Harun Yahya

Wellington House Propagandalarına artık Geçit Yok



Tüm dünyayı direkt veya dolaylı olarak etkisi altına alan çatışmaların ülkesi Suriye, medyada özel bir yere sahip. Ülkede taraflar arasında ateşkes sağlanması için pek çok girişimde bulunulmuş olsa da somut bir çözüme hala ulaşılabilinmiş değil. Bölgenin iki önemli ülkesi Türkiye ve İran barışı sağlamak üzere inisiyatif alma kapasitesine sahipler ancak bunu yapabilmek için Suriye’nin geleceği konusunda karşılıklı oturarak bir uzlaşıya varmaları gerekiyor.  

Türkiye ile İran’ın arasını açmak amacıyla propaganda faaliyetleri yürütüldüğü açık bir gerçek. Önde gelen bazı medya kuruluşlarına göre İran,  Türkiye’nin terör örgütlerine maddi yardım yaptığına inanıyor. Bu inanış, iki ülke arasında bağ kurmayı zorlaştırıyor ve dahası İran halkının, Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın tarafında olduğuna inandığı yönünde güçlü bir algı var. İran medyası da  Suriye’de süregiden çatışmalarda Türkiye’nin rolüyle ilgili endişeli raporlar yayınlıyor. Aynı şekilde önde gelen bazı Türk medya kuruluşlarında da Türkiye’nin İran’a karşı olduğuna dair yoğun bir propaganda yürütülüyor.  

Türkiye ve İran arasında yürütülen propagandanın arkasında kim var?

Bu iki Müslüman ülke arasında sorun varmış gibi düşünmek elbette ki son derece yanlıştır. Bölge halihazırda pek çok çatışmaya, teröre ve istikrarsızlığa maruz kalırken dünyanın en değişken bölgesi olma özelliğini de taşımaktadır. Bazı Batılı derin devletlerin İslam dünyasının en büyük merkezi ve stratejik bölgesi olma özelliği gösteren bu toprakları parçalamak için geniş çaplı ve gizli kapaklı planlar içinde olduklarını hatırlamak, yaşanan sorunların nedenini anlamak için yeterli olacaktır.

Uygulanan stratejiler veya bunların sunum metotları zaman zaman değişse de amaç her zaman aynıdır. Asıl amaç Müslümanlar arasındaki birliğin ve beraberliğin oluşmasına engel olmaktır. Ayrıca doğal zenginlikler üzerinde kontrolü ele geçirme arzusu da bu amacı desteklemektedir. Bununla birlikte silah tüccarlarının bölgedeki kanlı çatışmalar sürdükçe kazanç elde edecekleri gerçeği de akılda tutulmalıdır. Nitekim halihazırda Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri bozma stratejisi derin devletlerin kontrol ettiği bazı önemli medya organizasyonlarının yaptığı propagandalarla sürdürülmektedir.

Tarihte benzer propaganda metotları uygulanmıştır

İslam ülkelerinin güçlü olması Batılı ülkelerin arzu ettiği bir şey değildir. Batılı ülkelerce yazılan senaryoların arkasındaki derin devletler Müslüman ülkelerin aralarındaki ilişkileri bozmak için geçmişte çok çaba harcamışlar ve halen de devam etmektedirler. Hem uzak geçmişte hem de yakın geçmişte bu böyle olmuştur. Örneğin 20nci yüzyıl başlarında bu derin örgütler elemanlarının kimliklerini değiştirterek Orta Doğu bölgesinde görevlendirmişlerdir.

Bölgedeki iki önemli örnek İran ve Türkiye’dir. Bir çok derin devlet mensubu istihbarat görevlisi bu ülkelerde bulunmuştur. 1882 – 1914 yılları arasında İngiltere Orta Doğu’ya hakim olabilmek için Osmanlı İmparatorluğu içinde ayrılıkçı hareketleri yönlendirmiştir. İngilizler sistematik bir biçimde İslam kimliğini zayıflatmak için çalışmalar yapmış ve İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’nın[1] emriyle çalışan bir çok misyoneri, diplomatı ve din görevlisini görevlendirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında medya yoluyla gerçekleri saptırarak belli bir propaganda faaliyeti ile psikolojik savaş metotları  kullanmışlardır.  Fransız politika  yazarı Jacques Driencourt’un ifadesiyle; “her şey propaganda ile elde edilebilir”. Ayrıca Dreincourt, 20nci yüzyılı propaganda yüzyılı[2] olarak adlandırmaktadır. İngiltere için özellikle Birinci Dünya Savaşında düşman devletlere karşı propaganda faaliyetlerinde bulunmak bir gelenek haline gelmiştir. Örneğin İngilizler 1800lü yıllarda, Wellington House adını verdikleri bir savaş propaganda bürosu kurdular. Bu kurum Türkiye dahil pek çok ülkede ciddi faaliyetlerde bulunmuştur. Şu bir gerçektir ki, 1870 yılında kurulan bu propaganda ofisi vasıtasıyla İngiliz devleti, yabancı devletlere Türkiye aleyhine bilgi yaymıştır.[3]

Bu propaganda öyle etkili olmuştur ki dünya çapında birçok kişi Wellington House tarafından yayılan dezenformasyona inanır hale gelmiştir. Tabi ki aklı selim düşünebilen ve bu iddialara objektif yaklaşan kişiler de olmuştur. Örneğin İstanbul’daki  Robert Kolejin ilk müdürü olan Cyrus Hamlin bu durumu şu cümlelerle itiraf etmiştir:

“Doğuyla ilgili haberlerin bulunduğu bir gazeteyi okurken ‘Allah’ım bana bunlara inanmamam için makul bir kavrama yetisi ver’ diye dua ediyorum.” [4]

Benzer şekilde ünlü yazar Claude Farrere de 1922 yılında yaptığı bir konuşmasında Türklerin aleyhinde yayılan dezenformasyondan bahsetmiştir:

“Dünyanın Türkleri hatalı olarak görmesinde şaşılacak ne var? Düşünün ki Türklerin düşmanlarının parası var ve para her kapıyı açıyor. Türkler çok konuşkan olmayan bir millettir. Buna karşı onların düşmanları çok konuşkandır ve tezlerini büyük bir maharetle ortaya koyuyorlar. Onların en büyük silahı yalandır. Düşmanları Türkleri yalanlarla bombardıman ediyor. Bu nedenle bilgisiz insanların gözünde Türklerin haklı, Türk düşmanlarının haksız sayılması mümkün mü?” [5]

Neden Türkiye ve İran aynı tarafta olmalıdır?

Açıkça anlaşılıyor ki buna benzer iftira kampanyaları komşumuz İran ile ilişkilerimize zarar vermek için ortaya atılmıştır. Oysa İran’daki Müslüman kardeşlerimiz ile nasıl bir problemimiz olabilir ki?

Allah, Müslümanların diğer Müslümanlarla birlik olmasını Kuran’da emreder. Her iki hükümet de bu durumu ciddi şekilde değerlendirmeli ve istihbarat memurlarını görevlendirerek gizlice propaganda faaliyetleri yürüten derin devletlerin oyununa gelmemelidir.

Kötü niyetli kişilerin bölgeyi kontrol altına almasını engellemek için her iki ülke de gerekli tedbirleri almalıdır. İki ülkenin de liderleri dostluk ve beraberlik mesajları vermelidir.

Nitekim Türkiye’deki politikacılar ve halk İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını memnunlukla karşılamıştır. Bunun gibi her iki ülkenin yakınlığını arttıracak faaliyetler devam etmelidir. İran ve Türkiye’nin arasının açılması halihazırda çatışma halindeki bölgede istenecek en son şeydir. Dahası, her iki ulus da ortak savunma ve işbirliği anlaşmaları imzalamalıdır. 

İran, Hz. Ali ve  Ehli Beyt aşığı, dindar insanlarla doludur. Eğer iki devlet de bölgede gizlice yayılmakta olan kanseri önleyemezlerse, Müslüman ülkeler başka çatışmaların içine sürüklenebilirler. Allah aşığı Müslümanlar olarak bizler bu bölgede kontrolü ele geçirmek isteyen derin devletlerin oyunlarına gelmemeli ve artık bir damla dahi Müslüman kanının akmasına izin vermemeliyiz.




[1] http://www.akademikbakis.org/eskisite/14/ingiltere.pdf
[2] Driencourt, Jacques  (1950), La Propagande, Nouvelle Force Politique, Paris, p.18
[3] http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/09/SalahiSonyel2.pdf
[4] Grinnel Mears, %20Eliot (ed.)  (1924), Modern Turkey, New York, pp. 4-5
[5] Farrere, Claude (1922), 'Les beaux voyages, Stamboul Conferencia', Journal de l'Universite de Annales, Paris, 1 October, No. 20, p. 360.



Adnan Oktar'ın Tehran Times & Jefferson Corner'da yayınlanan makalesi:

http://www.tehrantimes.com/index_View.asp?code=253018

http://www.jeffersoncorner.com/no-more-wellington-house-propagandas/

Masaüstü Görünümü