Harun Yahya

Doğu Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimizin çektiği acıların çözümü Türk-İslam Birliği'dir



“Size ne oluyor ki, Allah  yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd (gayret, mücadele) etmiyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75)


 









Çin’in en batı noktasında yer alan ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Doğu Türkistan halkı, 5 Temmuz 2009 tarihinde Başkent Urumçi’de başlayan şiddet olayları ve katliam nedeniyle oldukça zor günler yaşıyor. Güvenilir yabancı kaynaklardan alınan bilgiye göre 3721 Müslüman kardeşimiz  bu olaylar sonucunda şehit edildi, binlercesi de yaralandı. Urumçi’deki bu olaylar, tüm dünyanın gözlerinin bir kez daha Çin topraklarında Müslümanlara karşı uygulanan zulüm politikasına çevrilmesine neden oldu. En önemlisi de diğer Türk devletlerinin önemli bir sorumluluğunu tekrar gündeme getirdi.

Açıkça görülmektedir ki Sayın Adnan Oktar’ın uzun yıllardır üzerinde durduğu Türk-Islam Birliği oluşturulmadan geçirilen her saniye, binlerce Müslüman kardeşimizin daha zarar görmesine sebep olmaktadır.

İvedilikle oluşturulacak bir Türk-Islam Birliği, Allah’ın izniyle Islam dünyasında yaşanan tüm acıların kesin çözümü olacaktır.

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİN ÇEKTİĞİ ACILARIN ÇÖZÜMÜ TÜRK-İSLMA BİRLİĞİ’DİR

 









Çin’in en batı noktasında yer alan Doğu Türkistan halkı, yaklaşık iki asırdır işgal altındadır ve özellikle son 60 yıldır komünist Çin yönetiminin despot rejimi altında ezilmektedir. Doğu Türkistan, Çin’in propagandaları neticesinde dünya kamuoyu tarafından ‘Xinjiang’ -Sincan- (Çince “yeni kazanılmış topraklar”) olarak tanınmaktadır ve çoğu insan bu topraklarda yaşanan insanlık dramından habersizdir. Oysa nüfusun çoğunluğunu Uygur kökenli Müslümanların oluşturduğu Doğu Türkistan’da, Çin Komünist Partisi tarafından, Çin’in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda şiddet ve baskı uygulanmaktadır. İşkence, idam, çalışma kampları, dini baskı Doğu Türkistan’da uzun yıllardır günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. 5 Temmuz 2009’da Urumçi’de yaşanan olaylar ve katledilen Müslüman kardeşlerimiz, bu zulmün en son örneği olmuştur. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı toplam olarak da bugün 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır.

Sayın Adnan Oktar uzun yıllardır gerek belgesel, kitap ve makale gibi eserlerinde gerekse röportajlarında Doğu Türkistan’da yaşanan bu zulme dikkat çekmiş ve Müslüman kardeşlerimize kendi topraklarında yapılan insanlık dışı uygulamaları gözler önüne sermiştir. Ancak bundan da önemlisi Sayın Adnan Oktar, yalnızca Doğu Türkistan’da değil tüm İslam dünyasında yaşanan acıların Allah’ın izniyle tek çözümünün Türk-İslam Birliği olduğunu dile getirmiştir. 12 Ocak 2009 tarihinde yapılan ve televizyonda canlı olarak yayınlanan bir röportajında Sayın Adnan Oktar konuyu şöyle vurgulamıştır:

ADNAN OKTAR: Ahir zamanda çektiğimiz acıların, Müslümanların çektiği acıların sebebi ahir zamanı bilmemeleri ve ahir zamanın gereğini yapmamalarından kaynaklanıyor. Peygamber Efendimiz (sav) bu hastalığın çözümünü söylemiş. Hastalık var, ilacı var, ilacını kullanmıyor Müslümanlar. Ben ilacını anlatıyorum. İlacından kaçınıyorlar. Eğer ilaçtan kaçınırlarsa hastalık devam eder ve acı çekme de devam eder. Yani kan, Müslümanların dökülen kanı yetmedi mi Müslümanlara, Irak’ta dökülen kanlar, Afganistan’da dökülen kanlar, Filistin’de dökülen kanlar yetmedi mi? Müslümanlar artık birleşsin. Türk-İslam Birliğini oluşturalım. Türk Devletleri de esir konumda. Mesela, Doğu Türkistan’da Çinliler müthiş zulmediyor orada, bizim kardeşlerimize. Onlar Müslüman, dindar, halis, tertemiz Türk kardeşlerimiz bizim. Mazlum insanlar. Oradaki genç kızlar, çocuklar perişan durumdalar, kimsenin bundan haberi yok. Doğu Türkistan’da neler olduğundan kimsenin haberi var mı?

MUHABİR:  Hayır, yok.

