Harun Yahya

Önce insanlık. Nefrete hayır.




“Önce insanlık. Nefrete hayır.” Bu sözler, yükselişte olan faşizmi protesto amacıyla meydanlara inen Fransız gençleri tarafından dile getirildi.

“Dünyada nüfus patlaması sorununa Ebola virüsü çare olur.” Göçmen karşıtlığı üzerine söylenmiş bu vahim söz de, yine Fransa’dan, Fransız aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin kurucusu ve onursal başkanı Jean-Marie Le Pen tarafından söylendi.

Jean-Marie’nin en küçük kızı Marine’in önderliğindeki Ulusal Cephe, Fransa’da AP seçimlerinde %25’le en yüksek oyu aldı. Sadece Fransa değil, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de aşırı sağcılar oylarını yükselterek büyük bir tedirginliğe yol açtılar. Söylem ve felsefelerini “ırkçılık, göçmen karşıtlığı, İslamofobi ve birlik yerine münferit olma” üzerine kuran bu partiler

Danimarka’da %23, İngiltere’de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi %28, Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi %19,5, Macaristan’da Jobbik Partisi %15, Finlandiya’da Gerçek Finler Partisi %13, Belçika’da Yeni Flaman İttifakı %30 ve Yunanistan’da da Altın Şafak %9,5 oy aldılar.

Avrupa’daki bu ciddi “sevgisizlik” sorunu sadece AP seçimleriyle ortaya çıkmadı. Avrupa’daki ırkçılığın ilk temelleri Sparta devletiyle karşımıza çıkıyor. Faşist anlayış ürünü olan engizisyon uygulamaları da Avrupa ortaçağını çok karanlık bir hale sokmuştu. Almanya ve İtalya’da faşizm 2. Dünya savaşı esnasında o çok karanlık ve çirkin yüzünü iyice gösterdi. İspanya’da baskıcı ve antidemokrat Franco’nun faşist yönetimi 1975’e kadar devam etti. 1963 ve 1974’te Yunanistan faşist cuntaların darbeleriyle sarsıldı. Balkanlarda yakın tarihte ırk ve dinsel taassuplar nedeniyle kanlı savaşlar ve yoğun katliamlar yaşandı. Avrupa’nın doğusu Ukrayna’yla adeta bir yangın yerine döndü. Almanya’da özellikle Türkler olmak üzere yabancı işçi ve göçmenlere çok yoğun NeoNazi şiddeti uygulanıyor. Romen vatandaşlar da birçok ülkede sözlü saldırılara uğruyor.

Avrupa’da yükselen faşizmden bahsederken Norveç’te 77 kişiyi öldüren, katil Breivik’in felsefesini gözardı etmek de olmaz. Breivik, Nazilerin kullandığı ırkçı selamını vermeyi sürdürdüğü mahkemelerde aşırı sağcılık propagandası yapmaya devam etmişti.

Yüzlerce yıldır bir arada yaşayan insanlar sokakta karşı karşıya geldiklerinde birbirlerine nefretle bakan bir konuma gelmemeli. Bu dünya her görüşten insanı kucaklayacak kadar geniş. Aşırı sağ düşünceler, sadece İslamofobi veya göçmenlik şeklinde de tezahür etmiyor. Musevi olmak da, o insanların kendini olabildiğince gizlemesine sebebiyet veriyor. Yoğun bir Yahudi karşıtlığı ve nefreti her yerde kendini gösteriyor. Bu asla kabul edilebilir bir durum değil.

Avrupa’daki ayrılıkçı hareketler de bir başka büyük sorun. İspanya’da ETA terörü etkisindeki bölgede, çok rahatsız edici bir boyutta Basklı ayrımcılığı var. Yine aynı ülkede Katalanlar da sık sık ayrılmak istediklerini belirtiyor. Bu tarz bir tahammülsüzlük Belçika’da da kendini gösteriyor. Flemenkler Belçika’dan ayrılmak istiyor. Aynı şekilde İtalya’da da Veneto halkının büyük bir bölümü de ülkelerinin borç yükünü bahane ederek ayrılmayı dile getiriyor. Ülkenin zor döneminde zorlukları paylaşmamak, bence ciddi bir sevgisizlik ve vefasızlık sorunu.

İleri demokrasinin, medeniyetler ittifakının ve kültürün merkezi olarak düşündüğümüz Avrupa’da ırkçılık o kadar rahatsız edici boyutlarda ki. Futbol sahalarında da kabul edilmesi imkansız protestolar birbirini takip ediyor. Daha önce İtalya'da Kamerunlu Eto'o ve Ganalı Prince Boateng ırkçı taraftarın hakaretlerine maruz kalmış ve Avrupa basınının gündemine oturmuştu. Ardından Tottenham'ın Galli futbolcusu Gareth Bale bu tarz ırkçı saldırılara maruz kalmıştı. Son olarak da Barcelonalı futbolcu Dani Alves ırkçı saldırıların hedefi oldu. Bunlar güçlü bir şekilde eleştirilse de konunun özünde yatan asıl sorunun üzerine gidilmeli, “sevgisizlik”.

“Spor dallarındaki bu ırkçı yaklaşımın temeli nereye dayanıyor olabilir?” diye düşünmek gerekir. Belçika’da çok uzak bir tarihte değil, 1958’de de Afrikalı siyahiler kafesler içine konularak insanlara sergilenmişti. Aynı şekilde Fransa, Almanya, İtalya, Polonya ve İspanya’da da “Human Zoo” adı verilen bu yerlerde Avusturalya, Afrika ve Amerika yerlileri insanlık onurları kırılacak şekilde sergilenmişti. http://lalehaber.com/yazaruyeyazi/Evrimcilerin-Kafese-Koydugu-Insanlar_/87#.U4hJIbzD8Tw.facebook

Avrupa’nın 70 yıl öncesine baktığımızda ise, kıtanın bir türlü bitmeyen savaşlar, kargaşalar ve çekişmelere sahne olduğunu görüyoruz. Bunların en kanlısı olan 2. Dünya Savaşı’nın ardından temelleri atılan ve günümüzde karşımıza çok güzel bir demokrasi örneği olarak çıkan Avrupa Birliği döneminde ise şiddet nihayet duruldu. AB insan haklarında, hukukta, kalitede ve sosyal devlet anlayışında bütün dünyaya örnek bir model olarak karşımızda duruyor.

Avrupa, sanayisiyle, turizmiyle ve tüm zenginlikleriyle çok geniş imkanlara sahip. “Birlik olmak, farklılıklara hoşgörü göstermek, sevgi bağları kurmak”, bunlar kaliteden taviz vermeden de yapılabilir. Sabır, eğiticilik, güzel ahlak ve her şeyden önemlisi sevgi politikaları üzerine tesis edilmiş bir birliği dünya arenasına çıkarmak ise en güzeli. Avrupa sevginin buram buram dünyaya yayıldığı bir kıta olmalı. Tüm nefret politikalarını önleyerek bütün insanlığı kucaklamalı.

Emperyalizm, aşırı sol ve aşırı sağ gibi kavramlar, vahşi kapitalizm ve radikalizm gibi insan fıtratına ters yapılanmalar, kısaca tüm bu ‘izm’ler artık tarih olmalı. Avrupa Birliği bunu gerçekleşmeye muktedirdir, yeter ki ırk ve din birliği değil bir sevgi birliği olmak için yeni ve güçlü bir atılım gerçekleştirirse...

Adnan Oktar'ın MBC Times & The Bosnia Times'da yayınlanan makalesi:

http://www.mbctimes.com/english/humanity-first-no-to-hatred

http://www.thebosniatimes.com/en/humanity-first-hatred/


Masaüstü Görünümü