler için büyük bir azaba dönüşürken, müminler tüm bunlardan uzak bir yaşam sürerler. İnsan, nefsindeki pek çok kötü özellikle birlikte yaratılmıştır; ancak iman ve Allah korkusu kişiyi bu kötülüklerden ve nefsinin zaaflarından uzaklaştırır. Allah'a samimi bir iman ve tevekkülle bağlanmak insanların endişe, bıkkınlık, yılgınlık ya da üzüntü gibi manevi sıkıntılar yaşamalarını engeller. Bu nedenle bahsi geçen manevi sıkıntılar asıl olarak inkar edenler için bir zorluğa dönüşmektedir.

Allah, yarattığı tüm bu kusur ve eksikliklerle, insanlara dünyanın sahte yüzünü göstermektedir. Böylece insan, hiçbir eksikliğin olmadığı, herşeyin tam ve kusursuz olduğu bir hayatın; cennetin özlemini çeker. Cennette insanlar sonsuza kadar hiçbir sıkıntı duymadan yaşayacak, hiçbir şeyden bıkkınlığa ve yorgunluğa kapılmayacaklardır. Allah Kuran'da şu şekilde buyurmaktadır:

(Cennet halkı) Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir." Ki O, bizi Kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz. (Fatır Suresi, 34-35)

Allah başka ayetlerde cennette insanların, nefislerinin arzuladığı herşeyi bulacaklarını şöyle bildirmiştir:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. (Fussilet Suresi, 30-31)

İnkar edenler, ahiretin varlığına inanmadıkları için nefislerinin bu yöndeki isteklerini dünya hayatındayken karşılamaya çalışırlar. Dünya nimetlerine ne kadar fazlasıyla sahip olabilirlerse o kadar mutlu olabileceklerini sanırlar. Bundan dolayı Allah'ın "Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal' (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha artırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur)." (Müddessir Suresi, 11-15) ayetleriyle bildirdiği gibi, hırs ve tamahkarlıkla dünya metaının peşinde koşarlar. Oysa bunların hiçbiri insana aradığı mutluluğu kazandırmaz. Çünkü inkar edenlerin kalplerinde yaşadıkları ve maddi değerlerle doldurmaya çalıştıkları bu boşluğun asıl sebebi Allah'tan uzak bir yaşam sürmeleridir. Allah insanı, ancak Kendisi'ni anmakla huzur bulacak şekilde yaratmıştır. Allah'ın zikrinden uzak olan kimse, mal, mülk, makam veya şöhretin mutluluk getireceğini sanarak hayatını boş emeller peşinde tüketmiş olur.

Bu insanlar dünya hayatındaki çabalarının ne kadar boş olduğunu ise ancak ahirette fark ederler. Dünya hayatında Allah'ın rızasından yüz çevirmelerine karşılık, ahirette acı bir azapla karşılık bulurlar. Bu öyle bir azaptır ki; ailelerini ve dünyada derin bir hırsla bağlandıkları, gecelerini gündüzlerine katarak çalışıp kazandıkları mallarını; sahip oldukları herşeyi, o günün azabından kurtulmak için fidye olarak vermek isterler. Allah inkar edenlerin ahiretteki bu durumunu şöyle bildirmiştir:

Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlerler, oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiştir. (Yunus Suresi, 54)

Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez)... (Mearic Suresi, 11-15)

İnsanı hem dünya hayatındaki sıkıntıdan hem de ahiretteki sonsuz azaptan kurtaracak olan, iman edip Allah'ın rızası için yaşamaktır. Allah Kuran'da, bu ahlakı gösterenler için hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat olduğunu müjdelemektedir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

Büyük İslam alimlerinden Abdülkadir Geylani de insanın dünya hayatının meşgaleleriyle oyalanmayıp, Rabbimiz'in rızasını ve ahireti kazanma talebi içerisinde olmasını hatırlatmış, böyle bir ahlak gösterildiğinde kişinin dünyada terk ettiği herşeyin en hayırlısını ahirette bulacağını söylemiştir:


Senin azm-u gayretin (en büyük gayretin) yeme, içme, giyme ve evlenme gibi basit şeyler olmasın. (Çünkü bunlar gaye değil, gayeye ulaşmak için vasıtadır. Vasıtayı gaye yerine koyma). Unutma ki bunların hepsine olan istek nefis ve tabiattan gelmektedir. Kalb ve sırrın azm-u gayreti nerede? Asıl onu bilmek ve bulmak lazımdır. Şüphen olmasın ki, bu Hakk'ı talepten başka birşey değildir. Senin himmetin, en önemli meselen olmalıdır. O halde azm-u himmetin (en ciddi ve samimi gayretin) sadece Rabbin ve O'nun Katındaki şeyler olsun...

Dünyanın karşılığı ahirettir. Halkın da karşılığı Halik'tir. Dünyadan ahirete, halktan, Halik'e dönmesini bil...

Şu dünyada terk ettiğin herşeyin en hayırlısını ahirette bulursun. Artık sen ömründen tek bir gün kalmışcasına hazırlıklı ol... (Abdülkadir Geylani, Gönül İncileri İkazlar, Türkçeye çeviren: Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, sf. 27,28,29)


 


İnsanın İçindeki Sonsuzluk İsteği Ancak Ahirette Tatmin Olur

ADNAN OKTAR: Tabii ki cennette erkek erkektir, kadın da kadındır. Ama ruhlar tektir. Yani beden yapısından dolayı değişir; yoksa kadın ruhu, erkek ruhu ayrı değildir. Mümin ruhu vardır; Hz. Meryem'in ruhu nasılsa Hz. İbrahim (as)'ın ruhu da öyle olur. Çünkü Allah "ruhumdan üfürdüm" diyor. Yani Allah ayrı ayrı ruhlar üfürdüm demiyor. Allah'a ait ruhu, üfürdüm, bana ait ruhu üfürdüm diyor Allah, değil mi? Allah'a ait ruh üfürülmüştür. Dolayısıyla da Allah'ın ayrı ayrı ruhları yoktur. Tek bir ruh vardır; kadında da, erkekte de aynı şekildedir. Cennette de cinsellik de vardır. Yani bazı kişiler bunu böyle çirkin bir üslupla reddetmeye çalışıyorlar. Cinsellik sevginin en yüksek şeklidir. En şiddetli ifade etme şeklidir ve sevgiye dayalıdır. Yani hayvani bir tavır değildir helaliyle olduktan sonra. Yani insan çok sevmedikten sonra, Allah'ın tecellisi olarak görmedikten sonra etten niçin etkilensin, değil mi? O, Allah sevgisine olan coşkun duygunun ifade edilmesi için meydana gelen dokunma hissidir. Yani şiddetli dokunma hissidir. Allah'a karşı sevginin bir coşmasıdır o. Ama bazı kişiler bunu bir hayvani kafa olarak, hayvani mantık olarak değerlendiriyor olabilirler. O ayrı yani, hayvanlaşan insanlarla, Müslüman ruhunda olan insanın arasında çok büyük fark vardır. İnsan Allah'ın tecellisine karşı içinde duyduğu coşku, muhabbeti ifade etmek için eşine sevgi gösterir, sarılır, ona dokunmak ister. Dolayısıyla cennette cinsellik vardır. Halbuki Kuran'daki açıklamalardan, tariflerden bunun açıkça olduğu görülüyor. Mesela kadın güzelliği detaylı tarif ediliyor Kuran'da ve "onlar hücrelerdedir" diyor yani kapalı çadırlardadır diyor. Bunu çirkin gören zihniyetin aklındaki yapı anormal. Allah'ın helal kıldığı, Allah'ın güzel kıldığı bir şeyi kendi kafasına göre çirkin görüyor. Gayrimeşru ilişki çirkindir. Helal olmayan ilişki çirkindir. O yüzden mesela zina denildi mi insan tiksinir, adice bir eylem olarak görür. Niçin? Gayrimeşru olduğu için. Meşru olunca o ibadet olur ve güzellik olur o. Niçin ondan kaçınılan bir üslup kullansın Müslüman? Allah'ın verdiği bir nimettir ve güzellikt"ir. Dolayısıyla cennette de vardır tabii ki.

SUNUCU: Hocam burada "yeni bir yaratılışla yaratacağım diyor" demiş ayette. Bunu biraz açabilir misiniz?

