Harun Yahya

Ortadoğu'da barışın sağlanması

19. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun adil idaresi altında bulunan Ortadoğu, günümüzde belki de dünya coğrafyasının en karmaşık, en sorunlu ve en önemli bölgesidir. 20. yüzyılın en büyük değeri haline gelmiş olan petrolün yüksek miktarda çıkarılmasıyla büyük önem kazanan Ortadoğu, yüzyılın başından bu yana dünyanın en istikrarsız, en kanlı bölgelerinden biri haline gelmiştir. Savaş, terör, işgal, katliam, baskı, soykırım gibi kelimeler Ortadoğu halkının günlük hayatının bir parçası haline gelmiştir.

Her ne kadar Ortadoğu'yu etkileyen güçlerin sınırları çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor olsa da, özellikle 1948'de bölgede bir Yahudi Devleti'nin kurulması ile birlikte Kudüs ve Filistin toprakları Ortadoğu sorununun merkez noktası haline gelmiştir. Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal mekanlarını barındıran bu topraklar, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in fethi ile Osmanlı topraklarına katılmış, 19. yüzyılın başlarına kadar da Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Aynı yıllarda Hicaz topraklarının da Osmanlı sınırlarına dahil edilmesiyle birlikte, bölgede tam anlamıyla bir Türk hakimiyeti sağlanmıştır.

Kudüs'e Sultanların Özel İlgisi

Üç büyük dinin de merkezi konumundaki Kudüs; tarih boyunca en uzun istikrar dönemini Osmanlılar zamanında yaşamış, Kudüs halkı 400 yıl boyunca adaletin, barış ve güvenliğin nimetlerinden faydalanmıştır. Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar tüm mezhepleri ile birlikte, kendi inançları doğrultusunda, diledikleri gibi ibadetlerini yerine getirmişler, kendi örf ve adetlerini yaşamışlardır.

Ancak bu toprakların Osmanlı'nın elinden çıkması ile birlikte önce sömürgeci devletlerin, daha sonra da 1948'de kurulan İsrail Devleti'nin uyguladığı işgalci politika, 100 yılı aşkın bir süredir bölgede dirlik ve düzen bırakmamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı'yı Balkanlardan uzaklaştırmak ve geride kalan tüm izlerini silmek isteyen güçler yine devreye girmiş ve benzer bir oyuna başlamışlardır. Özellikle de İngiltere ve Fransa'nın sömürgeci politikaları, Ortadoğu'yu bitmek bilmeyen bir kaosun içine sürüklemiştir. Ortadoğu'nun dünyanın en zengin petrol yataklarını barındırdığının fark edilmesiyse bölgeyi paylaşma yarışını hızlandırmıştır. İki ülke arasındaki Sykes-Picot anlaşması Fransa ve İngiltere'nin bu gizli planlarının bir belgesi niteliğindedir. 1916'da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M. F. George Picot arasında imzalanan sözkonusu anlaşma Osmanlı topraklarını İngiltere, Fransa ve Rusya arasında paylaştırırken, Filistin için de uluslararası bir statü öngörüyordu. İşte bu ileride kurulacak olan İsrail Devleti için atılan ilk adımdı.

Bölgenin huzuru bozuluyor...


Bu anlaşma, bölgede bir Yahudi devleti kurulması için yapılan ilk girişim değildir. MS 70 yılında bu topraklardan sürülmeleriyle birlikte dünyanın dört bir yanına dağılan Yahudilerin, Filistin hayali tarihin hiçbir döneminde sönmedi. 1890'ların başında aslen bir gazeteci olan Theodor Herzl'in önderliğinde dünyaya yayılmış olan Yahudilerin tekrar Filistin'e dönmeleri ve bağımsız bir devlet kurmaları için çalışmalara başlandı. Herzl, 21-31 Ağustos 1897'de Basle'da topladığı I. Siyonist Kongre'de temel hedef ve yöntemleri tespit etti. Bu amaçla örgütler toplandı, fonlar oluşturuldu, günümüz deyimiyle son derece örgütlü bir "lobi" faaliyeti başladı. (Konu hakkında detaylı bilgi için Yeni Masonik Düzen, Harun Yahya, Vural Yayıncılık, Temmuz 2000).

Filistin'de bir Yahudi Devleti kurma hedefindeki Yahudi Milliyetçileri, diğer adıyla Siyonizm savunucuları, ilk önce topladıkları paralarla Filistin'de yaşayan Araplardan toprak satın almaya başladılar. Ancak asıl hedeflerine bu şekilde ulaşamayacaklarını biliyorlardı. Theodor Herzl 19 Mayıs 1901 tarihinde Sultan II.Abdülhamit Han'la yaptığı görüşmede Avrupa Borsasını ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün borçlarını ödemesi karşılığında Filistin topraklarının onlara verilmesini içeren gizli bir teklifte bulundu. Ancak bu teklif Sultan tarafından "Vatanın bir karış toprağı bile satılık değildir" tepkisiyle geri çevrildi.

1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı James Balfour, Yahudilerin lideri Edmond De Rothschild'e gönderdiği bir mektupta "Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurmalarını desteklediğini" ifade ediyor, böylece uluslararası arenada İsrail Devleti'nin yolu da açılmış oluyordu. Ancak Yahudiler için asıl fırsat I. Dünya Savaşı'yla birlikte Ortadoğu topraklarının Osmanlı'nın egemenliğinden çıkmasıyla doğdu. 1918 yılında Osmanlı askerleri Filistin'den çekildi ve bölge İngiliz hakimiyetine girdi. Bu yeni hakimiyetle birlikte bölge yaklaşık bir asırdır süregelen bir çatışmanın da içine girmiş bulunuyordu. 1880 ile 1918 yılları arasında Filistin'de 24 bin olan Yahudi nüfusunun sayısı 65 bine çıkıyor ve böylece hukuksuzca yurtlarından çıkarılan Araplarla Yahudiler arasında gerginlikler tırmanmaya başlıyordu. Bölgede düzenli olarak arttırılan Yahudi nüfusu, II. Dünya Savaşı ile birlikte toplam nüfusun dörtte birine yükseldi.

Araplar, İngilizler ve Yahudiler arasında yıllar süren çatışmalar, 1947 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde görüşülmeye başlandı ve konuyla ilgili kurulan özel komisyon Filistin'in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Kudüs'ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını önerdi. Ancak öneri Arap devletleri tarafından kabul edilmedi. İsrail'in 1948'de bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte 50 yılı aşkın süredir devam eden savaşların temeli atılmış oldu.

İdeolojisi baskı ve şiddete dayalı olan Siyonizm üzerine bina edilmiş olan İsrail'in kurulması ile birlikte 3.5 milyon Filistinli evlerini terk edip, mülteci olarak yaşamaya başladılar. Yıllardır süren savaşlar neticesinde binlerce masum insan hayatını kaybetti. İsrail devleti, kurulduğundan bu yana terör ve şiddeti devlet politikası haline getirmiş ve sadece işgal ettiği topraklarda değil, tüm Ortadoğu coğrafyası üzerinde anarşi ve terörün baş aktörü olmuştur.

Ortadoğu'da Barışı Ancak Türkiye Sağlar

Ortadoğu'da bir asırdır devam eden, özellikle İsrail'in kurulmasından bu yana şiddetlenen karmaşanın nedeni, Osmanlı sonrası düzenlemeydi. Osmanlı sonrasında oluşan "otorite boşluğu" Batılı güçler tarafından hiçbir zaman doldurulamadı. Fransa ve İngiltere Ortadoğu'ya istikrar değil, bitmeyen çatışmalar ve savaşlar, dinmeyen gözyaşı ve kan getirdiler. İngiltere'nin koruyucu kanatları altında gelişen Siyonizm, kısa sürede bölgenin geneline yönelik bir tehdit haline geldi.

Osmanlı sonrasında Ortadoğu'da kalıcı bir düzen ve istikrar sağlanamamasının nedeni, sömürgecilerin bunu yapabilecek bir güce sahip olmamaları değil, bunu yapmak için gerekli olan stratejik anlayışa sahip olmamalarıydı. Osmanlı, ele geçirdiği bölgelere "nizam" götürmeyi İlahi bir görev sayan bir anlayışla yönetiliyordu. Sömürgeciler ise sadece kendi menfaatlerini gözettiler ve bu menfaatler düzensizlik gerektirdiğinde düzensizlik meydana getirdiler. Balkanlar'da ve Ortadoğu'da sözkonusu olan bu durumun yakın tarihi incelendiğinde, bölgesel farklılıklarla birlikte, Kafkasya ve Orta Asya için de geçerli olduğu görülecektir. Tıpkı Balkanlar ve Ortadoğu'da olduğu gibi, Osmanlı hinterlandı içinde yeralan Kafkasya ve Orta Asya'da, Osmanlı hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte barış ve güvenlik yerini, baskı, şiddet ve karmaşaya bırakmıştır.

Türk hakimiyeti ile birlikte Ortadoğu'ya huzur, bolluk ve refah gelmiştir. Başta Kanuni Sultan Süleyman olmak üzere, tüm Türk Sultanları Kudüs topraklarına özel bir ilgi göstermiş, İmparatorluğun en zor ve sıkıntılı günlerinde dahi bu bölgeyi ihmal etmemişlerdir. Kurulan vakıflar ve eğitim kurumlarının yardımıyla halkın maddi durumu kadar kültür seviyesinin de yükselmesi için çaba göstermişler, bölgede köklü bir Türk-İslam medeniyeti kurmuşlardır. Günümüzde bölge halkı kendini Arap kültüründen ziyade Osmanlı-Türk kültürüne yakın hissetmekte ve bölgede Türk-Osmanlı medeniyeti, mimarisi, emeği ve tüm haşmeti ile varlığını hala korumaktadır.

Beş kıtada adaletle hüküm süren Osmanlı'nın tek siyasi mirasçısı konumunda olan Türk Milleti, daha önce sağladığı barış, huzur ve güveni Ortadoğu'da sağlayacak tek ülkedir.

Masaüstü Görünümü