Harun Yahya

Katar krizi daha verimli ittifaklar için bir fırsat mı?



1. Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar geçen 100 yıllık zaman dilimi, aynı zamanda yüzlerce yıllık küresel sömürü imparatorluğunun Ortadoğu ve İslam coğrafyası üzerinde yürüttüğü dizayn sürecinin tarihidir. Bu süreç fiili olarak, İngilizlerin 1916'da Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i "Arap Krallığı" vaatleriyle Osmanlı'ya karşı ayaklandırması ve Sykes-Picot anlaşmasının imzalanması ile başladı.

Sykes-Picot ile tanımlanan sınırlarsa öyle rastgele çizilmedi. Ortadoğu coğrafyasının etnik, dini, kabilesel ve mezhepsel dağılımı hesaplanarak en fazla ihtilaf, anlaşmazlık, kargaşa ve çatışmaya zemin oluşturacak biçimde belirlendi.

Nitekim, dönemin ABD Başkanı Wilson'un dış politika danışmanı Edward House, anlaşma hakkında, "Bu son derece kötü bir anlaşma. Bunu (İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur) Balfour'a da söyledim. Gelecekte savaşların üreyeceği bir bölge yaratıyorlar" demişti. Gerçekten de Sykes-Picot, House'un öngördüğü şekilde bölgenin bir asır boyunca, savaş ve karışıklıktan başını kaldıramayacağı kanlı bir dinamiğin tetikleyicisi oldu.

Halen, Sykes-Picot ile başlatılan dizayn sürecinin son güncellemeleri yapılıyor. Güncelleme programının adı ise 2000'li yıllarda devreye sokulan Büyük Ortadoğu Projesi. Bölünmeler, krizler, çatışmalar, darbeler, iç savaşlar, CIA üretimi MI6 güdümlü terör örgütleri, mezhep kavgaları, saray entrikaları bu projenin en etkin araçları.

Irak, Afganistan, Suriye, Mısır, Libya, Yemen son yıllarda bu güncellemeden payını alan ülkeler. Geçtiğimiz 5 Haziran itibariyle felaketler sahnesine son sürülen ülke Katar...

ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 Mayıs'taki Suudi Arabistan ziyareti ve bu ülkeyle 380 milyar doların üzerindeki tarihi sözleşmeyi imzaladığı Riyad zirvesinin hemen ardından Körfez ülkeleri tarihinin en büyük krizini yaşadı. Katar krizi, ziyarette ekonomi dışındaki konuların da ele alındığı düşüncesini akıllara getirdi.

'Teröre destek verme' gibi klişelere itibar etmeyenler için krizin gerçek nedenini stratejistler, Katar'ın bölge ülkelerinden, dolayısıyla onların bağlı oldukları İngiliz-ABD ekseninden bağımsız dış politikalar izlemesi, dostluk ve ittifaklar kurması olarak değerlendiriyor. Her ne kadar bugüne kadar bölgedeki Sünni ittifakın bir parçası olsa da Katar'ın bu müstakil duruşu söz konusu küresel güç ve onun şemsiyesi altındakileri endişelendirmiş görünüyor.

Katar'ın Türkiye ile yıllardır süregiden yakın dostluk ve ittifakı da söz konusu endişe ve rahatsızlığın temel nedenleri arasında. Zira, ablukanın kalkması için Katar'a şart koşulan maddeler arasında Türk askeri üssünün kapatılmasının yer alması bu açıdan manidar. Ablukaya gerekçe gösterilen sözde teröre destek verme iddiasıyla bu talebin bütünüyle ilgisiz olması krizin perde arkasına ışık tutuyor.

Diğer yandan, son dönemde Türkiye-Rusya-İran üçlüsü Astana zirvesinde çok güçlü ve beklenmedik bir bölgesel ittifak olarak ortaya çıktı. Katar'ın bu güçlü ittifaka yönelme olasılığı bile bölgeye hakim İngiliz-ABD ekseni açısından istenmeyen bir durum.

Nitekim, Katar'a uygulanan ambargonun ana gerekçeleri arasında İran'la yakın ilişkiler kurması, ekonomik işbirliği içine girmesi var. Bilindiği gibi Katar, 2014 yılında Güney Pars’daki sahasını geliştirmesine yardımcı olmak amacıyla İran’la bir anlaşmaya girdi. Ayrıca, Katar Emiri Şeyh Temim İran karşıtlığını eleştirdiği için okların hedefi oldu. Katar'ın, gerçekte İran'a karşı bir cephe olarak kurulması planlanan Suudi öncülüğündeki Arap-NATO'suna katılmayı reddetmesi de bardağı taşıran son damlalardan.

Oysa, suç olarak gösterilen, hatta terörü desteklemekle eş tutulan bu politikalar gerçekte iki Müslüman ülkenin mezhep ayrımı gözetmeksizin yakınlaşmasından başka bir şey değil.  Bu gelişme, Ortadoğu'nun birlik, barış, güven, refah ve istikrarı için atılmış son derece olumlu bir adım olarak değerlendirilmeli. Bu durumdan tek rahatsız olacak olan da kuşkusuz mezhep kavgalarından, ayrılık ve ihtilaflardan beslenen emperyalist güçten başkası değil. Nitekim krizin başlamasından hemen sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar’ın bölgeden soyutlanmasının İslami değerlere aykırı olduğunu belirtti.

Resmi olarak abluka gerekçeleri arasında yer almasa da, Katar'ın Rusya ile son yıllarda geliştirdiği iyi ilişkilerin krizin en önemli örtülü nedenleri arasında olduğu açık. Rusya ve Katar arasındaki ilişkiler son yıllarda belirgin biçimde gelişme gösterdi. Özellikle Rus ekonomisinin yabancı yatırımcı sıkıntısı çektiği ambargo döneminde Katar, Rusya'da aktif bir yatırım politikası izledi. Bilindiği gibi, Rus kamu petrol şirketi Rosneft’in %19,5’luk hissesini Katar, Glencore ile birlikte geçtiğimiz yılın sonlarında satın aldı. Geçtiğimiz günlerde Katar’ın Rusya büyükelçisi Fahad Mohammed Attiyah, Sputnik’e verdiği demeçte, Katar’ın yeni bir ekonomik bakışa yelken açtığını, bunun Rusya ve diğer devletlerle varolan ortaklıklarının kuvvetlendirilmesiyle  mümkün olduğunu  Rusya’nın Katar’ın en büyük ticari ortaklarından biri olacağını açıklaması  dikkat çekici bir gelişmeydi.

Görüldüğü gibi, Katar zaten yıllar öncesinden bugünkü dışlanmasına neden olacak dostluk, ittifak ve yakınlaşmaların içine girmiş ve bir hayli de yol almış durumda. Ancak bir cephe için dışlama bir diğeri için önemli bir fırsat olabilir.

'The New York Times'da yayınlanan 17 Temmuz tarihli "Trump'ın Putin'e Ortadoğu'daki Hediyesi" başlıklı yazıda, Katar krizinin doğrudan Rusya, Türkiye ve İran için büyük bir fırsat olduğu şu satırlarla belirtiliyor:

"Başkan Trump'ın çok büyük bir hatası, Suudi Arabistan'ın IŞİD'e karşı mücadele etmesi planlanan bir Sünni Müslüman ittifakını bozmasına neden oldu. O kadar ki Katar ve Türkiye birbirine çok daha yakınlaştı ve İran ve Rusya ile işbirliğine açık hale geldi... "

Putin halihazırda İran'la işleyen bir ortaklık ve Türkiye ile de giderek artan bir uzlaşma sağlamış durumda. Ve Trump yönetimi kendisine daha da büyük düşünmesini sağlayacak imkanı verdi –Suudi-ABD eksenine temkinli yaklaşan ülkelerle geniş tabanlı bir ittifaka girme fırsatı. Bu yalnızca Sünni olan Katar ve Türkiye'yi değil, aynı zamanda Şii İran ve bölgesel dostlarını, Şii çoğunluklu Irak'ı ve potansiyel olarak Umman'ı da kapsıyor. Birlikte, bu ülkeler bölgede ve küresel enerji pazarlarında önemli bir gücü yönlendirebilirler. Bu birleşme aynı zamanda, gelecekteki bir Müslüman Kardeşliği öncesinde Şii ve Sünni toplumlarının biraraya getirilmesi ihtimalini de artıracaktır."

Katar krizi, doğru ve zaman kaybetmeden harekete geçildiği takdirde hem Katar hem de Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü açısından çok büyük bir fırsata dönüştürülebilir. Rusya’nın da bu durum karşısında Ortadoğu’daki etkinliğini arttırması çok muhtemel.  Her üç ülkenin de önemli dost ve müttefikleri olan Katar'a sahip çıkması ve resmi bir birlik içinde bu ittifakın adını koyması yalnızca Ortadoğu değil, tüm dünyanın gidişatı için tarihi bir dönüm noktası olabilir.

Adnan Oktar'ın Pravda'da yayınlanan makalesi:

http://www.pravdareport.com/world/asia/03-08-2017/138319-qatar_crisis-0/

Masaüstü Görünümü