ADNAN OKTAR: Evet yeni yaratılıştan kasıt, şimdi bizim kalbimiz eğer kan pompalamazsa vücudumuza, ölüyoruz, ama orada öyle bir konu yok. Kalp, güzellik olarak, zevk olsun diye yaratılır. Yani öyle damarların o tarz beslenme sistemi yok. Hücrelerin mesela yıkılması yok. Hücre bir daha yıkılmaz. Vücut hücresi, vücut olduğu gibi kalır; yani sonsuza kadar ölmez vücut hücresi cennette. Mesela burada süratle ölüyorlar biliyorsunuz. Vücut sürekli yenileniyor. Ölme özelliği yoktur. Mesela saçlar dökülmez, diş dökülmez. Mesela ağzın yıkama ihtiyacı yoktur. Ağız sürekli temizdir yeni yaratılışına uygun olarak. Mesela sabah kalktığında insanların yüzünü yıkaması gerekiyor. Cennette yıkanmaya ihtiyaç yoktur. Sürekli insan temizdir yapısından dolayı. Yani mesela sancı duymaz, rahatsızlık duymaz, üşümez. Zaten üşünecek ortam da yoktur ama üşüme hissi de olmaz. Mesela hastalanmaz. Mikrop veya virüs özelliği yoktur orada insanlara yönelik böyle etki edecek. Dolayısıyla yepyeni bir yaratılıştır. Yani insanın aczi yoktur, doğal ihtiyaçları yoktur. Son derece temiz, pırıl pırıl bir varlıktır insan ve kendinden bakımlıdır. Yani herhangi bir düzenleme yapmasına, herhangi kendine bakım yapmasına gerek kalmaz ne kadınların ne erkeklerin. Ama bir kadın kendine bakım yapmazsa, bir erkek kendine, değil mi, çeki düzen vermezse nasıl perişan olduğunu, nasıl acz içinde olduğunu herkes bilir. Bu, dünyanın bir özelliğidir. Allah onu özel, kasten yaratır. Dünyaya bağlanmayalım, dünyaya hırs yapmayalım diye. Hastalıkları da onun için yaratıyor, çökmeyi de onun için yaratıyor. Mesela bayanlar botoksla falan direnmeye çalışıyorlar değil mi? O ölüme karşı, yaşlanmaya karşı direnmeye çalışıyorlar. Yazık, çok sevimliler bir de garip bir şekil alıyorlar ondan sonra ağzı, yüzü kasılıyor falan böyle, plastik gibi. Güzelleşmek için muazzam acı çekiyorlar ama panik bir direnme içindeler. Halbuki dünya kısa yani illaki ölecek belli.

SUNUCU: Her yaşın ayrı bir güzelliği var.

ADNAN OKTAR: Halbuki doğal halinde kalsa çok daha güzel olur. Kaşını çektiriyor, gözlerini çektiriyor falan...

SUNUCU: Ve hepsi de birbirine benziyor.

ADNAN OKTAR: Yazık yani tabii. Çektiği eziyete bakın. Suratı böyle artık plastikten yapılmış gibi kasılmış. Gülemiyor da böyle.

SUNUCU: Şaşkın bir ifade.

ADNAN OKTAR: Yani ne gerek var şu kadar acıya? Bir kaç 10 sene içinde zaten ölüyor insanlar. Mesela 40 yaşındaysa değil mi, hadi üç-beş 10 sene diyelim yani en fazla inşaAllah. Dolayısıyla asıl hayat ahirettedir. Asıl hayırlı yaşantı ahirettedir. Bu görüntüden oluşan güzellikler ahirette sabitleniyor. Burada hep sonludur. Mesela bize sonsuz olma içgüdüsü verilmiştir ama tatmin edilmemiştir. En güçlü içgüdüdür insanda, sonsuz yaşama içgüdüsüdür. Gece gündüz insanlar bunu düşünürler kalktıklarında. Mesela cinsel içgüdü verilir, o tatmin edilir. Mesela annelere annelik içgüdüsü verilir, tatmin edilir. Açlık içgüdüsü vardır insanlarda Allah'ın verdiği, tatmin olur. Mesela kendini savunma içgüdüsü vardır, bu tatmin olur. Sonsuzluk içgüdüsü de Allah tarafından özel verilmiştir. Şiddetli, en şiddetli içgüdüdür. Bu, cennette tatmin ediliyor inşaAllah. Ama derin düşünmeyen, bunu kavramakta zorlanır yani sathi bir bakış açısıyla, samimiyetsiz bakış açısıyla Allah'a yaklaşıldığında Allah insanın aklını örter. Yoksa Allah'ı anlamamak mümkün değildir, berrak bakıldığında çok sarihtir. İnsanların samimi düşünmemesinden dolayı Allah'ı anlayamadıklarını görüyoruz. (Sayın Adnan Oktar'ın TV Kayseri röportajı, 22 Kasım 2009)


Tutku ve Hırs Mutlu Olmayı Engeller



Allah Kuran'da insanların nefislerinde iki ayrı özellik bulunduğunu bildirmektedir. Bunlardan biri kötülüklerden sakındıran ve iyiliği emreden "vicdan", diğeri ise kötülüğü emreden "fücur"dur. "Fücur" kelimesi; "günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, ahlaki çöküntü, takvanın zıddı" anlamlarına gelir. Yani fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır. Allah Kuran'da, nefse fücuru, aynı zamanda ondan sakınmayı, yani vicdanı ilham ettiğini bildirmektedir:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

Nefsin fücurunun Kuran'da dikkat çekilen önemli özelliklerinden ikisi "tutku" ve "hırs"tır. Ahireti düşünmeyip dünya hayatıyla yetinen bir kimse, sahip olduğu herşeye "hırs" ve "tutku"yla bağlanır. Sanki ölüm ve ahiret çok uzakmış gibi yaşamaya başlar. Nitekim Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren toplumlarda, insanların hırslı olmaları övülen hatta aranılan bir özelliktir. Bir kimse hayata ne kadar çok bağlıysa ve dünyadan menfaat elde edebilmek için ne kadar çok çaba harcıyorsa, aynı çarpık anlayışa sahip insanlar tarafından o kadar takdir görür. Oysa bu düşünce yanlıştır. Elbette insan güzel bir hayat yaşamak için çaba harcamalı ve her zaman, her işinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Ama bu azim ve kararlılık 'Allah'ın beğendiği hayatı' yaşayabilmek için olmalıdır. Yoksa insanların, sahip oldukları herşeyi kendilerine verenin Rabbimiz olduğunu unutarak dünya hırsına kapılmaları ve Kuran ahlakından uzak yaşamaları bir hatadır.

Kuran'ın "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 20) ayetiyle, inkar edenlerin dünya malına olan tutkulu sevgilerine dikkat çekilmiştir. Bir başka ayette ise "... Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır..." (Nisa Suresi, 77)1sözleriyle Allah, insanların tutkuyla bağlandıkları nimetlerin hepsinin "dünya hayatının metaı" olduğunu hatırlatmıştır. "Meta" kelimesinin sözlük anlamı "az ve değersiz, sonunda yok olucu şey, eşya"dır. Dolayısıyla insanların hırsla tamah ettikleri dünya nimetleri ahirettekilerle kıyaslandığında değersiz ve sahtedir.


