Harun Yahya

Amerika’da Lobiler Devri Sona mı Eriyor?



8 Kasım seçimleri ABD politikası hakkında bilinen birçok kalıbı kırdı. Bugüne kadar ABD başkanı olabilmek için ana akım medyanın destek vermesi gerektiğine inanılırdı. Adaylar seçimi kazanmak için en büyük bütçeye sahip olmaya çalışırlardı. Bu kadar büyük meblağları toplayabilmek için de bir avuç çıkar grubu ve yatırımcının desteği zorunluydu. Finansörler tarafından desteklenmeyen hiçbir aday başkan olamazdı. Parti hiyerarşisinin, ideologlarının, Hollywood ve spor dünyasının meşhurlarının desteğine alamayan adayları kaybetmeye mahkum görülürdü. Seçim tahminlerinin kazanacak tarafı belirlediği kabul edilirdi. Bu saydığımız gruplar ABD seçimlerinin olmazsa olmazıydı. Zaten bir araya geldiklerinde birçokları tarafından Establishment olarak da adlandırılan ABD’deki “Yerleşik Düzeni” oluşturuyorlardı. Yani bu yerleşik düzen tarafından kabul görmeyen, desteklenmeyen, finanse edilmeyen bir adayın başkan seçilmesi imkansız kabul edilirdi. Bu sistemde 150 milyon seçmene ise adeta figüran rolü düşmekteydi.

Donald Trump ve Hillary Clinton arasındaki seçim yarışı tüm bu ön kabulleri yıktı. 2016 seçimlerinde merkez medya, lobiler ve şöhretlerin çoğu Clinton’ı destekledi. Clinton kampanyası yaklaşık 1 milyar dolar harcarken Trump’ın harcamaları bu tutarın sadece yarısı kadardı. Clinton gelirlerinin %85’ini büyük bağışçılardan alırken, Trump kampanyasının gelirlerinin %70’i 200 doların altındaki bağışlardan oluşmaktaydı. Kamuoyu araştırmaları seçimden haftalar önce Clinton’ı başkan ilan ettiler. Cumhuriyetçi partinin ideologları ve eski yöneticilerinin bir çoğu da Demokrat Parti’den olmasına rağmen Clinton’ı desteklediler. “Establishment”ın tüm kadroları Clinton tarafındaydı. Tüm bunlara rağmen Trump kazandı. Birçokları bu durumu Amerikan halkının yerleşik düzene karşı zaferi olarak yorumluyorlar.

Trump’a oy veren milyonlarca Amerikalı kendilerini sessiz çoğunluk olarak adlandırmaktalar. Seçilmiş başkan da kampanya boyunca sessiz çoğunluğun sesi olacağını vadetti. Washington’daki yerleşik düzen çoğunluğun sesini bastırıyordu. En çok para veren en yüksek sese sahip oluyordu. Amerikan karar mekanizması lisanslı lobiciler, halkla ilişkiler uzmanları, reklamcılar ve avukatlardan oluşan derin bir yapı tarafından çevrilmişti. Bu lobi çarkının büyük kısmının görevi çıkar gruplarının hedeflerini Amerikan halkının ihtiyaçlarının önüne geçirmekti.  

Trump’ın seçilmesi ile baskı grupları daha güçlü bir şekilde devreye girdiler. Medyada CIA Başkanı, Milli Güvenlik Danışmanı, Adalet, Savunma ve Dışişleri Bakanı gibi kritik pozisyonlar için isim listeleri yayınlanmaya başladı. Trump Geçiş Yönetimi ise Amerikan siyasetinde ilk defa lobilerle arasına açık bir mesafe koydu. İstişareleri yakın çevre ile sınırlandırdı. Lobicilerin katılmasını yasakladı. Yönetimde alt ve orta seviyelerde görev alacaklara 5 yıl boyunca Lobilerde çalışma yasağı getirdi. Mike Pompeo’nun CIA Başkanı, Betsy DeVos’un Eğitim Bakanı, Nikki Haley’in Birleşmiş Milletler Daimi temsilcisi, Ben Carson’un Şehirleşme Bakanı, Jefff Sessions’un Adalet Bakanı olarak atanması da Trump’un yerleşik sisteminin baskılarına boyun eğmeyeceğini ve kendi politikalarını uygulayacağını göstermekte.



Donald Trump’ın yemin töreninin ardından Arap- İsrail sorunu, Suriye, Yemen ve Irak iç savaşları, Rusya ve Ukrayna krizleri, NATO’nun yeni askeri planlaması gibi birçok ağır konuda karar vermesi gerekecek. Yeni başkanın politikaları Amerikan halkı kadar dünyanın dört bir yanından milyarlarca insanın hayatını etkileyecek. Trump yönetimi dindarlık, tevazu, anlayış ve sevgiden oluşan gerçek Amerikan değerleri üzerine bina edilmiş politikalar geliştirmek zorunda. Dünyanın en önemli güç merkezlerinden birinin başında olmanın böyle bir tarihi sorunluluğu var. Bu sorumluluğu yerine getirmede Rusya ve Türkiye de yeni Amerikan yönetiminin destekçisi olduğunda, dünya yeniden barışa ve huzura kavuşabilir.

Dünyanın dört bir yanında Amerikan halkı ile aynı değerleri paylaşan Ortodoks, Müslüman, Musevi yüz milyonlarca insan var. Bazı çevrelerin oluşturmak istedikleri imajın aksine, Müslüman dünyası da Amerikan halkı gibi dindar. Aileye ve maneviyata değer veriyor, adalete inanıyor. Komşularını seviyor. Sadakatten, vefadan, fedakârlıktan zevk alıyor. Kibirden, hırstan, bencillikten kaçınıyor. İhtiyaç içinde olana yardım ediyor, iyiliği yaymak istiyor. Bu ahlaki değerler Allah’a iman edenler olarak hepimizi ortak noktada buluşturuyor.  

Trump yönetimine yakışan önümüzdeki 4 yıl boyunca Amerikan halkı ile dünya milletleri arasında fark gözetmemektir. Güçlüyü haklı gören bazı lobiler, düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri dünyaya sadece zulüm getirdi. Artık haklı olanın güçlü olduğu bir dünyaya ihtiyaç var.

ABD halkının yaşadığı zorlukların benzeri tüm dünyada özellikle de Ortadoğu ve Müslüman dünyasında yaşanıyor. Bu coğrafyada da halklar yerleşik düzenin baskısı altında. Uluslararası bankacılık sistemi emeklerinin karşılığını almasını engelliyor. İnsanlar krizlerin spekülasyonların arasında hayatta kalmaya çalışıyorlar Bunların üstüne çocukları, eşleri, yaşlıları öldürülüyor. Şehirleri yıkılıyor. Üstlerine her gün bomba yağdırılıyor.

Biz radikalizmin nasıl yenileceğini biliyoruz. İç savaşların nasıl sonuçlandırılacağını biliyoruz. Trump iktidarına yakışan sadece doğru sese kulak vermektir. Dünyanın yeni savaşları ve çatışmaları kaldıracak hali yoktur. Dünya 200 yıldır en kötü savaşları yaşamaktadır. Artık barış zamanı gelmelidir.

Adnan Oktar'ın Pravda'da yayınlanan makalesi:

http://www.pravdareport.com/opinion/columnists/02-12-2016/136328-usa_peace-0/

Masaüstü Görünümü