ADNAN OKTAR: Bilmiyorlar. Koskoca ülke…

MUHABİR:  Doğu Türkistan’ı bilen bile yok hocam.

ADNAN OKTAR: Tabi, bak ne kadar ürkütücü bir şey bu. Orada gizli katliamlardan, yok olan insanlardan, faili meçhulle öldürülen insanlardan, gece yarısı evinden alınıp götürülüp bir daha gelmeyen insanlardan kimsenin haberi var mı?

MUHABİR:  Yok.

ADNAN OKTAR: İşte bak, bunların hepsinin çözümü, Türk-İslam Birliği’dir. Bu; dinsiz bile olsa bir insan, onun için de insani bir borçtur. Müslüman için farz, dinsiz için de -insanlığı varsa o insanın- onun için de insanlık borcudur. (Sn. Adnan Oktar’ın Ekin Tv’de Yayınlanan Canlı Röportajından  (12 Ocak 2009))

----------------

Sayın Adnan Oktar yaklaşık 30 yıldır Türk-İslam Birliği ülküsünün gerçekleşmesi için bu büyük fikri mücadeleyi sürdürmektedir. Özellikle son yıllarda bu konuyla ilgili ilmi çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Urumçi’de son olarak yaşanan olaylar da göstermiştir ki; Sayın Adnan Oktar’ın vurguladığı Türk-İslam Birliği’nin önemi her geçen gün daha da belirgin hale gelmekte ve böyle bir birliğin eksikliği daha fazla hissedilmektedir.

Kızıl Çin’in İslam Korkusu

Doğu Türkistan, yazının ilerleyen bölümlerinde ele alacağımız üzere Çin açısından stratejik ve ekonomik olarak çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak Doğu Türkistan’da dindar Müslümanların sık sık gözaltına alınmaları, dinlerini gerektiği gibi yaşamalarına izin verilmemesi ve din adamlarına uygulanan baskı, bu şiddet politikasının çok daha derin bir nedeni olduğunu akıllara getirmektedir. Herşeyden önce bu, Kızıl Çin’in Doğu Türkistan’daki İslami varlıktan büyük endişe duyduğu anlamına gelmektedir.

Çin’de İslam dinine ve Müslümanlara yönelik saldırılarının kökeni eski dönemlere dayansa da, bunun sistemli bir zulüm ve hatta soykırım politikasına dönüşmesi komünist rejimin kurulmasıyla başladı. 1949’da Mao’nun Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurması ile birlikte, öncelikli hedef her türlü İslami unsur oldu. Camilerin, mescidlerin, medreselerin ve dini eğitim veren kurumların kapatılması ile başlayan din düşmanlığı, açık bırakılan ibadethanelere Mao’nun resimlerinin asılması ve Müslümanların bu resme saygı göstermeye zorlanmaları ile iyice doruğa tırmandı. Bu dönemde 29 bin cami kapatıldı. Bundan sonraki aşama ise özellikle din adamlarının, mesnetsiz iddialara ve düzmece suçlamalara dayanılarak göz altına alınmaları oldu. Bu kişilerin bir kısmı hemen idam edilirken, 54 binden fazla din adamı da bir ömür boyu Çin toplama kamplarında, son derece ağır koşullarda zorunlu işçi olarak çalıştırıldı.i

Bugün de Çin’in Doğu Türkistan Müslümanlarına karşı uyguladığı baskı en yoğun olarak dini alanda hissedilmektedir. Din düşmanlığı, tüm komünist rejimlerde olduğu gibi Kızıl Çin’in de resmi ideolojisinin bir parçasıdır. Nitekim Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Mart 1982 tarihinde ülke çapında parti komitelerine göndermiş olduğu “Sosyalist Dönemde Dini Problemlerle İlgili Ana Tutumunuz” adlı gizli bildiri bunu açıkça ifade etmektedir:


“İnsanlık tarihinde din sonunda yok olacaktır... Çin’deki bütün dini teşkilatlar önce parti ve hükümetin liderliğine boyun eğecektir... Dini okulların esas gayesi, parti yönetimini ve sosyalist sistemi destekleyen profesyonel din görevlileri yetiştirmektir... Bu din görevlileri, partinin din politikasına sadık olmak zorundadır. Din kuruluşlarımızın esas gayesi ülkemizin siyasi tesirini yaymada önemli roller oynamaktır.” ii


Çin’in İslam Korkusu Çin’in Korkuları Neden Yersizdir?

Türk-İslam Birliği Kurulduğunda Bölgeye Hakim Olacak Olan Huzur Ortamı

Yıllardır devam eden istila, tahakküm ve zorlamalar bölgeye sadece huzursuzluk, kargaşa, kin ve nefret getirmiştir. Bu tür yöntemlerle milletleri sömürme devri artık kapanmıştır. Dolayısıyla Çin, Doğu Türkistan halkının kendi kendini yönetmesine izin verse ve ekonomik bağımsızlık hakkı tanısa bundan son derece büyük çıkarı olacaktır. Kendi sınırları içinde rahatça üretim yapan, özgürce yaşayan, korku ve baskının etkisinden kurtulmuş bir Doğu Türkistan, Çin için yeni bir atılım merkezi olabilecektir.

