Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 9. GÜN











Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır
ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları
dosdoğru yola yöneltip-iletir.
(Maide Suresi, 16)















“Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz.”
(Müslim İhya'u Ulum'id-Din Huccetü'l-İslam, İmam Gazali,
cilt. 2, s.407)









Alaycılık Neden Büyük Bir Zulümdür?


Din ahlakından uzak toplumlarda, kişilerin eksikliklerini araştırmak, kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışmak çok yaygın bir davranış şeklidir. İnsanların bu yola yönelmelerinin altında yatan sebep ise, dünyaya yönelik hırsları ve üstün olma arzularıdır. Bu insanlar, karşılarındaki kişilerin hatalarını ortaya çıkarmalarının kendilerine bir üstünlük getireceğine inanırlar. Bunun için sıkça başvurdukları yöntemlerden biri de alaycılıktır.

Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda, alay etmek yaşamın her anında rastlanabilen bir davranış bozukluğudur. Ancak bu toplumlardaki insanlar, sürekli olarak başkalarının alay edilebilecek yönlerini araştırırlarken, bir yandan kendileri de alaya alınma ihtimalinin tedirginliğini yaşarlar. Dolayısıyla karşılıklı olarak gösterdikleri bu alaycı tavırlarla, birbirlerini adeta bir "zulüm ortamı" içinde yaşatırlar.

Ancak bu toplumlarda dikkat çeken konulardan biri, başkalarıyla kolaylıkla alay edebilen kişilerin, kendileriyle alay edildiğinde ciddi anlamda rahatsız olmaları, fakat buna rağmen içinde bulundukları ortamı değiştirmek için bir çaba harcamamalarıdır. Çünkü alaycılığın kötü bir davranış olduğunu, Allah'ın emrettiği ahlaka uygun olmadığını dile getirirlerse, kendilerinin de başkalarıyla alay edemeyeceklerini düşünürler. Bu ise, nefislerinin kesinlikle istemediği bir durumdur. Bundan dolayı da birbirlerinin kötü davranışlarını yadırgamazlar. Allah Kuran'da, "Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!" (Maide Suresi, 79) ayetiyle bu davranıştaki kişilerin yanlış tutumlarını haber vermiştir. Ancak belirtilmelidir ki; Kuran ahlakının yaşanmadığı bir yerde, bu tarz alaycı tavırların ya da küçük düşürücü konuşmaların, rahatsız edici bakışların ve gülüşlerin görülmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Bunun meydana getirdiği sıkıntılı ve huzursuz ortamdan kurtulmanın tek yolu ise, Allah'ın emrettiği güzel ahlakı benimsemek, bu ahlakı her an yaşamak ve diğer insanlara da hatırlatmaktır.

Alay Etmenin Kaynağı Kibirdir

Din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda son derece yaygın olan alaycılığın altında genellikle, alay eden kişilerin kibirli olmaları yatar. Bu tip insanların içlerindeki kibir birçok şekilde kendini belli eder. Örneğin, bulundukları ortamda en üstün kişi olmak istedikleri için, başkalarının güzel özelliklerini gördüklerinde onlarla alay ederler. Başkalarının, diğer insanların beğenisini ve takdirini kazanmasını istemezler. Günlük hayatları bunun örnekleriyle doludur. Arkadaşlarının ya da başka insanların eksiklikleriyle, fiziksel kusurlarıyla ya da hatalarıyla alay ederler. İnsanların kıyafetleriyle, saç şekilleriyle, konuşma tarzlarıyla, şiveleriyle, üsluplarıyla, meslekleriyle ve hatta yaşam şekilleri ile alay etmeyi bir eğlence türü olarak değerlendirirler. Bunu da yalnızca kendi gururlarını tatmin etmek, başkalarının takdir edilmesini önlemek ve diğer insanları kendilerince küçük düşürmek kastıyla yaparlar.

Kuran'da Alaycılık Yasaklanmıştır

“Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.” (Hucurat Suresi, 11)

Allah bu ayetiyle, insanların yaşamlarının her anında alaycılığı yasaklamıştır. Ayette dikkat çekilen; toplumların birbirleriyle alay etmesi, kendi medeniyetlerini üstün görmeleri ve diğer insanları küçümsemeleri gibi yanlış tavırlar, din ahlakının yaşanmamasının birer sonucudur.

