Harun Yahya

Bir ABD ziyareti



Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana daima ABD ile müttefik olmuştur. Amerika ile dostluğumuz NATO üyeliği ile pekişmiş olsa da  bu yakınlığın temeli daha eskiye dayanır. Henüz Osmanlı Devleti resmi olarak sona ermeden, Lozan Konferansı’nda Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcilerinin “laik Türkiye”den bahsetmeleri, bu dostluğu hazırlayan en önemli ilkelerden biri olmuştu. ABD, Ortadoğu’ya komşu laik bir İslam ülkesinin varlığını hem kendisi için hem de bölge için her zaman bir güvence olarak gördü.

Aradan geçen 93 yıl inişler ve çıkışlarla dolu olsa da, bu dostluğu zedeleyecek bir hamleye hiçbir zaman izin verilmedi. Türkiye, özellikle son dönemlerde kendi iç meselelerinde daha bağımsız hareket ediyor olsa da, özellikle PYD sorunu yüzünden ABD’ye haklı ve güçlü itirazlar getirmiş olsa da, fikir ayrılıkları hiçbir zaman iki ülkeyi ciddi anlamda karşı karşıya getirmedi.

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika gezisini bu değerlendirmeler ışığında incelemekte fayda vardır. Söz konusu gezi, Türkiye’nin kendisini daha doğru ve güçlü şekilde ifade edebilmesi adına önem taşımaktadır. Özellikle yurt içinde gerçekleştirilen PKK operasyonlarının, yurtdışından Türkiye’ye yöneltilen PYD tehditlerinin ve Türkiye’nin yüzleştiği zorlukların net bir şekilde açıklanabildiği verimli bir görüşme olmuştur. Bu noktada belki de en fazla üzerinde durulması gereken, Obama’nın vurgu yaptığı “ifade özgürlüğü” meselesidir.

Söz konusu hadiseyi, iki farklı açıdan değerlendirmek yerinde olacaktır.

Türkiye’nin şartları, hem coğrafyası hem de hassas yapısı itibariyle Avrupa veya Amerika’dan kuşkusuz farklıdır. Avrupa’nın yasaları, insan hakları konusunda belirleyici olsa da, bunların Türkiye’de uygulanabilir olması belli şartları gerektirmektedir. Çünkü Türkiye, terörle yaşayan bir ülkedir. Ülke, Stalinist odaklar tarafından bölünme gibi dev bir risk altındadır. Bu terör örgütlerinin çeşitli illerde konuşlanması, bir kısım basın tarafından savunulması, üniversiteleri hatta akademisyenleri etkilemesi ve propagandalarını yapabilecek çeşitli vesileler kullanmaları ülke için kuşkusuz oldukça büyük bir tehdittir.

Avrupa, terör ile karşılaştığı şu günlerde, bünyesinde terör propagandası yapanların varlığının ne büyük tehdit olduğunu yeni görmüş ve buna karşı tedbirler almaya başlamıştır. Terör örgütleri destekçilerinin internet hesapları takip edilmekte veya susturulmakta, siber polisler uluslararası siteleri dahi takip altına almaktadır. Neo-Nazi tehdidiyle bir süredir boğuşan Almanya, internetin Nazi propagandası için kullanılmasına kesin olarak geçit vermemektedir. Dolayısıyla bu noktada Türkiye’nin durumuna daha fazla dikkat verilmelidir. Özellikle anarşist-komünist tehlike ile karşı karşıya olan Türkiye’de terör destekçisi söylemlere prim verilmemesi oldukça doğru bir uygulamadır.

İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemesi gereken en temel konulardan bir diğeri ise hakarettir. Hakaret başlı başına bir acz göstergesidir. Kişi, fikirle mücadelede başarısız kalmış, kendi fikrini empoze etmenin tek yolunu karşı tarafa hakaret etmekte bulmuştur. Eleştiri yollarının tümüyle açık olduğu ve siyasetçilerin sandıkla başa geldiği demokratik ortamlarda bir insanın hakareti tercih etmesi, fikren yenildiğini kabul etmediğini gösterir. Hakaret, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde mutlaka karşılık bulması gereken vahim bir mevzudur. Çünkü aksi takdirde, hakarete hakaretle karşılık vermeyerek insanlık gösteren tarafın kendi hakkını savunacağı bir imkan kalmamış olacaktır. Nitekim ABD’de de başkana hakaret ve tehdit, 5 yıla kadar hapis ve güçlü tazminatla karşılık bulmaktadır.

Hakaretin hukukta nasıl karşılık bulması gerektiği ise ayrı bir tartışma konusudur. Kişiyi tamamen susturma veya hapsetme elbette eleştirilebilir. En kesin ve doğru çözüm ise kuşkusuz bu kişinin doğru şekilde eğitilmesi olmalıdır. Fakat hakarete özgürlük getirmek demokrasileri yerle bir edecek büyük bir tehlikedir.

Hükümetlere ait gizli bilgilerin ifşası ise her zaman her hükümet için ciddi sorunlar doğuran, kimi zaman o ülkeyi büyük tehdit altında bırakan büyük bir meseledir. Türkiye’ye eleştiri getiren Obama’nın kendisi de bu konuda defalarca basına dava açmış, hatta 2014 yılında 39 büyük gazetecilik örgütü Obama’ya açık mektup yazarak gazetecilik faaliyetleri konusunda hassas davranması ve haberlere kısıtlamaların kaldırması yönünde taleplerde bulunmuşlardır.

Bütün bunlar, ifade özgürlüğü konusunu değerlendirirken dikkate alınması gereken noktalardır elbette. Fakat her şeye rağmen, özgür bir basın gereklidir ve –eksikleri olsa da– ABD’nin AB’nin bu konuda takipçi olmaları güzeldir. Demokrasinin ayakta kalması için özgürlüklerin ayakta kalması şarttır ve dünyada her daim bu özgürlüklerin koruyucusu ve destekçisi olan kişilerin ve devletlerin bulunması gerekir.

Özgürlükler konusu, Türkiye söz konusu olduğunda daha büyük önem kazanır. Çünkü Türkiye, Müslüman, laik ve demokratik bir ülke olarak özgürlükleri ve modernliği ayakta tutmakla yükümlüdür. Bağnazlığın ve radikalizmin böylesine yayıldığı şu günlerde doğru modeli gösterme sorumluluğu Türkiye’nin üzerine düşmektedir. Türkiye, İslam’ın ruhunun özgürlük ve demokrasiyi getirdiğini göstermek mecburiyetindedir.

ABD, önemli bir müttefikimiz, bazı fikir ayrılıklarımıza rağmen bizim dostumuzdur. Obama’nın fikir özgürlüğü konusundaki uyarısı yeri ve zamanı açısından eleştirilebilir. Sn. Erdoğan’ın sitemi burada haklıdır; söz konusu eleştiri doğrudan cumhurbaşkanı ile ikili görüşme esnasında gündeme getirilmelidir. Fakat yine de, müttefikimizden gelen ve demokrasiyi bir adım ileri götürecek böyle bir eleştirinin tüm yönleriyle dikkate alınması her yönden bizim menfaatimizedir.

Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi:

http://www.arabnews.com/columns/news/907801

Masaüstü Görünümü