 






Çin’in ulusal ve ekonomik menfaatlerini koruma duygusu içinde olması doğaldır. Ancak baskıyla, zorla ve tahakkümle bu sağlanmaz. Çin’i müreffeh kılacak, ekonomik ve sosyal kalkınmasını sağlamlaştıracak olan yol, insan haklarına saygılı, demokrat, sevecen, fikir ve inanç özgürlüğünü koruyan bir anlayış içinde olmasıdır. Çin’in enerji kaynaklarına ulaşamamak, ekonomik yönden kayba uğramak, topraklarını kaybetmek, dağılıp parçalanmak gibi korkularını tam anlamıyla bertaraf edebilecek tek çare ise Türk - İslam Birliği’nin kurulması olacaktır.






Bu hakların Doğu Türkistan halkına verilmesi ise büyük bir güç ve otorite sahibi olan Türk-İslam Birliği sayesinde mümkün olabilir. Böyle bir gücün garantörlüğü olursa Çin de ülkesinde yaşayan milyonlarca Müslüman ile ilişkilerini kuvvetlendirecektir. Kalben Türk-İslam Birliği’ne bağlı bir Doğu Türkistan`ın Çin’e karşı düşmanca bir tutum sergilemeyeceği, başkaldırmayacağı, Çin’in süper bir güç haline gelmesi için dostane katkıda bulunacağı konusunda Çin yönetimi ikna edilmeli ve güvenleri sağlanmalıdır.

Tek bir bütünün parçaları halinde birbirine kenetlenen ve dev bir coğrafyaya yayılmış yaklaşık 1 milyar nüfusu ifade eden Türk-İslam Birliği büyük bir ekonomik pazar niteliği taşıyacaktır. Bu durum ise, özellikle Çin için çok geniş çaplı bir ticaret olanağı demektir. Böylece Çin yatırımlarını, Tanzanya’dan Endonezya’ya kadar çok geniş bir alana yayabilecek, mallarını dev bir coğrafyada satabilecek, Müslümanlar Çin’de çok büyük yatırımlar yapabilecektir. Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla ekonomik yönden hızla kalkınacak olan Çin, vatandaşlarını ucuz işgücü olarak kullanmak zorunluluğundan da kurtulacak, Çin’in her yerine bolluk ve bereket gelecektir. Dolayısıyla Çin’e bu gerçeklerin çok iyi anlatılması gerekmektedir.

DOĞU TÜRKİSTAN’DA, UYGURLAR VE ÇİNLİLER BİR ARADA HUZUR İÇİNDE YAŞAYABİLİRLER

Bugün Doğu Türkistan’da etnik bir çatışma körüklenmeye çalışılarak son derece tehlikeli bir oyun oynanmaktadır. Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman kardeşlerimiz, göğüs gerdikleri çeşitli zorluklara rağmen hiçbir zaman şiddetten, kargaşadan yana olmamışlardır. Uygur Türkleri efendiliğiyle, dürüstlüğüyle, sabrıyla, yatıştırıcı olmasıyla, devlete itaatiyle, mütevazılığıyla, sadakat ve vefasıyla ün kazanmış asil bir halktır. Bu güzel insanlar, İslam ahlakının gereği olan affedicilik, barışseverlik, sevecenlik, farklı düşüncelere ve inançlara saygı göstermek, insanları ırklarına göre değil ahlaklarına göre değerlendirmek gibi güzel hasletlere sahiptir. Dolayısıyla, bölgede yaşayan diğer halklarla özellikle de Han Çinlileriyle hiçbir zaman etnik kökene dayalı bir çatışmaları olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Uygur Türkleri, Doğu Türkistan topraklarında her dinden, her etnik kökenden ve her düşünceden insanın bir arada, birbirlerinin yaşam haklarına saygı duyarak, huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri bir ortam istemektedir. Bunun sağlanabilmesi için izlenmesi gereken önemli yollardan bazıları şunlardır:

 





Türk-Islam Birliği’nin kurulması için bugün hiçbir engel bulunmamaktadır. Sadece birlik olmayı istemek gereklidir. Samimiyetle bu birlik istenmeli, tüm Müslümanlar birbirlerine sevgiyle, anlayışla, tevazuyla, şefkatle ve merhametle yaklaşıp, birbirlerinin  kardeş olduğu gerçeğini unutmadan hareket etmelidirler.