Oysa Allah Katında üstünlük ölçüsü, insanların sahip oldukları Allah korkusu ve takvadır. Yoksa insanların farklı özelliklere sahip olması, kadın veya erkek olması, değişik ırklara mensup olması, beyaz tenli veya siyah tenli olması, maddi güç, ileri bir teknoloji veya herhangi başka bir dünyevi kıstas insanları birbirlerinden üstün kılmaz.

Yüce Rabbimiz, başka bir ayette ise, sözle ve bakışla yapılan alaycılıkla ilgili olarak  şöyle buyurmuştur:

“Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline;” (Hümeze Suresi, 1)

Kuşkusuz bu ayetteki kesin ifadeden, böyle bir davranış göstermekten çekinmek gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. İnsanların, gerek bakışlarla ve mimiklerle, gerekse sözlerle uyguladıkları alaycı tavırlar, elbette karşılıksız kalmayacaktır. Yüce Allah Kuran ahlakını yaşamayan, hesap gününü düşünmeden çirkin davranışlarda bulunan bu kişileri Hümeze Suresi'ndeki ayet ile uyarmaktadır.

Müminler Alaycılıktan Titizlikle Kaçınırlar

Şunu önemle belirtmek gerekir ki, alaycılık Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda titizlikle kaçınılan bir davranış bozukluğudur. Müminler arasında böyle çirkin tavırlara kesinlikle izin verilmez. Çünkü müminler;


Güzellik, zeka, zenginlik, yetenek gibi her türlü özelliği, insanlara Allah'ın verdiğini bilirler.


Birbirlerinde gördükleri güzel özellikleri de büyük bir hoşnutlukla karşılarlar.


Nefislerine değil, Allah'ın rızasına uydukları için, din ahlakına göre yaşamayan insanlardaki, kibir, haset gibi duyguları yaşamazlar. Bu yüzden birbirlerine karşı her zaman hoşgörülü, olumlu, mütevazi bir yaklaşım içinde olurlar.


Birbirlerinde gördükleri eksiklikleri de Allah'ın bir deneme olarak verdiğini bilirler. Bu yüzden bu eksiklikleri ortaya çıkarmaz, aksine bunları telafi edecek yönde güzel davranışlar gösterirler.


Alaycılığı çağrıştıracak en küçük bir tavırdan, bakıştan, sözden dahi şiddetle sakınırlar. Hz. Musa'nın aşağıdaki ayette bildirilen sözleri alay etmenin yanlış bir davranış olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:


“Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. (Musa) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.” (Bakara Suresi, 67)

Görüldüğü gibi müminler, alaycılığa benzer bir hareket yapmaktan bile derhal Allah'a sığınırlar. Böyle bir davranış göstermenin cahilce bir tutum olduğunu bilirler.

Sonuç

Müminler iman etmeyenlerin her türlü yakıştırmalarından uzak, çok üstün ve yüksek ahlaklı insanlardır. Bu güzel ahlaklarının karşılığını, dünyada da ahirette de alırlar. Dünyada kendileriyle alay edilmesi ise müminlerin üstünlüğünü, faaliyetlerinin gücünü ve iman etmeyenler üzerindeki etkileyiciliklerini gösterir. Onların fikri yöndeki gücünü, üstün ahlakını gören iman etmeyenler, müminlerin yolunu kesmeye, onları iftira ve yalanlarla karalamaya çalışırlar. Çünkü müminlerin dünyaya dirlik ve düzen getireceğini bildikleri için, kendilerince önceden tedbir alıp bunu engellemek için uğraşırlar. Örneğin müminlerin Kuran ahlakını anlatmak, insanları bu konuda aydınlatmak için çalışmalar yapmalarını alay konusu haline getirmeye çalışırlar. Veya onların Allah'ın varlığının delillerini duyurmak için yaptıkları faaliyetleri küçük gören davranışlarda bulunurlar. İşte tüm bunları yapmaktaki amaçları, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi "hakkı batıl ile geçersiz kılma" istekleridir. (Kehf Suresi, 56) Ancak Allah Kuran'da Müslümanlara şöyle müjde vermiştir:
 
“De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur."” (İsra Suresi, 81)




www.kuranahlaki.com






Hz. Lut’un Sapkın Kavmi


Lut Peygamber, İbrahim Peygamberle aynı dönemde yaşamıştır. Hz. Lut, Hz. İbrahim'e komşu kavimlerden birine elçi olarak gönderilmişti. Bu kavim, Kuran'da belirtildiğine göre, o güne kadar dünya üzerinde görülmemiş bir sapıklığı, eşcinselliği uyguluyordu. Hz. Lut, onlara bu sapıklıktan vazgeçmelerini söylediğinde ve onlara Allah'ın İlahi tebliğini getirdiğinde onu yalanladılar, peygamberliğini inkar ettiler ve sapıklıklarına devam ettiler. Bunun sonucunda da kavim, korkunç bir felaketle helak edildi.

Hz. Lut'un yaşadığı bu şehrin, Eski Ahit'te geçen ismi Sodom'dur. Kızıldeniz'in kuzeyinde kurulmuş olan bu kavmin aynı Kuran'da yazılanlara uygun bir şekilde helak edildiği anlaşılmıştır. Yapılan arkeolojik çalışmalardan anlaşıldığına göre şehir, Filistin-Ürdün sınırı boyunca uzanan Tuz Gölü'nün (Ölü Deniz) yakınlarında bulunmaktadır.

Kuran'da, Hz. Lut'un kavmine yaptığı uyarı ve onların cevabı şöyle anlatılır:

Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım." (Şuara Suresi, 160-168)

Kendilerini doğru yola davetine karşılık kavminin Hz. Lut'a karşı cevabı onu tehdit etmek olmuştu. Lut Kavmi, kendilerine doğru yolu göstermesinden dolayı Hz. Lut'a karşı öfke duyuyor, onu ve onunla birlikte iman edenleri sürgün etmek istiyorlardı. Başka ayetlerde olay şöyle anlatılır:

Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (Araf Suresi, 80-82)

Hz. Lut, kavmini apaçık bir doğruya çağırıyor ve anlaşılır bir şekilde uyarıyordu. Ancak kavmi hiçbir uyarıyı dinlemiyor ve Hz. Lut'u inkar etmeyi ve onun haber vermekte olduğu azabı yalanlamayı sürdürüyorlardı.









Kuran'da Kanın Yasaklanmasının Hikmetleri


O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)

Allah'ın kanı insanlara haram kılmasının hikmetleri 20. yüzyıl bilgileri ile ortaya çıkmıştır. Kan sindirim esnasında emilen protein, şeker, yağ gibi maddelerle, vitamin, hormon ve oksijeni hücrelere taşıyarak canlılığın devamını mümkün kılar. Diğer taraftan vücuttan atılması gereken çeşitli zehirli maddeler, zararlı atıklar da kan yoluyla taşır. Bu bakımdan kanın en önemli görevlerinden biri de üre, ürik asit, keratin ve karbondioksit gibi hücrelerden gelen atıkları taşımaktır.

Dolayısıyla belirli miktarda kan içilmesi durumunda, kan yoluyla taşınan bu zararlı maddelerin vücuttaki seviyeleri çok yükselir. Bu da kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelerin -"üre"- miktarını arttırır. Bu durum komaya kadar gidebilecek beyin fonksiyonu bozukluklarıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle sağlıklı bir hayvandan alınsa bile, kanda zararlı bileşenler -kanın görevi itibariyle- daima bulunur.

Hasta bir hayvandan alındığı takdirde ise, çeşitli parazitler ve mikroplar da kan yoluyla taşınmış olur. Bu durumda, mikroplar kişinin kanında çoğalarak, tüm vücuda yayılabilir. Nitekim asıl tehlike unsuru olan da bu yönüdür. Bir insanın kan içmesi durumunda, tüm mikroplar ve atık maddeler kişinin vücuduna yayılarak, böbrek yetmezliği, karaciğer koması gibi hastalıklara yol açacaktır. Bunların yanı sıra kanla taşınan mikropların çoğu mide va barsak duvarlarına zarar vererek daha pek çok hastalığa neden olabilecektir.

Öte yandan kan steril bir ortam değildir; diğer bir deyişle mikropların gelişmesi için uygun bir ortamdır. (Polymorphic Symbionts as Potential Cofactors in Cancer Processes; Karl Windstosser, Explore, cilt 7, no. 6, 1997) Mikroplar kanda çok iyi beslenme imkanı buldukları için çoğalmaları açısından uygun koşullara sahiptir. Kan, vücuttaki diğer sıvıların fonksiyonları ve bağışıklık sistemi ile tam olarak dengelendiğinde, vücut mikroorganizmaların yaşamına -dolayısıyla hastalıklara- destek vermez. Sağlıklı bir kişide, bu mikroorganizmalar vücut içerisinde karşılıklı olarak birbirlerinden faydalanarak ortak bir yaşam sürerler. Ancak bu ortamda ciddi bir değişiklik olduğunda, diğer bir ifadeyle vücudun iç dengesi bozulduğunda, uygun ortam bulduklarında hastalıklara sebep olabilecek mikroorganizmalara dönüşebilirler.

Kanın pH (asit ve baz dengesi) değeri zayıf beslenme veya zararlı kimyasalların etkisiyle, fazla asidik veya fazla alkali olursa, zararsız mikroplar hastalıklara sebep olacak şekilde biçim değiştirebilirler. Kaldı ki vücudun sağlıklı olması için, kanın pH değerinin de 7.3 civarında olması gereklidir. Bu değerdeki küçük farklılıklar bile, bu dengenin bozulmasına, mikroorganizmaların ortama ayak uydurmak için daha zaralı hale gelmesine sebep olabilir. Kanın steril olması, dışarıda bırakılan sütün bozulmasına benzetilebilir. Zaten kanın içinde bulunan mikroplar, kendilerini bu yeni ortama göre değiştirerek, zararlı etkiler gösterebilirler.

Tüm bunların yanı sıra, kan gıda maddesi olarak da uygun bir besin değildir. Kanda sindirimi mümkün albümin, globülin ve fibrinojen gibi proteinlerin miktarı azdır; 100 ml.kanda bu proteinlerin miktarı 8 gram kadardır. Aynı durum yağlar için de geçerlidir. Ayrıca kanda sindirimi çok zor olan ve midenin kabul etmediği kadar kompleks bir protein olan hemoglobin yüksek miktarda bulunur. Kanın pıhtılaşması durumunda, fibrinojen proteini, fibrine dönüşerek alyuvarları içeren bir ağ meydana getirir. Fibrin ise sindirimi en zor proteinlerden biri olarak, kanın sindirimini daha da güçleştirir. Sonuç olarak sağlık uzmanları, kanın hiçbir şekilde insan tüketimine uygun olmadığında hemfikirdirler.

Yüce Rabbimiz'in insana "Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı"ğını bildirdikten sonra, ayetin sonlarında "Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.)" şeklinde bildirmektedir. (Maide Suresi, 3) Allah'ın bu emrine uyarak, insan o dönem için hikmetini kavramadığı bir zarardan korunmaktadır. Allah'a inanıp güvenerek, O'nun emir ve yasaklarını uygulayanlar hem ahiretleri açısından hayırlı bir yaşam sürerler, hem de Allah'ın koruması ve sonsuz rahmeti altında yaşarlar...







KAMERA TİPİ GÖZLER


Kamera tipi göz tasarımı insanlarda, omurgalı hayvanlarda, bazı su canlılarında ve örümceklerde görülür. Bu tip gözlerde, bir retina üzerinde görüntüleri odaklamak için tek bir mercek kullanılır. Bu yapı, ışığın kırılması prensibiyle çalışır. Dışarıdan gelen ışık, gözün ön kısmındaki mercekten kırılarak geçer ve bu sayede gözün arka kısmında odaklanır. Genelde denizanası gibi deniz canlılarında da ufak tefek bazı değişikliklerle bu göz yapısına rastlanır. Denizanalarında da bu tip göz yapısının görülmesi evrimcilerin basitten gelişmişe doğru uzandığını iddia ettikleri canlıların sözde evrimsel gelişim çizgisini alt üst etmektedir. Çünkü onların hayali evrim süreçlerine göre  evrimin en üst basamağında yer alan insanın, en üstün göz özelliklerine sahip olması gerekir. Oysa onların senaryolarına göre en alt basamaklarda yer alan denizanası da benzer göz özelliklerine sahiptir. Üstelik kamera tipi gözlere sahip canlıların bazılarının görme kabiliyetinin, insanınkinin çok daha üstünde olması, evrimin olmadığının en belirgin kanıtlarından biridir. Bu durum, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:

