Harun Yahya

11 Eylül'den Beri Ne Değişti?

11 Eylül saldırısı gerçekleştikten sonra dönemin ABD Başkanı Bush, terörizme karşı "Haçlı seferi" başlattığını söylemişti. Bush, şöyle devam etmişti: "Ordumuzun yapacak bir işi vardır ve bunu yerine getirecektir. Dünyayı bu ipten kazıktan kurtulmuşlardan temizleyeceğiz." Bush, radikal terörizme karşı Amerikan ordusuna güvenmişti. Hristiyan dünyasının radikal terör şiddetine şiddetle karşılık vereceğine işaret etmişti.

Bir haçlı savaşı yaşanmadı kuşkusuz. Fakat Hristiyan dünya, şiddet ile savaşma yolunun sadece şiddet olacağına inanmıştı. Gerisi ise büyük acılarla geldi; Afganistan, Irak ve Suriye yıkıldı, milyonlar yaşamını yitirdi ve radikal terör daha da güçlendi. Özetle şiddet, şiddeti besledi.

Geçen 16 yıl boyunca ısrarla şunu dile getirmiştik. Şiddetin yaşam kaynağı şiddettir. Radikalizmin yenilmesi ancak onun fikri zeminde yok edilmesi ile mümkün olabilir. Bunun için bir "Haçlı Seferi" veya "Hristiyan ittifakı" değil, Hristiyanlarla gerçek Müslümanların ittifakı gerekmektedir. Bu ittifak da daha fazla şiddet üretmek için değil, eğitim için olmalıdır.

Ne acıdır ki ısrarla üzerinde durduğumuz bu gerçek, bir türlü hayata geçirilmedi. Terör eylemleri birbiri ardınca geldi ve son olarak Avrupa'yı hedef aldı. Fransa, bir buçuk yıldır OHAL durumunu devam ettirirken, İngiltere ardı ardına gerçekleşen terör saldırıları ile çalkalandı. İngiltere'de gerçekleşen son saldırıların ardından Başbakan Theresa May'in açıklamaları da, 11 Eylül'de düşülen hatayı anımsatıyordu. May, "Radikal İslam'a aşırı hoşgörü gösterildiğini" ifade ediyor ve "çoğulcu İngiltere değerlerinin, 'nefretin hatiplerinin' sunduğu her şey karşısında savunulması gerektiğine" dikkat çekiyordu.

Çoğulcu İngiltere değerleri, savunduğu özgürlük, eşitlik, çeşitlilik ve demokrasi kavramları bakımından kuşkusuz oldukça önemli değerlerdir. Ayrıca bu kültür; sanat, estetik, kalite, fikir özgürlüğü ve insan hakları gibi değerlere de sahip çıkması bakımından önemlidir. Çoğulcu İngiltere değerleri, nefretin hatiplerine karşı elbette korunmalı ve savunulmalıdır. Fakat çoğulcu İngiltere değerleri, radikalizm sorununun çözümü değildir.

İngiltere değerleri, bir kültür şekli, bir yaşam biçimidir; fakat bir din veya inanç şekli değildir. Radikalizm ise bir inanç üzerinden ortaya çıkar. Kimileri bunu İslami radikalizm olarak değerlendirmişlerdir; oysa bu inanç şeklinin İslam ile bir bağlantısı yoktur. Kuran'daki İslam'dan tamamen uzak olan, şiddete, vahşete ve kalitesizliğe dayalı bu inanç şekli, suni olarak üretilmiş bir şeydir. Çarpık bir inanç şeklininim ortadan kaldırılması için ise doğru inanç şeklinin sunulması gerekir.

Bir radikali, inandığı vahşet ülküsünden vaz geçirecek şey İngiltere değerleri değil, İslam'ın ta kendisidir. O ancak, inandığı dinin gerçekte bir barış dini olduğunu, bu dinde şiddete ve nefrete yer olmadığını anladığında terörü durdurur. Dolayısıyla ideolojik eğitim, terörizmin tek çözümüdür. Batı, bu eğitime dahil olmadıkça, barışçıl gerçek Müslümanlarla bu konuda ittifak etmedikçe, kendi değerlerini dayattıkça, bu mücadelede başarılı olamayacaktır.

Radikalizm, ne kişinin evini ne de ülkesini temiz tutmakla arınabileceği bir şeydir. Radikalizm artık dünyanın her yerindedir. Bir ada ülkesi olan İngiltere'ye dahi ulaşmıştır. Bu durum ne sosyal medyanın dizginlenmesiyle, ne havalimanlarında yapılan kapsamlı güvenlik önlemleriyle ne de dünyanın en geniş kamera ağına sahip olmakla çözülemez. Tedbir elbette gereklidir; fakat radikalizme önlem almadan, belanın bataklığını kurutmadan havayı ilaçlamak hiçbir sonuç vermeyecektir. Tam tersine, özellikle söz konusu Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanlığı ve İslamofobi artacak, toplumlar içinde ayırımcılık başlayacak, mutsuz ve öfkeli halklar oluşacak ve olan Avrupa'nın kendi vatandaşlarına olacaktır. Terör örgütlerinin söz konusu öfkeli toplumlar içinde kendilerine daima daha rahat destekçi buldukları da unutulmamalıdır.

Bir diğer unutulmaması gereken şey ise, Batı'nın kendi değerlerini ve demokrasisini yaygınlaştırma özleminin, Batı'nın kendi metotlarıyla başarılı olamayacağıdır. "Demokrasi ve özgürlükler" sihirli kelime olmakta, fakat ortaya çıkan sonuç akan kanı artırmaktadır. Demokrasi ve özgürlükler, kuşkusuz ki güzel terimlerdir ve Ortadoğu'ya güzel bir özgürlük anlayışı çok yakışacaktır. Fakat bunun yöntemi Batı değerlerini dayatmak değil, önce halkın hurafeci inanç sisteminden arındırılmasıdır. Müslüman camiasının bir kesimi, söz konusu hurafeci anlayış nedeniyle pek çok insani değerinden mahrum kalmıştır. Dolayısıyla gerçek İslam anlayışının eğitim yoluyla gerçekleştirilmesi, bu bakımdan da önem arz etmektedir. Batı dünyası, eğer gerçekten radikalizme kapı açmayacak bir özgürlük anlayışını yaygınlaştırmak istiyorsa, şu durumda demokrasiyi dayatarak değil, Kuran'dan öğreterek bu toplumlara yanaşmalıdır. O zaman bu bölgelere, Batı'dan çok daha güçlü bir demokrasinin ve özgürlük anlayışının hakim olduğunu göreceklerdir.

İngiltere saldırılarının ardından Theresa May'in, "askeri müdahalelerle bir sonuç alınamayacağına" dair açıklamaları doğrudur. Fakat kısıtlama, fişleme ve sansürleme gibi eylemlerin de terörü tümden yok etmeyeceği açıktır. Özlemimiz ve isteğimiz, Batı dünyasının anlatmak istediğimiz gerçeği hızlı bir şekilde anlamasıdır. İdeolojik mücadele olmadan bu savaşın kazanılması mümkün değildir. Terörün, ne kendi topraklarımızda ne Ortadoğu'da ne Avrupa ne de Amerika'da sinsi yüzünü göstermesine asla iznimiz yoktur. Çabamız, bu felaketi temelinden ortadan kaldırmak içindir. Umarız Batı dünyası, yakın bir gelecekte bu çağrıya cevap verir.

Adnan Oktar'ın American Herald Tribune & (Güney Afrika) Daily News'de yayınlanan makalesi:

http://ahtribune.com/world/europe/1779-september-11th.html


Masaüstü Görünümü