Harun Yahya


UBA'nın Fosil Kayıtları Hakkındaki Yanılgıları



Ulusal Bilimler Akademisi'nin kitapçığında, fosil kayıtlarının evrim teorisini kesin olarak kanıtladığı öne sürülmekte ve hatta 'o kadar çok ara geçiş formuna ait fosil bulunmuştur ki...' denmekte, 'kanıt yığınları'ndan söz edilmektedir. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 11-14) Ne var ki, kitapçıkta bir tane dahi ara geçiş formu örneği verilmemektedir. Oysa kitapçığın iddiası, evrim teorisinin 'en önemli delillerini' gözler önüne sermektir. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. xii) Bu iddiada olan bir kitapçıktan beklenen ise, sözde 'yığınlar' halinde dizili olan söz konusu ara geçiş formlarının hangilerinin olduğunun belirtilmesi, öne sürülen bazı klasik ara form adayları (örneğin Archaeopteryx) hakkında yöneltilen eleştirilere ise cevap getirilmesidir. Ancak kitapçıkta hiçbir delil verilmemekte, sadece yuvarlak cümleler ve soyut ifadelerle, okuyucu ikna edilmeye çalışılmaktadır.

Ulusal Bilimler Akademisi'nin evrim teorisini 'bol delilli' bir teori gibi gösterme çabaları, 'o kadar çok delil var ki' şeklindeki üslubu, ölümü çok yaklaşan ve kolunu dahi kıpırdatamayacak durumda olan bir hastaya moral vermek için doktorlarının 'o kadar iyisiniz ki, yakında kalkıp koşuya bile çıkabilirsiniz' demelerine benzemektedir. Görünen o ki, Ulusal Bilimler Akademisi üyeleri, kendinden emin bir üslubun, teorilerini kurtarmaya yeteceğini sanmaktadırlar. Oysa önemli olan üsluptaki ton değil, somut bilimsel kanıtlardır. Bu kanıtların Darwinizm aleyhinde olduğu ise gizlenemez bir gerçektir. Günümüzde bilimsel bulguları tarafsız değerlendirme yeteneğini henüz kaybetmemiş evrimciler dahi, fosil kayıtlarının evrim teorisinin aleyhine olduğunu kabul etmektedirler, çünkü bu açıkça ortadadır.

Örneğin Nature dergisinin editörü Henry Gee, In Search of Deep Time isimli kitabında, fosil kayıtlarında evrim teorisini destekleyen 'kanıt yığınları' bulunduğunu değil, aksine eldeki kanıtların evrimciler tarafından kendi ön yargılarına göre taraflı şekilde yorumlandığını şöyle belirtmektedir:


Evrimle ilgili olarak yaptığımız varsayımların çoğu, özellikle  fosil kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla yaşamın tarihi ile ilgili olanlar , temelsizdir.

Bunun sebebi bilim adamlarının ilgilendikleri, çok büyük olduğu için anlatı sanatının gücünü aşan jeolojik zamanın boyutudur. Atalarımız olarak değerlendirdiğimiz fosil varlıklar gibi fosiller hayatın tarihi için birinci derecede deliller oluşturmaktadır, ancak her bir fosil, diğer fosillerle ve  günümüzde yaşayan canlılarla ilişkileri bulanık olan, dipsiz bir derinlikteki zaman denizinin içinde kaybolmuş sonsuz küçüklükteki birer noktadır. Jeolojik zaman sınırının aksine anlatılan ve fosilleri sebep ve sonuç ya da ata ve torun şeklinde diziler halinde birbirine bağlayan hikayelerin hepsi bu nedenle üretimi ancak bizlere ait olan hikayelerdir. Bu hikayeleri bizler, kendi ön yargılarımıza bağlı olarak hayatın tarihini haklı göstermek için icad ederiz.1






Yaşayan Türler ile Yüz Milyonlarca Yıllık Fosillerinin Tamamen Benzer  Olması,
Evrim  Aleyhine Çok Açık Bir Kanıttır



fosiller

1) yaklaşık 53-33.7 milyon yıllık kurbağa fosili
2) yaklaşık 210 milyon yıllık kemikli balık fosili
3) yaklaşık 355-295 milyon yıllık örümcek fosili
4) 135 milyon yıllık echinoderm (deniz yıldızı) fosili
5) yaklaşık 55-35 milyon yıllık yengeç fosili
6) yaklaşık 300 milyon yıllık trionyx (kaplumbağa) fosili








