Harun Yahya

İnsanlık dışı ölüm cezasına tüm dünyada son verilmelidir




İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan özgürlüklerin önünün giderek açıldığı ve demokrasi anlayışının egemen olmaya doğru gittiği dünyada bugün hala ölüm cezasının uygulanıyor olması insanlığın en büyük ayıplarından biridir. Suçu her ne olursa olsun failin ölüm cezasına çarptırılması vicdanın kabul edemeyeceği derecede zalimane ve ilkel bir yok etme yöntemidir. Ceza, insanları terbiye için vardır ve günümüzün çağdaş ceza siyasetinde suçlunun iyileştirilip topluma kazandırılması hedeflenirken, ölüme gönderilen kişi için terbiye imkanı ortadan kalkmaktadır.

Yaşam hakkı insanın doğuştan sahip olduğu en temel haktır. Öyle ki yaşam hakkı olmadan diğer hak ve özgürlüklerden söz etmenin bir anlamı yoktur. Uluslararası sözleşme ve bildirgelerle koruma altına alınan bu hak için getirilen en dehşet verici kısıtlama ise ölüm cezasıdır.

Ölüm cezasını savunanlar ağır suçların önlenebilmesi için bu cezanın en etkili caydırıcı yaptırım olduğunu ve toplum düzenini korumakla yükümlü olan devletin görevini yerine getirebilmesi için şart olduğunu ileri sürerler. Oysa devletin ceza verme hakkı yaşamı sona erdirmeyi kapsamaz.

Ölüm cezası insaniyetten ve akılcılıktan uzak basit ve yoz bir öç alma girişimidir. Oysa devlet ve hukuk öç alma duygusuyla hareket edemez. Devletin görevi istisnasız herkesin hayatını korumaktır.

Doğrudan cinayet olan bu insanlık dışı uygulama bugün dünyanın pek çok ülkesinde yasaklanmış durumdadır. Uluslararası Af Örgütü'nün verilerine göre toplam 140 ülkenin kanunlarında ve pratikte ölüm cezası yasaktır. Ne var ki 58 ülkede ölüm cezası hala mevcuttur. Bu, söz konusu ülkeler açısından son derece utanç verici bir durumdur.

Dünyada en çok infaz uygulayan ve infaz kapsamı en geniş ülke Çin'dir. Çin insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluk gibi suçlar için de ölüm cezası uygulamaktadır ve bu doğrultuda her yıl binlerce insan ölüm cezasına çarptırılmaktadır. Çin hükümeti infaz rakamlarını gizli tuttuğu için hiçbir zaman idamların gerçek sayısına dair bir bilgi edinilememektedir. Acımasız bir ruhun hakim olduğu ülkenin dört bir yanında dolaşan idam otobüsleri suçlu buldukları kişileri evlerinden almakta, otobüsün içinde insanlara solunumlarını ve kalp atışlarını durduran iğne yapılmakta ve yaşamlarına son verilmektedir. Her ne kadar insan hakları örgütleri Çin'deki idamları kınamaya yönelik çeşitli girişimlerde bulunuyor olsalar da tüm dünya biraraya gelip çok yönlü bir baskı ve yaptırım başlatmadıkça Çin'deki bu vahşetin devam edeceği açıktır.

Ölüm cezasını en çok kullanan diğer ülkeler İran, Irak ve Suudi Arabistan'dır. Eskiye oranla idam sayısında artış olduğu ve daha önce ölüm cezasını uygulamadan kaldırmış bazı ülkelerin uygulamaya geri döndüğü belirtilmektedir. Bu ülkeler arasında Japonya, Hindistan, Pakistan da bulunmaktadır.  

Ölüm cezasının uygulandığı tek Batı ülkesi ise ABD'dir. ABD'de 50 eyaletten 38’i ölüm cezasını kabul etmektedir. Bugün ülkede idam sırasını bekleyen yaklaşık 24 bin mahkum bulunmaktadır. Kendini insan hakları ve özgürlüklerinin odağı ve savunucusu olarak kabul edip diğer ülkeleri insan hakları ihlalleriyle suçlayan ABD'nin böylesine anti-demokratik bir uygulamayı tüm dünyanın gözü önünde yapıyor olması ve yeteri derecede kınamayla karşılaşmaması oldukça şaşırtıcıdır. ABD'nin kendi içindeki kınamalar da yeterli değildir. Gerek kamuoyu gerek hükümet ve medya ölüm cezasının lehinde hareket etmektedir. Hangi parti hükümette olursa olsun ölüm cezasına devletin bakış açısı hep aynıdır; gelen hükümet bu bakış açısını desteklemek zorundadır. New York Times ve Houston Chronicle gibi gazeteler dışında pek çok medya kuruluşu ölüm cezasına destek vermektedir. Ayrıca ABD'li hakimlerin çoğunluğunun da ölüm cezası yanlısı oldukları ve savunmaları bu kritere göre seçtikleri, savcıların ise tekrar seçilememe korkusuyla ölüm cezasını savundukları bilinmektedir. Bu da adil olmayan bir yargılamaya neden olmaktadır. ABD gibi demokrasiye önem veren bir ülkede savunmanın hakimler tarafından seçilmesi son derece vahim bir durumdur. Hiç kuşkusuz savunmanın seçimi politik görüşü olmayan bağımsız bir kurum tarafından yapılmalıdır.

Öte yandan şu da bir gerçektir ki adalet ve hukuk sisteminin insan iradesine bağlı olarak işletilmesi adli hata olasılığını arttırmaktadır. İnsan rahatlıkla hata yapabilen bir varlıktır. En ufak bir adli hata masum bir kişiyi ölüme götürebilir. Bu da insan hakları ihlali açısından çok büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Nitekim ölüm cezası dönüşü olmayan bir cezalandırmadır. Tarihte birçok insanın mahkemelerin yanlış kararları ve siyasi gerekçelerle idam edildiği bilinmektedir. ABD'de ilk polis tahkikatında yapılan yanlışlıklar ve sonrasında da kişilerin iyi bir savunma sağlayamamaları sebebiyle pek çok mahkumun haksız yere idam edildiği sonradan ortaya çıkmıştır. Son 40 yıl içinde 146 idamlık mahkum yıllar sonra suçsuz bulunup serbest bırakılmışlardır. Özellikle DNA testleri kullanılmaya başladıktan sonra pek çok kişinin suçsuz oldukları halde idam edildikleri ispatlanmıştır.

ABD'nin insan hakları ihlali açısından bir diğer ayıbı zihinsel özürlülere ölüm cezası vermesidir. Uluslararası kanunlara aykırı olmasına rağmen federal mahkemeler akli dengesi bozuk mahkumları idam ile cezalandırmaktadır. Ayrıca ülkedeki ırkçı hareketin yargıya da hakim olması dünyanın gözünde ABD'yi insan hakları ihlalinde başta gelen ülkelerden biri kılmaktadır. Siyahiler, Asya ve Güney Amerika kökenli insanlar sıklıkla ırkçı saldırılara maruz kaldıkları gibi en temel vatandaşlık haklarından dahi mahrum bırakılmaktan şikayetçidirler. Siyahiler ve farklı etnik kökene sahip olan insanlar ülkede potansiyel suçlu olarak görüldüklerini ve yargısız infaza maruz kaldıklarını söylemektedirler. ABD'deki siyahi ve farklı kökene mensup mahkum ve tutukluların sayısı da beyazlara göre 3/2 oranında fazladır. Bir beyazı öldüren siyahi ya da farklı kökene mensup kişiye idam cezası verilme olasılığının, bir siyahiyi ya da farklı ırktan birini öldüren beyaza idam cezası verilme olasılığından 6 kat daha fazla olduğu bilinmektedir. Bu da ölüm cezası verilme oranı ile sanığın ırkı ve etnik kökeni arasında doğrudan bir ilişki olduğu yönünde bir izlenim vermektedir.

Maddi gücü olmayan kişilerin daha fazla ölüm cezasına çarptırılmaları ABD'deki bir başka insan hakları ihlalidir. Anayasa mahkemesinin da onayladığı gibi, mahkemede savunması iyi yapılan bir sanık ölüm cezası almaktan kurtulabilmektedir.

Tarih, bugün insanlık suçu olarak kara listeye alınmış pek çok vahşi cezalandırma yöntemine şahit olmuştur. Engizisyon mahkemelerinden kız çocuklarının diri diri gömülmesine kadar karanlık pek çok uygulama buna dahildir. Bir başka örnek olan işkence de tarihin büyük bir diliminde kanunlarda yeri olan meşru bir uygulama iken, bugün hemen hemen tüm dünyada suç kabul edilmektedir. Ölüm cezası da aynı bu şekilde artık tarihe karışması gereken çağdışı bir uygulamadır. Elbette ki bir suçlu cezalandırılırken suçlunun özellikleri, hangi suçu neden ve nasıl işlediği göz önünde bulundurulmalıdır. Buna göre herhangi bir sebep bulunmasa dahi suç işleyenlerin, sapık ruhlu canilerin, seri katillerin, devleti yıkmak, bölmek, başka bir devletin egemenliğine sokmak isteyenlerin, devlet ve millet aleyhinde suç işleyen vatan hainlerinin farklı bir cezaya tabi tutulmaları gerektiği açıktır. Ancak bu kişilerin yaşamalarının gereksiz olduğunu ileri sürmek son derece hatalı bir düşüncedir. Zira suç, suçlunun yaşama hakkı olmadığını göstermez. Suçluyu cezaevi hücresinde toplumdan tecrit etmek yeterlidir. Dolayısıyla ölüm cezası uygulayan tüm ülkeler bir an önce uygar ve insani bir yaklaşımla hareket etmeli, ağır suçların karşılığında uygulanacak en ağır ceza müebbet hapis olacak şekilde yeni bir düzenleme yapmalıdırlar. Hukuk devleti olmanın en temel şartı budur.

Hiç şüphesiz gerek Çin gerek ABD gerekse ölüm cezasını kabul eden tüm diğer ülkeler bugüne kadar sergiledikleri katı tutumu bırakarak ceza sistemlerinde vicdana ve insaniyete uygun bir düzenleme yaptıkları takdirde hiçbir şey kaybetmediklerini, aksine çok şey kazandıklarını göreceklerdir. Nitekim ölüm cezası insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını, dolayısıyla insanın hür iradesini, haysiyetini ortadan kaldıran bir uygulamadır. İnsanın yaşama hakkı elinden alındığında, diğer bir ifadeyle hür iradesine ve haysiyetine zarar verildiğinde, devletin de haysiyeti zarar görmüş olur. Hiçbir şekilde insani olmayan ölüm cezasına son verdikleri takdirde söz konusu ülkeler haysiyetlerine kavuşacaklar, tüm dünyanın gözünde saygınlık kazanacaklardır. 

Adnan Oktar'ın Amerika'nın siyasi bülteni Counter Punch & The News'de yayınlanan makalesi:

http://www.counterpunch.org/2014/12/26/the-inhuman-death-penalty-must-end/

http://www.thenews.com.pk/Todays-News-9-292970-Crude-revenge


Masaüstü Görünümü