1. ULUSLARARASI TOPLULUK VE KURULUŞLARA DÜŞEN SORUMLULUK: Uygur Türklerinin barıştan ve huzurdan yana olduğu açıktır. Ancak bölgede sükunetin sağlanabilmesi, Uygurlu kardeşlerimizin güvenliğinin garanti edilmesiyle mümkündür. Bu hususta uluslar arası camiaya önemli sorumluluklar düşmektedir. Uygurlu kardeşlerimizin ve Çinli kardeşlerimizin kardeşçe bir arada yaşama imkanlarının sağlanması ve bazı Han Çinlilerinin aşırılıklarının engellenmesi için uluslararası toplulukların ve kuruluşların gerekli desteği vermesi gerekir. BM (Birleşmiş Milletler) başta olmak üzere bu kuruluşların Çin yönetimi üzerinde oluşturacakları demokratik baskı, Çin Hükümeti’nin Uygurlu kardeşlerimizin sorunlarına ve haklı taleplerine karşı daha barışçıl, insan haklarına saygılı, özenli bir yol izlemesini sağlayacaktır. Gerekli teşvik ve yönlendirmeler yapıldığında, uluslararası camianın garantör bir tavrı olduğunda bölgede sükunetin sağlanması daha kolay olacaktır.

2. ÇİN HÜKÜMETİNE DÜŞEN SORUMLULUK: İslam barış dinidir. İslam’da her türlü şiddet haramdır. Yüce Allah Kuran’da Müslümanlara affedici olmayı emretmiştir. Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’e tabi olan bir Müslüman barışsever, sevgi dolu, şefkatli, merhametli, sabırlı, itidalli olmakla yükümlüdür. Kuran ahlakı Müslümanları öfkelerini tutup yenmekle, kötülüğe karşı iyilikle cevap vermekle, her zaman güzel sözlü ve tavırlı olmakla, en kötü koşullarda dahi bağışlamakla, kendi aleyhine olsa bile adaletli davranmakla yükümlü kılmıştır. İslam ahlakının öğrenilmesi ve yayılması Çin için büyük bir güzelliktir. Eğer Çin hükümeti Han Çinlilerinin terör eylemlerinde bulunmasından korku duyuyor ve şiddetin ve anarşinin olmamasını istiyorsa, İslam ahlakının anlatılmasını ve öğretilmesini teşvik etmelidir. Kuran ahlakını gereği gibi yaşayan insanların olduğu bir Çin’de, askeri yığınaklar yapmaya ve güvenlik tedbirleri almaya gerek kalmaz. Kargaşa tamamen durur, tedirginliklerin hepsi son bulur. Silahlara milyonlarca dolar yatırım yapmadan, binlerce istihbarat personelini görevlendirmeden, vatandaşlarının zenginliğine harcanacak parayı askeri yatırımlara harcamadan birbirine güvenen, birbirine saygılı, birbirine anlayışla yaklaşan, devlete saygılı ve bağlı bireylerin yaşadığı huzurlu bir toplum oluşur. Çin devletinin istediği düzen ve denge doğal olarak sağlanır.

3. UYGURLU KARDEŞLERİMİZE DÜŞEN SORUMLULUK: Uygurlu kardeşlerimizin insani koşullara sahip olma, dinlerini özgürce yaşama, ibadetlerini diledikleri gibi yerine getirebilme, kültürlerini koruma, varlık haklarını devam ettirme taleplerinin hepsi haklı ve insani taleplerdir. Bu talepleri gerçekleştirmenin en etkili yolu ise, Uygur halkının büyük bir kültürel atılım yapması, anti Darwinist, anti materyalist eğitimle kendilerini çok iyi yetiştirmeleri, ekonomik güçlerini arttırmaları, manen ve madden çok güçlenmeleridir. Uygur Türk halkı, geniş Çin coğrafyasında Müslümanların ve İslam dininin en önemli temsilcileri olduklarını unutmamalıdırlar. Efendilikleriyle, asil tavırlarıyla, tevazularıyla, dengeli ve itidalli olmalarıyla Çin halkına örnek olmalıdırlar. Kültürel yönden kendini çok iyi yetiştirmiş, maddi olarak güçlenmiş bir Uygur halkının hem kendi haklarını koruma imkanlarının hem de İslam ahlakını anlatma ve yayma imkanlarının çok geniş olacağı açıktır. Allah’tan çok korkan, Allah’ı çok seven, milli kültürlerini çok iyi muhafaza eden, anti Darwinist, anti materyalist, birbirlerini çok seven, Kuran ahlakını mükemmel uygulayan, barıştan, sevgiden, hoşgörüden, merhametten yana olan bir Uygur toplumunun geleceği Allah’ın izniyle çok aydınlık ve güzel olacaktır.



