Harun Yahya

Avrupa Birliği her şeyden önce ekonomik bir yapı olmanın bedelini ödüyor




2008 yılında ortaya çıkan ve dünyanın pek çok ülkesini kasıp kavuran ekonomik krizin en çok etkilediği yerlerden biri olan Avrupa'da toparlanmanın kolay ve hızlı olmayacağı uzmanlar tarafından sıklıkla yazılıp çizilmişti. Geçtiğimiz haftalarda uluslararası kurumlar tarafından üst üste açıklanan raporlar uzmanların bu tahminlerini doğrular nitelikte. Krizin Avrupa'da sona ermediği yönündeki iddia raporların ortak noktası. Bu iddiayı paylaşanlardan biri de geçtiğimiz yıl bu tarihlerde "Euro Bölgesi Krizi Henüz Sona Ermedi" başlığı ile yayınladığı raporun tam bir yıl ardından "Euro Bölgesi Krizi Hala Sona Ermedi" başlıklı yeni bir rapor sunan uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P. Kuruluşa göre Avrupa'da krizin en kötü dönemi geride kalmışsa da henüz bitmiş değil, dahası yepyeni bir ivmeye girmiş durumda.

Ağır yara alan ve çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ekonomi bir yana, Avrupa'da en ürkütücü olan giderek fakirliğe sürüklenen bölge halklarının durumu. Avrupalılar mutlu değil. Son yılların özeti gitgide sıkılaştırılan ekonomik tedbirlere ve kemer sıkma politikalarına halkın artan tepkisi ve işsizlik nedeniyle milyonların gerçekleştirdiği sokak protestoları. Birlik sınırları içerisinde yaşayanların yüzde 24'üne karşılık gelen yaklaşık 120 milyon kişi yoksulluk sınırında. Ağır borç krizi yüzünden işlerinden olan ya da maaşları düşürülen halk, çektikleri kredileri ödeyemez hale geldi. Krizden büyük yara almış olan Yunanistan’da çok sayıda kişi evlerini kaybetmekten korkuyor. İtalya’da, İspanya'da, Portekiz'de geri ödenemeyen kredi miktarı yüz milyarlarca Euro’ya ulaştı. Kredi krizi orta sınıfın her üyesini etkiliyor. Öte yandan başta Yunanistan, Portekiz ve İspanya olmak üzere işsizlik sorununa hala çözüm bulunamadı. İspanya'da ev kredisini ödeyemeyip intihar edenlerin sayısında hızlı bir artış gözleniyor. Birliğin en güçlü ülkesi Almanya'da ise bir yıl içinde ekonominin daha da kötüleşeceği öngörülüyor. Yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre her üç Almandan biri ülkede her an bir kriz ortamının oluşacağına inanıyor. Kısacası birliğin önünde çözüm bekleyen çok büyük meseleler var.

Peki ama Avrupa Birliği nasıl oldu da bu hale geldi? Birliğin tarihini kısaca hatırlarken sorunun gerçek kaynağını irdeleyelim. Birleşmiş bir Avrupa düşüncesi yıllarca birbirleriyle savaşan ve binlerce insanını kaybeden Avrupalılar için bir zamanlar yalnızca barışçıl bir hayalden ibaretti. 50'li yılların başında bazı Avrupalı lider ve düşünürler bu hayali gerçeğe dönüştürmek istediler. Onlara göre barışın yolu ortak bir pazar oluşturmaktı. Önce AKÇT, yani Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Bu süreç Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu, Avrupa Toplulukları, Gümrük Birliği ve en nihayetinde Avrupa Birliği’nin kurulmasıyla devam etti. Küreselleşme ile birlikte dünyada sadece ekonomik bir güç olmanın yeterli olmadığı görülmüş, siyasi anlamda da bütünleşmeye karar verilmişti. Birlik güneye doğru genişledi, üye sayısı onları geçti. 2002'de birliğin ortak para birimi olarak Euro'yu kullanmaya başlamasının ardından büyük bir genişleme dalgası daha gerçekleşti ve son olarak Hırvatistan'ın katılmıyla üye devlet sayısı 28'e ulaştı.

AKÇT'nin kurulmasıyla birlikte sağlanmak istenen barışın aracı "kömür ve çelik" olmuştu. Bunun nedeni tarih boyunca birbirleriyle savaşmış Fransa ve Almanya'nın kömür ve çelik endüstrilerinin biraraya getirilmesi, böylece bu hammaddelerden doğabilecek uyuşmazlıkların önlenmesi ve iki ülkenin yeni bir savaşa girmesinin engellenmesi olarak ifade edilse de ortada bir gerçek vardı ki o da binanın temelinin en baştan yanlış atılmış olduğu gerçeğiydi. Zira barışın aracı saf sevgi olmalıydı. Sevgi, dostluk ve kardeşlik tüm dünyanın olduğu gibi o yıllarda Avrupa'nın da en büyük ihtiyaçlarından biriydi ve hala da öyle. Uzmanlar son dönemde Avrupa Birliği'nde yaşanan sorunları çoğunlukla ekonomik açıdan değerlendiriyorlarsa da temelde yatan sorun birliğin bir sevgi birliği, kardeşlik birliği değil, ekonomik ve ekonomi temelli siyasi bir birlik oluşudur. Oysa birlik demek dostluk, kardeşlik, birliktelik demek, her şeyi birlikte paylaşmak demektir, fedakarlık ve dayanışma demektir. Bir yerde birlik varsa orada sevgi vardır, huzur ve bereket vardır. Birliğin asıl aracı olan sevgi; bağlılığın, hoş görmenin, kendini üstün görmemenin, herkesle eşit görmenin diğer adıdır. Materyalist bir anlayış ve maddi menfaatler üzerine kurulu sevgisiz, acımasız bir sistemde insanların mutsuz olacakları, bunun neticesinde yardımlaşmanın, dayanışmanın ortadan kalkacağı ve müthiş bir güvensizlik ortamının gelişeceği açıktır. Böyle bir yerde birlikten, dirlik ve düzenden bahsedilemez. Avrupa da sevgi ve dostluk esasına dayalı bir birlik kurmuş olsaydı, ekonomik açıdan geri kalmış ülkeleri zayıf halka olarak değil, yardım edilmesi ve kurtarılması gereken kardeşleri gibi görürdü; birliğin üyeleri her durumda muhabbetle, coşkuyla birbirlerine kenetlenseydi, hiç kuşku yok böyle bir birlik hiçbir koşulda zayıflamaz, gücünü, istikrarını yitirmezdi. Ancak o zaman kan kaybetmez, gerek maddi gerek manevi olarak çöküntüye uğramaz, aksine daima daha da güçlenirdi. Avrupa Birliği'nin bugün karşı karşıya kaldığı büyük sıkıntılardan kurtulmasının yolu süratle bu anlayışı hedeflemesi, bir çıkar birliği olmaktan çıkıp bir sevgi birliği, dostluk, kardeşlik birliği olma yönünde samimi çaba göstermesidir. 

Adnan Oktar'ın Blitz & MBC Times'da yayınlanan makalesi:

http://www.mbctimes.com/english/eurozone-crisis-is-the-european-financial-crisis-finally-over

 

http://www.weeklyblitz.net/2014/12/european-union-paying-price-economic-nature-else/

 


Masaüstü Görünümü