Harun Yahya

Türkiye'nin AB Yolculuğu Nereye Kadar?



Türkiye'nin AB macerası, birliğin öncü formu AET'ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) 31 Temmuz 1959'da resmen ortaklık başvurusunda bulunmasıyla başladı. 12 Eylül 1963'te Ankara'da imzalanan geçici ortaklık anlaşması, 1 Ocak 1996'da yürürlüğe giren Gümrük Birliği ve 11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde adaylığının resmen onaylanmasıyla devam etti.

Devamında yine çok çeşitli aşamalardan geçen süreç, örneğine nadir rastlanır bir biçimde bugün hala bir sonuca ulaşmadı. İlk başvurusundan bu yana yaklaşık 60 yıldır birliğe tam üye olmak için bekleyen Türkiye, resmen aday olduktan sonra AB tarafından en uzun süre bekletilen ülke konumunda.

Türkiye'nin inişli çıkışlı AB yolculuğunu zorlaştıran her iki taraftan kaynaklanan çeşitli sorunlar oldu. Ancak, Türkiye'nin en ciddi sıçramaları yaptığı 2006 sonrası dönemde bile Türkiye'nin üzerine düşen sorumlulukları başarıyla yerine getirmesine rağmen, AB tarafından üretilen zorlukların önü kesilmedi. Zorluk çıkarmanın ötesinde, çeşitli AB ülkelerinin son yıllarda takındıkları Türkiye karşıtı tutum, ilişkileri adeta kopma noktasına getirdi. İlişkileri bu istenmeyen boyuta sürükleyen belli başlı dönüm noktaları şöyle sayılabilir:

- Özellikle son birkaç yıldır, AB ve bir kısım AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin içişlerine, meşru devlet politikalarına pervasızca müdahil olma girişimleri. Seçilmiş hükümetlere, liderlere yönelik sürekli tehdit ve baskı içeren mesajlar göndermeleri. Bu tehdit ve ithamların gerçekte Türk toplumunun özgür iradesini ve demokratik haklarını hedef alması...

- Mayıs 2013 Gezi Parkı ayaklanmalarında anarşist grupların, terör örgütlerinin Türkiye çapında kurulu düzeni zorla yıkma girişimlerine AB genelinden açık ve gizli destek gelmesi. Komünistlerin ve PKK teröristlerinin de zaman içinde dahil olduğu bu silahlı ayaklanmayı AB'li çevrelerin "demokratik protesto gösterileri", "çevreci eylemler", "gösteri ve yürüyüş özgürlüğü" gibi meşru ve masum görünümlere sokma çabaları. Terörist ve isyancılara müdahalede bulunan güvenlik güçlerini ise faşist, zorba ve insan hakları ihlalcileri olarak damgalaması. Bazı AB üyesi istihbarat servislerinin ayaklanmanın provokasyon ve organizasyonlarında bizzat rol almaları...

- 15 Temmuz 2016'da girişilen başarısız darbe girişimlerine AB ve bazı AB ülkeleri tarafından büyük ölçüde kayıtsız kalınması.

- Bir kısım AB üyesi ülkelerin, Türkiye'yi yıllardır tehdit eden PKK, PYD, FETÖ, DHKP-C gibi kanlı terör örgütlerine, para, silah, mühimmat, istihbarat ve personel desteği sağladıklarının defalarca deşifre olması. Ana akım Avrupa medyasından bu örgütlerin propaganda ve sözcülüğüne soyunanların ortaya çıkması. Bu terör örgütlerine yönelik yasal operasyon ve soruşturmaları, yargı ve infaz süreçlerini insan hakları ihlalleri olarak yansıtmaları...

- AB'nin Türkiye'ye mültecileri tutma karşılığında söz verdiği vize serbestisi vaatlerini yerine getirmemesi. Yıllardır mültecileri barındırma konusunda 10 milyar doları aşan bir maddi katkıyı insani sorumluluk gereği üstlenmekten çekinmeyen Türkiye'ye, kayda değer hiçbir destek vermemesi...

- 16 Nisan Anayasa referandumu sürecinde, AB genelinde EVET oyu verenler aleyhinde basın, yayın, siyaset gibi her türlü kanaldan sindirme ve karalama kampanyaları yürütmeleri...

- AGIT'in referandum raporu sonrasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’yi 13 yıl sonra tekrar ‘denetim sürecine’ alma kararı. Bağımsız ve tarafsız olduğu iddia edilen AGIT gözlemcilerinin tek tek incelendiğinde alenen taraflı olduklarının ortaya çıkması. Andrej Hunko (Almanya), Lorena Lz de Lacalle (İspanya), Zerife Yatkın (Avusturya) gibi tespit edilebilen en az on gözlemcinin PKK terör örgütü sempatizanı oldukları ve referandum sürecinde aktif olarak HAYIR kampanyasına katıldıkları. Bunların ise, yalnızca sosyal medyadaki isimlerinden tespit edilebilenler olduğu...

AB'nin sürdürmekte kararlı göründüğü bu olumsuz tavrın ilişkilere katkı sağlamayacağı açık. Aynı çizgide, AB yetkilileri de eskisine göre çok daha açık konuşmaya başladılar. Mayıs ayı başında Reuters'in, "Üst düzey yetkililer Türkiye'nin AB hayalinin şimdilik sona erdiğini söylüyor" başlıklı haberinde, Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn'ın şu ifadeleri yer aldı:

"Türkiye'nin Avrupa perspektifinden uzaklaştığı herkes için net... İlişkilerimizin odağında başka bir şey olmalı... Gelecekte ne yapılabileceğine, başka bir tür işbirliği başlatıp başlatamayacağımıza bakmalıyız."

Buna benzer açıklamalar her geçen gün AB gündeminde daha çok yer alıyor.

Tüm bunlar, AB'nin en başından beri Türkiye'yi birliğe alma niyeti olmadığını düşündüren gelişmeler. Onlarca yıldır karmaşık bürokrasilerle, özenli stratejilerle, Türkiye'yi tam koparmadan birliğin dışında tutmayı amaçlayan bir oyalama projesi sürüyor... Ekonomik ve stratejik hesaplar, bugüne kadar AB'nin üyelik konusunda Türkiye'ye net bir tavır koymasının önündeki en büyük engel oldu. Türkiye, bu hesapların farkında olmakla birlikte süreci kendi avantajına kullanma politikaları dahilinde tam üyelik yolundaki kararlı çabasından vazgeçmedi.

Oyalama sürecinin ardından AB'nin, "birliğin Türkiye'yi dışlamadığı, Türkiye'nin kendi isteğiyle uzaklaştığı" şeklinde kendini aklayacak yeni söylemler geliştireceği yetkililerin demeçlerinden anlaşılıyor.

AB'ye katılsın veya katılmasın, onlarca yıldır devam eden bu süreç Türkiye'nin demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, modernizm, ekonomik ve kültürel kalkınma gibi hayati konularda kendini geliştirmesinde önemli bir motivasyon kaynağı oldu. Bu motivasyon, kuşkusuz her şeyden önce demokratik bir Müslüman ülke olan Türkiye'nin lehine olacaktır. Diğer yandan söz konusu AB politikalarının, Türkiye açısından, İran, Rusya gibi komşu ve dost ülkelerle çok daha yakın, sıkı ve güçlü ilişkiler geliştirmenin önemini de ortaya koyduğu açık.

Yoksul, ekonomik krizlerle, iflaslarla boğuşan üyelerin maddi yükü bir yana, hızla yükselen aşırı sağcı, milliyetçi akımların ciddi tehdit oluşturmaya başlaması, AB'nin kendi varlığını sürdürebilmesini de zora sokmuş görünüyor. Kuşkusuz AB, değerli ve korunması gereken bir birliktir. Bu önemli birliğin bozulması, hiç kimsenin lehine değildir, buna rızamız yoktur. Ancak şu açıktır ki, AB'nin kendi varlığını korumasını da, Türkiye ile ilişkilerinin seyrini de yine kendi tutumu belirleyecektir.

Adnan Oktar'ın Kashmir Reader'da yayınlanan makalesi:

http://kashmirreader.com/2017/05/27/will-turkeys-journey-join-eu-end/

Masaüstü Görünümü