Sahte Dünyaya Aldananlar Sürekli Sıkıntılıdırlar



İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları her olay, duydukları her söz, gördükleri her görüntü ancak Allah'ın izniyle yaratılır. Bu gerçeği bilmek ve bunun rahatlığını yaşamak, imanın getirdiği güzelliklerden biridir. Allah'ın kainattaki tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini, Rabbimiz'in kendisi için daima en doğru, en güzel ve en hayırlı olanı yaratacağını bilen kişiler tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar. Bundan dolayı her zaman rahat ve huzurludurlar. Allah'ın herşeyi belirli bir kader doğrultusunda hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilir, her işlerinde bunun verdiği güvenle hareket ederler. İman edenlerin bu teslimiyetleri bir ayette şöyle bildirilmiştir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız'dır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen mümin, başına ne gelirse gelsin; herhangi bir sıkıntı, zorluk ve darlık karşısında hiçbir şekilde ümitsizliğe düşmez. Her zaman olayların hayırlı yönlerini görmeye çalışır. İnsanın tüm hayatı boyunca yaşayacağı, düşüneceği, söyleyeceği herşey, daha henüz o doğmadan Allah Katında en küçük detayına kadar bellidir. İnsan kendisi için belirlenen bu olaylarla zamanı geldikçe karşılaşır ve onları yaşar. Kaderde herşeyin hayırla sonuçlanacak şekilde yaratıldığını bildiğinden her zaman tevekküllü olur; kendisini rahat ve güvenli hisseder. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, yaşadıkları geçici dünyanın metaına aldanarak kendilerine zulmederler. Olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için bunlara müdahale edebilmenin yollarını ararlar. Olayların zahiren ters gidiyor gibi görünmesi, aleyhlerine gelişmesi, bu kimseler için içinden çıkılmaz bir üzüntü ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu yanlış inançlarından dolayı sürekli stres içindedirler; en küçük bir olayda uykuları kaçar, sinirleri yıpranır, bedensel ve ruhsal olarak zarar görürler. İçlerindeki bu sıkıntılardan kurtulabilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar; kimi zaman bir eğlenceye katılarak, kimi zaman da hiç düşünmeyerek rahatlamaya çalışırlar. Oysa bu yaptıklarının kalplerine gerçek huzur ve mutluluğu vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü Allah'ın bir ayette "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra'd Suresi, 28) sözleriyle bildirdiği gibi, insan ancak Allah'a yönelmekle, Rabbimiz'e teslim olup O'nun istediği ahlakı yaşamakla huzur bulabilir.

Allah, insanlara dünya hayatının huzursuzluklarından kurtulmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile bundan yüz çevirenler yalnızca "kendi kendilerine zulmetmiş" olurlar. Allah bu insanların durumunu bir ayette şöyle bildirir:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

Bununla beraber, rahatlamak, huzur bulmak, yaşadıkları stres ve sıkıntılarından kurtulup neşelenmek için yanlış fikirleri benimseyenler, bu dünyada arzu ettiklerini yaşayamadıkları gibi ahirette de telafisi olmayan bir hüsrana uğrarlar. Kuran'da bu kimselerin, Allah'ın yolunu bırakıp, medet umarak peşlerinden gittikleri şeylerin, ahirette onların "helak ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramayacağı" belirtilmiştir:

Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' artırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 101)

Unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'ın birçok ayetiyle, insanları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden olduğunu bildirmiştir. Bir insan bu gerçeklerin farkına varana kadar hayatı boyunca birçok hata yapmış olabilir. Önemli olan yanlış yolda olduğunu kavraması, tevbe etmesi ve Rabbimiz'in bildirdiği güzel ahlakı yaşamaya çalışmasıdır. Kuran'da, Hz. Salih'in kavmine yaptığı bir konuşmada insanların Allah'ın rızasını kazanmak için yapmaları gerekenler şöyle bildirilmiştir:

Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hud Suresi, 61)

Rabbimiz, dua edenin duasına hemen cevap vereceğini ise bir Kuran ayetinde şöyle haber vermektedir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)


Müminin Her Anı Hayır Ve Güzelliktir

SUNUCU: İnşaAllah. "Halk arasında 'Sabır taşım çatladı, sabrım taştı', gibi deyimler kullanılıyor. Bu tarz ifadeler kullanmak sakıncalı mıdır? Güngör Savaş, İzmir"

ADNAN OKTAR: Mümin tevekküllü olacak. Sabır taşı çatladı demek ben dinden imandan çıktım anlamına gelir. Olur mu öyle şey? Yani ben kaderin kontrolünde değilim, herşeyi ben yapıyorum anlamına gelir. Eğer kaderin içindeyse bir insan, kaderde olaylar mükemmel gidiyordur. Çok çok güzel gidiyordur ve onun için olan en hayırlı oluyordur. Yani mesela diyor ki "bu hayırsız" diyor. Sen nerden biliyorsun hayırsız olduğunu? Mutlaka hayırlıdır. Mesela başına bir iş geliyor, hayırlıdır. Mesela diyor ki "artık bıktım usandım, benim yapacak birşeyim kalmadı, çarem çözümüm kalmadı" diyor. Bu küfür ifadesidir. Müslüman bunu söylemez. Çünkü doğrusu hayırla geliyor, hayır devam ediyor, yine Allah'tan hayır umuyorum diyecek mümin. Hayır devam edecektir. Çünkü sonunda bu, Allah'ın rızasını istemiyor mu mümin? İstiyor. Kardeşim sen cennete gittikten sonra senin zoruna ne oluyor yani? Sen Allah'ın rızasını iste, sana ne. Sen Allah'ın rızasını kazandın mı zaten dünyalar senin. Sen onu yaratana tam bağlanıp: "Ya Rabbi sen şu ana kadar hayır yaptın, hep hayır yarattın, bundan sonra senden hayır umuyorum, sağımda da hayır ver, solumu hayır yap, her tarafımı hayra boğ" diyecek mümin. "Her yerim hayır olsun" diyecek. Boğ demeyelim de, yani "Her yerimizi hayırla doldur Ya Rabbi" diyecek. İnşaAllah. Mümin Allah'tan hep hayır bekleyecek. Hayrın dışında birşey olmaz müminde. Geçmişi de hayırdır, geleceği de hayırdır, yaşadığı an da hayırdır. Hayırsız birşey olmaz. Hayra karşı, hayırlı olana karşı isyan, küfür olur. Yani Müslümanın yapacağı birşey değil bu. (Sayın Adnan Oktar'ın Tempo TV röportajı, 17 Mart 2009)


Boşa Çalışıp Yorulmaktadırlar



Hemen her insan, dünya hayatında kendince bir başarı elde etmeye çalışır. Her ne kadar ilgilendikleri konular birbirinden çok farklı olsa da bu insanların ortak bir amaçları vardır: Gösterdikleri çabanın, emeğin karşılığını alabilmek... Kendilerine dünya hayatını amaç edinip ahireti gözardı eden kişiler, dünyadaki çabalarının karşılığını aldıklarını görmenin, o uğurda yaşadıkları tüm sıkıntılara değeceğine inanırlar.

Oysa bu insanların gözardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardır: "Allah'ın rızası". Bir işi ve bundan alınacak sonucu asıl değerli kılan, Allah'ın o kişiden razı olmasıdır. Allah'ın rızası hedeflenmeden yapılan bir işte harcanan çaba ya da elde edilen başarı, aynı dünya hayatı gibi geçicidir; dünyadaki herşey gibi bir gün yok olur. Bu nedenle Allah inkar edenlerin dünya hayatındaki çabalarını ve yapıp ettiklerini bir "seraba" benzetmiştir. Bu kimseler ahirete gittiklerinde -Allah'ın dilemesi dışında- o ana kadar emek verip sevinç duydukları tüm çabalarının boşa çıktığını göreceklerdir:

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Görüldüğü gibi bir kimse Allah'ın rızasını gözeterek hareket etmediği takdirde, dünyanın en önemli işini yapıyor olsa da, Allah Katında bunun değeri olmayabilir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmediği sürece, bu kişinin çevresindeki herkes tarafından takdir edilmesi veya iyi işler yapan biri olarak tanınması, yaptıklarının boşa gitmesini engelleyemez. Allah kendilerini iyi işler yapmakta sanan kimi insanların ahiretteki durumunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 104)

İnsanın, hırsla peşinden koştuğu şeylerin, ahiretteki nimetlerin yanında ne kadar değersiz olduğunu öldükten sonra anlaması, sonsuz bir pişmanlığa sebep olur. Hayatı boyunca harcadığı tüm çabanın boşa gittiğini öğrenmesi, bu üzüntüsünü sonsuza dek sürecek bir hüsrana dönüştürecektir. Allah bu kimselerin ahiretteki durumlarını şöyle bildirmiştir:

İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 16)

Kuşkusuz bir ömür boyunca harcadığı çabanın boşa çıkmasını hiçbir insan istemez. Bunun çözümü, insanın geçici bir dünya için değil, gerçek olan sonsuz ahiret hayatı için çaba harcamasıdır. Eğer kişi, her işinde Allah'ın rızasını kazanmayı hedefler, tüm çabasını Rabbimiz'in beğendiği ahlakı yaşayabilmek için harcarsa yaptığı en küçük bir iyiliğin bile eksiksiz olarak karşılığını almayı umabilir. Allah bir ayetinde Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü şöyle bildirmiştir:

"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)

Allah bir başka ayetinde ise iman edenlerin salih amellerine Kendi fazlından da ekleyeceğini bildirmiştir:

Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

O halde yanlış yoldaki bir insanın yapması gereken, böyle bir gün ile karşılaşmadan önce tevbe edip Rabbimiz'e yönelmesidir:

Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)


Allah Sevgisi Olmazsa Dünya Cehenneme Döner

ADNAN OKTAR: Mesela iş yerlerinde o kız çocukları akşama kadar ayakta. Benim iş yerim olsa vicdanım parçalanır. Ayakta bir kız çocuğunu saatlerce tutmak ne demek? 8 saat ayakta duruyorlar. Bir saat bile ayakta durmak çok zor bir şeydir. 8 saat ayakta durulur mu? Sonu yok bir de, ayrıca 20 yıl, 25 yıl. Sonra da emekli oluyor. Ondan sonra o insan ne olur? Küçücük mesela 3-5 metrekarelik bir dükkan onun birbuçuk iki metrekarelik yerinde ömür boyunca ayakta durmak, bir tabak yemek için. Onun için iş yerlerinin de, heryerin de inşaAllah, Allah sevgisiyle, Allah coşkusuyla dolacağı günler gelecek inşaAllah. Orada o zaman insanlar her yerde mutlu olacaklar. Mesela ben görüyorum; iş yerleri adeta bir beton mezarlık gibi. Beton evler, her yer iş yeri dolmuş, akşama kadar sürekli çalışıyor insanlar, önüne eğilmiş. Sevgi görmüyorlar, şefkat görmüyorlar, merhamet görmüyorlar dostluk görmüyorlar, birçok yerde bu böyle. Araba kuyruğuna giriyor, otobüs kuyruğuna giriyor, iş yerine geliyor sabahleyin, iş yerinde akşama kadar çalışıyor beton kulübenin içerisinde. Akşam yine kuyruğa giriyor, yine arabaya binip, yine aynı eve gidiyor, çorba-yemek bir şeyler yiyor, vurup kafasını yatıyor. Yine kalkıyor… Bu olay binlerce kere tekrarlıyor, aynı olay ve sonunda emekli oluyor, sonunda da ölüyor. Böyle hayat olur mu? Bu çok korkunç bir şey, kabus yani bu; cehennemde de zaten dar odalar var, cehennemi dünyaya getirmişsin gibi bir şey. Cehennemi ortadan kaldıran şey dünyada Allah sevgisidir. Yoksa dünya cehenneme döner. Dünyada cennet özellikleri de vardır, cehennem özellikleri de vardır; yarı yarıyadır dünyada. Cehennem yüzde 50 özellik gösterir, yüzde 50 de cennet özelliği gösterir. O yüzde 50'lik kısmın temizlenmesi için Allah sevgisi gerekir. Allah'a karşı coşkulu iman. Gurur ve enaniyet olmaması lazım, kendini beğenmişlik olmaması lazım, şefkat, merhamet olması lazım. Saygı ve değer verme. Değer verme mesela çok zevkli birşeydir. Ama değer vermek için de değer verilecek bir insan olması lazım; şimdi değer verilmeyecek bir insana nasıl değer vereceksin yani beynin inanmaz. Haydi değer vereyim demekle olmuyor ki. Saygı duymak istersin, ama nasıl saygı duyacaksın saygı duyulacak bir yönü yoksa. Önce saygı duyulacak yönü olması lazım, değer verilecek yönü olması lazım; insanın da ona doğal olarak değer verip saygı duyması gerekir. (Sayın Adnan Oktar'ın Kocaeli TV Röportajından, 20 Ocak 2009)


Allah İnkar Edenleri Hem Dünyada Hem de Ahirette Azaplandırır



Dünyanın sahte yüzüne kapılan insanlar sadece ahirette değil, dünya hayatında da Allah'ın dilemesiyle bu hatalarının karşılığını görürler. Kuran ahlakını yaşamayan bir insan, dünyanın en zengin veya en bilgili kişisi olsa dahi, çoğu zaman sahip olduğu bu özelliklerin hiçbiri onu mutlu etmez. İnkar etmelerinden dolayı, Allah hayatlarının hemen her anında bu kişilerin kalplerine sıkıntı ve huzursuzluk verir. Nefislerinin hoşuna giden pek çok nimetle iç içe yaşadıkları halde, bunların hiçbirinden gerçek anlamda zevk alamazlar. Ne kadar mutlu ve huzurlu görünseler de, bu genellikle aldatıcıdır.

İnkar edenlerin yaşadıkları sıkıntı, hayatlarının her alanına yayılmıştır. Allah'ın kudretini takdir edememeleri, kaderi düşünüp olaylara hayır gözüyle bakmamaları, güzel ahlak göstermemeleri onları zor bir hayata sürükler. Üstelik Kuran ahlakının insanlara nasıl mükemmel ve huzurlu bir hayat sunduğunu kavrayamadıkları için, dünyadaki her insanın kendileriyle aynı sıkıntılar içerisinde yaşadığını sanırlar. Oysa yaşadıkları sıkıntılar tümüyle kendi inanç bozukluklarından kaynaklanmaktadır. Allah Kuran'da doğru yoldan sapan kimseler için, inkar etmeleri sebebiyle dünya hayatında da azap olduğunu bildirmiştir:

... Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur. Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise daha zorludur. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu da yoktur. (Rad Suresi, 33-34)

Allah'ın, güzel bir hayat yaşamaları için indirdiği hak dinden yüz çeviren insanların yaşamlarının çeşitli kesimlerine baktığımızda, bu sıkıntının ne kadar kapsamlı ve etkili olduğu çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu kimselerin çoğunun çocukluk yıllarından itibaren en büyük hayalleri, çok para kazanıp zengin olmak ve bunu diledikleri şekilde harcamaktır. Bu onlar için öyle önemlidir ki, amaçlarına ulaşabilmek için gerektiğinde her türlü fedakarlığı göze alabilirler. Öğrencilik yılları sona erip hayatlarıyla ilgili ciddi sorumluluklar almaya başladıklarında, artık yaşamın zorluklarıyla da karşılaşmak durumunda olduklarını düşünürler.

İnsanlara rızkı verenin Allah olduğunu, nimetini dilediğine açıp dilediğine kıstığını düşünmedikleri için zenginlik, makam gibi geçici değerleri elde edebilmek amacıyla kendilerini yıpratırlar. Bu uğurda çaba harcarken çoğu zaman sevdikleri şeylerden de fedakarlık etmek zorunda kalırlar. Bir yığın güçlük ve sıkıntıdan sonra, kendilerini mutlu edeceğini sandıkları dünyanın sahte süslerini belki elde ederler ama sonuç yine de farklı değildir. İsteklerine ulaşmak için yaşadıkları sıkıntının yanında, artık bir de bunları kaybetme korkusunun huzursuzluğunu duymaya başlamışlardır. Ellerindekilerle mutlu olmayı, sahip oldukları nimetlerle yetinmeyi bilmezler. Sürekli olarak içerisinde bulundukları durumdan şikayet eder, sahip olamadıkları şeylerden dolayı hallerinden yakınırlar. Kendilerinden daha zengin, daha kültürlü, daha yetenekli, daha güzel birini görmeleri bile morallerinin bozulması için yeterli olur.

Yaşadıkları sıkıntılı ruh halini dışarıya belli etmemeye gayret ederler. Çeşitli işlerle oyalanmaya, neşelenmeye, ruhlarındaki sıkıntılardan kurtulmaya çalışırlar. Zaman zaman gerçekten de geçici ve yüzeysel anlamda neşelendikleri olur. Bu tür zamanlarda, görünüşte mutludurlar; ama bu kalıcı bir mutluluk değildir. İçinde bulundukları ruh halini, endişelerini, korkularını dışarıya yansıtmamaya çalıştıklarından her zaman psikolojik açıdan baskı altındadırlar. Nitekim sıkıntılarını unutsalar bile, Allah'a tevekkül etmedikleri için herhangi başka bir olay yüzünden bir anda yeniden umutsuzluğa, karamsarlığa ve üzüntüye kapılabilirler. Ticaretle uğraşan birinin neşeli kahkahalar atarken, bir anda borcunu hatırlaması; benzer bir ortamda, bir öğrencinin kırık notlarını, yaşlıların gençliklerini, bir yakınını kaybedenin onunla beraber geçirdiği zamanlarını hatırlaması; kimisinin ayrıldığı arkadaşını, kimisinin de giderek kaçınılmaz son olan ölüme yaklaştığını düşünmesi, bir anda üzülmelerine ve durgunlaşmalarına neden olur.

Bu kimselerin zengin fakir, genç yaşlı, güzel veya çirkin olmaları da bu durumu değiştirmez. Sabahtan akşama kadar ağır şartlar altında çalışmak zorunda olan bir kimse de, hiçbir sorumluluk üstlenmek zorunda olmayan refah içerisindeki bir kişi de aynı konumdadır. Çevrelerindeki insanlardan gerçek anlamdaki ilgi, ihtimam, sevgi ve şefkati görememenin sıkıntısını sürekli olarak yaşarlar. Her gün düzenli olarak yaptıkları işlerin, üstlendikleri sorumlulukların hiç bitmeyeceğini düşündüklerinden, bütün bunlardan bıkkınlık duyarlar. Yaşadıkları hayatın ne kadar monoton ve anlamsız olduğunu fark etmeleri, ama buna çözüm bulamamaları ise, onları daha ciddi huzursuzluklara iter.

Bu durumdaki insanlar, Allah'a iman etmedikleri, Allah'ı coşkuyla sevmedikleri, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmadıkları sürece, yaşadıkları sıkıntılardan ve endişelerden kurtulamazlar. Ancak yine de çözümü Allah'a sığınıp O'nun gösterdiği yola uymakta aramazlar. Yaşadıkları hayata alışmaya çalışır, zorluk ve sıkıntıları, hayatın bir parçası olarak kabullenirler.

Gerçekte ise Allah yaşadıkları tüm bu sıkıntılarla inkarlarına karşılık onları dünyada iken azaplandırmaktadır. Asıl gerçek yaşamları olan ahiret hayatını gözardı edip dünyanın sahte metaına yönelmeleri nedeniyle bu dünyanın acıları onlar için süreklidir.

Kuran'da "Artık Allah, onlara dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür." (Zümer Suresi, 26) ayetiyle bildirildiği gibi, ahirette onlar için bundan çok daha büyük bir azap vardır. Dünya hayatındayken yalanladıkları ahiretin ve ahiret azabının gerçekliğini orada iken tasdik edeceklerdir; ama bu onlara bir fayda sağlamayacak, Allah'ın laneti ve azabı ile karşılık göreceklerdir:

Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimiz'in vadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun. Ki onlar Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır." (Araf Suresi, 44-45)


Sahte Dünyanın Sahte Değerleri



Ahireti unutup dünyayı yegane yaşam olarak düşünen insanlar kendilerine Kuran ahlakından uzak bir ahlaki sistem kurmuşlardır. Bu insanlar kimi zaman Kuran'da emredilen tavırlara uygun davranıyor görünebilirler, ama bunları yaparken bile aslında dünyevi bir hırsla hareket etmektedirler. Örneğin bu çarpık bakış açısına sahip olan kimseler doğruluk, dürüstlük, samimiyet, yardımseverlik, mütevazilik, fedakarlık, sadakat gibi güzel vasıflara sahip olmayı kimi zaman etraflarındakilere hoş görünmenin ve onlar arasında belli bir yer edinmenin bir yolu olarak görürler. Ve bu amaçla benzer davranışlarda bulunurlar. Ama gösterdikleri davranışlar yapmacıktır ve dünyevi çıkarlar üzerine kurulu olduğu için geçicidir. Arkadaşlarına mütevazı ve fedakar bir yaklaşım içinde olan bir kişi, kendisi için bir fayda sağlamadığını anladığı anda birdenbire son derece kibirli, küstah ve bencil bir insana dönüşebilir.

Ayrıca bu cahiliye ahlakını yaşayan insanlar sürekli çıkar hesabı içindedirler. Yapacakları işten önce "acaba böyle davranırsam kim ne der, hakkımda ne düşünür, bu davranıştan nasıl bir kazanç elde ederim?" şeklinde hesaplamalar yaparlar. Bu, onların Allah'ın rızasını değil de eşlerinin, dostlarının, arkadaşlarının isteklerini ve kendi istek ve arzularını göz önünde bulundurduklarının göstergesidir. Bu durumda sevgi, samimiyet, iyilik, dostluk, merhamet, sabır gibi özellikler sürekli olmaz; bunların asılları değil sadece sahteleri bilinir. Yalnızca dünya hayatına yönelen cahiliye insanlarının sahte değerleri üzerine kurduğu geçici hisler yaşanır.


Sevgi



Allah, pek çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. İnsanın yapması gereken, bu özelliğini Allah'ın Kuran'da verdiği öğütler doğrultusunda en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kuran'ı rehber edindikleri için sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Rabbimiz'e, ve O'nun rızasını hedefleyen müminlere yöneltirler.

Dünya hayatının süsüne kapılanlar ise Allah'ın kendilerine imtihan için verdiği nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları "Allah'ı sever gibi severler". Allah, Kuran'da inkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışını şöyle bildirmektedir:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

İnkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışlarını yönlendirdikleri konulardan biri de dünya malıdır. Mala olan sevgilerinin şiddetiyle bu geçici metaya hırsla bağlanmış, nefislerinin cimri ve bencil tutkularına yenik düşmüşlerdir. Kuran'da inkar edenlerin bu tavırları şöyle bildirilmiştir:

Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır. (Adiyat Suresi, 8)

Oysa Allah Kuran ayetleriyle insanlara malın yalnızca dünya hayatına ait bir deneme konusu olduğunu bildirmiş ve bu tutkuya karşı insanları uyarmıştır:

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır. (Enfal Suresi, 28)

Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)

Bu gerçeklerden haberdar olan müminler mal sevgisine kapılmazlar. Sahip oldukları nimetleri kendilerine lütfedenin Rabbimiz olduğunu bildikleri için, bu onların Allah'a şükretmelerine vesile olur. Kendilerine verilen maddi imkanları Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı işler için kullanır, daha fazlasına sahip olmayı da hayırlarda kullanabilmek için isterler. Rabbimiz'in kendisine çok büyük hazineler lütfettiği Hz. Süleyman (as)'ın, bu nimetleri hangi amaçla istediği ayette şöyle bildirilmiştir:

O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." ... (Sad Suresi, 32)

Kuşkusuz Hz. Süleyman (as)'ın bu üstün ahlakı, iman edenlerin dünya hayatının zenginliklerine karşı nasıl bir bakış açısı içerisinde olmaları gerektiğini bizlere göstermektedir. İnsanın sevgisini asıl yöneltmesi gereken, kendisini her an koruyup kollayan, sınırsız nimet veren Rabbimiz'dir.

Kuran ahlakından uzak kişilerin sevgilerinin sahteliğini yansıtan en önemli olaylardan biri arkadaş seçimidir. Ahiretin varlığını düşünmeden hareket eden kişilerin arkadaşlıklarındaki ana mantık, genellikle dünyada karşılıklı olarak en fazla menfaati sağlamak üzerine kuruludur. Her iki tarafın da birbirlerinde aradıkları belli başlı özellikler vardır; maddi manevi kendisine çeşitli çıkarlar sunabilecek, toplumda kendisine saygınlık ve prestij kazandırabilecek bir arkadaş ararlar.

Seçtikleri kişinin fiziksel görünümüne, ailevi durumuna, maddi gücüne, tahsiline ve yeteneklerine önem verirler. Sevgi, saygı, sadakat, vefa gibi güzel ahlak özellikleri ise çoğu zaman geri plandadır. Bu mantıkla kurulan bir arkadaşlıkta ise elbette gerçek sevgi ve saygı olmadığı için gerçek bir mutluluk da yaşanmaz. Bu durum, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların evlilik anlayışı için de geçerlidir, evlilik hayatında da arkadaşlıklarında olduğu gibi karşılıklı çıkar ilişkisi devam eder.

İman eden bir insan içinse bunun tam tersi geçerlidir. Allah'a inanan bir insan karşısındaki insanı da yine Allah'a olan imanı, bağlılığı, güzel ahlakı ölçüsünde sever ve sayar. Onunla dünyevi çıkarları için, geçici bir beraberliği değil, sonsuza kadar sürecek, Allah'ın rızasına uygun bir sevgiyi yaşamayı umut eder. Allah ahirette bu insanları eşleriyle birlikte ödüllendireceğini şöyle haber vermiştir:

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin Suresi, 55-56)

"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." "Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır." "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız." "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." "İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur." (Zuhruf Suresi, 68-72)


Samimi Sevginin Gücünü İnkar Edenler Bilemez

ADNAN OKTAR: Bir Müslüman kadının her şeyden önce Allah'tan çok korkması gerekir. Allah'ı çok sevmesi, Allah'a deli aşık şeklinde bağlanması lazım. Kuran'ın hükümlerine, Kuran ahlakına çok titiz ve iffetli olması lazım. Böyle bir kadında Allah özel bir nur, özel bir etkileyicilik, tutkuya açıklık meydana getirir. Yani onun ruhunda bir kadın gücü vardır, bu ortaya çıkar. Kadın etiyle kemiğiyle kadın olmaz. Yani o bir et yığını gibi olur, başka bir şey olmaz. Ama güzel ahlakıyla, derinliğiyle, takvasıyla, Allah'a olan yakınlığıyla eğer derinleşirse, Allah onun ruhundaki kadını ortaya çıkarır. O aklı başında, dindar, aynı kendisine has özellikleri taşıyan, aklı başında, yine Allah'tan korkan bir mümin erkekle karşılaştığında, Allah o mümin erkeği özel olarak ondan çok etkilenecek şekilde yaratmıştır. Çünkü mümin erkekte de ona karşı etkileyecek özel erkek ruhu ortaya çıkar. Ve Allah ondan olağanüstü etkilenmesini sağlar. Yoksa erkek de etle, kemikle erkek olunmaz. Yani dev bir et kitlesi olur o, koskocaman bir et kitlesi olur, başka bir şey olmaz. Yani kasapta da biliyorsunuz koskoca et kitleleri var. İnsan güzel ahlakıyla, derinliğiyle, Allah aşkıyla, Allah'a olan tutkusuyla insan olur. Böyle bir durumda Allah bunun sırrını da açıklamıştır. Mümin erkekler mümin kadınlara, mümin kadınlar mümin erkeklere diyor. Onların ruhundaki gerçek tutkuyu birbirleriyle karşılaştırır Allah. O zaman kadın ve erkek hayret edecekleri bir etkilenme gücüne girerler. Yani tarif edilemeyen bir 6. hissin içine girerler. Sadece müminler bunu tanırlar. Bilmezler mesela dini, Allah'ı tanımayan bir insana bunu anlatsan da hiç bir şekilde bunu anlamaz. Ama bütün insanlarda bu içgüdü olarak vardır. O yüzden filmlerde hep aşktan bahsederler, tutkudan bahsederler ama hemen hemen çok büyük bir bölümü yahut epeyi bir kısmı bunu hiç anlamaz. Sadece çıkartmaya çalışır. Ona beyninde gizli bir hayranlık vardır ama bulamaz, onun ne olduğunu bir türlü bulamaz. Mesela kadın evleneceği vakit aradığı kıstaslar oluyor. Önce parası, birinci derecede parası. Sonra tahsili, sonra iyi bir mevkide olması, arabası, yazlığının olması gibi yani kat kat kat gelişen özellikleri arıyorlar. Şimdi bunu aradığında o zaman Allah'ın ona verdiği tutkuyu kullanamaz insan. O zaman da o evin ona hiç bir faydası olmaz. Mesela ev sadece ona, han gibi bomboş bir yer gibi gelir. Yani hiçbir etkisi olmaz. Arabası da sadece onu bir yerden bir yere götüren bir teneke yığını, bir metal yığını gibi olur. Bunlar Allah sevgisi ve Allah tutkusuyla bir anlam kazanacak şeylerdir. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (sav) diyor ki "malı için evlenen malından mahrum olur, güzelliği için evlenen güzelliğinden mahrum olur" diyor. Çünkü güzellik mesela bir gün grip nezle olur, bir anda tiksinebilir, insan hiç ummadığı şeyden bile tiksinir mesela onun bir aciz halini görür bir acizliğini görür iğrenir ve bir daha ondan kurtulamaz, öyle ömür boyu kurtulamaz. İnsan zayıf bir varlıktır. Ama Allah aşkıyla sevdiğinde, Allah'ın tecellisini sevdiği için Allah da sonsuz büyük güç olduğu için ve sonsuz güzellik olduğu için o sonsuz güzelliğe sonsuz mükemmelliğe karşı hayranlığın bir tecellisi olarak insana baktığı için asla yıkılmayan bir sevgiye sahip olur ve gittikçe gelişen derinleşen bir tutkuya sahip olur bununla insan mutlu olabilir ve bununla çok şiddetli etkilenir. Onun dışında ev de çok itici gelir o zaman, araba da, adamın yahut kadının güzelliği de evlenen kişiye itici gelir bundan kurtulamaz yani bu Allah'ın koyduğu bir kanundur. Sadece derin seven insanların özelliğidir bu. O da Allah'ın aşkıyla insanı severse bu ortaya çıkar, başka türlü olmaz.

SUNUCU: Hocam paranın mutluluk getireceğine inananlardan mısınız?

ADNAN OKTAR: Para o tip insanlarda bilakis bunalım meydana getirir çünkü parayı muhafaza etmek için daha fazla tedbir alması lazım. Mesela çeklerim ödenmedi diyor, onun için canı yanıyor, parayı bankaya koyuyor ya banka da iflas ederse ne yapacağız diyor, yastığın altına koyuyor yine olmuyor, küpe koyuyor ya küpü bulursalar diyor. Yani çok canını yakar, çok huzursuz olur. Ancak Allah aşkıyla insan huzur bulabilir, tevekküllü ve rahat olabilir. Yani para arttıkça şahısların birçoğunda huzursuzluk ve acı da artar. Mesela bunu dışarıda da görürüz, dış âlemde de görüyoruz birçok vakalar vardır, tek tek öyle örnekler vermek istemiyorum ama insanlar bunu etraflarında çokça görürler. (Sayın Adnan Oktar'ın Röportajlarından, Kaçkar TV, 29 Ocak 2009)


İyilik



Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda, iyilik kavramı hakkında her insanın kendine göre farklı fikirleri vardır. Oysa Allah Kuran'da iyiliğin gerçek tanımını insanlara şöyle bildirmiştir:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)... (Bakara Suresi, 189)

Kuran ahlakından habersiz yaşayan kimi insanların, kendilerini "iyiliksever" ya da "temiz kalpli" gösterme çabaları, temelde kendi vicdanlarını rahatlatmaya ve insanların beğenisini kazanmaya yönelik hareketlerdir. Bu kişiler herhangi birine iyilik yapacakları zaman çoğunlukla bu işin karşılığında ellerine ne geçeceğini düşünürler. Yardıma ihtiyacı olan kişi maddi imkanları yerinde olan biriyse, daha sonra bu kimsenin kendilerine sağlayabileceği menfaatleri gözönüne alarak, hemen harekete geçerler. Çevresinde pek söz sahibi olmayan veya maddi imkanları yetersiz olan birine yardım etmeleri gerektiğinde ise, hemen kar–zarar hesabı yaparlar. Böyle bir durumda yardım etmekte ve iyilik yapmakta zorlanırlar; çünkü karşılık olarak alabilecekleri pek bir şey yoktur. Bu yüzden yapacakları iyiliği ağırdan alır, isteksiz ve ilgisiz bir tavır sergilerler veya hiç yapmazlar.

Bunların yanı sıra, kimi insanlar da daha çok istekte bulunabilmek için iyilik yaparlar. İyilikte bulunurken, Allah'ın rızasını kazanma amacıyla değil, insanlardan ya da dünya hayatının menfaatlerinden daha fazla yararlanabilme gayesiyle hareket ederler. Oysa iman sahibi bir insan iyiliği, karşılığını yalnızca Allah'tan umarak ihlasla yapar. Her davranışında olduğu gibi, iyilik yaptığındaki amacı da yine yalnızca Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Rabbimiz bu ihlaslı tavırlarına karşılık olarak, müminler için yaptıklarının 'daha güzeli ve fazlası' olduğunu bildirmiştir:

Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)

De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26)

Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (Necm Suresi, 31)


Dostluk



Allah Kuran'ın "Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur." (Zuhruf Suresi, 36) ayetiyle, Allah'ın dininden yüz çeviren insanların şeytanın dostu haline geldiklerini bildirmektedir. Bir başka ayette ise bu gerçek "Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık." (Araf Suresi, 27) sözleriyle haber verilmiştir. Şeytan, dost edindiği kimseleri etkisi altına almakta ve onları kendi çirkin ahlakı doğrultusunda yönlendirmektedir.

Allah'ın rızası ve hoşnutluğu yerine şeytanın dostluğunu kazanan kimseler, Allah'ın insanlar için yarattığı pek çok nimetten mahrum kalırlar. Bu nimet kayıplarından biri hiç kimseyle gerçek anlamda dost olamamalarıdır. Dostluk, Kendisi'ni dost edinenlere Rabbimiz'in verdiği bir nimettir. Kuran'da "Sizin dostunuz (Veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir." (Maide Suresi, 55) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah bu kimselere salih müminlerin dostluğunu nasip eder.

Şeytanın dostluğu ise, insanı daima yalnız bırakır. Çünkü, şeytan dost edindiği kimselere yalanı, fıskı, isyanı, kötülüğü, inkarı, kini ve nefreti hoş gösterir. Şeytanın etkisindeki bir kimse, çevresindekilere karşı böyle bir ahlak anlayışı ile yaklaşır. Genellikle öncelikli olarak kendi menfaatlerini göz önünde bulundurarak hareket eder; daima kendisini düşünür; en iyi arkadaşı daima kendisidir. Bu nedenle söz konusu kişilerin Kuran'da kastedilen manada gerçek ve kalıcı dostluklar kurmaları mümkün olmaz..

Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplulukta, insanların yardım isteyebilecekleri, işlerini, mal mülk gibi değerli eşyalarını ya da paralarını emanet edebilecekleri, sır verebilecekleri güvenilir ve candan bir dost bulmaları çok zordur. Dahası bu durumu o kadar kabullenmişlerdir ki, bunu adeta hayatın değişmez bir kuralı olarak görmektedirler.

Böylesine güvensiz bir ortamda insanların rahat ve huzurlu olmaları ise mümkün değildir. Çünkü, kendilerine karşı dost gibi görünen kişiler bile, aslında yalnızca menfaat peşinde olabilmektedirler. Bu nedenle karşılarındaki kişilere olan bakış açıları da dostluktan çok uzaktır. Birbirlerinin işine, arabasına, evine kısaca tüm imkanlarına kıskanarak bakabilir; onlardan üstün konuma gelme hırsına kapılabilirler. Bunun için, en küçük bir fırsatı bile kaçırmadan birbirlerinin eksiklerini bulmaya ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlar.

Bu çarpık anlayışla hareket eden kimseler son derece güvensiz ve samimiyetsiz bir ortam içerisinde yaşadıklarının ve gerçek anlamda kimseyle dost olamadıklarının farkındadırlar. Ancak çözümü Allah'ın kendileri için seçip beğendiği Kuran ahlakını yaşamakta aramadıkları için, bu durumdan kurtulamazlar. Doğru yola yönelmeyen bu insanların ahirette de hiçbir dostları olmayacaktır. Dünyada yaşadıkları huzursuz, samimiyetsiz, güvensiz ortam ahirette çok daha fazlasıyla karşılarına çıkacaktır. Dünya hayatında şeytanı dost edinenlerin ahiretteki konumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:

"Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi, 35)

Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. Ve İblis'in bütün orduları da. Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: "Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz, çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı." Artık bizim için ne bir şefaatçi var, ne de candan-yakın bir dost." (Şuara Suresi, 94-101)

İman edenlerin birbirleriyle olan dostlukları ise çok sağlam ve süreklidir. Çünkü müminleri biraraya getiren, onları birbirleriyle dost kılan, Allah'a olan samimi imanları ve Allah korkularıdır. Rabbimiz'in bir ayette "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar." (Al-i İmran Suresi, 103) sözleriyle bildirdiği gibi, iman edenler birbirlerinin kardeşleridir. Bundan dolayı aralarındaki imana dayalı gerçek dostluk, Allah'ın izniyle hem dünyada hem de ahiret hayatında sonsuza kadar devam eder.

Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)


Sabır



Kuran ahlakının yaşanmadığı topluluklarda, olaylar karşısında aşırı tepkiler vermeyip sakin davranmayı tercih edenler genellikle sabırlı kişiler olarak tanımlanırlar. Oysa bu kimseler de beklenmedik olaylarla karşılaştıklarında itidalli tavırlarından kolaylıkla taviz verebilirler. Herkesin sakin ve sabırlı biri olarak bildiği bir kişi, bir anda saldırgan, asabi ve kontrol edilemez bir kişilik sergileyebilir. Çünkü gerçekte gösterdikleri tavır sahte bir "sabır" yani "tahammül"dür.

Tahammül ile sabır birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Tahammülün belli bir sınırı vardır ve bu sınır kişiden kişiye değişir. Bu sınır aşıldığında kişinin itidalli ve sakin tavrı, yerini çeşitli tavır bozukluklarına bırakır. Sabır ise Allah korkusundan kaynaklanan, olaylara ve şartlara göre değişkenlik göstermeyen bir ahlak özelliğidir. İnsanların, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabredebilmeleri, ancak Allah'ın sonsuz gücünü kavramakla, O'nun yarattığı her olaya hayır gözüyle bakıp tevekkül etmekle mümkün olur. Dolayısıyla gerçek sabır iman edenlere özgü bir özelliktir ve Kuran ahlakını yaşamayan kimselerin güç yetiremeyecekleri bir ahlaki güzelliktir.

Kuran'da müminlerin sabırlı ve tevekküllü olduklarına şöyle dikkat çekilmiştir:

Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Nahl Suresi, 42)

Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler... (Rad Suresi, 22)


Adalet



Allah Kuran'da insanlar arasındaki üstünlüğün yalnızca takvaya dayalı olduğunu bildirmiştir. (Hucurat Suresi, 13) İman, Allah korkusu ve güzel ahlak gibi önemli özelliklerin gözardı edildiği topluluklarda ise, üstünlük ölçüleri çok farklıdır. Bu kimseler üstünlüğün toplumun önde gelenlerinden olmakla, mal mülk edinip, itibarlı ya da şöhretli bilinmekle elde edilebileceğini sanırlar. Bu bakış açısı toplum fertlerinin birçoğu tarafından kabullenildiği için, genelde fazla malı-mülkü olmayan kişiler; zengin ve çevresi geniş olan kimselerin yanında pek söz sahibi olamazlar. Böyle bir toplumda insanların çevrelerindeki kişilere gösterdikleri tavırlar, aldıkları kararlar, olayları değerlendirme şekilleri, çıkardıkları sonuçlar hep bu bakış açılarıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla bu düşünceyle hareket eden kimseler arasında gerçek bir adalet anlayışından bahsetmek de mümkün olmaz.

İman sahibi kimseler arasında ise böyle bir durum söz konusu olmaz. Her zaman Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlakı ölçü alarak hareket ederler. Bundan dolayı daima hakkı ve adaleti ön planda tutarlar. İnsanları sahip oldukları dünyevi değerlere göre değil, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmalarına, güzel ahlaklarına göre değerlendirirler. Güçlü ya da imkan sahibi olandan yana değil, daima haklıdan ve haktan yana olan bir tavır sergilerler. Kendilerinin veya yakınlarının aleyhinde bile olsa, adaletten taviz vermezler. Dünyevi kıstaslarla karar vermez, Allah'ın emrettiği şekilde hareket ederler. Allah, adalet konusundaki ölçüyü Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)


Sonuç



Bu bölümde inkarcılarla ilgili olarak anlatılanlar, dünya hayatını esas alan kimselerin hayata yönelik çarpık bakış açılarının sadece küçük bir bölümünü yansıtmaktadır. Bu insanların yaşamlarındaki ana mantık, her zaman için yalnızca dünya hayatının menfaatlerini düşünerek hareket etmeleridir. Ahiretin varlığını ve orada nasıl bir durumla karşılaşacaklarını ise hiçbir şekilde akıllarına getirmek istemezler. Ölüm ve ahiret konusu kendilerine hatırlatıldığında ise, genellikle çeşitli bahanelerle düşünmekten kaçarlar. Yaşadıkları bu dünyanın yalnızca geçici bir imtihan yeri olduğunu; eşlerinin, çocuklarının, ailelerinin, sahip oldukları evlerin, arabaların; kısacası çevrelerindeki herşeyin bu imtihanın bir parçası olduğunu anlamaya yanaşmazlar. Çünkü bunu kabullenmeleri, geçici bir dünyanın metaları için boş yere hırslandıklarını da kabullenmeleri anlamına gelecektir. Kuran'da insanların bu gerçeği kabullenmemek için ahireti inkar ettikleri şöyle bildirilmektedir:

Muhakkak, bunlar da diyorlar ki: "(Bütün herşey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak değiliz. Eğer doğru sözlüyseniz, şu halde atalarımızı getirin bakalım." (Duhan Suresi, 34-36)

Bu kimseler ahirette dünya hayatındayken inkar ettikleri gerçeklerle karşılaştıklarında büyük ve geri dönüşü olmayan bir pişmanlığa kapılacaklardır. Allah, inkar edenlerin ahirette bu gerçeği fark ettiklerinde pişmanlıklarını şöyle dile getireceklerini bildirmiştir:

Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (Mülk Suresi, 10)

Ayette belirtilen pişmanlığı yaşamamak için, her insan ölümle karşılaşmadan önce mutlaka bu gerçekleri düşünmeli ve hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde yönlendirmelidir. Yaşadığımız dünyanın geçiciliğini kavramalı, hayatının her anını bu şuurla değerlendirmelidir.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde ahiret için hazırlık yapılmasının önemi ve ölümle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ölümü en çok zikreden ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır. İşte akıllılar bunlardır." (Hz. Enes r.a.: Ibnu Mace, Zuhd 31, Kütüb-i Sitte, 16. Cilt , Sf. 330)


Sahte Dünyanın Ateşe Çağıran Önde Gelenleri



Tarih boyunca her toplumun inkar edenleri arasında; çevrelerindeki insanları yönlendiren, bu kimseler tarafından örnek alınan, hayatlarına özenilen birtakım kişiler olmuştur. Allah'a isyan eden ve O'nun ayetlerini yalanlayan bu kimseler, sahip oldukları imkanları, insanları Allah'ın yolundan saptırmak için kullanmışlardır. Allah Kuran'da bu insanları, "ateşe çağıran önderler" (Kasas Suresi, 41) olarak adlandırmıştır.

Kuran'da geçmiş dönemlerde yaşadıkları bildirilen Firavun ve Karun böyle kimselerdendir. Allah "... Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi. O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir." (Hud Suresi, 97-98)ayetleriyle Firavun'un kıyamet gününde kavmini ateşe götürmeye önderlik edeceğini haber vermiştir.

Kendilerinden sonraki tüm toplumlar için önemli birer ibret vesilesi olan Firavun ve Karun'un ortak özelliği, çok büyük bir zenginliğe sahip olmaları, ancak bu imkanlarını şeytanın yolunda kullanmalarıdır. Bunun sonucunda her ikisi de Allah'ın azabıyla karşılaşmışlardır. Çünkü insanların dünya hayatında sahip oldukları hiçbir şey; ne zenginlikleri ne yakın dostları ne de toplumdaki itibarları onları, Allah'ın dünyada ve ahirette vereceği azaptan kurtarabilir. Dolayısıyla bu gibi insanların dünya hayatında inkardan yana gösterdikleri çaba, yalnızca kendi aleyhlerinedir. Allah Kuran'da, Firavun ve Karun gibi "refah içerisinde şımaran önde gelen" kimselerin dünya hayatında yaptıklarıyla "ancak kendilerine yönelik bir düzen kurduklarını" bildirmektedir:

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)

Sahip olduğu mal mülk ile övünen ve Allah'a karşı büyüklenen Karun da yıkıma uğramış; sahip oldukları ona hiçbir fayda sağlamamıştır. Kuran'da Karun'un durumu şöyle haber verilmiştir:

Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)

Aynı şekilde Firavun'un sahip olduğu hükümranlık da, Allah'ın azabı karşısında ona bir fayda sağlamamış; Allah Firavun'u, sarayını, tüm mülkünü ve ordusunu helak etmiştir:

... Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik. (Araf Suresi, 137)

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (Enfal Suresi, 54)

Tüm bu ayetler, dünya hayatında ne kadar güç veya imkan sahibi olsa da; Allah'ın kudreti karşısında tüm insanların büyük bir acizlik içerisinde olduklarını göstermektedir. Ancak kimi insanlar dünyanın sahte yüzünü görememeleri sebebiyle, yaşadıkları toplumların önde gelenlerini gözlerinde çok fazla büyütürler. Kimi zaman, sırf zenginlikleri nedeniyle hayranlık duydukları kimselerin yanlış tavırlarına özenip, onları kendilerine örnek alır, hatta onları taklit etmeye çalışırlar. Böyle bir kişinin yanlış davranışlarını -toplumun genel anlayışına ters düşse bile- makul karşılayabilir hatta destekleyebilirler. Karun'un çevresindeki insanlar da bu bakış açısına sahiplerdi. Kuran'da bu kimselerin Karun'un sahip olduğu imkanlara özenerek şöyle söyledikleri bildirilmektedir:

Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. (Kasas Suresi, 79)

Görüldüğü gibi yaşadıkları toplumlar üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan "kavmin inkarda önde gidenleri", çevrelerindeki insanları da şeytanın inkarcı sistemini yaşamaya çağırmış, ellerindeki imkanları bu kimseleri de kendileriyle birlikte azaba sürüklemek için kullanmışlardır. Oysa Allah her insanı samimi imanı yaşamakla ve çevresindekileri de doğruya çağırıp, onları da kötülüklerden sakındırmakla yükümlü kılmıştır. Aksi, kişiye Allah Katında ve ahirette büyük sorumluluklar yükleyecektir. Allah, insanlara güzel örnek olup hayra çağırmak yerine, onları inkara sürükleyen kimselerin ahirette kendi günahlarının yanında onların günahlarını da yüklenebileceklerini bildirmiştir:

Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar. (Nahl Suresi, 25)

Dünya hayatında sırf zenginlikleri, itibarları ya da toplumda sağladıkları üstünlükleri nedeniyle kendilerine örnek alıp tabi oldukları insanların ahiretteki gerçek konumlarını görenler, amansız bir pişmanlığa kapılacaklardır. Güçlü ve üstün olduğunu sandıkları bu kimselerin acizlik ve çaresizlik içerisinde olduklarını anlayacaklardır.

Dünya hayatında medet umdukları gibi ahirette de onlardan yardım isteyecek, kendilerini sonsuz cehennem azabından kurtarmalarını talep edeceklerdir. Sahip oldukları imkanlar nedeniyle büyüklenip Allah'ı inkar eden kimseler ise, Allah'ın kudreti karşısında hiçbir şeye güç yetiremediklerini dile getireceklerdir. Allah inkar edenler arasında geçen bu konuşmayı Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (tebaanız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?" (Mümin Suresi, 47)

Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 48)

Allah'ın Kuran'da verdiği tüm bu bilgiler, dünya hayatında "ateşe çağıran önderlerin" nasıl büyük bir sorumluluk yüklendiklerini ve ahirette nasıl bir azapla karşılık göreceklerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçeklerin bilincine varan bir insanın yapması gereken ise, dünya hayatında sahip olduğu tüm imkanları Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek için kullanmak olmalıdır. Allah müminlerin bu konudaki dualarını şöyle haber vermiştir:

"Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74)

Allah, insanlara örnek olup hayır için yarışanların öne geçeceklerini, Rabbimiz'e yakınlaştırılıp cennetle ödüllendirileceklerini bildirerek bu ahlakı gösteren kimseleri müjdelemiştir:

Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde. (Vakıa Suresi, 10-12)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü