Harun Yahya

Ramazan 2011, 27. Gün



 





Hiç şüphesiz, benim velim kitabı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. (Araf Suresi, 196)
 



"Bir Müslümana zarar verene Allah da zarar verir, meşakkat verene Allah da meşakkat verir." (Tirmizi)







 

 
 

“Allah Teala Hazretleri güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkın ibtali (hükümsüz bırakılması), insanların tahkiri (hor görülmesi)dir.“1

Peygamber Efendimiz, kibrin ve büyüklenmenin kötü bir ahlak özelliği olduğunu ve kibirli insanların cehennemle karşılık bulabileceklerini bildirmiştir. Onları bu büyük tehlikeye karşı da uyarmıştır. Peygamberimiz (sav), her durumda tevazusu, alçak gönüllü, sevecen, şefkatli tavrı ile insanlara en güzel örnek olmuştur. Peygamberimiz (sav)'in kibir hakkındaki uyarılarından bazıları şöyledir:

"Allah Teala Hazretleri güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkın ibtali (hükümsüz bırakılması), insanların tahkiri (hor görülmesi)dir."

"Kişi kendisini halktan büyük görüp uzak tuta tuta cebbarlar arasına kaydedilir de, onların başına gelen musibete duçar olur."2

Peygamberimiz (sav), ataları ve aileleri ile övünen ve bundan dolayı kibirlenen insanları da uyarmış ve şöyle demiştir:

"İnsanlar ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdadlarıyla övünmekten vazgeçerler, yahut da Allah katında, burnuyla pislik yuvarlayan Mayıs böceğinden daha adi bir dereceye düşerler. Allah Teala Hazretleri sizden cahiliye kibirini temizledi. Artık o, muttaki bir mümin veya bedbaht bir facirdir. İnsanların hepsi Hz. Adem'in evlatlarıdır. Adem ise topraktan yaratılmıştır."3


 

Peygamberimiz (sav), ashabına her zaman güzel giyinmelerini, bakımlı ve hoş görünmelerini tavsiye etmiştir. Ancak aynı zamanda, onlara giydiklerinden veya güzelliklerinden dolayı kibirlenen insanın dünyada ve ahirette küçük düşüceğini de hatırlatmış, her koşulda tevazulu olmalarını söylemiştir.

www.belgeseller.net

 

------------

1-Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, s. 24

2- Tirmizi, Birr 61, (2001); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.28

3- Ebu davud, Edeb 120, (5116); Tirmizi, Menakıb (3950, 3951); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, s.29
 



 

Rüya alemi ile dünya hayatı arasındaki önemli benzerlik

Tarih boyunca pek çok düşünür rüyanın gerçek mahiyetini ve rüya ile dünya hayatı arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Descartes bu konu hakkında şu yorumu yapmıştır:

Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir? İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli bir şey oluyor. (Macit Gökberg, Felsefe Tarihi, s. 263)

Rüya ile dünya hayatının çok önemli bir ortak noktası vardır. Örneğin rüyada kendi bedeninizi gördüğünüzü varsayalım ve rüya esnasında size “Nerede görüyorsun?” diye sorulduğunda, “Beynimde görüyorum” dediğinizi düşünelim. Oysa, açıktır ki, siz rüyanızda bu cevabı verirken ortada gerçek bir beyin yoktur. Rüyadaki vücut ya da beyin tamamen hayali bir görüntüden ibarettir. Rüya sırasındaki görüntüleri gören irade ise, hiç kuşku yok, hayali bir beyinden çok daha “ötede” olan bir varlıktır.

Rüyanızda verdiğinizi varsaydığımız cevap, dünya hayatımızda bize sorulan “Nerede görüyorsun?” sorusuna verilen doğru cevaptır. Bilindiği gibi, gören "göz" değildir ve tüm görüntü beyinde oluşmaktadır. Gözlerin ve gözlere bağlı olan milyonlarca sinir hücresinin tek görevi ise, görme işleminin gerçekleşmesi için beyne mesaj iletmektir. Yani görenin gözler olmadığı açıktır, ancak gören ve algılayanın sudan, protein ve yağ moleküllerinden oluşan bir et parçası olduğunu iddia etmek de çok yanlış olacaktır. Buradan da, beyin dediğimiz et parçasında görüntüleri seyrederek yorumlayacak, kısacası “ben” denilen varlığı meydana getirebilecek bir özelliğin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Oysa beynin içinde ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan biri vardır. Peki göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm algıları hisseden bu şuur kime aittir?

Söz konusu şuur, hiç şüphe yok ki Allah’ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde, düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.

Sonuçta bizler hiçbir zaman “görüyorum” dediğimiz şeylerin aslını göremeyiz. Biz ancak maddesel dünyanın görüntüsüyle muhattap oluruz. Dünya hayatı yalnızca insanların ruhuna algılattırılan görüntülerden ibarettir. İnsan, bu gerçeği en iyi ölüm anında anlayacaktır. Nitekim ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya görüntüsü değişecek, bunun yerine hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Ölümle birlikte insan adeta bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecektir. Bir ayetinde Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)

Peygamber Efendimiz (SAV) de bir hadis-i şerifinde "İnsanlar uykudadır, ölümle uyanırlar." buyurarak bu büyük gerçeğe dikkat çekmiştir.

(http://www.nedenvariz.com)




 

Bir insan samimi olursa, en güzel, en doğru tavrı Allah o kişinin vicdanına ilham eder.


Adnan Oktar`ın 3 Şubat 2011 tarihli Samsun Aks Tv röportajından
 




 


 

Hz. Mehdi (a.s.), İzlenecek, Gözetlenecek Ve Baskı Altına Alınmak İstenecektir

Ebu Said El-Hudri'nin (r.a.) rivayetinde, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:  Deccal çıkınca, ona karşı müminlerden bir adam (Hz. Mehdi (a.s.)) yönelir. DERKEN O MÜMİN KİMSEYE BİRÇOK SİLAHLILAR, DECCAL'IN MERKEZLERDE GÖZETLEME YAPAN SİLAHLILARI KARŞI ÇIKARLAR.1

Peygamberimiz (sav)'in bu hadisinde Hz. Mehdi (a.s.)'nin, Deccal'in silahlı adamları tarafindan gözetlendiği, takip edildiği ve bu yolla etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı bildirilmektedir. Kuran'da da, hak dini tebliğ eden elçilerin, yaşadıkları devirlerde benzer şekilde gözetlenerek engellenmek istendikleri şöyle bildirilmiştir:

O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin." (Müminun Suresi, 25)

Ancak Peygamberimiz (sav)'in de belirttiği gibi, Deccal'in bu faaliyetleri sonuçsuz kalacak; hatta aksine Hz. Mehdi (a.s.)'nin etkisinin ve gücünün daha da artmasına, dünya çapında şanının ve şöhretinin daha da yayılmasına vesile olacaktır. 



 

------------


1 (Mehdilik ve Imamiye 37, (Sahih-i Müslim, 11/393'den nakil)
 



 

Deccal haşa kendisini adeta ilahlaştırmakta, Darwinizmi kullanarak insanların beyinlerine hükmetmekte, onları etki altına almaktadır

Beşinci Mes'ele: Rivayette vardır ki: "Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, uluhiyet (ilahlık) dava edecekler ve kendilerine secde ettirecekler."

Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasılki padişahı inkâr eden bir bedevi kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de: Tabiiyyun ve maddiyyun (materyalizm, Darwinizm) mezhebinin başına geçen o eşhas (şahıslar), kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet (terbiye edicilik) tahayyül ederler (hayal ederler) ve raiyetini (saygısını) kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârane (kulluk ederek) serfüru ettirirler (baş eğdirirler), başlarını rükûa getirirler demektir. (Şualar, s. 584)

Bediüzzaman Hazretleri’nin işaret ettiği gibi deccali sistemi yayanlar silah olarak kullandıkları Darwinizmi, bütün dünyada yaygınlaştırarak sapkın bir din haline getirmişlerdir. Deccal bu yolla, kendisini adeta ilahlaştırmıştır (Allah'ı tenzih ederiz) ve Darwinizm’i kullanarak bütün dünyada insanların beyinlerine hükmederek büyük bir kitleyi adeta canavara dönüştürmektedir.

Dindarları bile etkilemekte, Hıristiyanları, Musevileri ve Müslümanları çaprazlama olarak birbirine düşürmeye çalışarak, onlar arasında ayrılık ve nifak çıkarmaya uğraşmaktadır. Bu yöntemle deccal, bir kısım insanları kendi yandaşı haline getirmektedir. Böylece dindarların, bir araya gelerek güçlenmesine ve deccalin başlattığı zulmü ortadan kaldırmalarına engel olmayı hedeflemektedir.

Deccal bu aldatmacasıyla, bazı iman edenlerin birbirlerine karşı suni bir mücadele içine girmesini, bu sırada kendisinin de hakimiyetini sürdürüp güçlendirmesini amaçlamaktadır. Hz. İsa (a.s.)’ın ve Hz. Mehdi (a.s.)'ın yeryüzünde zuhur etmesiyle ise, deccal komitesinin getirdiği Darwinist ideoloji tamamen susturulacak, deccalin aldatıcı fikir sistemi yok edilecektir.

http://www.risaleinurokuma.com/



 

Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere, bir akış içinde yerini alanlara... (Tekvir Suresi, 15-16)
 

Ebced:

Hicri:1459, Miladi: 2036



 

(Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti. (İbrahim Suresi, 15)

 

Ebced: 1993

 

www.allahinsonsuzgucu.com




 





Türk askeri Afgan halkının ümit ışığı oldu







Ne Demişti





Ne Oldu












Destan TV, 5 Ağustos 2008

Adnan Oktar: Amerika’nın bu işi yapamayacağını Amerika kendisi gördü. Yani onların yapacağı bir şey değil. Avrupa hiç yapamıyor çekiliyorlar zaten. Irak tek başına zaten bunu yapamaz paramparça olur ve iç savaşlara dönüşebilir, kargaşaya gidebilir olay. Filistin ile İsrail arasındaki olay da yatışmaz. İnşaAllah tek çözüm Türkiye’nin bölgede ağabeyliği kabul etmesi. Ben ağabeyliği size teklif ediyorum diyecek. Bu kadar, resmi ağızdan. Mesela, Azerbaycan’a, Türkiye teklifte bulunsa, Türkiye ile Azerbaycan birleşsin iki devlet bir millet olarak birleşelim dese. Eğer bunu 48 saat içerisinde kabul etmezlerse gelin bana ne diyorsanız söyleyin. Hemen kabul ederler. Zaten onlar teklif ediyor, istiyoruz diyorlar. Sadece Türkiye’nin bunu istemesini bekliyorlar. Suriye’ye gidip teklif edelim. Resmi olarak Türkiye ile birleşin. İki devlet, zaten Müslüman devletler. Fakat Türkiye ile birleşin desek hemen kabul eder, Irak da kabul eder. çünkü müthiş lehine onların. Huzur gelecek, adalet gelecek, barış gelecek, ekonomi canlanacak, şahlanacak ve süper devlet olacaklarını çok iyi biliyorlar.... TÜRK ASKERİ NEREYE GİTSE ALKIŞLARLA, SEVGİYLE KARŞILANIYOR. ÇOK YİĞİT, EFENDİ MİZAÇLIDIR. Türk askeri ve çok adaletlidir. DÜNYANIN HER YERİNDE SEVİLİR. AFGANİSTAN’DA SEVİLİYOR. Somali’ye gitsin sevilir. Her yerde Bosna’ya gitsin seviliyor. Niye? Çünkü çok vicdanlı, efendi, saygın, adaletli ve makuldür Türk askeri. Ve çok çok vicdanlıdır. Böyle bir anne baba şefkati taşır. Ve çok makul hareket eder Türk askeri. Yani, kendini kaptırmaz. Mutedildir yani, bölgede en iyi yönetim Türk devletinin bölgede ağabeylik yapmasının olacağını herkes ittifakla kabul ediyor.







Türkiye, 13 Şubat 2010






Türkiye, 10 Şubat 2010



Türkiye, 11 Şubat 2010



Sabah, 11 Şubat 2010









 

Şirk Tehlikesi



 

Şirk, sadece tahtadan oyulmuş putlara tapmakla sınırlı bir kavram değildir ve sanılanın aksine pek çok toplumda yaygındır. İnsanın Allah'ın rızasına muhalif olarak medet umduğu, rızasını aradığı her varlık, Allah'ın rızasına tercih ettiği her şey Allah'tan başka edindiği birer ilahtır aslında. Bu nedenle şirki uzak görmemek, aksine insanın çok yakınında olabileceğine ihtimal vermek gerekir. Bununla birlikte şirk, insanın kaçınması gereken günahların en başında gelmektedir.

Bu sitede bu önemli konu çeşitli yönleriyle ele alınmaktadır.

www.sirktehlikesi.com

 


 


Tarihin İlk Şehri Olarak Kabul Edilen Çatalhöyük, Evrimi Reddediyor



MÖ 9000 yılına ait olduğu kabul edilen Çatalhöyük, tarihin ilk şehirlerinden biri olarak nitelendirilmektedir. İlk buluntularla birlikte, arkeoloji dünyasında büyük tartışmalar başlamış, evrimci iddiaların bir kez daha geçersizliği görülmüştür. Arkeolog James Melaart  -kendisini de hayrete düşüren- bölgedeki gelişmişliği şu şekilde anlatmaktadır:

Neolitik dönemin önde gelen toplumlarından biri olan Çatalhöyük'teki gelişmiş toplumun sahip olduğu teknolojik özellikler hayrete düşürücüdür... Örneğin, obsidyen (sert bir volkanik cam türü) bir aynayı nasıl olup da hiç çizmeden parlatmışlardır, ya da taş boncuklarda günümüzün çelik iğnelerinin dahi açmakta zorlanacağı delikleri açmayı nasıl başarmışlardır? Ne zaman ve nasıl bakırı, kurşunu ve diğer metalleri eritmeyi öğrenmişlerdir (http://www.goldenageproject.org.uk/108catalhuyuk.html)



 

Bulgular Çatalhöyük'te yaşayan insanların gelişmiş şehircilik anlayışına, planlama, tasarlama, hesaplama yapma kabiliyetine sahip olduklarını, sanat anlayışlarının ise tahmin edilenden çok daha ileri olduğunu göstermiştir. Kazı ekibinin günümüzdeki lideri Prof. Ian Hodder, burada elde edilen bulguların evrimci iddiaları geçersiz kıldığını şöyle ifade etmektedir:

Nereden geldiği belli olmayan şaşırtıcı bir sanatları var. Çatalhöyük'ün coğrafi konumunu da açıklamak bayağı zor. Dönemine ait yerleşim yöreleriyle doğrudan bir coğrafi bağlantısı yok... Ortaya çıkarılan sıvaüstü resimler dönemine göre çok ileri. Bu insanlar bu sanat seviyesine neden ve nasıl ulaştılar?... Sorulması gereken esas soru bu: Bir grup insan nasıl olup da bu kadar muazzam bir kültürel başarı sağlayabiliyor? Aniden ve yoktan son derece önemli sanat eserleri oluşturmuşlar... Bildiğimiz kadarıyla Çatalhöyük'te elde edilen kültürel gelişmede bir evrim bulunmuyor. (Fenomen, 15 Eylül 1997, sf. 45)

(http://www.darwinistlerinizdirabi.com/)

 


 

Salyangozların Hareketlerindeki Komplekslik

Salyangozun hareketine, özel kas sistemi dışında, vücudunu kaplayan mukus isimli sıvı da yardım eder. Bu sıvı detaylı olarak incelendiğinde, üstün bir akıl gerektiren özelliklere sahip olduğu açıkça görülecektir.

Tıpkı bir arabanın yeni dökülmüş bir asfalt yolda daha rahat hareket edebilmesi gibi, mukus da sürtünme kuvvetini azaltarak, salyangozun daha rahat ve nispeten daha hızlı ilerlemesini sağlar. Ayrıca aynı, bir arabanın toprak bir yolda seyahat ederken hasar alabileceği gibi; böyle bir ortamda hareket eden salyangoz da zarar görebilir. İşte bu durumda bu sıvı keskin ve sert yüzeylere karşı salyangozu korur. Mukusun koruyucu özelliği o kadar kuvvetlidir ki; salyangoz jilet ya da bıçak gibi son derece keskin yüzeylerde bile hiçbir şekilde hasar görmeden, hatta bir çizik dahi almadan ilerleyebilir.



 

Salyangozların hareketlerindeki komplekslik, mukusun yapışkan özelliği dikkate alındığında çok daha iyi anlaşılmaktadır.  Mukus, o kadar kuvvetli bir yapıştırıcıdır ki, salyangoz ters bir şekilde bir yere asıldığında veya fırtınaya ya da sarsıntıya maruz kaldığında kati suretle yerinden düşmez. Bu yapışkan özelliği fark eden Stanford Üniversitesi’nden Prof. Mark W. Denny “Nasıl olur da bir canlı çok kuvvetli bir yapıştırıcının üzerinde yürür?” diyerek Allah’ın yaratma sanatındaki bu harika mucizeye dikkat çekmiştir.

Genellikle, bir yapışkan yüzeyden bedeni ayırmak için, belirli noktalara güç uygulamak gerekir. Ancak, salyangozlar hiçbir güç kullanmadan, rahat rahat süzülerek ilerlerler. Bu çok zor işlemde, kasların yapısının çok önemli bir rolü vardır. Belirli noktalara güç uygulamak yerine, güç tüm kas yüzeyinde eşit olarak dağılmıştır. Bu sayede canlı bu kuvvetli yapışkan üzerinde yürürken hiçbir güçlük çekmez.



 

Bu canlının sahip olduğu kimyasal yapı, Allah’ın bu canlı için yarattığı özelliklerden biridir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz canlıların sahip oldukları bu gibi özellikler, Allah’ın sınırsız gücünü daha iyi kavramak için birer vesiledir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:

“Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur...” (Bakara Suresi, 29)
 

Masaüstü Görünümü