Evrimci ön yargılarla bakılmadığında, fosil kayıtlarının evrim teorisi ile birçok noktada çeliştiği açıkça görülecektir. Bu çelişkilerden bazıları özetle şöyledir:

1. Türler ve daha üst kategoriler, fosil kayıtlarında çok ani bir biçimde ve özgün yapılarıyla ortaya çıkmaktadırlar. Ulusal Bilimler Akademisi'nin öne sürdüğü ara formlara fosil kayıtlarında rastlanmamaktadır. Evrimcilerin ara form olarak tanıttıkları fosillerin,  bilim adamları tarafından taraflı yorumlandıkları zaman içinde ortaya çıkmıştır. Ara form olarak öne sürülen az sayıdaki fosilin hiçbiri, evrimcilerin kendi aralarında bile kesin bir kabul görmüş değildir. Gerçekte bu gibi ara form iddiaları (Archaeopteryx, Ambulocetus veya Australopithecus gibi türler veya genuslar), söz konusu soyu tükenmiş canlıların bazı anatomik özelliklerinin, evrimciler tarafından bir başka türe benzetilmesine dayanmaktadır; ancak bu benzetmeler son derece yüzeysel ve zayıftır. Dahası bu sözde ara formlar ile onların sözde en yakın evrimsel akrabaları (örneğin Archaeopteryx ile theropod dinozorlar, Ambulocetus ile antik balinalar veya Australopithecus ile Homo erectus) arasındaki büyük farklar, bunların Darwin'in öngördüğü 'küçük kademeli değişimler'i temsil eden ara formlar olmadıklarını göstermektedir. Fosil kayıtları zenginleştikçe, türler arasındaki boşlukların gerçek ve kalıcı olduğu görülmektedir.






kambriyen

Kambriyen Dönemi'nde yeryüzü aniden 100'e yakın filumayla dolmuştur. BuTamamen kendilerine özgü ve kompleks vücut yapılarına sahip olan bu canların hiç bir ortak ataları olmadan ortaya çıkışları, yaratıldıklarının açık bir delilidir.







2. Evrim teorisi ile fosil kayıtları arasındaki ikinci çelişki, durağanlık konusudur. Fosil kayıtlarında, formların farklı vücut formlarına yavaş yavaş bir dönüşümü değil, formların durağanlığı yani değişmezliği görülmektedir.

3. Jeolojik dizi, teorinin tahmininin tam aksi yönindedir. Evrim teorisi küçük evrimsel değişikliklerin yavaş yavaş biriktiğini, yani daha ilkel sınıfların zaman içinde önce içlerinde çeşitlendiklerini ve bu çeşitlenmenin zamanla farklı ve daha kompleks vücut planlarına yol açtığını öne sürmektedir. Diğer bir deyişle, evrim teorisine göre çeşitlilik farklılaşmadan önce gelmelidir. Jeolojik dizi, yani fosillerin yeryüzü tabakalarındaki sıralaması ise tam tersini gösterir: farklılık çeşitlilikten önce gelmektedir. Birbirinden çok farklı temel vücut planları yaşam tarihinde, Kambriyen Dönemi olarak bilinen dönemde, aniden, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan belirmektedir. Önceden var olan bu formları ise varyasyonlar izlemektedir. Yaşamın doğa tarihi sistematik olarak üstten alta doğrudur, Darwinci teorininin öne sürdüğü gibi alttan üste doğru değil.

Evrim teorisi ile fosil kayıtları arasındaki bu çelişkileri kısaca inceleyelim.


