Harun Yahya

İran Yemen’de Ayrılığı Değil, Birliği ve Kardeşliği Teşvik Etmeli




Arap baharı, antidemokratik yönetimlere karşı bir tepki ile başlamıştı. Tepki gösterenler her ülkenin kendi insanıydı. Tepkilerin başladığı ilk zamanlarda herkes zalim diktatör yönetimlerin tasfiye edilip yerlerine batı tipi demokratik yönetimler kurulacağını ümit ediyordu. Ne var ki, bir süre sonra bunun mümkün olamayacağı açıkça ortaya çıktı.

Otoriter Arap yönetimleri gidiyor, ama ülkelere demokrasi yerine iç savaşlar hâkim oluyordu. Bunda aşiret ve mezhebe dayalı ittifakların zayıflayan devlet otoritesinin yerini alma çabasının rolü büyük oldu. Irak’ta Saddam’ın, Libya’da Kaddafi’nin, Yemen’de Salih’in demir yumruğu ülkelerinin üzerinden kalkınca çeşitli gruplar bunu bir özgürleşme değil, hesaplaşma fırsatı olarak gördüler.

Bugün Arap dünyasındaki şiddet dalgasını oluşturan temel unsur Arap ülkelerinin farklı etnik ve mezhebi gruplardan oluşmasıdır. Ancak her zaman bu unsuru aktive eden dış etkenler mevcut olmuştur.

16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devleti'nin Ortadoğudaki topraklarının paylaşılmasını öngören Sykes-Picot Anlaşması Arap Dünyasını bölme adına atılan ilk siyasi adımdır. Bu anlaşma ile aynı dili konuşan, aynı dinin mensubu olan Arapların toprakları, İngiliz ve Fransız nüfuzundaki farklı bölgelere göre pay edilmiştir.

O günden beri bu senaryo, aktörleri değişiklik gösterse de, Ortadoğu’da oynanmaya devam etmektedir. İran bugün Ortadoğu’da Fransa ve İngiltere’den daha önemli bir aktördür.  Ne var ki bu aktörün de İngiltere ve Fransa gibi Müslümanları birleştirmek yerine bölmek üzere rol oynadığı görülüyor.

İran Ortadoğu’da cereyan eden parçalanma sürecinde Şiileri kendi siyasi hedeflerine hizmet eden askerleri gibi kullanmaya çabalıyor. Irak’ın güneyinde ve merkezi hükümetteki Şii hâkimiyeti tartışılmaz. Suriye’de Esad yönetimi ise İran’ın müttefiki olarak hareket ediyor. Lübnan’da Hizbullah ve Yemen’de Husiler İran’ın diğer partnerleri.

Yemen’deki İran etkisini görmek için ülkede İran malı silahları ya da İran Devrim Muhafızlarını yakalamaya gerek yok. Yakın geçmişe kadar Yemen’deki Sünnilerle ciddi bir anlaşmazlığı olmayan Zeydilerin, Bedreddin el-Husi'nin İran ziyaretinden sonra Ensarullah adı altında silahlı siyasal bir örgüte dönüşmesi çok şeyi anlatıyor aslında.

Yemen merkezi hükümeti, örgütün kaçak yollardan İran'dan ağır silah desteği aldığını iddia ediyor. Ayrıca Husilerin 2010'da hükümet ile giriştikleri savaşta kullandıkları Katyuşa roketleri, Lübnan'da Hizbullah'ın kullandıkları ile aynı türden. Bu Husilerin İran ve Hizbullah'tan  silah sağladığına dair bir işaret. Husiler ile İran arasındaki bağı önemli uluslararası kuruluşlar da dillendiriyor. Bunlardan birisi de Birleşmiş Milletler'e bağlı Gerçekleri Araştırma Komisyonu. Komisyon İran'ın Sa'da yakınlarındaki Kızıldeniz'in el-Luhayya limanına silah ulaştırmak için Eritre'de bir üs kurduğu, İran gemilerinin Aden Körfezi'nde korsanlarla mücadele bahanesiyle Yemen'e silah kaçırdığını iddia ediyor. Geçen sene Yemen sahil güvenlik güçlerinin içinde İran silahları bulunan ve Husilere gittiği söylenen "Cihan 1" isimli bir gemiye el koyması bu iddiaları doğruluyor. Ensarullah'ın Suriye'deki Esed rejimine destek gösterileri düzenlemesi ve Sünni karakterli Islah Partisi’ne karşı silahlı saldırılarda bulunması İran bağlantısının bir tezahürü.

Tüm bu bağlantılar uluslararası toplumda İran’ın Basra Körfezinden sonra Kızıl Deniz’in başını tutma stratejisinin bir sonucu olarak görülüyor. Bu gerçekleştiği takdirde İran can düşmanı olarak gördüğü Suudi Arabistan’ı güneyden de çevirmiş olacak. Arabistan’da İran’ın bu hedefine karşı boş durmuyor. Yemen’in tamamının ya da Babül Mendep’in Husi denetimine geçmemesi için çeşitli projeler geliştiriyor.

Nitelikleri ya da uygulama yeri neresi olursa olsun İran ve Suudi Arabistan’ın çatışmayı yaygınlaştıracak yeni girişimleri her ülkeye de zarar verecek. Örneğin İran mezhepsel farklılıkları kendi lehine kullanmaya çalışsa da kendi içi sanıldığı gibi bütünlükçü bir yapıda değil. Güney’de Araplar, Kuzeyde Azeriler ve Kürtler ülkede önemli etnik farklılıklar arz ediyor. Ayrıca Paştunlar ve Tacikler gibi İran’daki diğer etnik unsurların varlığını da unutmamak gerek. Daha önemlisi ülkedeki yönetimin otoritesi demokrasiden değil, silahlı güçlerden kaynaklanıyor. Dolayısı ile en ufak bir karışıklıkta şu an sessiz duran güçlü bir muhalefet iktidarı tehdit eder hale gelebilir. Bu nedenle İran’ın Arap dünyasındaki parçalanma sürecini bir fırsat olarak görmesi öncelikle kendisi açısından son derece riskli.

İranlı Şiiler ya da Yemenli Husiler ve Arap Sünniler unutmamalı ki, her ne gerekçe ile olursa olsun çatışma durumlarında Allah’ın insanlara emrettiği sevgi, saygı, fedakârlık, paylaşma gibi insani duygular, barış ve huzur ortamı tamamen ortadan kalkar. Dolayısıyla bu şiddetle çözüm arayan inanca göre çatışmanın nedeni bir gün politik farklılıklar, bir gün mezhep farklılıkları, başka bir gün de ırk farklılığı olabilir.

Gerçekte İslam dinine inanan, aynı Allah’a, aynı Peygamber’e aynı Kuran’a iman eden insanların birbirini mezhep farklılığı adı altında şiddete tabi tutmasının İslami bir temeli yoktur. İnsanların farklı inanıyorlar diye birbirlerini öldürüp, acımasızca katletmeleri gerekmez. 

Adnan Oktar'ın National Yemen'de yayınlanan makalesi:

http://nationalyemen.com/2015/03/13/iran-must-encourage-union-and-brotherhood-in-yemen-not-division/

Masaüstü Görünümü