 "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir..."(Enbiya Suresi, 18)

Kamera tipi gözlerin canlıya kazandırdığı en önemli avantaj odaklama yapmasıdır. Odaklamadaki isabet, göz ve beyin arasındaki interaktif kontrolün sonucudur. Herhangi bir şeyin görüntüsünü almak istediğimizde uzaklığın ayarlanması için kameranın otomatik olarak yaptığı bu işlem, kamera tipi gözlerde,  uzaklığa bağlı olarak lensin bakılan noktaya odaklanmasını sağlayan kaslar vasıtası ile gerçekleştirilir. Ancak elde edilen görüntü, netlik, kalite ve üç boyutlu oluşu sebebiyle hiçbir zaman insan yapımı kameralarla kıyaslanamayacak derecede mükemmeldir. Nitekim lens malzemeleri, ışık alıcılarının çözünürlüğü, renk görüşü bazı canlılarda insanlarınkinden çok daha üstündür. Örneğin kuşların kamera tipi gözleri, uzak yerlerdeki küçük hedefleri yüksek netlikte görmelerini sağlayan çok yakın yerleştirilmiş fotoreseptörlere sahiptir. Bu hücreler normalde göze yansıyan ışığı, görme sinirindeki hücrelere iletilen ve burada görüntü olarak işlenen elektrik uyartılarına dönüştürürler. İnsan gözü fotoreseptörleri ise çubuk ve hunilerden oluşur. Çubuklar loş ışıkta işlem görürler ve görsel keskinliği sağlamaktan ve renk algılamadan sorumludurlar. Renkli ortamlarda daha iyi görebilmeleri için bazı canlılarda, çubuklar farklı renk pigmentlerine sahiptirler. Örneğin Yüce Allah gece avlanan hayvanların çubuk ve huniler şeklindeki fotoreseptörlerini, diğer canlılara göre daha yüksek netlik sağlamaları için daha yoğun olarak ve farklı biçimde yaratmıştır.

İĞNE DELİĞİ GÖZ TİPİ

İğne deliği tipi göz, Nautilus ve Planarianda gibi bazı deniz canlılarında bulunur. Bu lens gerektirmeyen bir göz tipidir. Işık kamera gözünde olduğu gibi bir lens ile odaklanmaz. Bu tür optik tasarıma bir örnek, 1930 ve 1940’larda çıkan pinhole kutu kameradır. Bu kamera herhangi bir lens olmadan, resimden resime değişen doğal optik ışık dağılması kullanarak çalışır. Bu göz tipine sahip canlılar da farklı ışık değişikliklerine uyum sağlamak için değişken göz bebekleri kullanılırlar.

Bu tür göze sahip canlılardan biri olan Nautilus, 4000 metre derinliğe kadar dalar. Elbette derin sularda ışık çok azalır. İşte bu canlının göz bebekleri de derinliğe bağlı olarak değişiklik gösterir. Okyanusun derinliklerinde belli bir görüntüyü tespit için daha fazla ışığa gerek duyduğunda, gözlerindeki retinada geniş bir göz bebeği oluşur.

Bu canlının göz yapısı cisimleri üç boyutlu olarak görmesine uygun olmayabilir, ancak yaşaması için asıl gerekli olan, ışığa duyarlı bir göz yapısına sahip olmasıdır. Yüce Allah canlının bu gereksinimini tam ihtiyacına yönelik olarak yaratmıştır.
 
SONUÇ

Allah'ın varlığı ve yaratılış gerçeği dışında hiçbir düşünce, evrendeki canlıların düzenini, kusursuz yaratılışlarını ve yaşamları boyunca gösterdikleri muazzam aklı açıklayamaz. Allah, evrendeki herşeyi yaratan ve hepsine bir düzen içinde şekil verendir. Onlara yaşamları boyunca gösterdikleri üstün aklı da kesintisiz olarak Allah ilham etmektedir:

Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir... (Nur Suresi, 64)







www.Allahvar.com











Irak'ın Üçe Bölünmesi



Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın. (Fera İdu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)




 

Yeni Şafak, 04 Nisan 2003, "Ölüm Tarlaları"





Ahir zaman alametlerinden biri de Irak halkının üçe ayrılmasıdır. Hadiste haber verildiğine göre, halkın bir grubu "çapulculara" katılacaktır. Savaş sonrasında otorite boşluğundan faydalanarak, Irak'ta büyük yağmalama olayları yaşanmıştır. Gerçekten de halkın bir kısmı, hırsızlık, gasp, yağmalama gibi "çapulculuk" olarak nitelendirilebilecek faaliyetleri yapanlara dahil olmuşlardır.

Hadiste bir kısım halkın ise, bulundukları yerden bir an önce kaçmaya yeltenecekleri, hatta geride bıraktıkları ailelerini dahi düşünemez konumda olacakları haber verilmiştir. Gazetelerde bu yönde yer alan haberler dikkat çekicidir.

Halkın bir kısmının ise, savaşa katılacağı ve öldürüleceği bildirilmektedir. Irak Savaşı sırasında da, bir kısım insanlar çeşitli bölgelerde yaşanan çatışmalara katılmış ve hayatlarını kaybetmişlerdir.

Ayrıca hadisin ilk bölümünde dikkat çekilen, "Irak'ın üçe ayrılması" konusu fiziki anlamda da gerçekleşmiştir. Körfez Savaşı sonrasında, Irak coğrafi olarak üç bölgeye ayrılmıştır. 32. ve 36. paralelin arası, 32. paralelin güneyi ve 36. paralelin kuzeyi olarak belirlenen bu üç bölgenin oluşturulması, hadisin işaret ettiği gelişmelerden biri olabilir.
 




Milliyet, 10 Nisan 2003, "Ne bulurlarsa yağmalıyorlar"


Yeni Şafak, 30 Mart 2003, "Açlıktan ve ölümden kaçış"


Vatan, 08 Nisan 2003, "Sarayın korumaları koşarak kaçtı"



 



Endülüs'ten Günümüze İslam'ın Avrupa'da Muhteşem Yükselişi


Ortaçağ'da Avrupa şiddet, barbarlık ve cehalet karanlığı içindeydi.

711 yılında Müslümanların Endülüs’ü fethetmesi ile birlikte Avupa için yepyeni bir dönem başladı. Endülüs 8 yüzyıl boyunca İslam ülkesi olarak kalacak ve Avrupa’ya İslam’ı tanıtacaktı. Ardından dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olarak kabul edilen Osmanlılarla birlikte İslam ahlakı ve kültürü kıta üzerinde büyük gelişmeleri de beraberinde getirdi. Endülüs’le Avrupa’ya giren İslamiyet’in bölgedeki etkisi günümüzde de artarak devam etmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir.

İslamiyet'in büyüme hızı ile çeşitli kurumlar veya araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar gelecekte İslam’ın sadece Avrupa’da değil, dünyada hakim olacağını ortaya koymaktadır.

İslam’ın yükselişi dünyanın artık yepyeni bir döneme doğru ilerlediğine işaret etmektedir. Bu yeni dönemde, Allah’ın izni ile, İslamiyet daha da önem kazanacak, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılacaktır.



















DENİZ LALESİ


YAŞ:                380 milyon yıllık

DÖNEM:            Devoniyen

BULUNDUĞU YER:    Bundenbach, Almanya















İskeletleri kalkerli plaklardan meydana gelen deniz lalelerinin, bu özellikleri sayesinde, fosil kayıtlarında tam olarak korunmuş pek çok örneğine rastlanmaktadır. Günümüzde yaklaşık 800 türü yaşadığı tahmin edilen bu canlılar Ordovisyen döneminden (490 – 443 milyon yıl) beri varlıklarını devam ettirmektedirler. Yaklaşık yarım milyar yıldır en ufak bir değişiklik dahi geçirmeden varlıklarını devam ettiren deniz laleleri evrime büyük bir darbe vurmaktadır.


YAŞAYAN ÖRNEĞİ
















www.darwinnedenyanildi.com

Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.

Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:

1.    Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır. 

2.    Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları", gerçekte hiç bir evrimleştirici etkiye sahip değildir. 

3.    Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.

Bu sitede Darwin efsanesinin sonunun geldiği ve bilimsel bulguların evrim teorisini kesin biçimde geçersiz kıldığı anlatılmaktadır.













Masaüstü Görünümü