Harun Yahya

IMF: Tedavi mi yoksa hastalık mı?




 


Ekonomi kelimesi kulağa basit bir kelime gibi gelebilir, ancak insanlar üzerinde sosyal, politik, hukuki ve psikolojik açıdan çok büyük etkileri var. Toplumun temel taşı olan aile, iyi sosyal şartlarla mutlu bir hayat sürmeyi hedefler. Ebeveynler çocuklarına en sağlıklı yiyecekleri yedirmeyi, en iyi eğitimi sağlamayı, hastalandıkları zaman onları en iyi doktorlara götürmeyi ve en iyi şekilde bakılmalarını isterler. Tüm bunlara sahip olabilmek için, ailenin belli bir miktar paraya ihtiyacı vardır ve gelirlerini arttırmak için de çok çalışmaları gerekir.

Zorluk zamanlarında yani ihtiyaç içinde olduklarında, bazı şeylerden fedakarlık yapmaya başlarlar; harcamalarını kısarlar, harcamalarını azaltacak ve gelirlerini arttıracak yollar ararlar.  Ülkeler de çocuklarını mutlu etmeye çalışan ebenyvnlerden farksızdırlar, tek fark; ihtiyaçların ve beklentilerin sayısının karşılaştırılamayacak kadar büyük olmasıdır. Devletler ekonomik sorunlar nedeniyle vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılayamadıkları zaman, tıpkı bir anne babanın hasta olduğu zaman çocuklarını doktora tedaviye götürmesi gibi, ülkelerini doktora götürürler. Bu durumda doktor IMF’dir- Uluslararası Para Fonu. Evet, devletlerin başka hiçbir alternatif aramadan tek çözüm olarak IMF’e başvurmaya zorunlu olmaları veya IMF’in onlara doğru reçeteyi vermesi tartışmaya açık konulardır.

Hepimizin bildiği gibi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya iflas etmiş durumdaydı. Küresel ticaret ve tüm katılımcıları darmadağın hale gelmişti. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri bu durumdan adeta burnu bile kanamadan çıkabilmişti. Bu durumun üstesinden gelebilmek ve daha yeni, daha sağlıklı bir küresel ekonomik sistem inşa etmek üzere 44 ülkeden 730 delege 1944 yılının Temmuz ayında Amerika, New Hempshire’da Bretton Woods Konferansı’na katılmak üzere bir araya geldi. IMF burada doğdu. Anlaşmanın yeterli sayıda ülke tarafından imzalanmasının ardından kurum faaliyete geçti. Bretton Woods Sistemi altına ve Amerikan dolarına endeksliydi, ta ki, Amerika, Amerikan dolarının altına dönüştürülmesini durduruna kadar. Böylece Amerikan doları pek çok devlet tarafından rezerv para olarak kullanılmaya başlandı.  Sistemdeki bu değişim tarihte Nixon Şoku olarak bilinir.

Resmi internet sitesinde IMF kendisini şöyle tanıtır; ‘187 ülkeye ait, küresel parasal işbirliğini teşvik etmeye çalışan, finansal istikrarı güvence altına alan, uluslararası ticarete olanak sağlayan, istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik eden ve dünya çapında yoksulluğu azaltmaya çalışan bir organizasyon.’ Bu tanıma bakıldığında yoksullara yardım eden hayırsever bir organizasyon olarak tanıtılıyor, ancak, her zaman olduğu gibi burada da göründüğünden fazlası var. Gözlerin her zaman IMF’nin üzerinde olmasının nedeni budur, ve dünyanın her yanından eleştiri konusu olmaktadır. Pek çok ekonomist IMF’in görevinin Nixon Şoku ile sona erdiğini ve bu olaydan kısa bir süre sonra da kapanması gerektiğini düşünüyorlar.

Buna ek olarak, bu kurumu eleştirmek adına pek çok kitap ve makale yazıldı, ayrıca pek çok da belgesel hazırlandı. John Perkins’in yazdığı ‘Ekonomik Bir Tetikçinin İtirafları’ isimli kitap bunlardan birisidir. ‘Karşılaştırmalı Politik Kurumların Routledge El Kitabı’ isimli bir başka kitapta Amerika’nın Afganistan’daki teröre karşı bir savaş başlatabilmek için askeri üslere ihtiyacı olduğunda, Pakistan’ın 2001 yılında IMF’den oldukça cömert bir borç alması örnek verilir. Hatta, bazıları bir ülke IMF ile bir kere stand-by anlaşması imzaladığında, halihazırda ciddi bir düşüş yaşayan ekonomisinin tasarruf tedbirlerinden asla kurtulamayacağına ve sonuç olarak da Woods’dan asla çıkamayacağına inanıyor. Bu iddialarını bazı sağlam delillere dayandırıyorlar: Örneğin, pek çok Afrika ülkesi 1945-1980 yılları arasında oldukça sürdürülebilir bir ekonomiye sahiptiler, ancak ne zaman IMF dahil oldu, ekonomileri aşağı doğru bir gidişata geçti. Alınması gereken tüm tasarruf tedbirlerini aldığı halde ekonomik gerileme yaşayan bir diğer ülke de Arjantin’dir.

Nispeten Yunanistan da IMF ile yapılan kurtarma programından sonra daha da kötüye gitti. Ancak diğer taraftan, borcunun GSYH’ya oranı ve çare olarak hakim parabirimini değerden düşürmesi ile bu benzeri olmayan bir vakaydı. Ülkeleri IMF’in kapısını çalmaya iten ekonomik sorunlardır. IMF onlara kemer sıkma politikaları adı verilen ve insanlarda öfkeye, psikolojik depresyona ve işsizliğe neden olan çok zor koşullar altında borçlar verir.

Örneğin, Yunanistan’da işsiz gençlerin oranı hızla yükseldi, şu anda bu oran %50. Gençler haklarını savunmak ve seslerini duyurma konusunda daha hevesli hale geldiklerinden protesto yapmak üzere sokaklara döküldüler. Ne yazık ki, Yunanistan’da ekonomik krizin başlamasının ardından son iki yılda intihar oranları yüzde 35 arttı. Yunan Başbakan Çipras Yunan halkının kendi gelecekleri ile ilgili karar verebilecekleri bir referendum düzenledi. Ve Yunan halkı daha fazla kemer sıkma politikasına ‘hayır’ dediler.  Bu ister IMF olsun, ister başka bir kreditör kurum olsun herşeyi bir kurumdan beklemek çok mantıklı olmayacaktır. Bu kurumların herşeyi düzeltebilecek sihirli değnekleri olmağını unutmamak gerekiyor. Dünya bir imtihan yeridir ve bizler herşeyi çaba göstererek, gayret ederek ve fedakarlıkta bulunarak kazanmak üzere yaratıldık.

Şimdi harekete geçme sırası Yunan halkında. Çok da eskide kalmayan yaşam seviyelerine geri dönmek için ekonomilerini yeniden canlandırmak üzere ellerinden geleni yapacaklardır.

Diğer taraftan, IMF tarafından dayatılan çok zorlu kemer sıkma önlemlerini uygulamış olan Türkiye’den örnek verebilirim, ki Türkiye IMF’e olan son borcunu 2008 yılında ödedi ve sonrasında yoluna devam etti. Şu anda parasal ihtiyacı olan ülkelere borç veren üye ülke konumunda hareket ediyor.  Gördüğümüz gibi, sevgiyle, sabırla, çabayla ve çok çalışarak bu durumu tersine çevirmek imkansız değil.

Burada IMF’yi ya da dünya ekonomisini düzenlemeye çalışan diğer para ile ilgili kuruluşları eleştirmiyorum. Arkamıza yaslanıp herşeyi bir kurumun yapmasını beklemek de oldukça yanlış bir davranış olur. Bunun yanında, John Perkins’s göre, ekonomik büyüme tüm insanların yararına olduğuna dair gerçek bir gösterge değildir; ‘Ekonominin büyümesine yardımcı olmak, sadece piramidin tepesinde oturan bir grup insanın daha da zenginleşmesine ve en altta olanların daha da aşağı itilmesine neden olur’.  Sağlıklı bir toplum için, öncelikle sosyal adaletin sağlanması önemlidir. Burada en önemli konu herkesi sevmek ve korumaktır.
Eğer para zenginler tarafından biriktirilmez ve topluma dağıtılırsa, bu ekonominin gerilemesine son verir, işsizliği azaltır ve verimliliği arttırır. Böylece ihtiyaç içinde olan insanlara yardım edilmiş olacak ve fakirler de ekonomiye katkı sağlamak üzere bu döngüye katılacaklardır. Bu, dünyayı hayatta kalmak için mücadele etmediğimiz, huzurlu, güzel bir yere dönüştürür.

 

Adnan Oktar'ın Pravda.ru'da yayınlanan makalesi:

 

http://english.pravda.ru/business/finance/15-07-2015/131339-imf_cure_disease-0/

Masaüstü Görünümü