Özerk Yönetim Aldatmacası

Bugün siyasi literatürde Doğu Türkistan, “Sincan Uygur Özerk Yönetim Bölgesi” olarak geçmektedir. Özerk yönetim, öncelikli olarak merkezi yönetimin talep ve emirlerini değil, bölge nüfusunun çoğunluğunu oluşturan halkın ihtiyaç ve taleplerini göz önünde bulunduran, kısmi bağımsızlığa sahip bir yönetim şekli olarak bilinir. Ne var ki, özerk yönetimin Doğu Türkistan’da uygulanan şekli ile siyasi literatürde yer alan söz konusu tarifi arasında pek bir benzerlik yoktur. Her ne kadar çeşitli yönetim kadrolarında Uygur Türkleri yer alıyor olsa da, bu kişilerin halkın istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeleri mümkün değildir. Çünkü Uygurlar makam sahibi olabilmekte ama asla otorite sahibi olamamaktadırlar.

Doğu Türkistan halkının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak hareket etmeye kalkan bir yönetici, kısa süre içerisinde görevinden alınarak cezalandırılmaktadır. Çinli bir yönetici ile Doğu Türkistanlı bir yönetici arasında çıkan herhangi bir anlaşmazlıkta ise, cezalandırılan taraf her zaman için Doğu Türkistanlılardır.

Özerk yönetimin idaresi, yetkiler, milliyetlerin eşitliği, azınlık hakları gibi yasalarla korunan haklar, yine bizzat bu yasaları hazırlayan Pekin yönetimince çiğnenmektedir. Tüm yetkiler, Çinlilerin elindedir. Kukla olarak özerk yönetim organlarında görevlendirilen kişilerin siyasi, ekonomik ve askeri karar verme, denetleme yetkileri Çin Komünist Partisi kontrolü altındadır. Alman yazar Ulrich Schmid “Pekin’s Campaign to Destroy Uigur Culture” (Pekin’in Uygur Kültürü’nü Yok Etme Kampanyası) adlı makalesinde bu durumu şöyle dile getirmektedir:


 “… Diğer bir deyişle Çin’in en kuzeybatısı olan bu topraklarda gücün gerçek yüzü, çizilen umut verici manzaradan çok daha farklı... Çin’de gerçek güç devletin organlarında değil, Komünist Parti’nin yönetici kadrolarının elinde olduğu için, asıl yöneticiler her zaman için Çinliler.” i


Der Spiegel dergisi ise Doğu Türkistan’la ilgili hazırladığı bir haberde, Doğu Türkistan’ın özerk yönetim değil bir Çin sömürgesi olduğunu ve Çinli yöneticilerin, Müslüman Türk halka karşı duyarsızlıklarını şöyle anlatmıştır:


Çin’in Sincan’daki yönetimi her yönü ile tam bir sömürge düzeni. Çinliler on yıllardır bu ülkede yaşıyor olmalarına rağmen, hiçbiri yerli halkın resmi dilini konuşmuyor. Üzerinden geçimlerini kazandıkları bu ülke ile ilgilenmiyorlar. Yerli halkın geleneklerini gözardı ediyorlar. Kısaca Çinli yetkililer yerli halktan nefret ediyorlar.” v


 





Doğu Türkistan Müslümanlarının, bütün dünya Müslümanları için kutsal olan Hac ibadetini yerine getirmelerine de izin verilmemektedir. 1999 yılında 1.200 Uygurlu hacca gitmek amacıyla yurt dışına çıkmak üzereyken Çin polisi tarafından pasaportlarına el konulmuş, polise itiraz eden 122 yaşlı Uygurlu tutuklanmıştır. iv





 

Doğu Türkistan’ın bir özerk yönetim değil, sömürge ülkesi olduğunun bir diğer göstergesi de, bu yönetimin vatandaşlarının kendi toprakları içinde seyahat etme özgürlüğüne dahi sahip olmamalarıdır. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komitesi Sözleşmesi’nin 5. maddesine rağmen Çin Hükümeti, Doğu Türkistan’da seyahat hürriyetlerine kısıtlama getirmiştir. Doğu Türkistanlıların bir köyden başka bir köye, ilçeye, şehre göç etmeleri yasaktır ve izne tabidir. Bilhassa kırsal kesimden şehre göç kesinlikle yasaklanmıştır. Bu nedenledir ki, Doğu Türkistan nüfusunun yaklaşık % 90’ını kırsal nüfus oluşturmaktadır. Doğu Türkistanlı vatandaşların yurt dışı seyahatlerine de kısıtlamalar getirilmiştir. Çoğu insanın, herhangi bir sabıkaları olmamasına rağmen yurt dışına çıkmaları, Çin içinde başka bölgelere seyahat etmeleri de yasaklanmıştır.

Çin, Doğu Türkistan’dan Neden Vazgeçmiyor?

Jeo-stratejik Açıdan:

Genel coğrafya bilgisine sahip bir kişi, Çin’in Doğu Türkistan konusundaki ısrarını anlamakta hiç zorlanmayacaktır. Bilindiği gibi coğrafi olarak Çin’in Batı ile iletişiminin arasında iki önemli engel vardır: Birincisi 5000 km uzunluğundaki dev Taklamakan Çölü, ikincisi de Çin sınırını boydan boya kaplayan Çin Seddi.

