Harun Yahya

Ortadoğu'da Hristiyan Dünyası




Arabistan toprakları, İslamiyet’in doğuşu ile birlikte üç dinin aynı anda yaşandığı kutsal mekanlar haline geldi. Mekke’de putperestlerin ağır baskısı altındaki Müslümanların ilk hicreti Etiyopya (Habeşistan) idi. Müslümanları Hristiyanlar ağırladılar. Kendi evlerinde konukladılar, kendi sofralarında misafir ettiler, kendi kıyafetlerini giydirdiler. Çünkü dinin esası budur: Sevgi, şefkat, koruyuculuk.

Peygamberimiz (sav), güzel bir jest olarak Kitap Ehli’nin (Hristiyan ve Musevilerin) ziyafetlerine katılır, hastalarını ziyaret eder ve onlara ikramda bulunurdu. Necran Hristiyanları kendisini ziyarete geldiğinde ise kendi abasını onlar için sermiş ve onun üzerine oturmalarını istemiştir. Bu üstün nezaket, Kuran’ın Kitap Ehli’ne yaklaşımı ve Peygamberimiz (sav)’in üstün ahlakını görmek adına çok şey anlatır.

Peygamberimiz (sav) döneminde Arabistan toprakları, Kitap Ehli ve Müslümanlar arasında bu nezaketin ve sevginin hüküm sürdüğü bir bölgeydi. Medine devletinde Peygamberimiz (sav)’in Kitap Ehli ve putperestlerle gerçekleştirdiği ilk demokratik anlaşma sayılan Medine Vesikası bu konuda benzersiz bir örnektir. Yapılan anlaşma sonucunda devletin fertleri, din ve ırk fark etmeksizin eşit sayılmış, tüm inançlara saygı esas alınmış ve herkes için adalet şartı getirilmiştir. Kişilerin haklarının birlik içinde savunulacağı ibaresi de önemli bir şart olarak yer almış ve bu anlaşma uygulamaya geçirilmiştir.

Arabistan toprakları hala Hristiyanları barındırıyor. Nüfus çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu bölgede Hristiyan popülasyonunu görmek sevindirici. Çünkü Kuran’a göre, Kitap Ehli Müslümanlar için özel bir yere sahip. Ve tıpkı Peygamberimiz (sav)’in uygulamasında görüldüğü gibi, mutlaka Müslümanların şefkati, koruması ve güvencesi altında olmalılar.

Şu an bu toprakların bir kısmında öne çıkan tablo ise, bu beklentiden biraz farklı. Özellikle son birkaç yılda Hristiyanlar için en tehlikeli ülkelerin başında Suriye, Irak ve Afganistan geliyor. Yıllarca Hristiyanların Müslümanlarla huzur içinde yaşadıkları Suriye toprakları, özellikle 2013 yılında Müslümanlar için olduğu kadar Hristiyanlar için de bir kabus ülke halini aldı. Hristiyanlara yönelik saldırıların sebebini ise, dini ayırımcılık oluşturuyor. 2013 yılında sadece Suriye’de, 2012 yılında tüm dünyada olduğundan daha fazla Hristiyan dini ayırımcılık nedeniyle katledildi. (Deaths of Christian ‘Martyrs’ Doubled in 2013, Time, http://world.time.com/2014/01/08/deaths-of-christian-martyrs-doubled-in-2013/)

Irak’ta durum bundan farklı değil. Diktatörlüğe karşı bir müdahale olarak başlatılan Irak savaşı, geride daha büyük bir vahşet bıraktı. Bu vahşet, ülkenin kendi vatandaşlarının katledilmesine sebep olurken bir yandan radikalizmi, bir yandan da mezhep çatışmalarını körükledi. Gelişen ürkütücü zihniyetin hedeflediği kesimlerden biri yine Hristiyanlardı.

Askeri müdahalenin bir kısım radikalleri hareketlendirdiği Mısır da 2013 yılında bundan farklı değildi. Siyasete tankların girmesi öfkeli fanatikleri daha da öfkelendirdi. Bu öfkenin sonucunda katledilen Hristiyanlar ve yakılan muhteşem kiliseler gazete manşetlerindeydi. (Burada belirtelim, Müslüman Kardeşler kiliselerin yakılması eylemini kınayan resmi bir açıklama yayınlamışlardır. Dolayısıyla burada kastedilen Müslüman Kardeşler değil, şiddet eğilimli radikal kişi ve gruplardır). Oysa Kuran’a göre kiliselerin, havraların korunması ve bakımı Müslümanların üzerine bir sorumluluk değil miydi? Peygamberimiz (sav) zamanında kilise ve havralar Müslümanlar tarafından onarılmamış mıydı? Müslümanlığa ait bu gerçekler nasıl bu kadar kolay unutulmuştu?

Unutuldu, çünkü 14 asırlık sevgi ve barış dini olan İslam dininin yerine birkaç on yıldır geliştirilmiş olan batıl bir başka din konmak istendi. Bu sahte dinin adı ise bağnazlık. Bağnaz düşünce öfkeyle birlikte yoğrulur ve şiddetle birlikte güçlenir. İşte Ortadoğu’daki şiddet politikası bağnazları şiddete daha fazla yöneltti ve kendi sahte dinlerinden başka hiçbir şeye tahammülü olmayan radikalleri meydana getirdi. Asırlardır Müslümanlarla Hristiyanların birlikte yaşadıkları topraklar artık yaşanamaz hale geldi. Asırlardır Müslümanların arasında huzur içinde yaşamış olan Kitap Ehli, tehdit altında yaşar oldu.

Bütün bunların ışığında şu gerçeğin mutlaka iyi anlaşılması lazım: Şu anda Ortadoğu’da kaygı verici şekilde artan Hristiyan nüfusa yönelik öfkeli yaklaşımın İslam’dan kaynaklandığını iddia etmek, büyük ve ciddi bir yanılgıyı beraberinde getirecektir. Söz konusu öfke, tam tersine, gerçek İslam’ın terk edilmesinin bir sonucudur. Radikalizmi besleyen sahte dinin kaynağı, İslam dininin kaynağı olan Kuran değil, hurafelerdir. İşte bu nedenledir ki bu sahte dinin ortadan kaldırılması yalnızca Kuran ile mümkündür.

Tüm dinler sevgi üzerine kuruludur. Eğer bir din sevgiden uzaklaşmışsa, gerçek kaynağından uzaklaşmış demektir. Radikallerin dünyasında da böyle oldu. Onlara sevginin yolunu açmak, bir Müslüman için Kitap Ehli’nin değerinin ne olduğunu onlara anlatmak için yegane yol, onları Kuran ile eğitmektir. Batı dünyası, eğer Ortadoğu’da daha fazla vahşet görmek istemiyor, orada yaşayan Müslüman ve Hristiyanların canı için kaygı duyuyorsa; bedava dağıtılacak kitaplar ve CD’ler ile Kuran’dan delillerin gösterildiği bir eğitim programına ağırlık vermelidir. Müslümanların, Hristiyanların, İsrail’de kaygı içinde yaşayan Musevilerin ve bu vahşeti istemeyen tüm insanların kurtuluşu için başvurulması gereken tek yöntem budur. Bunun için ise, ılımlı Müslüman, Hristiyan, Musevi ve tüm iyi insanların ittifakı şarttır. Bu vahşeti önlemenin en güzel yolu bu olacaktır. 

Adnan Oktar'ın Weekly Blitz'de yayınlanan makalesi:

http://www.weeklyblitz.net/2014/07/christian-church-middle-east/

Masaüstü Görünümü