Harun Yahya

Türkiye'de her fikrin, hoşgörüyle birbirine saygı duymasının önemi


 










Bir toplumu, yüz yüze geldiği engeller karşısında dirençli ve üstün kılan,  o toplumu oluşturan bireyler arasındaki milli dayanışma ve birlik ruhudur. Bu milli dayanışma ve birlik ruhunu hayata geçirmenin en önemli adımı ise, toplum içerisinde var olan her fikrin, her kesimden insanın hoşgörüyle birbirine saygı duymasıdır. Peki bugün ülkemizde bulunan terör tehdidine karşı manevi   bir kalkan sağlayacak olan hoşgörü ortamının ve birlik ruhunun tam gerektiği şekilde sağlanması ve devamlılığı için, halkımızdan siyasi  liderlere kadar herkese nasıl bir sorumluluk düşmektedir?

Bu sorumluluklar neden ivedilikle yerine getirilmelidir?


Bugün Türkiye, tarihinde birbirinden güçlü devletler kurmuş, Osmanlı İmparatorluğu gibi 600 yıldan fazla bir zaman boyunca adaletle hüküm sürmüş büyük bir devletin mirasçısı konumundadır. Anadolu'yu fetheden, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar dünyanın en karışık ve en hassas bölgesini asırlar boyunca hakimiyeti altında tutan güç, Türk Milleti'nin özünde var olan ve Türklerin İslam'ı kabul etmesiyle birlikte asıl kimliğini bulan ahlak anlayışıdır. Dolayısıyla hoşgörü ve saygıya dayalı bu ahlak anlayışının Osmanlı’nın birleştirici ruhunu bölgeye taşıyacak tek güç olarak kabul edilen ülkemizde dün olduğu gibi bugün de yaşatılmasının önemi büyüktür.

Türkiye Neden İlgi Gösterilen Ülkelerin Başında Yer Alıyor?

Ülkemiz, tarihi ve coğrafyası itibariyle çok zengin kültürlerin ve medeniyetlerin beşiği olmuştur. Çok çeşitli milletleri bünyesinde barındırmış olması itibariyle de, dünyada en ilgi odağı olan ülkelerden biridir. Jeostratejik konumu nedeniyle, politik olarak da pek çok ülkenin ilgi alanındadır. Dünyanın son imparatorluğu olarak, Avrupa, Asya, Afrika kıtalarında toprağı olmuş, buradaki milletlerle hem yönetim hem de insani ve kültürel anlamda yoğun ilişkileri olmuştur. Türkiye bugün de yüzyıllar boyunca bu üç kıtada medeniyetini yaşatmış müstesna bir imparatorluğun mirasçısı bir ülke olarak, özel bir ilgiyle karşı karşıya kalmaktadır. Hem tarihçilerin, hem araştırmacıların, hem de siyasilerin ülkemize yoğun ilgilerinin ön sıralarında gelen konu, Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca farklı dinlerden ve kültürlerden onlarca milleti adalet ve hoşgörüyle nasıl yönettiği olmaktadır. Bu konu Batılı birçok tarihçi, akademisyen ve araştırmacı tarafından derinlemesine incelenmekte ve dünyanın önde gelen ülkelerinin yönetim anlayışına vizyon teşkil etmektedir.

 









 

Osmanlı Tecrübesinin Türkiye’ye Kazandırdıkları

 









Osmanlı İmparatorluğu’nun adaletli Türk yöneticilerinin, İslam Medeniyeti’nin ahlakını ve ruhunu özümsemiş temsilciler olarak, insanlara ve kültürlere yaklaşımları adaletli, vicdanlı ve hoşgörülü idi. Müslüman Türk ahlakına sahip olan yöneticiler, kendi inancında, fikrinde ve kültüründe olmayan topluluklara çok insancıl ve hürriyetçi bir yaklaşımda bulunmaktaydılar. Bu yaklaşımlarından ötürü kendilerinden olmayanların da büyük sempatisini ve güvenini kazanmaktaydılar. Bu şekilde gelişen sıcak insani ilişkiler yoluyla Osmanlı topraklarında yüzyıllar boyunca barış, güven ve huzur ortamı vardı. Bunun bir başka göstergesi de Osmanlı’nın ayrıldığı –Ortadoğu gibi- topraklarda, o günden bugüne büyüyen insani bir dramın süregelmesidir.

