Harun Yahya

Ramazan 2011, 13. Gün



 





"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;"

"Bana yediren ve içiren O'dur;"

"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;"

"Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur,"

"Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur." (Şuara Suresi, 78-82)
 



"Beni koruyan ve sığındıran Allah'a hamdolsun. Beni yediren ve içiren Allah'a hamdolsun. Bana iyilikte bulunan ve iyiliği artıran Allah'a hamdolsun. Yarab! Senden beni cehennemden korumanı dilerim." (Ebu Davud)







 

 
 

"Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz."1
 

İnkar edenlerin temel özelliklerinden biri, kibirleridir. Bu kibirleri nedeniyle Allah'ın elçilerine itaat etmeyi reddetmişler ve itaat etmemek için türlü bahaneler öne sürmüşlerdir. Bu bahanelerinden biri ise, elçilere ancak insanüstü bir varlık olurlarsa itaat edeceklerini söylemeleridir. Peygamberimiz (sav) ise kavmine, kendisinin Allah'a kul olan bir insan olduğunu, onların bu beklentilerinin yersiz olduğunu ve kurtuluşa ermek için Allah'a yönelmelerini söylemiştir. Bu konudaki Kuran ayetlerinde Allah, Peygamber Efendimize şunları söylemesini emretmiştir:

De ki: "Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın." (Kehf Suresi, 110)

De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." De ki: "Benimle aranızda şahid olarak   Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 95-96)



 

Peygamberimiz (sav), kavmine kendisinin de Müslüman olmakla ve Allah'a itaat etmekle emrolunduğunu ve kendisinin sadece uyarmakla sorumlu olduğunu, inkar edenlerin tavırlarından sorumlu tutulmayacağını da bildirmiştir. Bunu haber veren ayetler şöyledir:

(De ki:) "Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını kutlu ve saygıdeğer kıldı. herşey O'nundur. Ve Müslümanlardan olmakla emrolundum." "Ve Kuran'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: "Ben yalnızca uyarıcılardanım." Ve de ki: "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Neml Suresi, 91-93)

 

www.kiyametalametleri.com

 

------------

1-Tirmizi; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 4. cilt, s.594

 


 

Her insan tek başına hesap verecek

Genelde nefiste sorumluluğu hep başkasına yükleme, hatayı başkasında görme eğilimi vardır. Nefsine uyan bir insan, sıkıntılı veya rahatsız edici birşey yaşadığında sebebinin hep başkaları olduğunu düşünür. İş yerlerinde, arkadaşların birbirleriyle olan ilişkilerinde, aile içi meselelerde, yani insanların birbirleriyle olan diyaloglarında yaşanan anlaşmazlıklarda, hep karşı tarafın yüzünden sorun çıktığına inanılır. Nefis insana, aslında kendisinin son derece iyi niyetli olduğunu, ancak kendisine haksızlık yapıldığını düşündürebilir. Nefse kulak verilirse, kişi bu telkinlerle kendisini sürekli aldatabilir. Bir türlü anlaşılamadığı, anlatmak istediklerini, düşüncelerini, niyetini ifade edemediği inancını taşır, ama kendi eksiklerinin, hatalarının farkına varamaz. Dolayısıyla bu hatalarını düzeltme, eksikliklerini giderme imkanı da olmaz. Sürekli karşısındakileri suçlayan, akılcı düşünemeyen, mağdur olduğuna inanmış hatta bunu adeta saplantı haline getirmiş bir insanın, çevresindekilere olumlu, güzel, sevgi dolu bir yaklaşımı olması, bunu candan hissettirmesi de mümkün olmayacaktır. Hatta, bu bakış açısına sahip bir kişi konuşmasa bile, varlığıyla negatif bir elektrik yayacaktır.
 


