Harun Yahya

Kıbrıs için yeni bir umut...




Kıbrıs stratejik önemi nedeniyle tarihin her döneminde ilgi odağı olmuştur. Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz havzasında bulunan yeni doğal kaynaklar sonucu daha da büyük önem kazanmıştır. Bunun nedeni Ukrayna krizi sebebiyle Rusya’ya konan ambargo ve enerji yoksulu AB’nin Rusya dışında kaynaklar aramaya itmesi. Tam bu dönemde ortaya çıkan bu kaynak AB için önemli bir alternatif haline geldi.  

Kıbrıs müzakerelerin önemli bir maddesi haline gelen doğalgaz ada halkının iki toplumunun ortak zenginliğidir. İşte bu nedenle Türkiye, Kıbrıslı Türklerin Güneydoğu Akdeniz’deki enerji arayışlarında kendisini yok sayan bir politikaya gitmelerine tepki göstermiş ve bu konuda asla taviz vermeyeceğini duruşuyla belli etmiştir. Şu an doğalgaz sorunlarıyla son derece ilişkili hale gelen Kıbrıs müzakereleri eğer taraflar barıştan, huzurdan, eşit paylaşımdan, adaletten yana olurlarsa olumlu yönde etkilenecektir.  Doğu Akdeniz’deki doğalgaz çalışmalarının hedefi sadece az miktardaki Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz ile sınırlı değil. İsrail ve Lübnan açıklarında çok daha yoğun olduğu tespit edilen doğalgaz için de bir koridor hazırlığı yapmak. Her iki bölgede bulunan doğalgazı Avrupa’ya ulaştırabilecek en güvenli ve en fizibl geçiş yolu ise Türkiye. Ve barış olmadıkça da bu gazın taşınması mümkün değil. İşte müzakere süreci ile enerji kaynakları arasındaki bağın sebebi bu.

Bilindiği gibi, 1983 yılında bağımsızlığını ilan etmesinin ardından KKTC’yi tanıyan tek ülke Türkiye. Ülkenin Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum tarafından ağır bir ambargo uygulaması, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla uluslararası hukuka ‘işgal altındaki topraklar’ olarak geçmesi müzakerelerin temel dayanaklarından. 2004 yılında Annan planıyla çözüme biraz olsun yaklaşılmış ancak yapılan referandumun Rum kesimi tarafından reddedilmesiyle herşey başa dönmüştü. Bu durum çözüme evet diyen Türk tarafını uluslararası arenada biraz olsun rahatlatsa da hala kimsenin tanımadığı ve Türkiye’ye tamamen bağımlı bir ülke. Yıllardır devam eden yoğun ambargo ve kısıtlamalar KKTC’yi ekonomik, siyasi ve askeri olarak Türkiye’ye bağlı kıldı. KKTC bütçesinin yaklaşık üçte birini Türkiye’den gelen yardımlar oluşturuyor. KKTC'nin savunma harcamalarının tamamı ve altyapı projelerinin çoğunun finansmanını yine Ankara sağlıyor. Türkiye’nin yardımları dışında Kuzey Kıbrıs’ın ekonomisi hizmet sektörüne dayanıyor. 2012’de KKTC’ye gelen 1 milyon 166 bin turistin yaklaşık yüzde 80’ini Türkiye vatandaşları oluşturuyor.

20 Temmuz 1974 yılında barışı sağlamak amacıyla Ada’ya harekat düzenleyen Türkiye hala 30 bin Türk askeriyle birlikte KKTC’de askeri varlığını sürdürüyor.  Bu askeri varlık da müzakerelerin önemli bir maddesini oluşturuyor. Ancak nedense Türkiye’yi ısrarla işgalci olarak göstermeye çalışanlar, Türk askerini Ada’dan göndermeyi müzakerelerin birinci şart olarak ortaya koyanlar 1963 yılından 1974 yılına kadar EOKA çeteleri tarafından basılan onlarca Türk köyünün, buralarda katledilen yüzlerce masum insanın hesabını sormuyorlar. Binbaşı Nihat İlhan’ın karısı ve üç çocuğunun bir küvet içinde katledildiği Kanlı Noel’i hatırlarına dahi getirmiyorlar. Yıllar boyunca tüm dünyanın gözü önünde devam eden bu katliama göz yumanlar, Türk ordusunun hem Kıbrıs halkını korumak adına yaptığı barış harekatını işgal olarak tanımlamakta bir beis görmüyorlar.

Oysa şu mutlaka bilinmelidir ki, Kuzey Kıbrıs Türk Kesimi Türkiye tarafından adeta Anadolu’da bir şehir olarak, Türkiye’nin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de bir nesil Kıbrıs sorunu ile büyümüş, Kıbrıs için savaşmış, Kıbrıs’ta şehit düşmüştür. Kıbrıs halkının güvenliğinden taviz vermek ihtimali dahi son derece ürkütücüdür Türk halkı için. Bu statükoculuk değil, verilen bedellerin şuurunda olmak ve oradaki halkın güvenliğini sağlamaktır. Türkiye için oldukça önemli olan AB üyeliğinin önündeki en büyük engel olarak öne sürülmesi dahi Türkiye’yi Kıbrıs konusundaki kararlılığından vazgeçirmedi. Türkiye’nin BM tarafından tescillenen, Londra ve Zürih anlaşmaları ile tespit edilen garantörlük hakkı Türkiye’nin Kıbrıs davasındaki kararlılığının uluslararası alandaki yetkisidir. Dolayısıyla Türkiye Kıbrıs davasında her zaman en önemli taraflardan biri olmaya devam edecektir.

Ancak son günlerde yaşanan tartışmaları duyarak yeni cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’nın farklı bir politika izleyeceği yönünde düşüncelere kapılanlar da yanılmaktadırlar. Sayın Akıncı kendi halkının taleplerini bağımlılıklardan uzak şekilde yerine getireceği taahhüdüyle seçilmiştir. Barışın sağlanabileceği konusunda 1974’den beri kapalı durumda olan Maraş bölgesinin BM gözetiminde yerleşime açılması, doğrudan ticaret ve direk uçuşlar için Magusa Limanı ve Ercan havalimanının kullanılması gibi somut vaatlerde bulunmuş ve ekonomik kriz içindeki Rum tarafı ile ticaret ve kaynak aktarımı meselelerinde istekli davranmıştır. Küçük bir adada iki devletin birbiriyle kaynaklarını paylaşması ve ticaret ilişkilerine girmesi zaten olması gerekendir. Bu nedenle çözümden yana davranması sevinilecek bir durumdur. Ancak o da çok iyi bilmektedir ki statükoyu reddetmek Türkiye’nin garantörlüğünü reddetmek anlamına gelmemektedir, Türkiye ile birlikte yeni politikalar geliştirmek mümkündür. Ayrıca barışın şimdiye kadar hep Rum tarafı tarafından engellendiğini de unutmamak gerekir. Rum tarafında uzun zamandır devam eden ekonomik kriz bile Rumları barışa yanaştırmamış, Kilise’nin bir kısım ültimatomları daima adadaki Rum halkını Türklerden uzak tutmuştur. Sayın Akıncı da Türkiye’nin ne gibi bedeller ödediğinin, Kıbrıs Türklerinin bugün güven ve huzur içinde yaşıyor olmalarının Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk askerinin varlığı sayesinde olduğunun farkındadır. Atacağı adımlar da hiç şüphesiz bu bilinçle olacaktır. Önümüzdeki günlerde başlayacak müzakerelerde Türkiye de hiç şüphesiz yine kolaylaştırıcı olacaktır. Tabi ki Türkiye her zaman savunduğu tezlerine sadık kalacak, kırmızı çizgilerinden vazgeçmeyecektir. Ancak Annan Planında da olduğu gibi her zaman çözümden, Kıbrıs halkının çıkarlarından yana olacaktır. Türkiye’nin baştan beri ada halkı için ısrar ettiği iki toplumlu, iki kesimli federatif bir devlet oluşturulması şartından taviz vermeyeceği, adayı Rum boyunduruğuna terketmeyeceği açıktır. Yapılması gereken en akılcı şey doğal gazlar yüzünden kavgaya tutuşmak ve çözümsüzlüğe gömülmek değil, bu zenginliği adil bir şekilde paylaşmak, Türkiye üzerinden en hızlı ve en az maliyetle Avrupa’ya taşımak, bu şekilde adada kalkınmayı sağlamak olmalıdır. Türkiye’den adaya gelmesi beklenen suyun da adil ölçüler içinde paylaşılması da Rum tarafı için büyük bir kazanç olacaktır. Sonuç olarak çözüm iki taraf da barış, huzur, refah ve kalkınma getirecektir. TC Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun söylediği gibi  “iki ayrı devlet ve millet olabiliriz, ama ülkelerimizi tek coğrafya imiş gibi planlamak akıl işidir. Bundan her iki ülke de kazançlı çıkar.” Kıbrıs’ta çözüme ulaşmak sadece adanın iki toplumu arasındaki ilişkilere değil, Türk-Yunan, Türk-AB ve gelecekte federal Kıbrıs -Türkiye ilişkilerine de ciddi katkı sağlayacaktır.

Adnan Oktar'ın Arabian Gazette'de yayınlanan makalesi:

http://www.arabiangazette.com/a-new-hope-for-cyprus-negotiations-20150521/

Masaüstü Görünümü