 

Osmanlı bünyesinde yaşayan farklı din ve kültürden olan onlarca millete geniş ve özgür bir yaşam alanı sağlanmasının, onlarla iyi ve güvene dayalı ilişkiler geliştirilmiş olmasının en önemli göstergelerinden biri de, devlet bürokrasisinde gayrimüslimler dahil farklı milletten birçok kişiye paşalık ve önemli devlet görevi verilmesidir. Bu yaklaşım o zamanın batılı devletleri için bile görülmeyen, çok ileri bir medeniyetin tavrıydı. Bunun altında yatan en önemli sebeplerden biri, İslam Medeniyeti’nin getirdiği insan sevgisine dayalı, özgürlükçü, barışcıl, birleştirici ruhtur. Bu ruha şu anda bölgemizde ne kadar ihtiyaç olduğu açıktır. Dile getirilen Osmanlı özlemlerinin nedeni budur. Bu ruhu bölgeye taşıyacak olan ülke de ittifakla Türkiye’dir. O nedenle öncelikle ülkemizin içinde de aynı ruhun hakim olması gerekmektedir.

 









 

Atatürk’ün Türkiye'ye Kazandırdığı Demokrasi Zenginliği

Atatürk’ün, modern Türkiye’ye kattığı birçok önemli unsurdan biri, demokrasi ruhudur. Bu ruha göre öncelikli olan, herkesin fikrini ve düşüncesini hür olarak yaşaması ve ifade edebilmesidir. Cumhuriyetimizin kurucusu olarak Atatürk, kendi yetkisini Türk insanının daha demokrat, daha özgürlükçü olması için kullanmış, milletimizin birlik ve beraberliğini bu temeller üzerinde yürütmeye çalışmıştır. Türk insanının, her an dış güçlerin baskısında kalabileceğine en yakından şahit olan biri olarak, bu baskıya karşı direnci arttırmak için ülke içinde insanımızın birbirine anlayışlı, demokrat yaklaşımlı, farklılıkları ayrıştırıcı değil, birleştirici bir unsur olarak kullanan bir yapı geliştirmeye çalışmıştır. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözünde en veciz şekilde canlanan bu birleştirici ruh, günümüzde ülkemizin en ihtiyaç duyduğu yaklaşımlardan biridir. Milletimizi oluşturan her kişinin, kültür, fikir, inanç altyapısı ne olursa olsun, bir millet olarak birbirini kendinden görmesi, -anayasaya ve ülkemizin bölünmez bütünlüğüne aykırı olmayan- farklı fikirlere, düşüncelere demokratik özgürlükler çerçevesinde saygı duyması, bu farklılıkları bir gerginlik ve ayrıştırma sebebi değil, bir kültür zenginliği ve karşılıklı istifadeyle bir ilerleme aracı olarak algılaması gerekir.

Millet Bilincimizde Olan, Ortak Paydalarda Birleşmek

 









Bugün, dün de olduğu gibi ülkemizin ihtiyacı olan şey, yeniden milletimizin büyük bir birlik ve beraberlik içinde olmasıdır. Çünkü bugün de, dün karşılaştığımız sorunlarla karşı karşıyayız. Ülkemiz eskiden savaş tehdidi altındaydı, o zaman her türlü farklı fikirden de olsa insanımız omuz omuza, birlik, beraberlikle o tehdidin üstesinden her türlü fedakarlığı göze alarak geldi. Bugün de ülkemiz terör tehdidi altındadır. Eskisi gibi birlik, beraberlik ruhuna milletimizin ihtiyacı vardır. Bu fiziki tehditle birlikte, bir de ithal edilen bazı zararlı ideolojilerin propaganda edilmesi ile, dış güçler ve onların içerideki destekçileri tarafından, gençlerimiz başta olmak üzere insanımız büyük bir kültür yozlaşmasına sürüklenmek istenmektedir. Materyalist ve ateist ideolojilerin toplumumuzda yaygınlaştırılmak istenmesi, insanımızın inanç, aile ve yaşam dokusunu zedeleyerek milli birliğimizi bozmak amacını taşımaktadır. Daha önce de bu ideolojilerle, sağ-sol kavgaları oluşturularak ülkemiz parçalanmak istemişti. Bu ayrıştırma, bölme taktikleri, bahsettiğimiz bu ideolojilerin toplumumuzda hakim yaşam anlayışı olmasını isteyen gayri milli unsurların gayreti olmuştur. Bu nedenle, toplum dokumuzu bozucu, birlik ve beraberliğimizi zedeleyici bu bilim dışı zararlı fikirlere karşı, özellikle bilimsel platformda fikir mücadelesi yürütenlere milletimizin destekçi olması, birlik ve dirlik açısından ayrı bir önem taşımaktadır.

Teröre karşıtlık, demokrasi, fikir ve inanç özgürlüğü, insan hakları, özgür yaşam gibi birçok ortak paydası olan bir toplum olarak, her kesimden, her fikirden olan insanların, asgari müştereklerde anlaşması gerekliliği açıktır. Bunun için, bu anlayışı toplumumuza sunacak kişiler olan toplumumuzun önde gelen kişileri, insanlar ve görüşler arası ılımlı bir bakış açısı ve ılımlı bir üslup geliştirme sorumluluğu taşımaktadırlar.

Liderlerin Hoşgörü ve Ilımlılıkta Öncü Olma Sorumlulukları

 









Türk toplumunun özünde ve demokrasi anlayışında, önde gelenlere, liderlere gösterilen bir bağlılık, güven anlayışı vardır. Osmanlı’dan beri toplumuzda yerleşik olan ve Atatürk ile pekişen, güven duyulan liderlerin arkasında durma eğilimi, milletimizin güzel hasletlerinden biridir. Bu yaklaşım, ülkemizde toplumsal hareketlerin her zaman itidalli bir çerçevede gelişmesi başta olmak üzere, birçok toplumsal faydalar getirmiştir. Bu özelliğin toplumda faydaya dönüşmesine vesile olabilecek diğer yol da, tabii olarak liderlerin zihniyetinden ve kalbinden geçmektedir. Bu nedenle toplumumuzun genel anlayışının şekillenmesinde toplumsal öncü mahiyetinde olan kişilerin ortaya koyduğu yaklaşımlar büyük önem arz etmektedir. 

Özellikle büyük kitleleri etki altına alan siyasi partiler ve onların liderleri bu çerçevede milletimizin birbirine bakış açısı ve huzuru için son derece kritik pozisyondadırlar. Onların her beyanatı, olaylar karşısındaki her yaklaşımı, kitlelere ve topluma yansıdığı için önemlidir. Bu nedenle büyük bir toplumsal sorumluluk taşımaktadırlar. Siyasetin doğasında olan görüş ve fikir farklılıkları, elbette ki demokratik hayatımızda süregelecek bir doğallık olacaktır. Ancak bu farklılıklar sonuçta aynı hedeflere ulaşmak için sürdürülen farklı yöntemlerdir. Her siyasi parti sonuçta ülkenin huzur ve refahını hedeflemektedir. İnsanımızın yaşam standardının artmasını, daha özgür, daha demokratik olmasını istemektedir. Ülkemizin daha güçlü, milletimizin daha ileri seviyede olmasını arzulamaktadır. Aksini isteyen zaten siyaset yapmıyordur, siyaseti kullanıyordur.

 









Dolayısıyla aynı hedef için farklı yöntem, farklı yaklaşım göstermek, çeşitlilik olacaktır. Ancak bu yöntemler daha üst prensiplere tabi olmalıdır. Ahlak, dürüstlük, erdem gibi önde gelen prensiplerin yanında, bir de Türk toplumunda hep var olması ve yeşertilmesi gereken, birbirine saygı duyma, ortak paydada birlikte yaşama ruhunu geliştirici, ayrıştırıcı değil birleştirici, gerginliği artırıcı değil sükuneti ve huzuru sağlayıcı, hoşgörülü, anlayışlı, fikire fikirle karşılık veren, şiddetten, karmaşadan uzak tutan, tahrik edici değil teskin edici bir üslubun hakim olmasıdır. Baş nasıl olursa gövde de öyle olmaya eğilimli olur. O nedenle özellikle büyük kitleleri etkilediği için, siyasi parti liderlerinin herkesten daha çok bu yaklaşıma duyarlı olmaları zaruridir.

Sonuç

Türk insanının kutuplaşması; farklı düşünenlere karşı gerginlik oluşturmasına, bu kişileri kendinden ayrı görmesine, hatta varlığını arzu etmemesine kadar gidebilir. Bu da bir milleti ayakta tutacak olan birlik ve beraberlik ruhunu bozacağından, bu yaklaşım, hiçbir insanımıza, ülkemizde yaşayan hiçbir kesime fayda getirmez. Sadece dışarıdan ülkemizi her türlü bölme arzusunda olanların sinsi amaçlarına ulaşmalarını kolaylaştırır. Bu nedenle, toplumda kitlelere öncü olan kişilerin, özellikle de siyasi liderlerin gerginleştirici üslup kullanmaktan uzak durmaları, aksine ılımlı, uzlaşmacı bir kişilik sergilemeleri Türk Milletinin hayrına olacaktır. Türkiye’nin geçmişinde de benzer şekilde gerginliğin tırmandığı dönemlerde hep bir üzüntü yaşanmıştır. İstenmeyen ve sonradan anılması hoş olmayan toplumsal olaylar meydana gelmiştir. Bunları milletini, ülkesini seven bir kimsenin istemeyeceği muhakkaktır.

Unutmamak gerekir ki; Osmanlı döneminde, toplumun içinde bu yönde, birbirine karşı gerginlik artırıcı, tansiyon yükseltici tutumlar görülmediğinden dolayı, sükunetli, barış ve hoşgörü içinde süren huzurlu bir yaşam vardı. Ülkemizin tarihine bakmanın bu yönden de faydası vardır. Çünkü geçmiş tecrübelerimizi günümüze yansıtmak, bizim gibi tarih bilinci ve millet şuuru olan büyük ülkelerin hayati bir vizyonudur.

Masaüstü Görünümü