Harun Yahya

Müslümanlar Iraklı Ateistlerin kimliklerini tanımalı mı?




Ateistlerin kimliklerinin tanınması üzerine yaptıkları bir girişim, dinin günlük hayatta son derece önemli bir yer teşkil ettiği bir bölgede gerçekleşiyorsa elbette daha fazla dikkat çekiyor. Ortadoğu'da, %97'si Müslüman olan Irak'ta, ateistlerin kendi kimliklerine ve haklarına saygı gösterilmesi talebi de dünya medyasında ilgiyle izlenen bir konu. Peki Irak’ta ateist kimlikleri ile tanınma hususunda sorun yaşayan bu grup dahil, Müslümanların gayrimüslimlere bakış açısı hakkında ne diyebiliriz?

Öncelikle hemen şu konuya değinmek gerekir ki, bir Yaratıcı'nın varlığı kainata bakar bakmaz açıkça fark edilir. Ne var ki bazı durumlarda kişi depresif bir ruh haline girer ve bir fikir bunalımı yaşar. Ateizm de çoğunlukla bu tür bir bunalım sonucu oluşur. Karamsarlık, ümitsizlik ve en çok da sevgisizlik; kimsenin kendisini sevmediği düşüncesi ve kendisinin de kimseye karşı sevgi besleyememesi durumu, içinde bulunduğu karanlık ruh halini tetikler. Bu nedenle de ateistlere karşı sevgiyle yaklaşmak, saygı duyulduğunu kendilerine hissettirmek güzel ahlakın tebliğinde büyük önem arz eder. Nefretin ve tahammülsüzlüğün temelinde bilgi eksikliği ya da dezenfermasyon sonucu meydana gelen cehaletin yattığı unutulmamalı, şefkat dolu bir yaklaşım sabırla devam ettirilmelidir. Tarih boyunca Peygamberler insanları inanmaya asla zorlamamış, dine davetlerini her zaman sevgi ve şefkatle, karşı tarafa saygı duyduğunu açıkça hissettirerek yerine getirmişlerdir.

İslam tarihi Müslümanların gayrimüslimlerle her zaman sulh içinde yaşadıklarına dair pek çok örnekle doludur. Zira İslam’ın yayılmasında da baskıcı düşünce değil, bu kapsayıcı ruh etkin olmuştur. Endülüs Emevi Devleti bünyesindeki Museviler, Avrupa’nın her noktasında ezildikleri ve baskı gördükleri bir dönemde, Müslüman bir yönetim altında kendi kültürlerinin altın çağını yaşamışlardır. Yaklaşık 711-1031 yılları arasında İspanya’da yaşanan gelişmeler Musevi kültürünün Rönesans’ı olarak kabul edilir. Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasının ardından İspanya’dan çıkarılışlarında da Musevilerin yardımına Müslüman Osmanlı Devleti koşmuş ve onları güvenlik içinde kendi topraklarına taşıyıp yerleştirmiştir.

Elbette ateistlerin konumunun, Müslümanlar tarafından Ehli Kitap olarak görülen Museviler—ve Hıristiyanlardan—farklı olduğunu düşünenler olacaktır. Oysa bundan yaklaşık 150 yıl önce Londra, Paris, Hamburg gibi Avrupa kentlerinde Müslümanların izine çok nadir rastlanırken, gayri-Müslimler Osmanlı İmparatorluğu boyunca rahatlık içinde yaşamışlardır. Bunlara Dürziler, Mecusiler, Şamanlar, Paganlar da dahildirler. Din konusunda hiçbirine baskı ve zorlama yapılmamıştır. Bu doğru bir bilgi mi emin değilim

Unutulmamalıdır ki, din ve düşünce özgürlüğü çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz bir şartı, dahası bir insanlık hakkıdır. Hangi dine, hangi millete, hangi ırka mensup olursa olsunlar bireylerin en önemli haklarından biri sayılan din, düşünce ve ifade özgürlüğünün hukuk düzeniyle korunması bir zorunluluktur. İslam dinin de “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.” (Bakara Suresi, 256) ve "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6) gibi birçok ayetle insanların dini inançlarında özgür oldukları bildirilir.

Ateistler, sadece Irak’ta değil, dünyanın her yerinde var olan bir inanç grubudur. MÖ 5. yüzyıla kadar giden Antik Yunan’dan başlayarak tarihi metinlerde ateistlerin varlığından bahsedilir. Erken dönem Hint kültüründe de MÖ 6. yüzyıldan itibaren teizme karşı bir inanç olarak gelişen “Carvaka” ekolü belki de en eski ateist geleneklerden birini oluşturur. İnanç grubu tanımlamasına bazı ateistler karşı çıkabilir, oysa bir Yaratıcı'nın varolduğuna inanmak gibi, olmadığına inanmak da bir inanç meselesi olarak değerlendirilmektedir. İnancın açıkça ifade edilmesi ise her zaman teşvik edilmesi gereken bir olgudur. Çünkü aksi, yani inanmadığı halde inanıyor izlenimi vermek kişiyi münafık konumuna sokar. Bir insana baskı ve zorlama ile bir fikre inandığını söyletmek doğal olarak onu münafıklığa itecek ve söz konusu fikre karşı daha da önyargılı bir hale getirecektir.

Başta sorduğumuz sorunun cevabına gelecek olursak; günümüzde İslam dünyasının gayri-Müslimlere karşı gösterdiği düşük toleransı açıkçası İslam tarihinin hiçbir döneminde görmüyoruz. Dahası Müslüman dünyasında popülaritesi giderek artan bir başka politik tavırdan da söz etmek mümkün; kimi Müslümanlar yalnızca gayrimüslimlere değil, kendisi gibi düşünmeyen tüm diğer Müslümanlara karşı da cephe alıyorlar.

Doğrusu şu ki inançlı bir insan kendi yaşam tarzı ve davranış biçiminin Allah’ın rızasına uygun tek yol olduğunu düşünebilir ve din temelli bu kanaatinden dolayı da suçlanamaz. Ancak bu noktada karşı tarafı yargılayabilecek tek gücün Allah olduğunu da unutmaması gerekir. Çünkü Allah bizlere hangi fikirden ya da inançtan olduklarına bakmadan tüm insanlara sevgi ve saygı çerçevesinde kardeşçe yaklaşmayı emretmektedir. Dolayısıyla yargılama merciinin insanlar değil yalnız ve yalnız Allah olduğunu hatırlamak, tüm dünyada barışın tesisinde önemli bir yol olacaktır.

İslam bir şehir, medeniyet dinidir. Müslümanlar ise bu güzel ve medeni ruhu temsil etmekle sorumlu kiiilerdir. Aksi takdirde bilgilendirilmemiş insanların İslam denince akıllarına gazete başlıklarındaki vahşet ve insan ırkının geri kalanı ile bağlantıya geçmek istemeyen, modern dünyayı anlamayan, içine kapalı bir getto topluluğunun gelmesini eleştiremeyiz. Dikkat edilirse özellikle son zamanlarda İslam’a dair tartışmalar ve yöneltilen eleştiriler genel olarak bu çerçevededir. Oysa İslam Medeniyeti'nin zenginliği tüm bu tartışmaların üzerinde tarihi bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Allah’a inananlar, inanmayanlar, şüphede olanlar; hepimiz bu dünyada barış içinde yaşayabiliriz. Hiç şüphesiz baskı ve zorlama ile iletişim kanallarını kapatmak, dünyanın geleceği için pozitif bir sonuç oluşturmayacaktır.

Adnan Oktar'ın Fair Observer'da yayınlanan makalesi:

http://www.fairobserver.com/region/middle_east_north_africa/should-muslims-recognize-the-identity-of-atheists-in-iraq-91057/

Masaüstü Görünümü