 

Tüm bunlar aslında kişinin içinde bulunduğu gafletin bir göstergesidir. Böyle bir insan denendiğini, imtihan olduğunu unutmuş, ahirette cenneti haketmek için sınandığından gafil ve habersiz, itidalsiz, akılcılıktan uzak, sevginin, sadakatin, vefanın kıymetini ve anlamını bilmeyen adeta insani tüm özelliklerini yitirmiş bir hale girer. Öfkesine yenilmesi başkalarına haksızlık yapmasına, konuyu nefsiyle değerlendirdiği için küçücük bir konuyu büyütmesine, kolaylıkla kapanacak bir konuyu önemli bir mesele haline getirmesine sebep olabilir. Nefis insanı zor bir durumla karşılaştığı anda fevri hisleri dışarı vurmaya yönlendirebilir. Nefiste hemen öfkelenme, sinirlenme, karşı tarafa kızgınlıkla açıklama yapma, üzülme, tartışmaya girme gibi dürtüler var olabilir. Şeytanla aynı safta olan nefis, insanı akılcı düşünmekten uzaklaştırır.

Oysa vicdan, akıl ve Allah korkusu insanda çok güzel ve sağlam bir kontrol mekanizması meydana getirir. Nefiste bu gibi hislerin oluşması onlara kapılıp gitmeyi gerektirmez. Hiç kimse unutmamalıdır ki, herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. İnsanın karşısına çıkan bazı kişilerin sergilediği gaflet içindeki tavırlar, kişinin o olumsuzluğa uyması için asla bir bahane olamaz. Mümin her koşulda Kuran’a uygun sözler söyleyebilecek, olgun tavır sergileyebilecek bir güce sahiptir.

(http://www.allahsevgisi.net/)
 




 

Demokrasiyi ve laikliği, Kuran anlatır.


Adnan Oktar`ın 21 Haziran 2011 tarihli saat 00:30’daki A9 Tv ve Kaçkar Tv röportajından
 




 


 

Hz. Mehdi (a.s.)'ın, ''Üzerinde Allah'ın Adının Yazıldığı, Sarı Beyaz Bayrakları'' Dünyanın Dört Bir Yanını Saracaktır

Şöyle rivayet edilmiştir: “Şu muhakkak ki ahir zamanda mağrib memleketinin en uzak mevkiinden Hz. Mehdi (a.s.) denilen bir zat çıkacak. Ve ön tarafında kırk mil mesafe olarak yardım yürüyecek. HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN BAYRAKLARI BEYAZ VE SARIDIR. İÇİNDE ÇİZGİLER BULUNUR. BAYRAKLARINDA ALLAH'IN İSM-İ AZAMI YAZILMIŞTIR. Onun bayrağı altındaki hiçbir birlik mağlup edilmez.

(İmam Şarani, Ölüm Kıyemet Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri Muhtasaru, (Tezkireti’l Kurtubi), s. 438)

Hadiste ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)'yi insanlara tanıtacak özelliklerden birinin, Hz. Mehdi (a.s.)'nin kullanacağı “sarı beyaz bayrakları” olduğu haber verilmiştir. Ayrıca “bu bayrakların içinde çizgiler olacağı ve  üzerinde de Allah'ın adının anıldığı yazılar olacağı” da belirtilmiştir.



 

Hadisin anlatımından, bu özelliklerin, Hz. Mehdi (a.s.)'nin insanlara İslam ahlakını tebliğ ettiği kitaplara işaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu kitaplar beyaz sayfalardan oluşacak, sarı altın rengi süsleri olacak ve kitabın içinde de yazılar ve bu yazıları içine alan kenar çerçeveleri olarak kullanılan kenar çizgileri, resimler ve şekiller bulunacaktır. Ve Yüce Allah'ın adı kitabın her yerinde yazılı olacak; Allah'ın Büyüklüğü ve Yüceliği bu kitaplarda çok detaylı olarak anlatılacaktır. Ayrıca hadiste ‘bayrak’ benzetmesiyle anlatıldığı gibi, bu kitaplar adeta bir ordunun bayrakları, sancakları gibi, ulaştığı her yeri manen fethetmiş olmasının bir alameti olarak, Hz. Mehdi (a.s.)'nin manen, kültürel açıdan ve bilgi yönünden fethettiği; yani ateistliği mağlup ettiği her yerde bulunacaktır.

Hadiste“onun bayrağı altındaki hiçbir birlik mağlup edilemez” sözleriyle de, Hz. Mehdi (a.s.)'nin bu eserler ulaştığı her yerde mağlup edilemez bir etki bırakarak, İslam ahlakının yeryüzünde hakim kılınmasına vesile olacağına işaret edilmiştir.



 

Bediüzzaman Hazretleri Hz. Mehdi (a.s), cemaati ve onların şahsı manevisinden ayrı ayrı bahsetmektedir
 

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyük bir müceddid (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hâkim, hem Hz. Mehdi, hem mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimizin soyundan) olacaktır.(Mektubat, sf. 411, 412, 441)

… bir müçtehid

… bir müceddid

… hâkim

… Hz. Mehdi

… mürşid

… kutb-u a'zam

… bir zât-ı nuranî

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi tek kişiye ait olacak özelliklerdir. Ayrıca Üstad Hz. Mehdi (a.s)’ın bir zat-ı nurani olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (a.s)’ın bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ayrıca burada kullanılan “bir” kelimesi bu konuyu açıklamaktadır. “Zat” ise zaten yine birlik ifade eden bir kelimedir. Açıkça “bir zat” ifadesi kullanılmıştır; “iki” ya da “birileri” denmemiştir.

Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi (a.s) ve cemaatinin şahsı manevisinden “ve” ifadesini kullanarak iki ayrı kavram olarak bahsetmesi, bu konuya açıklık getiren bir başka delildir.

http://www.mehdininalametleri.com/



 

Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler var ettik ve orada yürüme (imkanlarını) takdir ettik: "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). (Sebe Suresi, 18)

Ebced: 2023


 

Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler. (Bakara Suresi, 146)

Ebced: 1959
 


 

Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? (Fussilet Suresi, 53)

Ebced: 1990

 

www.kurandanisaretler.com




 





Başbakan Erdoğan: ''Kadına şiddet alçaklıktır''







Ne Demişti





Ne Oldu










Destan TV, 08 Mart 2009

Adnan Oktar: Bakın diyor ki 2006 yılında 17 bin 64 kişi aile içi şiddete maruz kaldı. Kardeşim ne mecburiyeti var? Niye her gün ağzını, burnunu kırdırsın? Niye kendini dövdürsün? Yani babandır döver, annendir döver. Hayvan mı bu? Bu insan, öyle bir şey olmaz. Öyleyse GİDER RESMİ MÜRACAATTA BULUNUR, DEVLETE SIĞINIR. Gider bir dostu, sevdiği, güvendiği kişi varsa onun yanında can güvenliğini korumak şartıyla kalır.






Türkiye, 8 Mart 2011






Başbakan Erdoğan, hiç kimsenin kadına yönelik şiddeti, töre, gelenek ve namus davası diyerek meşrulaştıramayacağını belirtti ve "Kadına yönelik şiddet vicdansızlıktır, insafsızlıktır, hiç tereddüt etmeden söylüyorum, alçaklıktır!" dedi.










 

Samimi Bir Dindar, Atatürk
 


 

Gerek Atatürk'ü yakından tanıyan kişilerin aktardıkları bilgiler, gerekse Atatürk'ün hayatını anlatan güvenilir kaynaklar incelendiğinde, Atatürk'ün materyalist, din karşıtı olmak bir yana, aksine sarsılmaz bir Allah inancına sahip, Kuran'ı Kerim'i kendisine rehber edinmiş samimi bir Müslüman olduğu görülecektir.

Atatürk'ün sağlam bir İslam inancına sahip olduğu, çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda da açıkça kendini göstermektedir. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önderimiz'in yaptığı uygulamaları incelediğimizde de, bunların dinimizin özüne ve Kuran'ı Kerim'de tarif edilenlere uygun olduklarını görürüz.

Bu kitapta, Atatürk’ün samimi bir dindar olduğu gerçeği gözler önüne serilmektedir.

http://www.harunyahya.org/kitap/dindar_ataturk/dindarataturk.html
 


 


Evrimci Tarih Anlayışı Gerçeklerden Uzaktır



Evrimci tarih anlayışına göre insanlık tarihi, insanın sözde evrimine paralel olarak çeşitli dönemlere ayrılarak incelenir. Pek çoğunuzun okul yıllarında ya da çeşitli gazete ve televizyon haberlerinde duymaya alışık olduğu taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri, bronz çağı, demir çağı gibi hayali kavramlar söz konusu evrimci kronolojinin önemli parçalarıdır. Çoğu insan bu hayali tabloyu hiç düşünmeden kabul eder ve insanlığın bir zamanlar sadece kaba taş aletler kullanılan, medeniyet ve teknolojinin bilinmediği bir dönem yaşadığını sanır.



 

Oysa arkeolojik bulgular ve bilimsel veriler incelendiğinde ortaya çok daha farklı bir tablo çıkar. Geçmişten günümüze kalan izler, insanların, tarihin her döneminde kültürleriyle ve sosyal yaşamlarıyla medeni bir hayat sürdüklerini göstermektedir. Arkeolojik kazılarda bulunan aletler, dikiş iğneleri, flüt kalıntıları, süs eşyaları, dekorasyon malzemeleri, geçmiş insanların kültürel olarak gelişmiş bir yaşam sürdüklerinin göstergelerindendir. (http://www.evrimacmazi.com)


95 BİN YILLIK FLÜT



Resimdeki flütler ortalama 95 bin yıllıktır. Bundan on binlerce yıl önce yaşayan insanların da gelişmiş müzik kültürü olduğunun delillerinden biridir.



 

SANAT VE ESTETİK ZEVKİNİN ÜRÜNÜ BİR KOLYE

Geç Neolitik döneme ait taşlardan ve kabuklardan yapılmış bu kolye, dönemin insanlarının sanat ve estetik zevklerinin yanı sıra, böyle bir süs eşyasını meydana getirebilecek teknolojiye de sahip olduklarını göstermektedir.
 


 


 

Moleküller Arasındaki Çekim Kuvveti

Kohezyon,molekül çekim kuvveti demektir ve aynı cins moleküllerin arasındaki çekim kuvvetine denir. Kohezyon sıvı ve katı maddelerde görülür, gazlarda ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Bu maddelerin moleküllerindeki pozitif ve negatif yükler arasında oluşur. Bağların ömrü saniyenin trilyonda biri kadardır; ancak komşu moleküller arasında sürekli yeni bağ kurulur ve bu da bileşiği bir arada tutar.

Bunun sonucunda sıvılardaki yüzey gerilimi meydana gelir.



 

Bir maddenin molekülleri ile diğer bir maddenin molekülleri arasında da çekme kuvvetleri mevcuttur ve buna da adhezyon adı verilir. Bir bardak içerisindeki suyu ele aldığımızda; su moleküllerinin kendi aralarındaki çekme kuvvetleri kohezyon, bardak molekülleri ile su molekülleri arasındaki çekim kuvvetleri ise adhezyondur.

Islaklık hissi de, doğal olarak bu iki kuvvet arasındaki etkileşim ile ilişkilidir. Hatta kimya ve fizikte “ıslaklık” veya “ıslanma”, bu kuvvetler arasındaki bağıntıya göre adlandırılır:

Adhezyon kohezyondan büyükse ıslanma koşulu, kohezyon adhezyondan büyükse ıslanmama koşulu var demektir.

Örneğin; kohezyonu çok yüksek olan civa cam bir kaba konulduğunda, camın çeperlerine yapışmaz. Bu bilgiler akla şöyle bir soru getirmektedir:

“Suyun kohezyon kuvveti civa kadar yüksek olsaydı?.”  Eğer böyle olsaydı, ıslanamadığımız için ne banyo yapabilirdik, ne de giysilerimizi yıkayabilirdik.

Kısacası yaşam kaynağımız olan sudan yararlanamazdık. Eşsiz Yaratıcımız olan Allah yaşamımızın kaynağı olan suyu, en uygun özellikleriyle yaratmış ve hizmetimize vermiştir. Şüphesiz en üstün ilim sahibi Yüce Allah’ın böyle mükemmel yaratmasında da bir hikmet ve bir amaç vardır. Ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 84)
 

Masaüstü Görünümü