Harun Yahya

Bölünen Ortadoğu’da umut verici bir ittifak: İsrail-Türkiye


Ortadoğu, kutsal dinlerin güzel coğrafyası, tarihte pek çok güzel insana ev sahipliğini yapmış özel bir bölgedir. Kutsal değerleri güçlüdür; fakat bu coğrafyada tarih boyunca pek çok karanlık gelenek de yer bulmuş, pek çok zafiyet de kendini göstermiştir. Kendi içinde parçalanmış Ortadoğu, işte bu zayıflıkların bir sonucudur. Ortadoğu coğrafyasının tarihten alması gereken bir ders varsa, o da çözümlerin savaşla, çatışmalarla, anlaşmazlıklarla halledilemeyeceği gerçeğidir.

Gerçek demokrasiler bu gerçeği anlamış, oturmuş yapılardır. Köklü demokrasilerde, ülkeler arası fevri çıkışların pahalıya mal olacağı, kızgınlıkların savaşlara yol açabileceği çoktan tecrübe edilmiştir. O yüzden demokratik ülkelerde liderler, en olağanüstü durumlarda bile soğukkanlılıklarını koruyarak orta yolu bulmaya çalışırlar.

Ortadoğu için artık bu eksiği düzeltme zamanıdır. Demokrasi ahlakı Batı’da olduğu gibi Ortadoğu’da da bunun yerleşmesini sağlayabilir. Fakat Ortadoğu için bunu çözmenin asıl yolu sevginin inşasıdır.

İsrail-Türkiye uzlaşması yönündeki haberler işte bu yüzden, içinde bulunduğumuz bu karışık dönemde oldukça sevindirici bir gelişmedir. Yıllarca Ortadoğu’da ittifak halinde hareket etmiş iki ülkenin 2009 yılında gerilen, 2010 yılında ise Mavi Marmara hadisesiyle tamamen bozulan ilişkileri, asıl tahribatını halklar üzerinde yapmıştır. İsrail halkı, Ortadoğu’daki nadir müttefiklerinden birini kaybetmiş olmanın hayal kırıklığını yaşarken, Türkiye, aşama aşama kendi Musevi vatandaşlarını dahi kaybetmeye başlamıştır. Sert siyaset dili, onarılması zahmetli bir kırgınlık meydana getirmiş, Ortadoğu’nun en fazla ihtiyacı olan sevgi, yerini huzursuzluk ve öfkeye bırakmıştır.

Bu aslında hükümetler arası çekişmelerde kaçınılmaz olarak karşılaşılan, çok defa tecrübe edilmiş bir sonuçtur. Fakat ne acıdır ki bu vahim sonuç, ancak Arap Baharı sonrasındaki çatışma ortamının bir türlü durulmaması ve bölgeye derin bir yalnızlık gelmesiyle tüm berraklığıyla anlaşılabilmiştir. Bu yalnızlığın, İsrail-Türkiye uzlaşmasını mecbur kılan unsurlardan biri olduğu doğrudur. Aynı zamanda bölgenin gerektirdiği ticari ittifaklar, Leviathan doğalgazının Avrupa’ya, petrolün İsrail’e ulaştırılması için Türkiye ile ittifakın gerekliliği, aynı zamanda bölgede tehditlerin artması, söz konusu uzlaşmanın temel sebepleri arasında sayılmaktadır. Durumu, 21. yüzyılın bir geleneği olarak “siyasi çıkarlara” göre değerlendiren kesimler, söz konusu ticari mecburiyetin iki ülkeyi böyle bir ittifaka sürüklediğini anlatıp durmaktadırlar.

Oysa bu ittifakın işaret ettikleri bundan daha büyük ve köklüdür. Kan ağlayan bölgede “dost” ihtiyacı, çatışmaların beraberinde getirdiği ve gitgide korkunçlaşan nefret ortamı, radikalizmin, Şii-Sünni çatışmalarının her geçen gün güçlenmesi ve ittifaklardan çok bölünmelerin gerçekleşmesi, insanların gitgide sevgiyi, kardeşliği, insanlığı unutur hale gelmesi, el sıkışma ihtiyacını en fazla körükleyen unsurlardır. İki taraftan da gelen mesajlar güzel olmuştur: İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Dore Gold, “İsrail her zaman Türkiye ile istikrarlı ilişkileri olmasını istemiştir ve sürekli olarak bunu başarmak için yollar aramaktadır.” demiştir. Türkiye’de ise Başbakan Yardımcısı Ömer Çelik’ten, “Kuşkusuz, İsrail devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur” şeklinde güzel bir açıklama gelmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsrail-Türkiye ittifakının “hem bizim, hem İsrail-Filistin için, hem de bütün bölge için çok iyi olacağını” söylemesi ise bu anlaşmanın işaret ettiği gerçek hedefi vurgulamaktadır. İsrail-Filistin meselesinin, Gazze ile ilgili sorunların uzun zamandır çözülemediği aşikardır. Bu konuda, geçmişte olduğu gibi Türkiye’nin devreye girmesi ve aracı rolü üstlenmesi hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, Ortadoğu’nun iki önemli ülkesinin el ele vermesi, meselelerin hızlı çözümlere ulaşılabilmesini, çatışma ve anlaşmazlıklara karşı güçlü bir karşıt politika yürütülebilmesine imkan tanıyacaktır. Elbette bu ittifak daha da güçlendirilmeli ve genişletilmelidir. Türkiye-Mısır arasında da böyle bir uzlaşma gerçekleşmeli, Libya ile mevcut sorunlar acilen çözülmeli ve bölgede meselelerin çözümü için birlikte hareket eden güçlü devletler tek bir çatı altında buluşmalıdırlar.

Bu aşamada Türkiye’nin, demokratik bir İslam ülkesi olması nedeniyle yeniliklere çok daha açık, özgür düşünceyi daima ön plana alan, bağnazlığa hiçbir şekilde prim vermeyen, son derece modern bir ülke haline gelmesi elzemdir. Musevilere, Hristiyanlara, diğer ırklara ya da ülkelere nefret besleyen zihniyet, çok güçlü olmasa da Türkiye içinde etki uyandırmaya çalışmakta ve gerçekleştirilecek her türlü ittifaka karşı çıkmaktadır. Bunun engellenebilmesi için, Türkiye’nin tüm inanç ve milliyetleri kucaklayan, özgür bir anlayışı savunan, Avrupa’nın temsil ettiği modernliğin daha da güçlüsünü uygulayan bir İslam devleti olması oldukça önem taşımaktadır.

Şu unutulmamalıdır: Dostluk ve sevgi, Ortadoğu’nun muhtaç olduğu asıl kavramlardır. Sevgiye kapı açan toplumlar, mutluluğa ulaşabilen toplumlardır. Onlar; çatışmaz, savaşmaz, kolay kolay öfkelenmezler. İnsanlar şu anda sevgiyi çağırmak yerine kavgacılığı ve nefreti tercih ediyorlar. Oysa sevgiyi kapıda bekletmemek, sevgiye daima “gel” demek gerekmektedir. Ortadoğu’da her uzlaşı, sevgi kapısını açan bir el gibidir. Dileğimiz odur ki, İsrail-Türkiye ittifakı bunun için bir başlangıç olsun, Ortadoğu’daki tüm uzlaşı kapılarının açılmasına vesile olsun. Halklar, birbirleriyle kenetlensin ve Ortadoğu daha güçlü bağlarla yeniden inşa olsun.

Adnan Oktar'ın The China Post'ta yayınlanan makalesi:

http://www.chinapost.com.tw/commentary/letters/2016/01/21/456638/Israel-Turkey-A.htm


Masaüstü Görünümü