Doğu Türkistan ise Çin’in, çölün ilerisinde ve setin arkasında kalan tek toprağıdır ve bu yönüyle Çin’in Batıya açılan penceresi konumundadır. Coğrafi konumun siyaset üzerindeki etkisi ve coğrafi olarak avantajlı bölgelerin stratejik olarak da avantajlı olmaları gerçeği, Doğu Türkistan’ı Çin için vazgeçilmez hale getirmektedir. Bu nedenle Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan topraklarından çekilmek ve burada bağımsız bir devlet kurulmasına izin vermek yerine, baskı ve şiddetle yerli halka işgali kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bir yandan da haber alma ve iletişim özgürlüğü de dahil olmak üzere her türlü özgürlüğü ortadan kaldırıp, Doğu Türkistan’ı kapalı bir kutu haline getirerek, bölgeyi mümkün olduğunca dünya gündeminden uzak tutmaktadır.

 

 






İçinde bulunduğumuz dönem Hz. Mehdi (as)’nin zuhur ettiği, Hz. Isa (as)’nın yeniden dünyaya geleceği çok mübarek bir dönemdir. Artık savaşların, çatışmaların son bulacağı, silahlanmanın sona ereceği, insanların birbirlerini seveceği, kardeşçe kucaklayacağı, birbirlerine güveneceği, güzel ahlakın hakim olacağı dönem gelmiştir. Bu, Allah’ın kaderidir. Bu güzel kader, Çin’de de tecelli edecek, Allah’ın izniyle Çinlilerin ve Uygurların bir arada dostça yaşayacağı, hep beraber zenginliğe kavuşacağı, neşeyle, sevinçle, güzellikle aydınlık bir medeniyet inşa edeceği bir dönem olacaktır.






Yer Altı Kaynakları Açısından:

Çin’in Doğu Türkistan’a olan ilgisini sırf jeo-stratejik kaygılarla açıklamak mümkün değildir. Bu bölge aynı zamanda zengin yer altı kaynaklarına sahiptir ve toprakları da çok verimlidir. 21. yüzyılın Kuveyt’i olarak da anılan Doğu Türkistan, petrol, doğal gaz, uranyum, kömür, altın ve gümüş madenlerinin bolluğu ile dikkat çekmektedir ve bu yönü ile Çin’in en önemli hammadde kaynaklarından biridir. Yetkililer tarafından, 2005 yılında Doğu Türkistan’ın petrol ve doğal gaz üretiminde Çin’in ikinci önemli merkezi haline geleceği bildirilmektedir. Özellikle Doğu Türkistan’ın orta bölgesinde yer alan Tarım Havzası’nın geniş petrol rezervlerine sahip olduğu düşünülmekte ve bu yönde araştırmalar devam etmektedir. Bu özelliğinden dolayı “Umut Denizi” olarak adlandırılan Tarım Havzası’nın 10.7 milyar ton petrol         kapasitesi olduğu tahmin edilmektedir. v Jeologların şu ana kadar yaptıkları araştırmalar ise 300 milyon ton petrol ve 220 milyar metre küp doğal gaz kapasitesi olan 13 yatak ortaya çıkarmıştır. vii

Çin’in Doğu Türkistan’a enerji konusundaki bağımlılığı Tarım Havzası’ndaki petrol kaynakları ile de sınırlı değildir. Çin sanayisi için hayati önem taşıyan, Orta Asya Türk Devletlerinden gelecek herhangi bir boru hattının doğal güzergahı Doğu Türkistan olacaktır. Böyle bir taşıma sisteminin Çin için sağlıklı ve güvenilir olmasının en garantili yolu ise Doğu Türkistan’ın kendi denetimi altında bulunmasıdır.

Zengin doğal gaz, kömür ve bakır yatakları da bu bölgeyi Çin ekonomisi için vazgeçilmez kılmaktadır.

Tarımsal Açıdan:

Tüm bu madenlerin yanı sıra Doğu Türkistan’ın Çin’in en büyük pamuk üretim merkezlerinden biri olması bölgenin Çin için taşıdığı önemin bir diğer nedenidir. Çin tekstilinin hammaddesini oluşturan pamuk üretimini, Müslüman Uygur halka emanet etmek istemeyen Kızıl Çin yönetimi, Doğu Türkistan’ı denetim altında tutabilmek için sürekli yeni stratejiler geliştirmektedir. Ancak bu stratejilerin amacı Doğu Türkistan’ın gelişmesini sağlamak değil, Çin ekonomisinin temel taşlarından biri olan bu bölgeyi tam anlamı ile Pekin’e bağlı hale getirebilmektir.

TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ KURULDUĞUNDA…

Dünyanın ihtiyacı; barış, sevgi, yardımlaşma ve adalettir. Kurulacak olan Türk İslam Birliği’nin yeryüzünde üstleneceği misyon işte budur. Bu birlik; düşmanlık yapmak, intikam almak veya bir tehdit unsuru olmak için değil, dünyada barışın tesisi için var olacaktır. Bu birlik, “herkes bize tabi olsun, geri kalanlar da köle gibi olsun” anlamında ezmeye ve tahakküme dayalı bir birlik değildir.

İnsana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

Türk-İslam Birliği, ibadet, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayacaktır. Her dinin mensubu dilediğince ibadetini yapabilecek, kendi dinince kutsal sayılan her yeri ziyaret edebilecek, her düşünceden ve inançtan insanın malı, canı, namus ve şerefi Türk-İslam Birliği’nin güvencesinde olacaktır.

Türk-İslam Birliğinin kurulmasıyla, Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, İsrail kısaca tüm dünya rahatlayacaktır. Terör sorunu son bulacak, hammadde kaynaklarına ulaşım garanti altına alınacak, ekonomik ve sosyal düzen korunacak, kültürel çatışma tamamen ortadan kalkacaktır. Amerika askerlerini topraklarından binlerce kilometre uzağa göndermek zorunda kalmayacak, İsrail duvarlar arkasında yaşamayacak, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik herhangi bir engelle karşılaşmayacak, Rusya güvenlik endişesi duymayacak, Çin hammadde sıkıntısı çekmeyecektir.

Türk-İslam Birliği, Müslüman alemini kalkındıracaktır. Oluşturulacak İslam Ortak Pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu, Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır.

Ekonomisi güçlü bir Türk-İslam alemi, Batı dünyası ve diğer toplumlar için de önemli bir refah kaynağı olacaktır. Bu toplumlar karşılarında güven içinde, tedirginlik duymadan iş birliği yapabilecekleri, ticari faaliyet içinde olabilecekleri bir güç bulacaklardır. Ayrıca Batılı kurum ve kuruluşların sürekli olarak bu bölgelerin kalkınması için aktardıkları fonlara da gerek kalmayacak, bu fonlar dünya ekonomisinin güçlenmesi için kullanılacaktır.

 

 





Birlik olmayan Islam aleminin, zarar gören Müslümanları  koruması ve kollaması mümkün olamaz. Ama 1 milyarı aşkın  nüfusuyla Islam alemi birlik olduğunda, dünyanın herhangi bir köşesinde tek bir Müslümanın parmağının ucu dahi zarar görmez.





SONUÇ: AKAN KANI ANCAK  TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ DURDURUR

Doğu Türkistan’da Temmuz ayında yaşanan zulüm, Müslüman kardeşlerimizin ilk defa karşılaştıkları bir durum değildir.

-Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz yaklaşık 60 yıldır türlü işkencelere maruz kalıyorlar ve akıl almaz baskı altındalar.

-Filistin’de Müslümanlar yarım asrı aşkın süredir katlediliyor, kendi topraklarında sürgün hayatı yaşıyorlar.

-Irak’tan hemen her gün ölüm haberi geliyor. Kerküklü kardeşlerimiz ölüm korkusuyla yaşıyorlar.

-Kırım’da Müslümanlar zorluklar altında varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar.

-Afganistan’da neredeyse her gün Müslüman kanı dökülüyor.

-Pakistan’da binlerce Müslüman kendi ülkesinde mülteci konumuna düştü.

-Yakın geçmişte Bosnalı Müslümanlar, tüm dünyanın gözü önünde, Avrupa’nın ortasında, acımasızca soykırıma tabi tutuldu.

Pek çok ülkede hapishaneler, düşüncelerinden ve inançlarından dolayı tutuklanmış olan Müslümanlarla dolayı. Bu acıların, bu katliamların, bu sıkıntıların, bu çilelerin hiçbiri yeni değil. Müslümanlar, neredeyse yüzyıldır baskı altında acımasızca eziliyor. Bu fitnenin son bulması, akan kanın durması ise ancak Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla mümkündür. Filistin’i, Irak’ı, Afganistan’ı, Doğu Türkistan’ı, Kırım’ı, Kerkük’ü, Moro’yu kurtaracak açık, net ve tek kesin çözüm Türk-İslam Birliği’dir.

Artık daha fazla Müslüman kanı akmaması, İslam ülkelerindeki fakirliğin ve yokluğun son bulması, Türk-İslam coğrafyasındaki kargaşa, anarşi ve terörün tam anlamıyla ortadan kalkması, huzurlu, güvenli, müreffeh, aydınlık bir medeniyet inşa edilmesi için Türk-İslam Birliği’nin kurulması şarttır. Birlik olmayan İslam aleminin, zarar gören Müslümanları koruması ve kollaması mümkün olamaz. Ama 1 milyarı aşkın nüfusuyla İslam alemi birlik olduğunda, dünyanın herhangi bir köşesinde tek bir Müslümanın parmağının ucu dahi zarar görmez. Bugün Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm karşısında sadece Türkiye’de tepki gösterilmektedir. Türk-İslam Birliği kurulsa ve bu geniş coğrafyanın tamamında Çin zulmüne tepki gösterilse, böyle bir zulüm devam edemez.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki Çin zulmünü durduracak olan Çin mallarının yakılması değildir. Tek başına bu yöntemlerle netice alınmadığı tecrübe edilmiştir. Kesin netice alınmasının tek yolu, Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıdır. Birlik olmuş bir Türk-İslam alemi, son derece caydırıcı ve etkili bir güce sahip olacaktır.

İslam ahlakının özünde birlik vardır. Yüce Allah Kuran’da “... Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) ayetiyle yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. Tüm Müslümanlar bu emre uymakla yükümlüdür. Türk İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Açıktır ki birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın Türk İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. Müslümanların gücü, kuvveti ve menfaati birliktedir.

i The Los Angeles Times, 1 Aralık 1983
i A.g.e.
ii Peter Morison, Religion in Communist Lands, no 12, 1984
i Götterdämmerung on the Silk Road, 9 Haziran 2001
iv Der Spiegel, 16 Ağustos 1993
v China Daily, 26 Nisan 1999
vi China Daily, 4 Ocak 1999
vii Doğu Türkistan 1999 İnsan Hakları İhlalleri Raporu, www.doguturkistan.net/ih/rapor99.html


SAYIN ADNAN OKTAR’IN TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

“Türk İslam Birliği Kurulmadığı Sürece Akan Kan Durmaz”

ADNAN OKTAR: Türk- İslam Birliği’nin olmadığı dönem hep acı dönemi olacaktır. Yani bunun çaresi yok. Bunu Kafkaslarda da görürüz, başka bölgede de görürüz, halen görmeye devam ediyoruz. Bunun önü sonu kesilmez, bu kan durmaz. Bunun tek çözümü Türk- İslam Birliği’dir. Bunu geciktirmek vebal altında bırakır insanları. Onun için, bizim millet olarak, Türk Milleti olarak bunun için var gücümüzle Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye, Doğu Türkistan, bütün Türk Devletleri, Kırgızistan, hepimiz bir kere bu birliği acil bir araya gelip halletmemiz gerekiyor. Geçen her gün zararımıza ve aleyhimize olur Allah esirgesin. Bakın bugün Gürcistan’da akan kanlar, Abhazların sıkıntısı, Rusların çektiği ızdırap, bunların hepsinin kökeninde Türk-İslam Birliği’nin olmaması yatıyor. (Sn. Adnan Oktar’ın Apa Haber Ajansı (Azerbaycan)  Röportajı (Ağustos 2008))

“Müslümanların Birlik Olması Farzdır”

ADNAN OKTAR: Müslümanlar çözümüne yanaşmadıkları için bu olaylar devam ediyor. Çözümü, bütün Müslümanların birlik olmasıdır, bu farzdır, Allah’ın emridir. Yani namaz kılmak gibi, oruç gibi farzdır. Bir insan namazını kılmıyorsa fısk içindedir. İslam âleminin birleşmesini ve birlikte hareket etmesini istemiyorsa yine fısk içinde olur. Yani günaha girmiş olur. Bunun en güzel çözümü, Türk Milletinin öncülüğünde Türkiye’nin öncülüğünde Türk Devletlerinin desteğinde bir Türk-İslam Birliği’dir. Türk milletini lider olarak görmemin nedeni ahlaken ve mücahit ruhu yönünden çok güçlü bir millettir, metafizik bir millettir Türk Milleti ve özel görevlidir, Allah öyle yaratmıştır. Yani Allah’ın kılıcıdır Türk milleti, Seyfullahtır, böyle bir özelliği vardır. Yani kılıç derken gidip insanları doğramak, kesmek değil, adalet kılıcı bu, adaletiyle, güzel ahlakıyla, sevgisiyle, şefkatiyle, merhametiyle, dürüstlüğüyle Türk Milleti bu konuda   liderlik görevini mükemmel yapacak güce sahip ve tecrübesi var, yüzlerce yıllık bir tecrübesi var. Yani üç kıtada İslam ülkelerini gayet güzel mutluluk içinde, huzur içerisinde yönetmiş, az bir güçle. Bu aynı yapının yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Yeni, modern Osmanlı gibi bir Türk-İslam Birliği’nin oluşması gerekiyor. Böyle bir yapılanmada Hıristiyanlar, Museviler hatta Budistler, ateistler herkes rahat eder. Bütün Müslüman âlemi huzur içinde yaşayacaktır.
(Sn. Adnan Oktar’ın Abu Dhabi Tv Röportajı (19 Şubat 2009))

Masaüstü Görünümü