Ara Geçiş Formları Yoktur



Darwin, evrimi çok büyük zaman dilimleri içinde bir türden diğerine aşamalı geçişler olarak hayal etmişti. Buna göre türleri birbirlerine bağlayan sayısız ara halka olmalıydı. Darwin bunu Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle ifade etmişti:


...Daha önce dünyada var olmuş ara türlerin sayısı gerçekten muazzam olmalıdır. Öyleyse neden tüm jeolojik oluşumlar ve tüm katmanlar bu tür ara halkalarla dolu değil? Jeoloji kesinlikle bu tip incelikle derecelendirilmiş herhangi bir organik halka ortaya koymamaktadır, ve bu, belki de, benim teorime karşı geliştirebilecek en belirgin ve en ciddi itirazdır.2


Darwin, hayvan filumlarının hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan, aniden ortaya çıkışının çok ciddi bir sorun olduğunu yine Türlerin Kökeni kitabında şöyle ifade etmişti:


Çok daha ciddi bir şekilde ortaya çıkan ilişkili bir problem daha vardır ki, bu da hayvanlar aleminin temel sınıflarına ait türlerin bilinen en aşağı tabakalardaki fosil kayalarında aniden ortaya çıkmasıdır...3


Darwin'in sözünü ettiği ciddi problem günümüzde de devam etmektedir. Türlerin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermesi beklenen delillere fosil kayıtlarında rastlanmamaktadır. Fosil kayıtlarında türler arasında ara geçişlerin olmadığı o kadar açıktır ki, birçok evrimci bunu itiraf etmek zorunda kalmıştır. Bu itiraflardan bazıları şöyledir:

John Hopkins Üniversitesinden Prof. Dr. S.M. Stanley:


Bilinen fosil kayıtları kademeli evrim ile uyumlu değildir ve hiçbir zaman olmamıştır... Paleontologların çoğunluğu, delillerinin Darwin'in bir türün değişimine götüren çok küçük, yavaş ve giderek biriken değişiklikler üzerine yaptığı vurguyla çelişir durumda olduğunu hissetmiştir...  Onların hikayeleri de örtbas edilmiştir. 4


Felsefe ve zooloji Profesörü Michael Ruse:


Fosil kayıtlarında pek çok boşluk olduğunun kabul edilmesi gerekir... bu boşlukların hepsinin ya da birçoğunun doldurulabileceğini düşünmek için hiçbir neden yoktur.5


Amerikan Doğa Tarihi Müzesinden paleontolog Niles Eldredge ve  antropolog Ian Tattersall:


Kayıtlardaki sıçramalar ve tüm deliller kayıtların gerçek olduğunu gösteriyor: gördüğümüz boşluklar yapay bir fosil kaydının yapısını değil, yaşamın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır.6


India Moleküler Biyoloji Enstitüsü müdürü Rudolf A. Raff ve India Üniversitesinden araştırmacı Thomas C. Kaufmann:


Fosil türleri arasında ataların ya da ara geçiş formlarının eksikliği, erken metazoan tarihinin garip bir özelliği değildir. Bu boşluklar geneldir ve tüm fosil kayıtları boyunca hakimdir.7


20. yüzyılın belki de en önde gelen evrimci biyoloğu Ernst Mayr:


Paleontologlar Darwin'in kademeli evrim önermesiyle paleontolojinin gerçek bulguları arasında görünen çelişkinin uzun zamandan beri farkındaydı. Zaman içinde birbirini izleyen soy çizgileri yalnızca minimal düzeyde kademeli değişiklikleri ortaya koyar görünmektedir ancak bir türün farklı bir cinse değişimi için ya da evrimsel bir yeniliğin kademeli kökenine ilişkin hiçbir delil bulunmamaktadır. Gerçekten yeni olan herşey, fosil kayıtlarında son derece ani bir şekilde ortaya çıkmış görünmektedir.8


Darwin'in 150 yıl önce dikkat çektiği ve günümüzde evrimciler tarafından da kabul edilen Darwinizm'in fosil probleminin Ulusal Bilimler Akademisi tarafından görmezden gelinmesi veya okuyuculardan saklanmaya çalışılması bilimsel saygınlık iddiasında olan bir kuruluşa yakışmamaktadır. Stephen Jay Gould gibi evrim teorisinin açmazlarını itiraf etmekten kaçınmayan evrimciler, fosil kayıtlarının evrim teorisi için 'inatçı ve rahat vermeyen' bir sorun olduğunu kabul ederken9, Ulusal Bilimler Akademisi'nin bulguları görmezden gelmeye çalışması, bu kurumun bilimsel saygınlığı hakkında doğal olarak ciddi kuşkular doğurmaktadır.


Fosil Kayıtlarındaki 'Durağanlık'



'Durağanlık', biyolojik değişim yaşanmaması demektir, bu ise evrim olmadığı anlamına gelir. Nitekim yoktur da. Çünkü fosil kayıtlarında, bir türün, soyu devam ettiği sürece değişim göstermediği, 'durağan' olduğu, yani fosil kayıtlarında ilk olarak nasıl belirdiyse, fosil kayıtlarından kaybolana kadar tamamen aynı formunu koruduğu görülmektedir. Stephen Jay Gould, fosil kayıtlarının evrim teorisi ile çeliştiğini ilk kez 1970'li yıllarda şöyle ilan etmiştir:

Fosilleşmiş türlerin çoğunun tarihi, kademeli evrimle çelişen iki farklı özellik ortaya koymaktadır:


1. Durağanlık: Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönsel değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (şekilsel) değişim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.

2. Aniden ortaya çıkış: Herhangi bir lokal bölgede, bir tür, atalarından kademeli farklılaşmalara uğrayarak aşama aşama ortaya çıkmaz; bir anda ve 'tamamen şekillenmiş' olarak belirir.10







termit

25 milyon yıllık amber içindeki termit fosili







Gould ilerleyen yıllarda da fosil kayıtlarında görülen durağanlığı kabul ettiğini belirtmiştir. 1988 yılında Natural History dergisindeki bir yazısında şöyle demektedir:


Gelişmiş türler genellikle var oldukları süre boyunca ya hiç değişmez, veya çok az, oldukça yüzeysel biçimde değişirler (bu da çoğu zaman sadece büyüklük açısından olur). Bu nedenle gözlenen değişimler hakkında yapılan çıkarımları daha uzun jeolojik süreçlere uygulamak, büyük canlı gruplarının geçirdiği genel evrimsel süreçleri belirleyen kapsamlı değişiklikler hakkında bilgi vermez. Çoğu zaman, en iyi delillere sahip olunan türlere dahi bu açıdan bakıldığında bir çok türe pek bir şey olmadığını görürüz11


Bu sözünden de anlaşıldığı gibi Gould, birçok türün pek bir değişikliğe uğramadığını itiraf etmektedir. Gould, yine aynı dergide 1993 yılında yayımlanan bir yazısında ise şöyle demiştir:


Birçok fosil türünün jeolojik yaşam süresi boyunca durağanlığı ya da hiçbir değişim geçirmeyişi, tüm paleontologlar tarafından sözle ifade edilmeksizin onaylanmıştır, ancak asla üzerinde etraflıca çalışılmamıştır... Durağanlığın çok yaygın olması, fosil kayıtlarının utandırıcı bir özelliği haline geldi ancak yokluğun (ki bu evrimin yokluğudur) bir ilanı olarak göz ardı edilmiş olarak bırakıldı.12


Ian Tatterstall ve Niles Eldredge ise, The Myths of Evolution adlı kitaplarında, fosil kayıtlarının Darwin'in varsayımları ile olan çelişkisini  ve durağanlık gerçeğini şöyle anlatmaktadırlar:


Paleontologlar fosillerini kaya kayıtları boyunca izlediklerinde, bekledikleri değişiklikleri görmemektedirler... Fosillerin her bir farklı türünün, fosil kayıtları içerisinde var oldukları süre boyunca tanınır şekilde aynı olduğu, Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabını yayınlamadan çok daha öncesinden beri paleontologlar tarafından bilinmekteydi. Darwin'in kendisi, ... gelecek nesil paleontologların bu boşlukları gayretli arayışlarıyla dolduracakları tahmininde bulunmuştur... Daha sonrasında yapılan 120 yıllık paleontolojik araştırmalarsa, fosil kayıtlarının Darwin'in varsayımlarının bu kısmını teyid etmeyeceğini son derece açık bir şekilde ortaya koymuştur. Problem, kayıtların eksik olması da değildir. Fosil kayıtları açıkça bu varsayımın yanlış olduğunu göstermektedir.

Türlerin uzun zaman dilimleri boyunca şaşırtıcı şekilde sade ve durağan özellikler sergilemesi, kral çıplak hikayesinin tüm özelliklerini taşımaktadır; herkes bilir ancak göz ardı etmeyi tercih eder. Paleontologlar Darwin'in öngördüğü tabloyu inatla reddederek karşı koyan, ve tümüyle başka yöne bakan, söz dinlemez bir kayıtla karşı karşıya kaldılar.13








50 Milyon Yıldır Değişmeyen Yarasa

Canlı türlerinin fosil kayıtlarında aniden belirdiklerinin ve yaşadıkları süre boyunca değişime uğramadıklarının delillerinden biri yarasalardır. Bulunan en eski yarasa fosillerinin günümüz yarasalarıyla tamamen benzer özelliklere sahip olmaları, bu canlıların değişmeden günümüze ulaştıklarını göstermektedir. Evrimci kaynaklarda bile, evrim teorisinin bu konuda çıkmazda olduğu evrimcilerin kendi dilinden itiraf edilmektedir. Evrimci bilim adamı Jeff Hecht bu gerçeği şöyle dile getirir:

Yarasaların kökeni bir bilmece olmuştur. En eski yarasa fosilleri dahi, 50 milyon yıl önce, bugünkü modern yarasaların kanatlarına tıpatıp benzeyen kanatlara sahiptiler.1
Görüldüğü gibi fosiller evrim teorisinin iddialarını çürütmektedir. Çünkü evrim yaşanmış olsaydı, yarasaya dönüşmekte olan bir canlı fosili bulmamız gerekirdi. Oysa, yarasa 50 milyon yıl önce de bugünkünün aynısıdır. Bu, yarasaların evrimi iddiası için çok büyük bir problemdir. Evrimci bilim adamı Jeff Hecht bu gerçeği şöyle itiraf etmektedir:


Ancak yarasaların kanatlarını nasıl olup da geliştirdiklerini gösteren ara bir form bulmak zor olabilir.2

Evrimciler de bilmektedir ki, günümüzün fosil kayıtları oldukça zengindir. Nitekim UBA da kitapçıkta bunu belirtmektedir. Ancak yarasanın atası olduğu varsayılan hayali canlının izine rastlanmamıştır.

___________________________________________________________________
1- Jeff Hecht, 'Branching Out', New Scientist, 10 Ekim 1998, cilt 160, sayı 2155, s. 14
2- Jeff Hecht, 'Branching Out', New Scientist, 10 Ekim 1998, cilt 160, sayı 2155, s. 14

yarasa



33.7-53 milyon yıllık yarasa fosili





UBA'nın Jeolojik Dizi Hakkındaki Yanılgıları



Ulusal Bilimler Akademisi'nin iddiasına göre, fosil kayıtlarında canlı türleri en basitten karmaşığa doğru sıralanmışlardır. Yani en alt katmanlarda en basit yapıya sahip canlı türleri bulunmakta ve insanın ortaya çıkışına kadar bu komplekslik giderek artmaktadır. Bu, Darwinizm'in öngörüsüdür ve evrimcilerin fosil kayıtlarında delilini bulmayı umdukları hayalleridir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yeryüzü tabakalarında türlere ait fosiller basitten komplekse doğru bir sıra izlememektedir. Örneğin ilk hayvan filumlarının aniden ortaya çıktıkları Kambriyen Dönem'de yaşamış olan trilobitler oldukça kompleks bir göz yapısına sahiptiler. Bir trilobit gözü yüzlerce küçük petekten oluşur ve bu peteklerin her birinin içinde çift mercek yer almaktadır. Bu göz yapısı tam bir tasarım harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago Üniversitelerinden jeoloji profesörü David Raup; 'trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti' demektedir. 14






trilobit

Kambriyen Dönemi'nde yaşamış olan trilobitler son derece kompleks bir göz yapısına sahiptiler.







Trilobitler hakkında belirtilmesi gereken bir diğer konu da, bu canlılardaki 530 milyon yıllık petek göz sisteminin, bugüne kadar hiç değişmeden gelmiş olmasıdır; arı ya da yusufçuk gibi günümüzdeki bazı böcekler de aynı göz yapısına sahiptir. 15 Bu bulgu, evrim teorisinin canlıların ilkelden karmaşığa doğru geliştiği  yönündeki iddiasına da yine 'öldürücü bir darbe' indirmektedir.






yusufçuk gözü

Günümüzde yaşayan yusufçuk gibi böcekler de trilobitlerle benzer göz yapısına sahiptirler.







Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, deniz anaları, deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi çok farklı canlılara aittir. 1999 yılındaki yeni bir bulgu ise, Kambriyen Dönem'de Haikouichthys ercaicunensis ve Myllokunmingia fengjiaoa olarak adlandırılan iki ayrı balık türünün bile var olduğunu göstermektedir. Bu tabakadaki canlıların çoğunda, modern örneklerinden hiçbir farkı olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu yapılar hem çok kompleks, hem de birbirinden çok farklıdır. Dolayısıyla, UBA'nın canlılığın ilkelden gelişmişe doğru evrimleştiği iddiası kesinlikle doğru değildir.


tuğlalı ev

1) Myllokunmingia fengjiaoa
2) Haikouichthys ercaicunensis
1999 yılındaki yeni bir bulgu, Kambriyen Dönemi'nde yaşamış olan iki balık türünün varlığını ortaya çıkarmıştır.




Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan California Üniversitesi Berkeley'den Profesör Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm'le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:


Darwinist teori, canlılığın bir tür 'giderek genişleyen bir farklılık üçgeni' içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baş aşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır. 16


Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, canlıların birbirlerinden türedikleri iddiasına delil olarak, canlı türlerinin  jeolojik katmanlardaki sıralanışlarını göstermek hatalıdır. Evrimcilerin bu iddialarını kanıtlayabilmeleri için farklı jeolojik katmanlardaki farklı türler arasında evrimsel bir geçiş olduğunu gösteren ara formlara ait fosilleri gösterebilmeleri gerekir. Ancak önceki sayfalarda da belirtildiği gibi, bu ara formlardan eser yoktur. Sonuç olarak, UBA'nın fosil kayıtları hakkındaki 'kendinden emin' ifadeleri, gerçekte içi boş, delilsiz, sadece propaganda için kullanılmış iddialardan ibarettir.

 






fosiller

1) yaklaşık 203 milyon yıllık fosil ammonitler
2) 400 milyon yıllık brittle star fosili
3)355-295 milyon yıllık kabuklu yumuşakça
4) yaklaşık 203 milyon yıllık ammonit
5) yaklaşık 300 milyon yıllık deniz anası fosili
6) yaklaşık 65 milyon yıllık deniz yıldızı fosili









Dipnotlar



1. Henry Gee, In Search of Deep Time, Cornell University Press, Ithaca, 1999, s. 1-2
2. C. Darwin (1859), The Origin of Species (Reprint of the first edition), Avenel Books, Crown Publishers, New York, 1979, s.292
3.  C. Darwin,  1859,  Origin of Species,  London:  John Murray.
4. S.M. Stanley, The New Evolutionary Timetable:Fossils, Genes and the Origin of Species, Basic Books, Inc Publishers, New York, s.71
5. Michael Ruse, 'Is There a Limit to Our Knowledge of Evolution', Commentary in Bioscience, Vol.34, No.2, s. 101; Also printed in (editor) But Is it Science? Philosophical Question in the Creation/Evolution Controversy, Promotheus Books, Buffalo, New York, 1988, s. 116-126
6. Niles Eldredge and Ian Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 59
7. R. A. Raff and T. C. Kaufman, Embryos, Genes and Evolution: The Developmental Genetic Basis of Evolutionary Change, Indiana University Press, 1991, s. 34
8. Ernst Mayr, One Long Argument: Charles Darwin and the Genesis of Modern Evolutionary Thought, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, 1991, s. 138
9. S. J. Gould, Is a new and general theory of evolution emerging?', In Maynard Smith (editor, 1982, s. 140
10.  S.J. Gould,'Evolution's Erratic Pace', Natural History, vol. 86, Mayıs 1977
11. S. J. Gould, 'Ten Thousand Acts of Kindness,' Natural History, Vol. 97, No.12, Aralık 1988, s. 14
12. S. J. Gould, 'Cordelia's Dilemma', Natural History, Şubat, s. 10-18
13. N. Eldredge ve I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46
14. David Raup, 'Conflicts Between Darwin and Paleontology', Bulletin, Field Museum of Natural History, cilt 50, Ocak 1979, s. 24
15. R. L. Gregory, Eye and Brain: The Physiology of Seeing, Oxford University Press, 1995, s. 31.
16. Phillip E. Johnson, 'Darwinism's Rules of Reasoning', Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü