Harun Yahya


UBA'nın Ortak Yapıları
Evrime Delil Gösterme Yanılgısı



UBA'nın evrim teorisine delil olarak gösterdiği konulardan bir diğeri homolojidir; yani farklı canlıların sahip oldukları ortak yapılar. UBA, insan, fare ve yarasa gibi bazı canlıların iskeletlerindeki benzerlikleri örnek olarak vermiş ve bu benzerliklerin 'en iyi şekilde ortak bir atadan türeyişle açıklanabileceğini' öne sürmüştür. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 14) Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabındaki iddia ve örneklerini yineleyen UBA, Darwin'den bu yana anatomi ve biyolojide elde edilen yeni bilgileri tamamen göz ardı ederek, 150 yıl öncesinin bilimsel seviyesinde kaldığını bir kez daha göstermiştir.

UBA'nın bilim dışı iddialarına geçmeden önce, homoloji kavramını kısaca inceleyelim.


Darwin'in Homoloji Yanılgısı




Richard Milton'ın Shattering the Myths of Darwinism adlı kitabı

Richard Milton'ın Shattering the Myths of Darwinism adlı kitabı



Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabının 'Mutual Affinities of Organic Beings: Morphology, Embryology, Rudimentary Organs' (Canlılar Arasındaki Karşılıklı Yakınlık: Morfoloji, Embriyoloji, Temel Organlar) başlıklı bölümünde, türlerin sahip oldukları benzer yapılardan söz etmiş ve bunun ancak ortak bir atadan türeyiş teorisi ile açıklanabileceğini öne sürmüştür.

Her ne kadar Darwin ve ardından gelen evrimciler, canlılar arasındaki benzer yapıların tek açıklamasının ortak bir atadan türeyiş olduğunu öne sürseler de, Darwin'den  önceki bilim adamlarının çoğu, bu benzer yapıların ortak bir tasarımın eseri olduğu görüşünde birleşiyorlardı.

Günümüze kadar Darwinistler, hem homolojinin nedenini ortak atadan türeyiş olarak gördüler, hem de homolojiyi ortak atadan türeyiş teorisinin en güçlü kanıtı olarak tanıttılar. Ancak, özellikle son 50 yıldır anatomi, biyokimya, mikrobiyoloji gibi bilim dallarındaki gelişmeler, homolojinin evrim teorisi için delil olamayacağını ve homolojinin doğru açıklamasının ortak bir atadan türeyiş olmadığını gösterdi. Tanınmış bilim yazarı Richard Milton, Shattering the Myths of Darwinism adlı kitabında, homolojinin evrimciler için en önemli delillerden biri olduğunu, ancak 20. yüzyıl boyunca gerçekleşen bilimsel gelişmelerle homolojinin Darwinizm için en önemli çıkmazlardan biri haline geldiğini söyler:


Sonuçta, homoloji Darwinist teorinin karşısına en büyük ve aşılması en zor engel olarak çıktı.

Son yüzyıl içinde, embriyoloji, mikrobiyoloji, moleküler biyoloji ve genetik alanlarında biyoloji bir dizi yenilik yaşadı. Bu yenilikler sonucunda laboratuvarlarda bitkilerin ve hayvanların nasıl inşa edildikleri en ince ayrıntısına kadar incelendi. Eğer Darwinistlerin homoloji yorumları doğru olsaydı, o zaman makroskobik seviyede görülen benzerliklerin aynılarının, mikroskobik seviyede de bulunması gerekirdi. Ancak, bu benzerlikler mikroskobik seviyede bulunamamıştır. 1


Bu bölümde, UBA'nın homoloji konusundaki iddiaları ve homolojinin neden evrim teorisi için önemli bir sorun olduğu incelenecektir. İlerleyen sayfalarda daha detaylı olarak incelenecek olan bu sorunlar özetle şöyledir:

1.  Evrimciler, homolojiyi hem ortak bir atadan türeyişin delili olarak gösterirler, hem de homolojiyi ortak bir atadan türeyiş olarak tanımlarlar. Bu bir totoloji yani bir kısır döngü mantığıdır ve bilimsel olarak hiçbir şeyi ispatlamaz.

2.  Evrimcilerin dahi aralarında evrimsel akrabalık kuramadığı canlılar arasında da ortak yapılar bulunabilmektedir. Demek ki, ortak yapıların nedeni ortak bir ata değildir.

3.  Birçok canlıda bulunan benzer yapılar, UBA'nın iddiasının aksine, benzer genler tarafından oluşturulmamaktadır. Bu da ortak bir evrimsel kökenden gelmediklerini gösterir.

4.  Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların embriyolojik gelişim safhaları birbirinden çok farklıdır. Bu ise yine ortak bir atadan gelmediklerini gösterir.






iskelet

UBA, insan, yarasa gibi canlıların iskeletlerinin benzer olduğunu ve bunun evrime delil olduğunu öne sürmüştür. Ancak bu, bilimsel delili olmayan büyük bir yanılgıdır.







Homolojiyi Evrimin Delili Saymak Kısır Döngü Bir Mantıktır




charles darwin

Charles Darwin



UBA, Darwin ile aynı hataya düşmekte ve canlılar arasındaki ortak yapıların en iyi açıklamasının ortak bir atadan türeyiş olduğunu öne sürmektedir. UBA, bu varsayımda bulunurken, ortak atadan türeyişi kesin bir gerçek olarak, ön bir kabul ile kabul etmekte, sonra ortak yapıların tek açıklamasının ortak atadan türeyiş olduğunu söylemektedir.

Darwinistlerin homolog organlar konusunda sergiledikleri bir başka yanılgı ise, kurdukları kısır döngü mantıkta gizlidir. Darwin'e ve Darwin'in sadık taraftarı UBA'ya göre ortak yapılar evrim teorisinin hem sonucu hem de delilidir. Bu bozuk mantık özetle şöyledir: Ortak atadan türeyiş teorisi, ortak ata teorisini kanıtlayan homolojiyi kanıtlar.


kırmızı araba

Dünyadaki tüm üstü açık kırmızı arabaların aynı fabrikada üretildiklerini iddia etmek nasıl mantıksız ise, benzer organ ve yapılara sahip canlıları ortak bir atadan türeyişin delili saymak da aynı şekilde mantıksızdır..



Bu, önce "dünyadaki kırmızı renkli ve üstü açık arabalar aynı fabrikadan çıkmış olmalıdır" diye bir tanımlama yapmak, sonra da her kırmızı renkli üstü açık arabayı "bakın, işte birbirlerine benziyorlar, demek ki aynı fabrikadan çıkmışlar" diye yorumlamak gibidir. Gerçekte ortada herhangi bir şeyin kanıtı yoktur; sadece kanıtsız bir varsayım ve bu varsayıma göre yorumlanmak istenen nesneler vardır.

Evrim teorisinin birçok iddiasında görülen bu kısır döngü mantık, doğal seleksiyon konusunda da görüldüğü gibi birçok biyolog ve felsefeci tarafından eleştirilmektedir.  Bunlardan biri olan New Jersey Ramapo College'de felsefe profesörü Ronald Brady, 1985'te bu konu hakkında şöyle yazmıştır:


Açıklanması gereken konumun tanımı içerisinde açıklamamızı yaparak, bilimsel bir hipotezi değil bir inancı ifade ediyoruz. Açıklamamızın doğru olduğu konusunda öylesine ikna olmuş durumdayız ki, açıklamaya çalıştığımız durumdan onu ayırt etmek için hiçbir gereksinim duymuyoruz. Bu tip dogmatik uğraşlar, sonunda bilimin alanını terk etmelidirler. 2


Ortak Yapılar, Ortak Bir Atanın Delili Değildir



Evrimcilerin homoloji tezi, benzer yapılara sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir ilişki kurma mantığına dayanır. Oysa, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kuramadıkları türlerin de birbirlerine çok benzeyen organları vardır. Kanat, bunun bir örneğidir. Bir memeli olan yarasada, kuşlarda, sineklerde kanat vardır. Ayrıca geçmişte yaşamış uçan kanatlı sürüngenler de vardır. Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel bağ veya akrabalık kuramamaktadırlar.

Bu konudaki bir diğer çarpıcı örnek de farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örneğin ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. İnsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları olduğunu ise evrimciler bile iddia edememektedirler.






ahtapot ve insan gözü

Ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağ kurulamayan iki canlıdır. Buna rağmen her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyonları bakımından birbirine çok benzerdir. Bu benzerlik evrimcilerin "benzer yapılar ortak atayı gösterir" iddiasını çürütmektedir.







Bu durum karşısında, evrimciler bu organların 'homolog' (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, 'analog' (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. Örneğin insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrimci iddianın bilimsel bir yönü olmadığını göstermektedir. Evrimciler, karşılarına çıkan bulguları, kayıtsız şartsız kabul ettikleri evrim dogmasına göre yorumlamakta, objektif davranmamaktadırlar.

Oysa ortaya koydukları yorum da son derece tutarsızdır. Çünkü 'analog' saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, olağanüstü derecede kompleks yapılarına rağmen birbirlerine o denli benzerdir ki, bu benzerliğin rastlantısal mutasyonlar sayesinde sağlandığını öne sürmek son derece tutarsızdır. Eğer ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia ettiği gibi tamamen tesadüfen ortaya çıkmışsa, nasıl olur da omurgalı gözü de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak ortaya çıkabilir? Bu soruyu düşünmekten 'başı ağrıyan' ünlü evrimci Frank Salisbury şöyle yazmaktadır:


Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (Neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır.3


Evrimci teoriye göre, kanatlar da birbirinden bağımsız olarak dört kez 'tesadüfen' ortaya çıkmıştır: Böceklerde, uçan sürüngenlerde, kuşlarda ve uçan memelilerde (yarasada). Doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmalarıyla açıklanamayan kanatların dört kez ayrı ayrı oluşmaları, hem de oluşan kanatların birbirine benzer yapılar sergilemeleri, evrimci biyologlar için bir başka baş ağrısı nedeni oluşturur.






kanatlar

Evrimcilerin aralarında evrimsel bir bağ kuramadığı canlılarda benzer kanatların bulunması
evrimciler için ayrı bir çıkmazdır.








Bu konuda evrimci tezi çıkmaza sürükleyen en somut örneklerden biri de, memeli canlılarda ortaya çıkar. Çağdaş biyolojinin ortak kabulüne göre, tüm memeliler iki temel kategoriye ayrılır; plasentalılar ve keseliler (marsupials). Evrimciler, bu ayrımın memelilerin henüz ilk başlangıcında doğduğunu ve her iki kategorinin birbirlerinden tamamen bağımsız olarak ayrı birer evrim tarihi yaşadığını varsayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, bu iki kategoride birbirlerinin neredeyse aynı olan 'çiftler' vardır. Kurtlar, kediler, sincaplar, karınca yiyenler, köstebekler ve fareler, hem plasentalılar kategorisinde, hem de keseliler kategorisinde birbirlerine çok benzer yapılarıyla bulunmaktadır.4 Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen bağımsız mutasyonların, bu canlıları ikişer kez 'tesadüfen' tam  aynı şekilde üretmiş olmaları gerekmektedir! Bu gerçek, evrimciler açısından baş ağrısının çok ötesinde sıkıntılar oluşturacak bir sorundur.

Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına dahildir. Evrimci biyologlar, bu iki farklı canlı türünün tamamen ayrı birer evrim tarihine sahip olduklarına inanırlar.5 (Avustralya kıtasının ve çevresindeki adaların Antarktika'dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin ilişkilerinin kesildiği varsayılır ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır. Özellikle kafatasları, birbirlerine son derece benzerdir.






kurt kafatası

1) Tazmanya kurdunun kafatası ve Tazmanya kurdu
2) Kuzey Ameriki kurdunun kafatası ve Kuzey Ameriki kurdu








Evrimci biyologların 'homoloji' örneği olarak kabul edemedikleri bu gibi benzerlikler, benzer organların, ortak atadan evrimleşme tezine delil oluşturmadığını göstermektedir. Daha da ilginç olan, bazı canlılarda da bunun tam tersi bir durumun gözlemlenmesidir. Yani evrimciler tarafından çok yakın akraba sayıldıkları halde, bazı organları tamamen farklı yapılara sahip canlılar vardır. Örneğin kabuklular sınıfındaki türlerin çok büyük bölümünde, 'kırılma tipi' mercekli göz yapısı vardır. Kabukluların sadece iki türü, ıstakoz ve karideste ise, bu göz yapısından tamamen farklı olan 'yansıtma tipi' aynalı göz bulunur.


Ortak Yapılar Farklı Genler Tarafından Kontrol Edilmektedir



UBA'nın ve evrimcilerin homoloji konusundaki iddialarına göre, canlılardaki benzer yapı ve işlevler, yine benzer genler tarafından kontrol edilmelidir. Bilindiği gibi evrim teorisi canlıların genlerde oluşan rastlantısal ve küçük değişimlerle, yani mutasyonlarla geliştiğini öne sürer. Dolayısıyla birbirlerinin yakın evrimsel akrabası sayılan canlıların da genetik yapıları benzemelidir. Özellikle de benzer organları, birbirine yakın bir gen yapısı tarafından kontrol edilmelidir. Oysa genetik araştırmalar, bu evrimci tezle tamamen çelişen bulgular ortaya koymuştur.


M. Denton'un <em>Evolution: <br>
A Theory in Crisis</em> isimli kitabı<br>
<br>

M. Denton'un Evolution: A Theory in Crisis isimli kitabı



Benzer organlar, çoğunlukla çok farklı genetik kodlar (DNA şifreleri) tarafından belirlenmektedirler. Bunun yanı sıra, farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler. Avustralyalı moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis isimli kitabının 'The Failure of Homology' (Homolojinin Çöküşü) başlıklı bölümünde homolojinin evrim teorisine delil sunmadığını açıklar. Denton, homolojinin evrim teorisine delil oluşturabilmesi için, benzer organların benzer genler tarafından kontrol edildiklerinin görülmesi ve ayrıca benzer organların benzer embriyolojik bir süreç yaşadıklarının tespit edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Ancak Denton, gerçeklerin böyle olmadığını ve homolojinin evrim teorisi için bir başarısızlık örneği olduğunu belirtmektedir:


Eğer embriyolojik ve genetik araştırmalar, homolog yapıların homolog genler tarafından belirlendiğini ve embriyolojik gelişim kalıplarını izlediğini gösterebiliyor olsaydı, homolojinin evrimsel yorumunun geçerliliği büyük ölçüde kuvvetlendirilmiş olacaktı... Ancak bu prensibin bu şekilde genişletilemeyeceği açık bir hale geldi. Homolog yapılar  genellikle homolog olmayan genetik sistemler tarafından belirlenir ve homoloji kavramı çok nadiren embriyoloji içerisinde genişletilebilir.6


Denton yine aynı kitabında vardığı sonucu şöyle özetlemektedir:


Homolojinin evrimci temeli belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür.7


Richard Milton, 1997 tarihli bir makalesinde moleküler biyolojinin, homoloji konusunda evrimcileri nasıl hayal kırıklığına uğrattığını şöyle anlatmaktadır:


Bu tür hayal kırıklıkları sadece embriyolojide yaşanmamaktadır. 1950'lerde moleküler biyologlar genetik kodu deşifre etmeye başladıklarında, onları bekleyen bir sürpriz daha vardı. Amino asitlerden protein üretmenin kodunu bulduklarında doğal olarak karşılaştırmalı anatomide makroskobik seviyede gördükleri benzerlikleri moleküler seviyede de göreceklerini sandılar.

Eğer insan kolunun kemiklerinin izi, yarasanın kanatlarına veya atın toynaklarına kadar sürülebilirse o zaman moleküler biyoloji, fiziksel benzerlikler olarak ortaya çıkan DNA'daki benzerlikleri (homolojiyi) keşfetmiş olacaktı. Ancak biyologlar genetiğin moleküler mekanizmasını anlamaya başladıklarında, farklı türlerdeki homolog yapıların çok farklı genler tarafından belirlendiğini gördüler. 8



gen

Genetik kodun çözülmesi çalışmaları ile, canlılar arasındaki anatomik ve morfolojik benzerliklerin, genetik seviyede görülmediği ortaya çıktı. Bu, genetik biliminin evrim teorisine getirdiği darbelerden sadece biridir.



Aslında bu çok önceden beri bilinen bir gerçekti. Ünlü evrimci biyolog Gavin de Beer daha 1971 yılında bu konuda şöyle yazmıştı:


Ortak bir atadan gelen homolog yapıların nedeni olarak gen benzerliği görülemez.9


De Beer, homolog yapıların farklı genlerden ortaya çıkabileceğini birçok örnekle delillendirmiştir. Bunlardan biri, böceklerin gövdelerindeki bölümlerin (segment) oluşumudur. Meyve sinekleri ile, çekirge ve yaban arısında bu gövde bölümlerinin oluşumu için farklı genler kullanılmaktadır. Tüm böceklerin gövdelerinin bölümleri homolog olarak kabul edildiğine göre, bu durum homolog özelliklerin özdeş genler tarafından kontrol edilmesinin gerekmediğini göstermektedir. Bir başka örnek ise, meyve sineklerinde cinsiyetin belirlenmesi için gereken sex-lethal adlı gendir. Diğer böceklerde dişi ve erkeğin oluşması için bu gene gereksinim yoktur. 10

Benzer organların benzer genler tarafından kontrol edilmediklerini gösteren bir başka konu da, bir genin çoğunlukla canlının birden fazla özelliğini belirliyor olmasıdır. Bir farenin kürkünün rengini belirleyen gen aynı zamanda farenin boyutlarını da belirlemektedir. Meyve sineği Drosophila'nın gözünün rengini belirleyen gen, aynı zamanda dişinin cinsel organını da belirler. Yüksek organizmalardaki genlerin neredeyse tamamı birden fazla etkiye sahiptir. Hatta Evrimci Biyolog Ernst Mayr tek bir özelliği belirleyen gen çok enderdir veya yoktur demektedir. 11

Denton, tek bir genin birden fazla etkisi (pleiotropik etki) üzerine tavuklardan örnek verir. Tek bir gen üzerinde oldukça fazla zararlı etkisi olan bir mutasyonun sonuçları şöyledir: kanatların düzgün gelişmemesi, ayakta pençelerin oluşmaması, tüylerin az çıkması, akciğerler ve hava keselerinin eksikliği. Bunun önemi ise şudur: Kanatlar ve tüyler gibi etkilenen bazı özellikler sadece kuşlara özgü iken, akciğerler gibi diğerleri insanlar dahil birçok omurgalı için geçerlidir. Denton şuna dikkat çeker: 'bunun tek bir anlamı olabilir: homolog yapıların özelleşmesinde homolog olmayan genler görev almaktadır.'12






çekirge, eşek arısı






Bunun tersi, yani özdeş genlerden homolog olmayan yapıların oluşması da sık rastlanan bir durumdur. Örneğin Distal-less olarak bilinen gen, fare, kelebek, yumuşak solucan, tüylü solucan ve deniz kestanesinde kol, bacak gibi organların gelişimiyle ilişkilidir. Ancak bu canlıların bu organlarının tamamı birbirinden farklıdır, yani homolog değildir. 1997'de  bu benzerlikleri inceleyen biyologlar, bu canlıların kol, bacak gibi organlarının bu kadar farklı olmasının şaşırtıcı olduğunu, uzantıların anatomilerinin ve "evrimsel geçmişlerinin" birbirinden tamamen farklı olması gerektiğini belirtmişlerdir. 1999 yılında Duke Üniversitesi Zooloji Bölümünden Prof. Gregory Wray, Distal-less isimli genve 'dıştan bakıldığında benzer olan ancak homolog olmayan yapılar' arasındaki ilişkiyi 'şaşırtıcı' bulmuştur. Wray'in vardığı sonuç şöyledir:


kelebek ve deniz kestanesi



Düzenleyici bir gen ile homolog olmayan birkaç yapı arasındaki bu ilişki, bir istisnadan ziyade bir kural görünümündedir. 13


Evrimci biyolog De Beer, daha 1971 yılında yayınlanan Homology: An Unsolved Problem (Homoloji: Çözülmemiş Bir Sorun) adlı kitabında bu konuda çok kapsamlı bir analiz ortaya koymuş ve homolojinin evrim teorisi açısından neden sorun olduğunu şöyle özetlemiştir:


Aynı genler tarafından kontrol edilmedikleri halde, homolog organların, yani aynı biçimlerin ortaya çıkmaları hangi mekanizmanın sonucu olabilir? Bu soruyu 1938'de sordum ve hala cevaplanmadı.14


De Beer'ın 1938'de sorduğu, 1971 yılında cevabını alamadığı soru 2003 yılında hala cevapsızdır.


Homolog Organların Embriyolojik Gelişimleri de Farklıdır



Homoloji iddiasını çürüten bir başka delil ise, embriyolojik gelişim konusudur. Her ne kadar UBA yazarları, 'Gelişim Sırasındaki Benzerlikler' başlıklı bölümde, gelişim sırasında canlı türleri arasında benzerlikler olduğunu ve bunun ortak bir atadan türeyişin delili olduğunu öne sürseler de (Bilim ve Yaratılışçılık, s.17), bu iddia gerçekleri yansıtmamaktadır.

kurbağ ve semenderHomoloji konusundaki evrimci tezin ciddi sayılabilmesi için, benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da paralel olmaları gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır. Her ne kadar evrimciler görmezden gelseler de, bu gerçek 19. yüzyıldan beri bilim adamları tarafından bilinmektedir. Örneğin Amerikalı embriyolog Edmund Wilson, daha 1894 yılında şöyle demiştir:


Yetişkinlik döneminde, birbiriyle oldukça uyumlu ve kesinlikle homolog olan yapıların, larva veya embriyo evresinde çoğunlukla şekil, pozisyon veya her ikisi açısından oldukça farklı olmaları bilinen bir gerçektir. 15


Wilson'dan 60 yıl sonra De  Beer aynı gerçeği tekrarlamış ve şöyle demiştir:


Gerçek şu ki, homolog yapılar arasındaki benzerlik, embriyodaki hücrelerin pozisyonlarının benzerliğine veya bu yapıları meydana getiren yumurtanın parçalarına ya da bu yapıları meydana getiren gelişim mekanizmalarına yüklenemez.16


Bu durum hala geçerlidir. Günümüz biyologlarından Pere Alberch bu konuda şu tespiti yapmaktadır:


Homolog organların tamamen farklı başlangıç durumlarından meydana gelmeleri, istisnadan daha çok bir kuraldır.17


Evrimsel gelişim biyoloğu Rudolf Raff ise, oldukça farklı yollardan neredeyse tamamen benzer formlara ulaşan iki deniz kestanesi türü üzerinde bir araştırma yapmış ve 1999 yılında aynı problemi şöyle ifade etmiştir:


İki ilişkili organizmadaki homolog özellikler benzer gelişimsel süreçlerle ortaya çıkmalıdır... ancak morfolojik ve filogenetik kriterlerden dolayı homolog olarak gördüğümüz özellikler gelişim içerisinde farklı yollarla ortaya çıkabilir. 18


Homolog organların gelişim aşamaları arasındaki uyumsuzluk, omurgalıların bazı uzuvları için de geçerlidir. Bunun örneklerinden biri semenderlerdir. Birçok omurgalının uzuvlarındaki el ve ayak parmaklarının gelişimi arkadan öne doğru devam eder ki bu kuyruktan kafaya doğrudur. Örneğin kurbağaların uzuvlarının gelişimi bu şekildedir. Ancak kurbağalar gibi amfibiyen olan semenderlerin gelişim şekli daha farklıdır. Semenderlerde el ve ayak parmaklarının gelişimi ters yönde ilerler, baştan kuyruğa doğru.

Homolog organların aynı embriyolojik evreleri yaşamayışlarının bir başka örneği ise, bu organların çoğu zaman embriyonun farklı bölgelerinde gelişmeye başlamalarıdır. Araştırmalar, farklı hayvanlardaki benzer organların embriyodaki farklı hücre grupları tarafından oluşturulmaya başlandığını göstermiştir. Sindirim borusunun gelişimi bunun bir örneğidir; bu son derece önemli yapı dahi birçok omurgalıda çok farklı şekillerde ortaya çıkar. Sindirim borusu köpek balıklarında, embriyonun bağırsak boşluğunun tepesinde oluşur; yılan balıklarına benzer bir şekle sahip olan bir su balığında (lamprey) ise bağırsak zemininde oluşur; kurbağalarda embriyonun zemininde ve üst kısmında, kuşlarda ve sürüngenlerde embriyonik diskin veya blastodermin (gelişen embriyoda üç ana tabakanın belirlendiği devredeki hücre kümesi) en alt tabakasında oluşmaya başlar. 19

Darwin'in klasik homoloji örneği olan omurgalıların ön ayakları da evrim teorisinin karşısına sorun olarak çıkmaktadır. Çünkü ön ayaklar farklı türlerde vücudun farklı bölümlerinden çıkar. Örneğin semenderde ön ayaklar hayvanın gövdesinin 2, 3, 4 ve 5. bölümlerinden çıkar; kertenkelede 6, 7, 8 ve 9. bölümlerden, insanlarda ise 13, 14, 15, 16, 17 ve 18. bölümlerden çıkmaktadır.20 Moleküler biyolog Michael Denton'ın da belirttiği gibi sadece bu delilden yola çıkılarak ön ayakların homolog olmadıkları söylenebilir. 21




böbrek





kurbağ

Birçok kurbağa hayata yüzen tetarlar olarak başlar ve metamorfozun en son döneminde dört ayaklı bir hayvana dönüşür.



Yine Denton'a göre:


Omurgalı böbreğinin gelişimi, homolog organların homolog embriyonik dokudan üretildiği varsayımını reddeden bir başka konudur. Balıklarda ve amfibiyenlerde böbrek direkt olarak mezonefron olarak bilinen embriyonik bir organdan oluşur. Sürüngenlerde ve memelilerde ise mezonefron, embriyonik hayatın sonlarında özelliklerini yitirmeye başlar ve yetişkin böbreğinin oluşmasında hiçbir rol almaz. Bu türlerde böbrek, mezodermal dokunun bir parçasından oluşmaya başlar..22

Benzer yapıların birbirine hiç benzemeyen süreçler sonucu ortaya çıkışına, gelişme evresinin son dönemlerinde de sık rastlanır. Birçok hayvan türü, erişkinliğe giden yolda, 'dolaylı gelişim' olarak bilinen bir süreçten, yani larva döneminden geçmektedir. Örneğin, birçok kurbağa hayata, yüzen tetarlar olarak başlar ve metamorfozun en son döneminde dört ayaklı bir hayvana dönüşür. Bununla birlikte, larva dönemini pas geçen ve doğrudan gelişen birçok kurbağa türü de vardır. Ancak doğrudan gelişen söz konusu kurbağa türlerinin çoğunun erişkinleri, tetra evresinden geçerek gelişen diğer kurbağa türlerinden neredeyse hiç ayırt edilemezler.23


Kısacası genetik ve embriyolojik araştırmalar, Darwin'in 'canlıların ortak bir atadan evrimleştiklerinin delili' olarak gösterdiği homoloji kavramının, gerçekte hiçbir şekilde buna delil oluşturmadığını göstermektedir. Homoloji,  kapsamlı olarak incelendiğinde tutarsızlığı açıkça ortaya çıkan evrimci bir yanılgıdır.

Richard Milton, evrim teorisinin homoloji konusundaki çıkmazlarına embriyolojiden örnekler verdikten sonra şöyle der:


Embriyolojiden daha birçok kıyas örneği verilebilir; bu örneklerin neredeyse tamamı üzerinde 'homolojinin çözülmemiş sorunları' etiketi olan bir çekmeceye konmakta ve sonra unutulmaktadır. 24


UBA'nın, tüm bilim çevrelerinin bildiği ve kabul ettiği gerçekleri yok sayarak, evrim teorisinin çürük delillerini bu kadar kesin doğrular gibi göstermeye çalışmış olması ise gerçekten hayret vericidir.


Uba'nın Sürüngenler ve Memeliler Hakkındaki Yanılgıları



UBA'nın Bilim ve Yaratılışçılık isimli kitabındaki "Ortak Yapılar"konusunun sonunda, 'memeli kulağı ve çenesi, paleontoloji ve karşılaştırmalı anatominin birleşerek, taksonomik birimler arası geçiş aşamalarıyla ortak atadan gelişi işaret ettiği örneklerdir... Sürüngen çenesindeki diğer kemikler şimdi memeli kulağında bulunan kemiklerle homologdurlar.' denmektedir. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 14-15) UBA'nın bu bölümdeki iddiası özetle şöyledir: Memelilerin alt çeneleri tek bir kemikten oluşurken, sürüngenlerin çeneleri üç kemikten oluşmaktadır. Evrimciler, sürüngenlerdeki fazla kemiklerin, memelilerin kulağındaki kemiklerle homolog olduğunu, bunun memelilerin sürüngenlerden evrimleştiklerinin bir delili olduğunu öne sürerler. Bu geçişin bir delili ise, evrimcilere ve UBA'ya göre iki çene kemiği olan memeli benzeri sürüngen Therapsida adlı sözde ara geçiş formudur.

Yukarıdaki açıklama, evrimcilerin klasik iddialarından biridir. Evrimciler, iki canlı türü arasında en küçük bir benzerlik görseler, bu benzerliğin evrimci bir yorumunu yapmaktan geri kalmazlar. Ancak, bunu yaparken bu yorumu imkansız kılan gerçekleri görmezden gelirler.

Sürüngenlerin memelilere sözde evrimi, evrimciler açısından birçok sorun içeren bir konudur. İki memeli kemiğinin, sürüngenlerin bazı kemiklerine benziyor olması bu sorunu çözmemektedir. Çene kemiklerinin, mutasyonlar sonucunda, kulak gibi indirgenemez kompleks bir organa doğru nasıl "göç ettikleri"; bu mutasyonların iki çene kemiğini nasıl küçülttüğü, ideal boyut ve şekle getirdiği, etrafında kaslar oluşturduğu; bu rastgele değişikliklerle orta kulakta nasıl mükemmel bir denge kurulduğu; bu sırada canlının hala nasıl duymaya ve çenesini kullanmaya devam ettiği gibi soruların tümü cevapsızdır. Evrimciler bu sorulara cevap verememektedirler; çünkü tek biri bile sürüngen-memeli evrimi hikayesini çürütmek için yeterlidir.






hayvanlar






Therapsida takımına ait canlıların fosilleri ise, evrimcilerin iddialarını kanıtlamaz. Herşeyden önce therapsidler fosil kayıtlarında Darwinizm tarafından beklenen kronolojik sırada ortaya çıkmazlar. Evrimcilerin iddialarının doğru olabilmesi için, therapsid fosillerinin en fazla sürüngen çenesi özelliği taşıyandan en fazla memeli çenesi özellikleri taşıyana doğru bir çizgi izlemesi gerekmektedir. Ancak fosil kayıtlarında böyle bir sıra görülmemektedir.

Ünlü Darwinizm eleştirmeni Philip Johnson, Darwin on Trial adlı kitabında bu konu hakkında şu yorumu yapar:


(Sürüngenler ve memeliler arasında) Suni bir soy kökeni çizgisi oluşturulabilir, ancak bu yalnızca farklı alt gruplara ait türleri keyfi olarak karıştırarak ve onları kronolojik sıra dışında düzenleyerek gerçekleştirilebilir.25


Bunun dışında, therapsidlerin memelilerle ortak olan tek özelliği kulak ve çene kemikleridir. Sürüngenlerin ve memelilerin üreme sistemleri ve diğer organlarındaki büyük farklılıklar incelendiğinde, sürüngenlerin memelilere nasıl evrimleştiği sorusunun cevaplanmaktan ne kadar uzak olduğu görülecektir. Daha da ileriye gidecek olursak, işler daha da zorlaşacaktır; özellikle de, primatlar, atlar, yarasalar, balinalar, kutup ayıları, sincaplar, geviş getirenler gibi birçok farklı kategoriyi içeren bir grup olan memelilerin nasıl olup da tesadüfi mutasyonlar ve doğal seleksiyon ile sürüngenlerden evrimleştikleri sorusu karşımıza çıkacaktır. (Evrimcilerin memelilerin kökeni hakkındaki çıkmazı hakkındaki detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Şubat 2003, Araştırma Yayıncılık)


Dipnotlar



1. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 179
2. Ronald H. Brady, 'On the Independence of Systematics', Cladistics 1 (1985), s. 113-126
3. Frank Salisbury, 'Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolmution', American Biology Teacher, Eylül 1971, s. 338
4. Dean Kenyon, Davis Percical, Of Pandas and People: The Central Question of Biological Origins, Dallas: Haughton Publishing, 1993, s. 33
5. Dean Kenyon, Percival Davis, Of Pandas and People, s. 117
6. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, s. 145
7. Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London, Burnett Books, 1985, s. 145
8. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s.180-181
9. Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London, Oxford University Press, 1971, s. 15-16
10. Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London, Oxford University Press, 1971; Jonathan Wells, Icons of Evolution, Science or Myth? Why Much of What We Teach About Evolution Is Wrong, Regnery Publishing, Washington 2000, s. 73-74
11. Ernst Mayr, Population, Species and Evolution, Harvard University Press, 1970; Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 181
12. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 181
13. Gregory Wray, 'Evolutionary dissociations between homologous genes and homologous structures', Homology, (Novartis Symposium 222; Chichester, UK: John Wiley & Sons, 1999)s. 195-196; Jonathan Wells, Icons of Evolution, 2000, s.76
14. Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London: Oxford University Press. 1971, s.16
15. Edmund B. Wilson, 'The Embryological Criterion of Homology', s. 101-124 in Biological Lectures Delivered at the Marine Biological Laboratory of Wood's Hole in the Summer Session of 1894 (Boston: Ginn & Company, 1895), s. 107; Jonathan Wells, Icons of Evolution, 2000, s. 71
16. Gavin de Beer, Embryos and Ancestors, Third Edition, (Oxford:Clarendon Press, 1958), s. 152 
17. Pere Alberch, 'Problems with the Interpretation of Developmental Sequences,' Systematic Zoology 34 (1): 46-58, 1985
18. Rudolf Raff, 'Larval homologies and radical evolutionary changes in early development', s. 110-121 in (Novartis Symposium 222; Chichester, UK: John Wiley & Sons, 1999), s. 111
19. Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London, Oxford University Press, 1971; Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 180
20. Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London, Oxford University Press, 1971; Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 180
21. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 180
22. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s. 180
23. Rudolf A. Raff,  The Shape of Life: Genes, Development, and the Evolution of Animal Form, Chicago (1996): The University of Chicago Press
24. Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism, Park Street Press, 1997, s.180
25. Philip  E. Johnson, Darwin on Trial, Intervarsity Press, 1993, s. 79

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü