Harun Yahya

Türklerin ve Musevilerin Asla Unutulmayan Ortak Tarihi



Reel politik, ülkelerin dış politikasını menfaatleri doğrultusunda etkileyebilir. Fakat ulusların geçmişlerinde aralarında ebedi bir bağ kuran, unutulmaması gereken dünler de vardır. İşte özellikle Museviler ile Türkler için de böyle olmuştur; bu iki halkın yolları tarihte birçok kez kesişmiş ve her birinin hafızasında kalıcı izler bırakmıştır.

1492 Elhamra Kararnamesi tarihte Türkler ile Museviler arasındaki yakın etkileşimin dönüm noktası olmuştu. Zamanının Osmanlı Sultanı 2. Beyazıt’ın müdahil olup Musevileri güvenli bir şekilde Osmanlı topraklarına getirmek üzere donanmasını göndermesi bu dönemde gerçekleşti. “Bir Musevi’nin zengin ya da fakir olması fark etmez; ya dinlerini değiştirirler ya da buradan giderler” diyen Aragon’lu 2. Ferdinand’ın davranışının tam aksine; 2. Beyazıt Musevilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda misafirperverlikle karşılanması gerektiğini söylemişti. Nitekim Museviler güvenilir insanlar olduklarını kanıtladılar ve yönetimde çok önemli görevlerde hizmet ettiler.

Türklerin Museviler için gerçekleştirdiği hayat kurtaran böylesi operasyonlar Türk tarihinde sadece Osmanlı dönemi ile sınırlı değildir. Yahudi Soykırımı zamanında, Türk diplomatlar Fransa’da yaşayan binlerce Türk Musevi’ye kimlik kartı ve pasaport vermiş; bu süreçte hayatlarını riske atmış ve onları Nazi kamplarına giden trenlere binmekten kurtarmıştır. 1940’ta, Fransa’daki Türk büyükelçisi Behiç Erkin, Nazi istilası altındaki Fransız hükümetinin baskılarına rağmen Fransa’daki 18.200 Musevi’ye Türk vatandaşlığı belgesi çıkarmış ve hayatlarını kurtarmıştır. 2007’de İsrailli bir dernek olan Yad Vashem, Soykırım Anıtı’ndaki (Righteous Among the Nations) “Uluslararası Adil Kişiler”e Behiç Erkin’in adının da dahil edilmesi için başvurmuştur.

Fransa Marsilya’da Türk konsolos yardımcısı olan Necdet Kent’in hikâyesi de bilhassa takdire değerdir. Almanların Marsilya’da yaşayan 80 Türk Musevi’yi Nazi kamplarına götürmek üzere yük vagonlarına bindirdikleri haberini aldığında, bu Türk diplomat istasyonda Gestapo komutanına karşı gelmiştir. Bu kişilerin Türk vatandaşları olduklarını ve Türkiye’nin savaşa katılmadığını söyleyerek derhal salıverilmelerini istemiştir. Alman görevlinin verdiği sert “Onlar, Musevi’den başka bir şey değiller” cevabı üzerine; Necdet Kent ve yardımcısı da trene binmiş ve subayın ısrarlarına rağmen trenden inmeyi reddetmişlerdir. Bir sonraki istasyonda, Alman subaylar da trene binmiş, Marsilya’da indirmedikleri için Kent’ten özür dilemişler ve ofisine götürmek üzere onu dışarıda bir arabanın beklediğini söylemişlerdir. Kent, “Dini inançlar sebebiyle bu tarz muameleler yapılmasını reddeden bir hükümetin temsilcisi olarak, onları burada bırakamam” demiştir. Kent’in taviz vermeyen tavrı karşısında şaşıran Almanlar en sonunda trenden herkesi indirmişlerdir. 2001’de Necdet Kent, Türkiye’deki en üst onur derecelerinden olan, Üstün Hizmet Madalyası ile onurlandırılmış ve soykırım sırasında Musevileri kurtardığı için İsrail’den de özel bir madalya almıştır.

Tarihte bu tür sayısız olay mevcuttur. Fakat; asıl vurgulanması gereken, Türk tarihinin çeşitli noktalarındaki bu tür insani müdahalelerin, “Kim bir nefsi diriltirse; bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Maide Suresi, 32) diye emreden İslam hükmünün bir yansıması olduğudur. Bu kutsal hüküm Talmut’da da yine benzer bir şekilde şu sözlerle geçer: “Eğer bir hayatı kurtarırsanız, bütün dünyayı kurtarmışsınız gibi olur.”

Bu hikâyelerin bize verdiği önemli bir mesaj vardır: Türkler ve Museviler arasında kökü yüzlerce yıllık tarihe uzanan ayrılmaz bir bağ vardır. Üsteli bu, sadece menfaate dayanan soğuk politik uygulamaların çıkardığı ani alevlenmelere direnebilen sağlam bir yapıdır.

Bugün, bu sağlam dostluğun işaretlerini hala görüyor olmak elbette ki çok güzel. Birlikte geçen muhteşem tarihimize rağmen 7 yıllık “gergin ilişki” döneminden sonra; zor günler nihayet son buluyor. Türkiye ile İsrail arasındaki müzakerelerin Nisan ayında uzlaşma ile sonuçlanması ve her iki ülkenin yetkililerinin direkt temas başlatması, her iki ülkenin elçiliklerini yeniden açması ve her iki ülkenin liderlerinden birbiriyle mutabık açıklamalar gelmesi Türkler ile İsraillilerin o çok özlediği dostluğun nihayet geri geldiğini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’deki Amerikan Musevi topluluğunun temsilcilerini ağırlaması ve her iki tarafın olumlu konuşmalar yapması; daha önceden birlikte pek çok zorluğun üstesinden gelmiş bu iki güzel ulusun gelecekte yine birbirinin yanında olacağının açık bir işaretiydi. Ve nihayet, Salı günü (28 Haziran 2016) Türkiye ile İsrail arasında ilişkileri normalleştirme anlaşması imzalandı. Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım’ın söylediği gibi “bir-iki hafta içerisinde” her iki ülkenin de elçilerinin atanması bekleniyor. Bir sonraki aşama, bu 7 yıllık kötü anılan süreçte ülkemizi terk etmiş Musevi kardeşlerimizi yeniden kazanmak için elimizden geleni yapmak olmalıdır.

Şu hiç unutulmamalıdır ki; barış dilini konuşan sağduyulu insanlar bu kıvılcımları yatıştırmayı başardığı müddetçe, reel politik dalgalarının daha kıyımıza bile vurmadan yok olup gittiğini hep birlikte göreceğiz.

Sn. Adnan Oktar’ın Jewish Journal & Channel 9 & Alliance Magazine yayınlanan makalesi:

http://www.jewishjournal.com/opinion/article/never_forgotten_common_history_of_turks_and_jews

http://9tv.co.il/news/2016/05/04/225214.html

http://www1.alliancefr.com/actualites/histoire-des-juifs-et-des-turcs-un-passe-memorable-6039657

Masaüstü Görünümü