Harun Yahya


Sıcak Savaşa Adım Adım



Buraya kadar savunma sisteminin ne olduğunu, bu sistemde yer alan organlarımızı, hücrelerimizi ve düşmanlarımızı tanıdık. Bu bölümde savunma sistemimizle, düşman hücreler arasında geçen sıcak savaşa ve vücudumuzun gösterdiği mükemmel savunmaya şahit olacağız.

Savunma sistemimizin cesur savaşı, üç önemli bölümden oluşur.


1- Düşmanın tespiti, ilk müdahale.
2- Gerçek ordunun müdahalesi, sıcak savaş.
3- Sakin duruma dönüş.


Savunma sistemimizin savaşa başlamadan önce mutlaka düşmanı iyice tanıması gerekir. Çünkü her savaş, düşmana göre değişen farklılıklar gösterir. Dahası bu istihbarat gerektiği gibi yapılmazsa, savunma sistemimiz yanlışlıkla kendi hücrelerimize saldırabilir.

İlk müdahale savunma sisteminin çöpçü hücreleri olan fagositlerden gelir. Fagositler düşmanla göğüs göğüse bir savaş verirler. Bir anlamda düşmanla ilk fiziksel teması sağlayan piyade birlikleri gibidirler.

Kimi zaman fagositler düşmanın yayılma hızına yetişemezler. Bu durumda devreye makrofajlar girer. Makrofajları da düşmanın içine dalan süvarilere benzetebiliriz. Aynı zamanda makrofajlar, salgıladıkları özel bir protein sayesinde, vücutta genel alarm verilmesini, yani vücut ısısının yükselmesini sağlarlar.

Ancak makrofajların çok önemli bir özellikleri daha vardır. Makrofaj hücresi bir virüsü yakalayıp yutunca, virüsün özel bir bölümünü kopartır. Bu parçayı bir bayrak gibi üzerinde taşır. Bu parça savunma sisteminin diğer elemanları için bir işaret, aynı zamanda da bir istihbarattır.

Düşmanı makrofajdan aldıkları istihbarat sayesinde tanıyan yardımcı T hücrelerinin ilk işi, katil T hücrelerine haber vermek ve onları çoğalmaları için uyarmaktır. Uyarılan katil T hücreleri, kısa sürede bir ordu haline gelirler. Yardımcı T hücreleri, sadece katil T hücrelerini uyarmakla kalmazlar. Hem olay yerine daha fazla fagositin gelmesini sağlarlar hem de düşmanla ilgili topladıkları bilgileri, dalak ve lenf bezlerine ulaştırırlar.

Lenf bezlerine ulaşıldığında, taşınan bu bilgi sayesinde, görev sıralarını bekleyen B hücreleri harekete geçirilir. (B hücreleri kemik iliğinde üretildikten sonra görevlerini beklemek üzere lenf bezlerine giderler.)

Harekete geçen B hücreleri bir takım aşamalardan geçerler. Uyarılan her bir B hücresi, çoğalmaya başlar. Ta ki aynı tipte binlerce hücre oluşana kadar. Savaşa hazır hale gelen B hücreleri bölünür ve başkalaşarak plazma hücreleri haline gelirler. Plazma hücreleri de antikorları salgılarlar. Salgılanan antikorlar düşmanla savaşırken kullanılacak birer silahtırlar. Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi B hücreleri, saniyede binlerce silah (antikor) üretebilirler. Üretilen bu silahlar oldukça kullanışlıdır. Önce düşmana bağlanacak, daha sonra da düşmanın (antijenin) biyolojik yapısını bozacak niteliktedirler.

Eğer virüs hücrenin içine girerse, antikorlar virüsü yakalayamazlar. Bu sefer devreye yine katil T hücresi girer ve MHC molekülleri sayesinde hücrenin içindeki virüsleri tespit eder ve hücreyi öldürürler.

Fakat virüs, katil T hücrelerinin bile fark edemeyeceği şekilde kamufle oluyorsa, bu sefer devreye kısaca NK olarak adlandırılan "doğal katil hücreler" (natural killer cells) girerler. Bu hücreler, diğer hücrelerin fark edemedikleri, içlerinde virüs bulunan hücreleri tahrip ederler.

Zafer kazanıldıktan sonra baskılayıcı T hücreleri savaşı durdururlar. Savaş bitmiştir; ama asla unutulmayacaktır. Bellek hücreleri, düşmanı artık hafızasına almıştır. Yıllarca vücutta kalan bu hücreler, aynı düşmanla tekrar karşılaşıldığında savunmanın çok süratli ve etkili olmasını sağlarlar.

Bu savaşın kahramanları askeri eğitimden geçmemiştir.
Bu savaşın kahramanları akıl sahibi insanlar değildir.
Bu savaşın kahramanları, milyonlarcası biraraya geldiğinde bir noktanın içini doldurmayacak kadar küçük olan hücrelerdir.

interleukin,bcgf

MUHTEŞEM HABERLEŞME

1- İstila eden bir organizmayı içine alan ve yardımcı T hücresiyle birleşen bir makrofaj. Yardımcı T hücresini harekete geçiren salgı (interleukin, IL-1). IL-1 ayrıca vücut ısısını arttırması için beyni uyarıyor. Bu da bağışıklık hücrelerinin hareketini arttıran soğuk algınlığını oluşturur.

2- Harekete geçmiş yardımcı T hücresi, diğer yardımcı T hücresinin ve öldürücü T hücresinin gelişmesi ve bölünmesini sağlayan İnterleukin 2 (IL-2)'yi üretir. (BCGF)

3- B hücrelerinin sayıları artınca yardımcı T hücreleri başka bir madde (BCDF)üretir. Bu da B hücrelerinie çoğalmalarını durdurmaları ve antikor üretmeye başlamaları emrini verir.

4- Yardımcı T hücreleri aynı madde ile öldürücü T hücrelerini de harekete geçirir. Ayrıca makrofajları T enfeksiyonun yanında tutarak, çevrelerindeki hücrelerin sindirilmesine yardım eder.

İnsana sadece bu sinyalleşmeyi idare etme görevi bile verilmiş olsa yaşam, kuşkusuz insanlar için oldukça zor olurdu.


Üstelik insanları hayrete düşüren bu ordu, sadece savaşmakla kalmaz. Savaşırken kullanacağı tüm silahları kendisi üretir, tüm savaş planlarını, stratejilerini kendisi ayarlar ve savaş sonrası ortalığı temizler. Sizce bütün bu işlemler hücrelerin değil, insanın kontrolünde olsaydı, acaba bu organizasyonun üstesinden gelebilir miydik?


Eğer Vücut İçindeki Savaş İnsanların Kontrolünde Olsaydı...



İnsanlar, vücutlarına mikropların ya da virüslerin girdiğinin, ilk anda farkına varmazlar. Ancak belli bir süre sonra, yakalandıkları rahatsızlığın belirtileri başlayınca bunu anlayabilirler. Bu, virüsün, bakterinin vb. vücuda çoktan yerleşmiş olduğunun delilidir. Dolayısıyla mikroplara karşı ilk müdahale yapılamamıştır. Bu tarz durumlar genellikle hastalığın çok ilerlemesine sebep olduğundan, neticede telafisi mümkün olmayan rahatsızlıklar meydana gelir. Tedavisi mümkün ya da basit bir hastalığa yakalanmış olunsa bile, geç kalınmış bir müdahale, bazen ölüme dahi neden olabilir.

Şimdi savunma sisteminin elemanlarının kontrollerinin tümüyle insanın iradesine bırakıldığını, savaşın gidiş seyrini insanın kendisinin belirlemesi gerektiğini varsayalım. Acaba ne gibi zorluklarla karşılaşırdık?

Diyelim ki ilk anda rahatsızlık teşhis edilebildi. Hemen yabancı hücrelerin bulunduğu bölgeye savaşçı hücrelerin yollanması ve B hücrelerinin silah (antikor) üretimi için harekete geçirilmesi gerekir.  Peki yabancı hücrelerin cinsi ve yeri tam olarak nasıl tespit edilecektirş Bu çok önemlidir, çünkü yapılacak tedavi buna göre seçilecektir. Vücuda düşmanların girdiğine dair en ufak bir şüphe olduğunda tek çözüm, vakit geçirmeden doktora gidip bedenin her bölgesini, her damla kanı çok detaylı bir şekilde kontrol ettirmektir. Başka türlü antijenlerin cinsini ve yerini tespit etmek mümkün değildir. Üstelik bunun için gereken uzun süreç, müdahalede geç kalınmasına neden olur. Bu şekilde, en ufak bir şüphede doktora gidip, böylesine işlemler yaptırmanın, yaşamı insanlar için ne kadar zor ve sıkıntılı hale getireceği ortadadır.


mikroplarla savaş




Virüs







Makrofaj







Yardımcı T Hücresi







Öldürücü
T Hücresi







B Hücresi







Antikor







Baskılayıcı
T Hücresi







Bellek Hücresi





HÜCRE SAVAŞLARI

1- SAVAŞ BAŞLIYOR
Virüsler vücudu istila etmeye başlayınca, bu virüslerden bazıları makrofajlar tarafından antijenlere yakalanarak imha edilir. Kan dolaşımında devriye gezen milyonlarca yardımcı T hücresinin arasından bazıları bu antijeni "okumak" için programlanmıştır. T hücresi makrofaja bağlanarak aktif hale gelir.

2- KUVVETLER ÇOĞALIYOR
Bir kere aktif hale geçtikten sonra yardımcı T hücreleri çoğalmaya başlar. DAha sonra bunlar istilacı virüslere karşı hassas olan bir kaç öldürücü T ve B hücrelerinin çoğalması için hareket başlatır. B hücrelerinin sayısı artmaya başladıkça, yardımcı T hücreleri onlara antikor üretimine başlamaları için sinyal verir.

3- ENFEKSİYONU YENME
Bu sırada, virüslerin bazıları vücut hücrelerin egirmiştir. Virüslerin kendilerini çoğaltabilecekleri tek yer vücut hücreleridir. Öldürücü T hücreleri, bu virüslerin zarlarını kimyasal olarak deler ve içindekilerin dışına çıkmasını sağlar. Böylece virüsün çoğalma döngüsünü keserek onu öldürmüş olur. Daha sonra antikorlar bu virüslerin yüzeyine yapışarak onları etkisiz hale getirirler. Bu şekilde onların diğer hücrelere de sıçramasını da engellemiş olurlar. Sonuç olarak onlar enfeksiyondan etkilenmiş hücreleri yok edecek kimyasal reaksiyonları hazırlarlar.

4- SAVAŞ SONRASI
Hastalık yenilgiye uğratılınca baskılayıcı Thücreleri tüm saldırı sistemini durdururlar. Bellek T ve B hücreleri eğer tekrar aynı virüsle karşılaşırlarsa hemen harekete geçmek üzere, kan ve lenf sisteminde kalırlar.


Bir şekilde müdahalenin zamanında yapılabildiğini, antijenlerin cinsinin ve yerinin tam olarak tespit edilebildiğini varsayalım. Düşmanın cinsine göre, ilk önce fagositlerin gönderilmesi gerekecektir. Fagositlerin, istenilen yere gitmesi nasıl sağlanabilirş Onlara nasıl bir mesaj vererek, düşman hücrelerin yerlerini kolayca bulabilmelerine yardımcı olunabilirş Bu imkansız olayın da başarıldığını düşünelim. şimdi sıra fagositlerin düşmanı yenip yenemediğinin öğrenilmesine gelir. Çünkü ona göre ya makrofajlar gönderilecek ya da savaş durdurulacaktır. Kuşkusuz bunun da tek kesin çözümü yeniden doktora gidilip, iyi bir kontrolden geçilmesidir. Eğer savaş kazanılmadıysa, o bölgeye ikinci kuvvetin, makrofajların gönderilmesi gerekir. Bu arada doktor kontrolü için geçen süre aleyhimize işler. Makrofajların da zaman kaybetmeden, düşmandan parça koparıp bununla yardımcı T hücrelerini uyarmalarının ayarlanması şarttır. Çünkü yardımcı T hücreleri de katil T hücrelerini uyaracak ve böylece bir başka mücadele başlayacaktır. Bu hücrelerin de başarılı olup olmadığının kontrol edilip -ki bunun için de tekrar bir doktor kontrolüne ihtiyaç vardır- NK hücrelerinin çağrılması gerekir. Son bir denetimin ardından vücudun hastalığı, savunma sistemi sayesinde yenip yenemediği anlaşılacaktır.

İşte, insandan sadece savunma sistemini kontrol etmesi istense, yapılması gerekenler bu denli zor ve karmaşıktır. Yani basit bir nezle için bile defalarca doktora gidilmesi, son derece gelişmiş tıbbi aletlerle, büyük miktarlarda masraf göze alınarak hücrelerin takip edilmesi, sürekli onların yönlendirilmesi gerekecektir. Ufak bir gecikme ya da yapılacak işlemler sırasındaki bir aksama durumunda rahatsızlık daha da artacaktır.

Peki ya insandan bu hücreleri oluşturması, onların düşmanı tanımalarını, uygun antikor üretmelerini sağlaması ve yapacakları tüm işlemleri kendilerine öğretip organize etmesi istense... Kuşkusuz böyle bir yaşam, az önce anlatılan modelden çok daha zor, sıkıntı verici ve hatta imkansız olurdu.

kanser hücrelerinin çekirdeği

Kanda milyonlarca sayıdaki lenfosit bedene zarar veren organizmaları öldürmede görev alır. Bu fotoraflarda öldürücü T hücresi (turuncu renkte) bir kanser hücresine saldırıyor.T hücresi yakıcı enzimleri sayesinde kanser hücrelerinin koruyucu zarına zarar veriyor ve böylece hücrenin ölmesini sağlıyor. Saldırıdan geriye yalnızca kanser hücrelerinin büyük, neredeyse çıplak, yuvarlak çekirdeği kalıyor. (Büyük resim)


Oysa Allah insandan bu yükü almış, tüm sistemi kendi kendine yetecek şekilde, hiçbir aksaklığa da uğramayacak bir yeterlilikte yaratmıştır. Savunma sistemimiz de evrendeki herşey gibi kendi yaratılışı gereğine uygun hareket edip canlı hayatının vazgeçilmez, çok önemli bir öğesi olmuştur:

Ve 'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman… (İnşikak Suresi, 2)


Tolerans



savunma sisteminin elemanları

Savunma sisteminin elemanları dostu düşmandan ayırmadığı zaman kendi kendi dokularına zarar verebilir. Resimde organizmanın kendi hücrelerine düşman gibi saldırması görülüyor.


Savunma sisteminin, dost ve düşman hücreleri, reseptörleri sayesinde tanıdığını önceki sayfalarda inceledik. Ancak bazı düşmanların yapı taşları, vücuda ait bazı dokuların yapı taşlarıyla aynıdır. Bu da savunma sistemi için büyük bir problemdir. Bu durumda savunma sisteminin yanlışlıkla kendi dokularından bazılarına da saldırması gerekir.

Ancak normal şartlarda, sağlıklı bir insan vücudunda bu gerçekleşmez. Savunma sistemi, ait olduğu organizmada bulunan molekül, hücre ve dokulara saldırmaz. Tıpta savunma sisteminin bu özelliğine "tolerans" adı verilir.

Bu çok önemli bir mucizedir. Çünkü savunma sistemi binlerce farklı proteini birbirinden ayırt edebilmektedir. Örneğin savunma sisteminin kandaki hemoglobini, pankreastaki insülinden ya da gözdeki camsı cisimden ve diğer bir çok protein yapısından ayırt edebilmesi gerekir. Savunma sistemi yabancı moleküllere karşı amansız bir savaş verirken, vücuda ait dokulara zarar vermemelidir.

Araştırmacılar, vücudun kendi dokularına tolerans göstermeyi nasıl öğrendiği konusu üzerinde uzun yıllar çalışmışlardır. Fakat en önemli lenfositler olan T ve B hücrelerinin, vücudun kendisine neden saldırmadıkları konusundaki ayrıntılar ancak son yirmi yılda anlaşılabilmiştir. İnsanoğlunun yıllarca yaptığı çalışmalar sonucu -ancak bir kısmını- çözebildiği bu tolerans işlemi, insanın varoluşundan bu yana işlemektedir.

Peki hücreler bu kadar farklı yapıyı tanıyabilecek bir sisteme nasıl sahip olmuşlardırş Evrim teorisinin iddia ettiği gibi bilinçsiz tesadüfler sonucunda mış Böyle bilinç, bilgi ve akıl gerektiren bir seçim yeteneğinin şuursuz atomların oluşturduğu yapılar tarafından tesadüfen edinilmesi elbette ki imkansızdır.

Lenfositlerin de doğru seçimi yapmaları için özel olarak yaratılmış olan sistemleri daha yakından incelendiğinde, tesadüf iddiasının ne kadar mantıksız ve akıldışı olduğu daha da iyi anlaşılacaktır

Timüs bezi ya da kemik iliği içinde gelişen bir savunma hücresi, vücudun kendi ürünlerine tepki gösterirse öldürülür ya da etkisiz hale getirilir. Olgunlaşmış bir lenfosit, vücudun kendi ürünlerinden birine tepki gösterirse genellikle aynı akıbete uğrar. Yani vücuda zarar verebilecek bir savunma elemanı ya öldürülür ya da kendini yok eder.

Eğer bir T hücresi, vücut hücresi ile karşı karşıya kalırsa, saldırmaz ve kendini etkisiz hale getirir. Aynı şekilde vücutta antijen özelliği gösteren ancak yok edilmemesi gereken bir madde varsa, vücut antikor üretmez ve bu maddeye saldırmaz.

Vücutta 1 trilyon lenfosit olduğu düşünülürse, bu hücrelerin her birinin yalnızca düşman hücreleri hedef alıp, dost hücrelere saldırmamalarının ne kadar büyük bir disiplin ve seçicilk gerektirdiği daha iyi anlaşılır.


Korunmuş Bariyer



Anne rahmindeki embriyo, aslında vücut için yabancı bir maddedir. Dolayısıyla, vücutta ilk oluştuğu anda, organizma kendisine karşı bir savaş başlatacaktır. Düşman muamelesi gören embriyonun oluşmasına izin verilmeyecektir. Ancak bu yabancı, muhtemel saldırıya karşı hazırlıklıdır. Rahatça oluşabilmesinin yanısıra, dokuz ay gibi uzun bir süre bulunduğu ortamda antikorların saldırısına uğramadan gelişimini tamamlamayı başarabilir.

Peki bu nasıl gerçekleşmektedir?

Embriyoyu çevreleyen özel bir bariyer, sadece kandaki besin maddelerini içine alacak şekilde yaratılmıştır. Embriyo, yaşaması için gerekli besini alırken onu yok edebilecek antikorlardan izole edilmiştir.

Aksi takdirde antikorlar, bir yabancı olarak algıladıkları embriyoya saldırır ve onu yok ederlerdi. Embriyonun bu kadar özel bir korumayla antikorlardan arındırılması, anne karnındaki yaratılışın en mükemmel örneklerinden biridir.

Ne mutasyon, ne doğal seleksiyon, ne de bir başka sözde evrimsel mekanizma böylesine mükemmel bir yaratılışı, evrim masalı içinde bir yere yerleştiremez. Bu sistemde çok açık bir yaratılış mucizesi bulunmaktadır. Allah Kuran’da embriyonun savunması sağlam bir yere yerleştirildiğini şöyle haber verir:

Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mış Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Belli bir süreye kadar. İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz. (Mürselat Suresi, 20-23)

Elbette ki söz konusu hücrelerin de yanıldığı, görevlerini tam yapamadığı zamanlar vardır. Ama unutulmamalıdır ki, eğer Allah dileseydi bu da olmazdı. Fakat, dünya hayatının ne kadar geçici ne kadar eksik olduğunun anlaşılması açısından, bu tip rahatsızlıklara hikmetle yaratılırlar. Var olan tüm hastalık çeşitlerine rağmen insan, kendisini yaratan Allah'ın karşısında ne kadar aciz olduğunu unutabilir. Bütün ileri teknolojiye rağmen ancak Allah dilerse şifa bulabileceğini, hayatta kalabileceğini düşünmediği anlar olabilir. Hep hayatta, diri ve sağlıklı kalabilecekmiş, hiç ölümle yüzyüze gelmeyecekmiş ve hesap günü Allah'ın huzurunda hiç hesap vermeyecekmiş yanılgısı içinde yaşamına devam edebilir. Hasta, zorluk ve ihtiyaç içinde olanın halinden hiç anlamadan yaşamını sürdürür. Dolayısıyla sahip olduğu sağlığın ne denli büyük bir nimet olduğunun, bu anları iyi ve verimli bir şekilde geçirmesi gerektiğinin farkında da olmaz. Bu yapıda olan bir insana az önce saydıklarımızı anlatmak oldukça güçtür. İşte hastalıklar, insana tüm bunları bir çırpıda anlatır. O ana kadar belki de hiç düşünmediklerini, Allah'ın gücü karşısındaki acizliğini, çaresizliğini, Rabbimiz'in izniyle var olan teknolojinin de ancak yine O'nun izniyle işe yarayabildiğini, ihtiyaç içinde olanı, ölümü hatta hastalığın derecesine göre ölüm sonrasını bile düşünmeye başlar. Sağlığının kıymetini anlar. Körü körüne bağlandığı, uğruna neredeyse herşeyini verdiği dünya hayatının kendisine olan sadakatsizliğine tanık olur. Ve o ana kadar asıl yurt olan ahiret hayatı için yaptıklarının yeterli olup olmadığını tartmaya başlar.

Gerçekten de bizim için asıl olan bu dünya değil ahiret yurdudur. Oradaki yaşam, buradaki gibi ne senelerle sınırlıdır, ne de uyku, beslenme, temizlenme gibi zaruri ihtiyaçlarla, hastalıklarla kısıtlıdır. Cennetteki sonsuz nimetler bir ayette şöyle vurgulanır:

Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. (Enbiya Suresi, 102)

Ancak insanların birçoğu ancak hastalandıkları zaman tüm bunları, sağlıklarının kıymetini, dünyanın gelip geçici olduğunu düşünür, şifa için dua eder fakat şifasına kavuşup, herşey yoluna girince hepsini, duasını unutur. Yüce Allah, hak kitabımız olan Kuran'da, "insanlara bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua ederler; sonra Kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar." (Rum Suresi, 33) ayetiyle insanların bu özelliğine dikkat çekmiştir.










Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı? Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Belli bir süreye kadar. İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz. (Mürselat Suresi, 20-23)









Herşeyden haberdar olan Allah (Habir), kullarının bu durumundan da haberdar olduğundan binlerce hastalık çeşidi yaratmıştır. Hepsi de insanların hemen yanı başındadır. Bunlardan birinin, belki de en tehlikelisinin size isabet etmeyeceğinden asla emin olamazsınız. Sahip olduğumuz her mucizevi organın, her sistemin işleyişini ve düzenini bozabilecek çeşitli durumlar vardır. Bütün bunlar insana dünya hayatının geçiçi olduğunu hatırlatmak için yaratılan sebeplerdendir. İnsana düşen ise, bütün bunlar üzerinde düşünmek ve Allah'a yönelerek, Rabbimiz'in hoşnut olacağı umulan şekilde, Kuran ahlakını yaşamaktır.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü