Harun Yahya

Mısır’da çözüme doğru










Mısır’ın başkenti Kahire’de, seçimle işbaşına gelmiş olan Müslüman kardeşler  yetkililerinin serbest bırakılmaları ve görevlerine yeniden iade edilmelerini isteyen geniş halk kitleleri protesto eylemleri düzenliyor. Bu gösterilerde “demokratik ve barışçıl” protesto hakkını kullananlara karşı cunta yönetimi tarafından 27 Temmuz’da uygulanan katliam sonucu en az 120 kişinin ölmesi ve 4.500 civarında kişinin yaralanması ise dünya kamuoyunda büyük bir rahatsızlığa sebep olmuştur.

Ortadoğu’da barışa çok ihtiyaç duyulduğu böyle bir dönemde demokrasinin halklar tarafından benimsenmesi ve uygulanması beklenirken, son günlerde Mısır’da tanık olduğumuz olaylar Ortadoğu’yu daha büyük karışıklıklara sürükleyebilecek yeni bir dönemin habercisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu karanlık ortam önce Ortadoğu, ardından da dünyayı kasıp kavuracak şiddet eylemlerini de beraberinde getirme tehlikesini taşıyor. Silah baskısı ve şiddetle sorunları çözme girişimleri sadece şiddetin daha da büyümesine, terör ve anarşinin bölgeyi sarsmasına neden olacaktır.

Yaşanan son katliamla ilgili, Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton bu olayı “derin bir esefle karşıladığını” açıklamış ve şiddete son verilmesi çağrısında bulunmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague da, Mısır mercilerine halkın “barışçıl gösteri yapma hakkına saygı duyma ve katliamın sorumlularını adaletin karşısına çıkarma” çağrısı yapmıştır. Bir önceki şiddet olaylarıyla ilgili de, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Patrick Ventrell’in, "Kahire'de meydana gelen şiddet olaylarını kuvvetle kınıyoruz. Mısır'da bu tür bir şiddetin yeri olamaz. Şiddet, geçiş sürecini çok daha zorlaştırır ve Mısır'ın istikrarı ve refahını daha fazla tehdit eder" açıklaması da benzer niteliktedir. Fakat bu açıklamalar,  olayların gidişatını değiştirebilecek ve yeni bir ivme kazandıracak bir misyona sahip olmayıp,   bir takım iyi niyet temennisi olmaktan öteye gidememektedir…

Gelinen son noktada ise, Mısır İçişleri Bakanı İbrahimi’nin, devam etmekte olan barışçıl protestolar hakkında, "ülke güvenliğini tehdit eden tehlike" şeklinde söz etmesi asla kabul edilemez. Adeviyye ve Nahda meydanlarındaki barışçıl gösterileri sonlandırmak için görevlendirilen bir yetkilinin, kendi aklıyla şiddet kullanmayı meşru gösterebilecek bir üslupla konuşması durumun ciddiyetini gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Bu antidemokratik söylem katliamların ardı arkasının kesilmeyeceği endişesini doğurmaktadır. Unutmamalıyız ki  27 Temmuz gösterileri öncesi General Abdulfettah es-Sisi'nin halka yaptığı, "Terör ve şiddete karşı halkın sokaklara inip kendilerini yetkilendirmesi” çağrısı da bu zihniyetin bir ürünüdür. Toplumsal güvenliği oluşturma kastıyla toplumun bir kesiminin demokratik haklarını şiddet kullanarak bertaraf etme düşüncesi, evrensel insan haklarının tümüyle ihlali anlamına gelmektedir.  

Diğer taraftan, hukuka aykırı bir şekilde göz altına alınan ve her gün gene hukuka aykırı şekilde saatlerce sorguya çekildiği belirtilen Muhammed Mursi ve diğer İhvan üyelerinin belirsiz durumu da diğer bir endişe kaynağıdır. Bir siyasinin fikirlerine katılıp katılmamak, onu destekleyip desteklememek kişilerin tercihlerine kalmıştır. Ancak “fikirlerini rahatsız edici veya tehlikeli bulma” bahanesiyle kişileri “silah zoruyla makamlarından indirip meçhul bir yerde tutsak haline getirmek” asla kabul edilemez faşizan bir uygulamadır.  Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek bile hiçbir zaman Müslüman kardeşlere karşı bu kadar baskıcı ve terörize eylemlerde bulunmamıştır.

Şu gerçeği tekrar tekrar ifade etmekte fayda var. Mursi ve İhvan taraftarı olunmayabilir hatta karşıt görüşlü de olunabilir. Her halükarda, seçimle işbaşına gelmiş kişileri hukuka aykırı bir şekilde tutuklayıp ardından gerçekle ilgisi olmayan zoraki suç isnatlarıyla tutsak haline getirmek, evrensel insan hakları beyannamesine aykırıdır.  Eğer gerçekten işlendiği düşünülen suç iddiaları varsa dahi, anayasaya uygun olan hukuk kuralları içerisinde soruşturulmalar çok şeffaf ve demokratik bir çerçevede yürütülmelidir. Demokrasinin gücü, hoşgörünün egemen kılınması ve güven vericilik adına bu sağ duyunun Ortadoğu’ya hakim olması önemlidir.

Hem ABD, hem de AB, Körfez ülkelerinin açıkça cuntayı destekleyen politikalarını da çok dikkatlice ele almalıdır. Çünkü, Ortadoğu ülkelerinin birbirlerinin aleyhine olarak antidemokratik süreçleri destekler konuma gelmesi, bölgesel olarak hiç bitmeyecek kin, husumet ve savaşları da beraberinde getirecektir. Bu durum ise bölgenin tamamının istikrar, demokrasi ve barıştan uzaklaşmasına neden olacak, Batılı ülkeler açısından da içinden çıkılamaz ve dindirilemez bir ortamın oluşmasına sebebiyet verecektir. Körfez ülkelerinin şu anki yaklaşımı bir demokrasi talebi değil, kendi çıkarlarına yönelik faşist, hatta mezhepsel bakış açısı altında yeni diktatörlükleri kabul ettirme girişimidir. Taraflar arasındaki bu husumet günden güne yön değiştirecek, karşılıklı nefret politikalarıyla bölgesel karışıklık içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Ortadoğu’nun iyice güvensiz bir bölgeye dönüşmesi huzuru bozacak, bu da beraberinde bu bölgeyle ticaret yapan, ikili ilişkileri olan tüm ülkeleri derinden etkileyecektir.

Bu noktada artık, ABD ve AB’nin Mısır’da daha aktif bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Mısır’ın bir an önce demokratik şartlara kavuşturulması, Batı’nın çıkarları içinde en uygun olanıdır. Mısır’da şu an önemli olan İhvan’ın yeniden iktidar olması ve Mursi’nin de yeniden lider olması değildir. Önemli olan bir an önce şiddette son verilmesi, tutuklu siyasilerin serbest bırakılması ve Mısır halkının demokratik yöntemlerle yeniden sandık başına gitmesidir. Önemli olan Mısır’da laik, demokratik bir hukuk devletinin yeniden tesis edilmesidir. Bunun da cuntacı mantıklarla yapılmasına imkan yoktur. Radikalizme karşı çıkalım derken başka başka radikal unsurların iş başına gelişini gözardı etmek Batı için de ileriki vadede mutlaka büyük zararlar getirecektir.

Yaşanan haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve katliamlar karşısında sessiz kalınması, sadece izlemekle yetinilmesi ve gerekli uyarıların güçlüce yapılmaması Batı’nın kazanmış olduğu “demokrasinin beşiği” olma sıfatının sorgulanmasına sebebiyet verecektir. Bu durum ise Dünya çapında Batı’ya olan güvenin azalmasına, demokrasiye olan inancın da kaybedilmesine neden olacaktır. Bu durumdan elbette ABD ve AB de çok zararlı çıkacaktır.

Mısır’da hiç vakit kaybetmeden araya girilmeli, şiddet olayları derhal sonlandırılmalıdır. Eğer bu yapılmazsa cuntanın da bundan sonraki süreçte panik durumu artıp daha çok kan dökmesi muhtemel olacak, yaralar çok daha derinleşecektir. Aynı şekilde, Mısır’ın selameti ve halkın can güvenliği için, İhvan ve Mursi’nin de liderliği tekrardan tek başlarına devralma konusunda ısrarcı olmamalarına yönelik ikna çalışması yapılmalı, Tunus örneğinde olduğu gibi daha geniş katılımlı bir hükümet kurmaları yolunun önü açılmalıdır. Bu tutum cunta tarafından, ülkeyi tekrardan ve hızlıca seçime götürmek için rahatlatıcı bir neden olarak algılanacaktır. Gelinen her nokta ve şartta, o anki maksimum faydayı gözetecek taleplere tarafların ikna edilmesi, hayırlı olana tez kavuşulması açısından da önemlidir. Bu geçiş süreci, İhvan’ın da sadece ileri demokrasi ve toplumsal barışı istediğini ispatlaması için fevkalade olumlu olacaktır.

Sayın Adnan Oktar'ın Huffington Post'ta yayınlanan makalesi:

http://www.huffingtonpost.com/harun-yahya/toward-a-solution-for-egy_b_3697332.html

Masaüstü Görünümü