Harun Yahya


Kimya Mühendisleri ile Yarışan Canlılar










Bir ilaçla ilgili bilgi almak istediğinizde eczacıya danışırsınız. Çünkü eczacı bu konuda belli bir süre eğitim almıştır. Bu alanda pek çok kitap okumuştur, deneyler yapmıştır. İlaçların içeriklerini, ne işe yaradıklarını, yan etkilerini çok iyi bilmektedir ve gerekli tecrübeye de sahiptir. Ancak yine de bir eczacı ya da kimyasal maddeler konusunda uzman bir kişinin bile, hiç tanımadığı bir bitkideki faydalı maddelerin içeriğini sadece bakarak anlaması mümkün değildir. Örneğin, bir bitkiye bakıp, "bu bitkide şu canlının zehirine karşı panzehir olarak kullanılacak bir madde var" demesi ya da başka bir zehiri etkisiz hale getirmek için kayaları ilaç olarak kullanabileceğini tahmin etmesi bir insan için son derece zordur. Bunun için ya bu konuda bilgili ve tecrübeli kişilere başvurulacak ya da bazı deneyler, araştırmalar vs. yapılacaktır.
Sadece tahmin ile hareket etmek son derece tehlikelidir. Örneğin zehirli yılanın ısırdığı bir insanın hemen tedavi edilmesi gerekir. Bir anlık gecikmenin bile ölüm sebebi olabildiği böyle ciddi bir durumda ihtimallere göre hareket edilmeyeceği, deneme-yanılma yapılmayacağı açıktır.
İnsanların herhangi bir deney yapmadan bulamayacakları bu zor işlemi, doğadaki birçok canlı milyonlarca yıldır yapmaktadır. Örneğin bu bölümde detaylı olarak inceleyeceğimiz Bezuar keçileri yılan zehirini nasıl etkisiz hale getireceklerini bilmektedirler. Akla sahip olmayan, bilinci de olmayan bir canlının gördüğü anda bir bitkide bulunan maddenin içeriğini anlaması, bunun ne işe yaradığı hakkında doğru bir karar vererek, bunu hangi durumlarda kullanacağını bilmesi üstelik bu bilginin o canlı türünün bütün üyelerinde var olması bize tek bir gerçeği kanıtlar:
Bu canlıya hükmeden, ona gerekli bilgileri ilham eden ve davranışlarını yöneten bir güç vardır: Bu güç Yüce Allah'a aittir.

Bezuar Keçilerinin Kimya Bilgileri





Bezuar keçisi dimdik, duvar gibi kayalara tırmanabilen bir keçi türüdür. Tırnak altlarının pürüzlü olması ve ayaklarının altındaki yumuşak yastıklar bu canlıların çevik hareketlerini kolaylaştırır. Ancak bu keçi türünü ilginç kılan asıl nokta sahip oldukları şaşırtıcı kimya bilgileridir. İsimleri Farsçada ilaç anlamına gelen bir kelimeden türemiş olan Bezuar keçileri kendi kendilerini tedavi etme konusunda uzmandırlar.
Bezuar keçisi ne zaman bir yılan tarafından ısırılsa hemen yaşadığı çevrede yetişen sütleğen bitkisi türlerinden birini yemeye başlar.
Bu son derece hayret verici bir davranıştır. Çünkü gerçekten de sütleğen sıvısında bulunan "öforbon" maddesi, kana karışan yılan zehirini etkisiz hale getirmektedir.3
Bu durumda şuurlu ve dikkatli bir insanın aklına hemen şu sorular gelir. Günlük otlamaları sırasında sütleğenlere ağızlarını bile sürmeyen keçilerin, bu bitkileri tedavi maksatlı kullanmalarını sağlayan nedir?  Yılan zehirine karşı panzehir etkisine sahip bir ot aramaları gerektiğini bu canlılar nereden bilmektedirler? Bezuar keçileri sütleğen otlarının içinde hangi kimyasal maddelerin olduğunu ve bu kimyasalların yılan zehirini tedavi edici etkiye sahip olduğunu nasıl öğrenmişlerdir?





Keçilerin, bir yılan tarafından ısırıldıklarında buldukları tüm otları yiyerek, yani deneme-yanılma metodunu kullanarak hangi otun zehirlenmeye karşı etkili olduğunu bulmaları mümkün değildir. Bulunduğu bölgede uygun otu bulmaya çalışırken yüzlerce ot çeşidi arasında deneme yapmaya başlayan keçinin muhtemelen birkaç denemeden fazlasını gerçekleştirebilecek vakti olmayacaktır. Kaldı ki o an için başarılı olsa bile, keçinin her yılan ısırdığında aynı isabetli seçimi yapması gerekecektir. Herşeye rağmen keçinin bunu başardığını varsayalım. Ancak bu da yeterli olmayacaktır. Çünkü bu keçi türünün neslinin tükenmemesi için tamamının bu davranış özelliğine sahip olması şarttır.
Dolayısıyla başarılı olan ilk keçinin, tecrübesini diğerlerine aktarması gerekmektedir. Ancak bir canlının sonradan öğrendiği bir bilgiyi kendinden sonra gelen nesillere genetik olarak aktarması mümkün değildir. Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Çok ders çalışarak üniversite sınavında birincilik kazanan bir kişiyi düşünelim. Bu kişinin uzun yıllar boyunca çalışıp öğrendiklerinin ya da gösterdiği çabanın doğacak çocuğuna ya da torununa hiçbir faydası olmayacaktır. Öğrenilen bilgiler ya da davranışlar sadece o canlıya aittir. Bunların canlının genlerine dışarıdan bir müdahale ile yerleştirilmesi ve dolayısıyla diğer nesillere aktarılması mümkün değildir. Her nesil aynı bilgileri en baştan öğrenerek kazanmaya mecburdur.
Dolayısıyla başarılı olan ilk keçinin, tecrübesini diğerlerine aktarması gerekmektedir. Ancak bir canlının sonradan öğrendiği bir bilgiyi kendinden sonra gelen nesillere genetik olarak aktarması mümkün değildir. Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Çok ders çalışarak üniversite sınavında birincilik kazanan bir kişiyi düşünelim. Bu kişinin uzun yıllar boyunca çalışıp öğrendiklerinin ya da gösterdiği çabanın doğacak çocuğuna ya da torununa hiçbir faydası olmayacaktır. Öğrenilen bilgiler ya da davranışlar sadece o canlıya aittir. Bunların canlının genlerine dışarıdan bir müdahale ile yerleştirilmesi ve dolayısıyla diğer nesillere aktarılması mümkün değildir. Her nesil aynı bilgileri en baştan öğrenerek kazanmaya mecburdur.
Ben gerçekten,  benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. (Hud Suresi, 56)







Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir.
(Şura Suresi, 29)



Karıncalar Asit Fabrikası Kurabilir mi?







(FA). Formik Asit



Karıncaların vücutlarında, formik asit (H2CO2) isimli kimyasal maddeyi üreten bezler vardır.4 Karıncalar antibiyotik etkisine sahip bu maddeyi düzenli olarak vücutlarına sürerler. Bu şekilde hem yuvalarında hem de kendi üzerlerinde bakteri ve mantar oluşumunu engellemiş olurlar.
Karıncaların vücutlarından salgılanan bu asitten haberdar olmaları ve bunu nasıl kullanacaklarını bilmeleri hayret vericidir. Ancak bundan çok daha şaşkınlık veren konu, başka canlıların da karıncaların bu özelliğinden haberdar olmasıdır.
Bazı kuş türleri de karıncalardaki bu asidi kullanırlar. Kuşlar karıncalar gibi kimyasal maddeler salgılayamazlar. Ancak sık sık karınca tepelerine gidip, karıncaların tüylerinin arasında dolaşmalarına izin vererek, onların ürettikleri asitten faydalanırlar. Bu yöntem sayesinde vücudu formik aside bulanan kuş, üzerindeki tüm parazitlerden kurtulmuş olur.
Karınca, mantara karşı formik asidin etkili olduğunu ya da bu asidin formülünü nereden bilir? Nasıl olup da vücutlarında böyle tehlikeli bir asit üretilmesine rağmen karıncalar bundan zarar görmez? Dahası kuşlar karıncalarda formik asit olduğunu ve bunu parazitlerinden kurtulmak için kullanabileceklerini nereden bilirler?
Öncelikle bu kimyasal maddenin nasıl ortaya çıktığı sorusunun cevaplanması gerekmektedir. Özelliği olan, işe yarayan kimyasal bir maddenin kendiliğinden ortaya çıkması kesinlikle imkansızdır. Formik asidi düşünelim. Bu asitin sentezlenmesindeki bir hata, kimyasalın antibiyotik özelliğini yitirmesi demektir. Ayrıca ortaya zararlı başka maddelerin çıkma ihtimali de vardır.
Durum böyleyken bu maddeyi karıncanın sentezlemiş olması ya da bu asidin tesadüfen karıncanın vücudunda oluşmuş olması çok mantıksız bir iddia olur. Bunu bir kenara bırakarak asidin formülünün tam gerektiği şekilde oluştuğunu varsayalım. Bu da hiçbir şeyi değiştirmeyecektir, çünkü karıncanın vücudunda hem asit üretecek hem de karıncanın zarar görmesini engelleyecek korumalı bir sisteme de ihtiyaç vardır. Dolayısıyla karınca bunların tümüne aynı anda sahip olmak zorundadır. Bu durum karıncadaki bezlerin, evrimcilerin iddia ettikleri gibi, aşama aşama oluşmalarının mümkün olmadığını açıkça göstermektedir.
Bu canlıların hiçbirinin bu işleri kendi kendilerine yapmaları mümkün değildir. Gerçek şu ki, karıncalar var olan özellikleriyle bir anda ortaya çıkmışlardır. Gerek formik asidi, gerek bunların üretimini yapabilecek özellikteki bezleri gerekse de karıncaları sonsuz ilim sahibi olan Allah yaratmıştır.
Kuşlara, karınca yuvalarına giderek formik asitten faydalanmalarını ilham eden de Allah'tır. Allah tüm canlıların ihtiyacını bilen ve bunların karşılığını eksiksiz olarak yaratandır. Allah, herşeyi sarıp kuşatan olduğunu bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi,12)





1. Bu resimde karıncalardaki formik asitten faydalanan bir kuş görüyorsunuz.
2. Altta ise kimyasal madde üretimi yapan kapsamlı bir fabrika.
3. Bazı karıncalar formik asidi düşmanlarına karşı kimyasal bir silah olarak da kullanırlar. Ortadaki resimde birbirlerine formik asit püskürten iki karınca görülüyor.




Böceklerde Kimyasal İletişim: Feromonlar



Karıncalar yuvalarını, balarıları da kovanlarını çok uzaklara gitseler de şaşırmadan bulurlar. Bazı böcek larvaları tehlike anında hemen bir araya toplanarak korunurlar. Pek çok hayvan da yaşadıkları alan üzerinde belirgin bir hakimiyete sahiptir. Bunların yanı sıra tüm böcek türlerinde çiftleşmek isteyen erkek ve dişiler uzak mesafelerde de olsalar birbirlerini kolaylıkla bulurlar. Bu davranışlardaki ortak nokta; tümünün bir tür haberleşme sayesinde gerçekleşiyor olmasıdır.
Pek çok canlı türü haberleşmek için bir tür işaret kullanır. Böceklerin kullandıkları işaretin adı 'feromon'dur. Feromon "hormon taşıyıcıları" anlamındadır ve aynı türün üyeleri arasında kullanılan kimyasal maddelerdir. Genellikle özel bezlerde üretilerek çevreye bırakılırlar. Böceklerin davranışlarında değişikliklere neden olurlar.
Feromonlar, önceleri hormonlarla eşdeğer tutulmuştur. Hormonlar gibi az miktarda salgılanmalarına ve belirli bir yaşamsal işlevi yerine getirme görevini üstlenmelerine karşın, vücut dışına salgılanmaları onları hormonlardan ayırır. Feromonlar genellikle türe özgüdür.
Çok farklı işlevleri yerine getirenleri ve değişik bileşimlerde olanları da vardır. Yayılma yetenekleri oldukça yüksek olan feromonlar 7-8 km gibi muazzam bir uzaklıktan bile  etkili olabilmektedirler. Uzaklık, sıcaklık, rüzgâr ve nem gibi etmenler de feromonların etkisini azaltıp çoğaltabilir.


Feromonlar; iz bırakma-işaretleme, alarm, toplanma, birlikte yaşayan böceklerde kraliçe yetiştirilmesi ya da eşeysel olgunluğun kontrolü gibi işlerde kullanılırlar. Ayrıca koku yoluyla etkili olan cinsiyet feromonları da vardır.
Feromon kullanarak haberleşen canlılarla ilgili verilecek bilgiler okunurken akılda tutulması gereken çok önemli bir nokta vardır. Her türün kullandığı formül kendine özgüdür. İçerdiği kimyasal maddeler ayrıdır. Hem bu maddeyi salgılayan hem de salgılanan madde ile iletilmek istenen mesajı algılayan canlı bu formülden haberdardır. Ayrıca ilerleyen sayfalarda görüleceği gibi başka türe ait formülleri çözen ve taklit eden canlılar da vardır.





Sol: Kullandığınız parfümü elinize alıp koklayın ve içinde ne gibi maddeler bulunduğunu anlamaya çalışın. Sonra bu maddelerin her birini teker teker üreterek parfümü, aynı kokuya ve aynı kaliteye sahip olacak şekilde kendiniz oluşturmaya çalışın. Bunların hiçbirini -bu konuda özel bir eğitiminiz ya da iş tecrübeniz yoksa, bir laboratuvarda değilseniz ya da uzman kişilerden yardım almıyorsanız- elbette ki yapamazsınız. Böceklerin haberleşmek için kullandıkları feromonları üretenler de böceklerin kendileri değildir. Böceklere bütün bunları ilham eden Allah'tır.
Sağ: Kiraz sineği



Feromonlarla Haberleşme



Feromonları izleyerek haberleşme şekline daha çok arı, karınca, termit gibi birlikte yaşayan böceklerde rastlanır. Toprağa bırakılan kimyasal izler, böceklerin gezindiği tüm ortamlarda, ağaçlarda, dallarda, yapraklarda ve meyvelerde olabilir. Havadaki izler ise uçan böcekler tarafından bırakılır ve sürekli yenilenmeleri gerekir. Koku yoluyla etkili olan cinsiyet feromonları bu gruba girer.
Böcekler boyutlarının küçüklüğü, uçabilme ve hızlı hareket edebilme gibi özellikleri nedeniyle, çok geniş alanlara yayılabilirler. Bu özellikleri, üremeleri için ilk anda sorun oluşturacakmış gibi düşünülebilir. Ancak bu durum, feromonlar sayesinde ortadan kalkmıştır.





Sol: Feromon kullanarak haberleşen canlılara en önemli örneklerden biri de karıncalardır. Karıncalarda, yuvadan çıkan ilk birey belirli aralıklarla feromon bırakır. Arkasından gelen diğerleri de bu sayede onun izini kolaylıkla takip eder. Bir bireyin bıraktığı kimyasal izlerin diğer bireyler tarafından algılanması; koklama ya da tatma duyusu ile gerçekleşir.
Sağ: Bagworm güvesi ve çantası




Koku yoluyla etkili olan cinsiyet feromonları erkek ve dişi böceklerin birbirlerini bulmalarını sağlar. Örneğin Limantridae ailesinden bir kelebek türünde, dişinin vücudunun son kısmından havaya salgıladığı kokuyu erkek güçlü antenleriyle algılar. Erkeğin 8 kilometre gibi muazzam bir uzaklıktan bile algılayabildiği bu çekici kokuyu, hiçbir koku bastıramaz. Bu türün dişisi kanatsız olması nedeniyle hareketsizdir. Erkek, dişinin yalnızca kokusuna kapılarak onu bulur ve çiftleşme gerçekleşir.5
Feromonlarla iletişim konusunda bir başka şaşırtıcı örneğe de kiraz sineklerinde (Rhagoletis cerasi) rastlarız. Kiraz sineği, yumurtalarını kiraz meyvesine koyduktan sonra, vücudundan salgıladığı bir feromonu meyveye bırakarak yumurtalarını korur. Bu meyveye daha sonra gelen ikinci bir sinek, feromonun varlığını fark eder ve mesajı anlar. Yumurtalarını bırakmak üzere başka bir kiraz ağacı aramak için hemen uzaklaşır.6





Sol: Barred Sulphur Kelebeği



Bagworm güvelerinin ise feromonlar olmadan soylarını devam ettirmesi mümkün değildir. Bu güve türü düşmanlarından korunmak için larva dönemlerinde kendisine bir nevi kamuflaj çantası yapar. Larva çantayı yaparken üzerinde yaşadığı bitkiden topladığı yaprak ve ağaç dalları gibi malzemeleri kullanır. Bagworm güveleri çantalarını hiç terk etmeden yaşamlarını sürdürürler. Öyle ki beslenirken bile çantalarından ayrılmazlar. Özellikle dişiler yetişkin hale gelseler de kanatları ve bacakları olmadığı için çantalarını terk edemezler.



Io Güvesi



Çiftleşme de bu kozanın içinde, dişilerin salgıladığı özel bir feromon sayesinde gerçekleşir. Dişi çiftleşmek için hazır olduğunda çantasını yumuşatarak gevşeten bir kimyasal madde salgılar. Bu madde erkek güvenin kozanın içine girmesini kolaylaştıracaktır. Dişinin salgıladığı cinsellik feromonunu fark eden erkek güve, dokusu yumuşamış olan çantanın içinde küçük bir delik açar ve hiç görmediği dişiyle çiftleşir. Ardından dişi çantanın içerisine yumurtalarını bırakır. Erkeğin açtığı boşluğu tıkamak için de dişi, vücudunda başka bir madde üretir. Bu işlemlerden kısa bir süre sonra da ölür. Tırtıllar yumurtalarından çıktıklarında çantayı aşındırarak dışarı çıkarlar ve yeni çantalar üreterek gelişimlerini sürdürürler.7
 Buraya kadar verilen örneklerde çok açık olarak görülen bir gerçek vardır. Bu canlılar mükemmel işler başarmaktadırlar. Kendi türlerine ait olan kokuyu hemen tanımakta hatta kilometrelerce uzakta bile olsa bu kokuyu algılamaktadırlar. Bugünkü teknoloji ile bir insanın ya da bir makinenin kilometrelerce uzaktaki bir kokuyu fark etmesi mümkün değildir. Buna rağmen 1-2 cm.'lik böcekler vücutlarındaki özel tasarlanmış algılayıcılarını kullanarak kokuları fark edebilirler. Allah bu canlıları mükemmel sistemlerle yaratmıştır. Benzersiz şekilde yaratan Allah çok yücedir.
Keskin hatlarıyla göze çarpan Barred Sulphur türü, Florida'nın en yaygın kelebeklerinden biridir. Erkeğin ön kanatlarının üst kısmının kenarlarından siyah bir hat geçmektedir. Dişilerde bu siyah bölüm yoktur. Erkek kelebeklerdeki bu siyah hat üzerinde koku pulları bulunur. Bu pullar dişiyi etkileyen ve erkeğin bulunduğu yere çeken özel bir parfüm yaymaktadır.8
Erkek Io güvesinin başında tüy benzeri duyargaları vardır. Bu duyargalar güvenin mükemmel koku alma duyusunun kaynağıdır ve 1.5 kilometreden daha uzak bir yerden eşini fark etmesini ve yerini tespit etmesini sağlamaktadır.9

Feromonların Genel Özellikleri








Bazı böceklerdeki cinsiyet hormonları günün belirli zamanlarında bırakılır. Örneğin Sporganothis pilleriana kelebekleri, cinsiyet feromonlarını her zaman için gündüz 11.00-16.00 saatleri arasında bırakırlar. Apis mellifera türü balarılarında ise, dişinin cinsiyet feromonu salgılaması bütün yaşamı boyunca sürer. Bu arı türünün çiftleşmeden sonra salgıladığı feromon, kovan içinde kargaşaya neden olacak yeni bir kraliçe arının yetişmesini engeller.
Birarada yaşayan böceklerde feromonlar besin alışverişine de yarar. Ayrıca koloninin savunulmasına yardımcı olan feromonlar da vardır. Koloni üyeleri bu feromonlar sayesinde birbirlerini tanır ve bu kokuya sahip olmayan yabancıları koloniye almazlar.
Örneğin tatlı arılar (Holictidae türü) koloni bütünlüğünü kendilerine özgü bir feromon sayesinde korurlar. Tatlı arılar yuvalarının girişindeki toprak bölümü ve ana yuvanın yukarı bölümlerini özel bir salgı ile kaplarlar. Bu arı türünün salgısı "makrosiklik lakton" ismi verilen kimyasal bir karışımdan oluşur. Kolonideki her bireyin kendine has lakton karışımı vardır ve bu karışım o bireye bir çeşit kimyasal 'parmak izi' sağlar.
Kolonideki işçi arılar, yuvanın girişine ve yukarıdaki tünel bölgelerine kendi salgılarını bırakırlar. Bu şekilde kolonideki tüm bireylerin lakton karışımları birikir. Bu da girişe özel ve kendine has bir yuva kokusu verir. Bu önemlidir çünkü tatlı arıların yaşadıkları bölgelerde yüzlerce yuva birarada bulunur. Girişteki bu koku, geri dönen işçilerin yüzlerce yuvanın içinden kendi yuvalarını tanımalarını sağlar. Ayrıca kovanı koruyan bekçi arılar da, yuva arkadaşlarını dönüşte bu koku sayesinde tanırlar. Görüldüğü gibi bu küçük arılar, insan burnunun kimyasal algılama ve ayırt etme kapasitesinin çok daha üstünde bir seviyede ayırt etme kabiliyetine sahiptirler.10

Taklit Feromonlar



Feromonlar konusundaki en şaşırtıcı noktalardan biri de bazı canlıların, başka canlıların kullandıkları feromonları taklit edebiliyor olmalarıdır. Örneğin bazı çiçekler böceklerin feromonlara olan duyarlılığından yararlanır ve onları benzer maddeler salgılayarak kandırırlar.



Polyphemus güvesinin erkekleri geniş, tüylü duyargalara sahiptir. Bu duyargalar bir dişi güvenin kokusunu birkaç kilometre uzaktan fark edecek kadar hassastır. Hatta dişi saatte yalnızca 1 gramın milyarda biri kadar koku salgılasa bile erkek güveler bunu fark etmekte zorlanmazlar. Güvenin koku alma duyusunun bu kadar etkili olmasının bir nedeni, her bir duyarganın yaklaşık 17.000 tüycüğe sahip olmasıdır. Her bir tüycük de, binlerce koku alma gözeneğine sahiptir. İşte bu özel tasarım güvelerin koku alma duyarlılığını son derecede artırır.
Güveler bu kusursuz algılama yeteneğini nasıl kazanmışlardır?
Küçücük bir güvenin bedeninde 17.000 tüycüklü ve her bir tüycükte binlerce gözenek olan bu yapı nasıl ortaya çıkmıştır?
Tesadüflerin bir böcekte böylesine gelişmiş koku algılayıcı bir sistem var etmesi imkansızdır. Düşünme yeteneği olan, akıl sahibi her insan böyle bir iddianın mantıksızlığını hemen anlayacaktır. Allah güveleri bu benzersiz özellikleriyle birlikte yaratmıştır.




Bununla birlikte feromonlar türlerin devamlılığını sağlama özelliğine de sahiptirler. Orta Amerika'da yaşayan "Florida kraliçesi" adındaki bir kelebek türünün kanatlarının rengi ve deseni bir başka kelebek türünün kanatlarının rengi ve deseni ile çok benzerdir. Bu iki tür, bazen eş bulmak için uğraşırken birbirlerinin renklerine aldansalar da erkek kendi türünden olan dişiyi kokusundan tanır. Erkeğin kendi feromonunun kokusunu alabilmesini kolaylaştırmak için dişi, kanatlarını yelpaze gibi kullanarak, kokuyu erkeğe doğru gönderir. Bu sayede türünün devamı garanti altına alınmış olur.11

Toplanma Vakti Gelince …



Toplanma feromonları böceklerin dinlenme vakitlerinde salgılanır ve türün diğer bireylerini bir araya toplar. Arı, karınca ve termit gibi böceklerin bir arada yaşamasını sağlayan da bu feromonlardır.
Kabuklu böceklerde (Ipidae ve Scolytidae türlerinde) beslenmek ve yumurta bırakmak için uygun bir ağaç gövdesi bulan bireyler de feromon salgılayarak, koloninin diğer bireylerinin buraya toplanmasını sağlarlar.12
Feromonların böcekler üzerinde ne kadar etkili olduklarını görmek için ateş karıncalarını örnek verelim. Ateş karıncaları iğnelerini yere sürerek arkalarındaki koloni üyelerine kendilerini takip etmeleri için koku izi bırakırlar. Konunun uzmanlarından Harvard Üniversitesi'nden E. O. Wilson bu kokunun etkisi ile ilgili olarak şöyle demiştir:
"Karıncanın bıraktığı 1 miligramlık bir iz feromonu, bir koloniyi dünyanın etrafında üç kere dolaştırabilir."13






Sol: Bazı feromon formülleri
Sağ: Böceklerin bir çoğu birbirleriyle haberleşmek için feromon olarak adlandırılan kimyasal maddeler kullanırlar.  Her böcek kendi türüne ait feromonu tanır ve bununla  bildirilen mesajı tam olarak uygular. Oysa böceklerde ne bir laboratuvar mevcuttur ne de bir kimya mühendisi gibi eğitim görmüşlerdir. Onlar yine de bu salgıların ne anlama geldiğini bilirler, çünkü Yüce Allah onları, bu feromonları teşhis etmelerini sağlayacak sistemlerle birlikte yaratmıştır.





Feromonların bu mükemmel etkisi düşünüldüğünde birarada yaşayan böcekler için ne kadar önemli oldukları hemen anlaşılacaktır. Özellikle bir tehlike anında haberleşme sistemindeki herhangi bir aksaklık yaşanması önemli sorunlar yaratabilecektir. Tehlike anlarında salgılanan feromonlar tüm koloniyi alarma geçirecek niteliktedir.
Uçucu özellikte ve kısa süreli etkili olan alarm feromonları birçok türde aynıdır. Herhangi bir tehlike durumunda karıncalarda vücudun son kısmındaki bezlerden, balarılarında iğne bezlerinden, diğer bazı böcek türlerinde ise ağız bölümlerinde bulunan bezlerden feromon salgılanır. Karıncalar saldırma amaçlı toplanmalar için de alarm feromonu salgılarlar. Feromon koloninin biraraya toplanmasını ve çok sayıda bireyin savunmaya katılmasını sağlar.
Örneğin bazı yaprak biti türlerinin böcekler tarafından saldırıya uğradıklarında salgıladıkları alarm feromonu, yakınlarda beslenmekte olan diğer yaprak bitlerinin uzaklaşmasına yol açar. Yaprak bitleri, kendilerini alarma geçiren bu kimyasal salgıları antenlerinin üzerindeki özel duyargalar sayesinde algılar.
Bundan başka termitler de yaptıkları tümseklerde bir yarık fark ettiklerinde alarm yerine geçen bir koku yayarak diğer termitleri deliğin bulunduğu yeri tamir etmeleri ve saldırılara karşı yuvayı korumaları için çağırırlar.
Buraya kadar verilen örneklerde dikkat çeken ortak nokta, bütün canlıların kendi türlerine ait olan feromonun formülünü tanımaları ve bu feromonla bildirilen emri tam olarak uygulamalarıdır. Bir böceğin kimyasal maddeler arasında ayrım yapabilmesi, bu maddenin şifresini çözebilmesi elbette üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Böcekler bu mükemmel işi nasıl başarırlar?
Bunun için öncelikle salgının ne içerdiğini bilmeleri yani analizini yapmaları gerekmektedir. Analiz işlemi içinse teçhizatlı bir laboratuvara ihtiyaç vardır ve elbette ki bu konuda bilgi sahibi olmak da gerekmektedir. Ancak böceklerin vücutlarında ne gelişmiş laboratuvarlar vardır ne de başka bir teknik donanım… Yine de çok başarılı analizler yaparlar ve feromonlarla anlatılmak istenen mesajları tam olarak anlayarak gerekeni yerine getirirler.
Bir insanın bunları yapabilmesi için bir kimya mühendisi gibi eğitim görmüş olması ve belli bir deneyime sahip olması gerekmektedir. Ama böceklerin ne eğitime ne de deneyime ihtiyaçları vardır. Onlar salgıların ne anlama geldiğini anlamak için eğitime ihtiyaç duymazlar, çünkü doğuştan itibaren bunun bilgisine sahiptirler. Kendi türleri ile başka türlerin salgılarını birbirlerine karıştırmazlar (taklit yapılarak kandırılanlar hariç), çünkü onları bu feromonu teşhis etmelerini sağlayacak sistemle birlikte Yüce Allah yaratmıştır.
Allah Yusuf Suresi'ndeki ayetlerde göklerde ve yerde yarattıklarına dikkat çekmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 105-106)

Önemli Bir Kaynak: Diatomlar



Diatomlar mikroskobik bitkisel alglerdir. En büyükleri 1 milimetre çapında olan bu minik canlılardan 1 cm3 deniz suyunda, yaklaşık 10 bin adet bulunur. Ancak tüm diatomlar suda yaşamazlar. Bazıları toprak üstünde, yosunlara tutunarak ağaçlarda ve hatta yeteri kadar nem olduğunda duvarlarda bile yaşayabilirler. Bu altın sarısı, kahverengi algler ışık, su, karbondioksit ve gerekli besinlerin olduğu her yerde bulunurlar.
Karada yaşayan canlılar, insanlar da dahil olmak üzere, hayatlarını bir anlamda diatomlara borçludurlar. Yaptıkları fotosentez sayesinde, soluduğumuz oksijenin büyük bir kısmını diatomlar üretirler. Diatomların üzerlerinde çok sayıda gözenek bulunur. Bu gözenekler besinlerin içeriye girip gaz değişimi yapmalarına olanak sağlar. Diatomlar oksijen üreten mikro fabrikalar gibi çalışırlar. Trilyonlarca diatom, bu gaz değişimi sonunda kendi ihtiyaçlarının çok üzerinde oksijen üreterek atmosferdeki oksijen oranına son derece önemli bir katkıda bulunmuş olurlar.
Bunun yanı sıra denizlerdeki besin zinciri içerisinde de çok önemli bir rol oynarlar. Diatomlar hayvansal planktonları oluşturan küçük canlıların temel besin kaynaklarıdır. Hayvansal planktonlar da daha büyük türler için besin kaynağı olan ringa gibi balıklar tarafından tüketilirler. Örneğin oldukça büyük bir canlı olan kambur balina gibi canlılar diatomlarla beslenir. Bir balinanın birkaç saat tok kalabilmesi için birkaç yüz milyar diatom gereklidir.
Diatomların en etkileyici özellikleri ise kendilerinin inşa ettikleri kabuklarıdır. Diatomlar mükemmel mimarlardır. Kendilerine denizin içinde opalden evler inşa ederler. Bu evler, bazen parıldayan bir kozalağı, bazen bir spirali, bazen de ışıldayan kristal bir avizeyi andırır. İlginç olan ise, yirmi beş binden fazla diatom türü olmasına rağmen hiçbirisinin kabuğunun bir diğerine benzememesidir. Tıpkı bir kar tanesinin diğerine benzememesi gibi diatomların görünümleri de farklıdır.
Diatomlar suda çözünmüş silikonu kıymetli bir taş olan opale benzeyen silikaya çevirerek kabuk üretirler. Bu dönüşüm sonucunda ortaya çıkan cam benzeri kabuklar müthiş bir çeşitliliğe ve mükemmel bir mimariye sahiptirler. Diatomların üzerinde bulunan ve besinlerin içeriye girmesine ve gaz değişimine olanak sağlayan gözenekler aynı zamanda yapıyı da inceltirler. Şimdi çok üstün tasarım yeteneğine sahip bir mimarı düşünün. Ancak bu mimarın malzeme bilgisi yetersiz olsun ya da mimari tasarım yapması için gerekli olan malzemeyi bulamasın. Tek başına tasarım yeteneğinin bir anlam ifade etmeyeceği çok açıktır. Oysa diatomlar hem tasarım yeteneği benzersiz olan mimarlar gibi hareket eder, hem de küçücük bedenlerinde birtakım kimyasal düzenlemeler yaparak ortaya mükemmel eserler çıkarırlar. Diatomlar toplu iğne başı büyüklüğünde, sinir sistemi veya beyin oluşumu olmayan mikroskobik canlılardır. Bu canlıların kimya ya da mimarlık eğitimi almışcasına ürettikleri son derece estetik kabukların tesadüfler sonucu  oluşamayacağı çok açıktır. Üstelik bütün diatomlar aynı malzemeyi kullanarak, aynı özelliklerde ancak birbirinden tamamen farklı görünüşte ve aynı kusursuzlukta kabuklar yaparlar. Diatomlardaki bu mükemmel mimari ve sayılamayacak kadar çeşitlilik elbette Allah'ın benzersiz sanatının bir tecellisidir.






Oksijen üretmesinden birçok canlının temel besini olmasına, hatta insanlık icin çok önemli bir enerji kaynağı olan petrolün oluşum sebebi olmasına kadar pek çok hayati fonksiyonu bulunan diatomlar, Allah'ın, canlılık için "olmazsa olmaz" derecede öneme sahip olarak yarattığı mikroskobik canlılardandır.





Hassas Bir Planlama



Diatomlar üzerinde araştırma yapan bilim adamlarının izleyebileceği en muhteşem anlar üreme zamanlarıdır. Öncelikle diatomların ilaç kapsülüne benzeyen kabukları ikiye ayrılır. Daha sonra diatomun çekirdeği ikiye ayrılarak her biri yarım kabuğun içine girer. Yeni diatomlar daha sonra eksik kalan yarılarını tamamlamaya başlarlar. Kabuğun bir yarısından oluşan diatomlar biraz daha küçüktürler. Onlar bölündükçe daha da küçülürler.
Diatomlar çok yüksek hızlarda, bazıları sekiz hatta dört saatte bir bölünerek ürerler. Bu nedenle 10 gün içerisinde bir diatomdan 1 milyar kadar diatom ortaya çıkabilir. Şüphesiz bu son derece gerekli bir planlamadır. Diatomların dünyadaki en önemli oksijen kaynaklarından biri olmalarına rağmen hızlı üreme özelliklerinden yoksun olduklarını düşünün. Şüphesiz bu durumda toplamda üretilen oksijen miktarı hep kısıtlı kalacağı için diatomların bu özellikleri hiçbir anlam ifade etmeyecekti.
En basit bir fabrikada bile malların üretim miktarı ve hızı için bir planlama yapılması gerekir. Aksi durumda fabrika, piyasaya ya yetersiz ya da fazla miktarda mal sevk edecektir. Dolayısıyla bir süre sonra üretim için gerekli olan yeni kaynakları yaratamayacaktır. Sırf bu nedenle üniversitelerde üretim organizasyonu ve planlaması eğitimi verilmektedir.
Bu durum akla diatomların bu planlamayı nasıl yaptıkları sorusunu getirir. Diatomlar dünyadaki oksijen ihtiyacını karşılamak için sayılarını ne kadar ve hangi hızla artırmaları gerektiğini kendi kendilerine bilebilirler mi? Dahası bir işletme mühendisi gibi üretim hızını, bir endüstri mühendisi gibi bir üretim yöntemini geliştirebilirler mi? Şüphesiz hayır! İnsanların bile uzun süren bir uzmanlık eğitiminden sonra ulaştığı bilgilere, diatomların kendi kendilerine ulaşmaları mümkün değildir.
Diatomlara, diğer canlıların oksijen ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan üreme hızını ve yöntemini ilham eden bir "irade sahibi" vardır. Bu iradenin sahibi; herşeyin sahibi olan, herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken işleri onlara ilham eden Yüce Rabbimiz’dir.

İnsanların Kullanması İçin Yaratılmış İdeal Hammadde









Diatomların fosilleşmesi sonucu oluşan diatomidler, son derece hafif ve gözenekli yapıları nedeniyle ideal bir filtre yapısına sahiptirler. Bu yapı diatomların uzay endüstrisi, böcek öldürücü ve boya dolgusu üretimine kadar farklı amaçlarla kullanılabilmesine imkan tanımaktadır.



Diatomların kendi besinleri de insanlık için önem taşımaktadır. Bu canlılar fotosentez sayesinde ürettikleri minik yağ parçacıkları şeklindeki besinlerini hücrelerinin içerisinde saklarlar. Bu minik yağ parçacıkları zamanla biraraya gelir, jeolojik ve biyolojik kuvvetlerin de etkisiyle petrol yataklarının oluşmalarına neden olurlar. Bugün kullandığımız petrolün çoğu tarih öncesi devirlerde denizlerde ölen diatomlar tarafından oluşturulmuştur.14
Kuzey Pasifik ve Antarktik Denizi'nin 30 milyon kilometrekare kadarlık bir alanının dibi ölü diatom tabakalarıyla kaplıdır. Bu tabakalar zamanla fosilleşerek diatomitleri oluşturur. Diatomitler endüstriyel amaçla kullanılırlar. Diatomit hafif ağırlığı ve gözenekleri ile ideal bir filtre yapısına sahiptir. Bu özelliği nedeniyle uzay endüstrisinde kullanılabildikleri gibi, böcek öldürücü ilaçların üretiminden boya dolgusuna kadar farklı amaçlarla da kullanılabilmektedirler.
İnsanların pek çoğu diatomların varlığından, ne işe yaradıklarından bile haberdar değildir ancak bu durum, diatomların canlı yaşamı için önemini değiştirmez. Diatomlar özel olarak yaratılmış canlılardır ve dünya üzerindeki çeşitli dengelerin sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadırlar.
Bu canlıların özel kimyasal işlemler yaparak, mükemmel güzellikte ve mimari şekle sahip kabuklar üretmesi ise Allah'ın insanlar için yarattığı güzelliklerden biridir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz canlıların sahip oldukları bu gibi özellikler Allah'ın sınırsız gücünü daha iyi kavramak için birer vesiledir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur... (Bakara Suresi, 29)

Çok Yönlü Uzmanlar: Koalalar



Koala Avustralya'da yaşayan keseli hayvanların en bilinenlerinden biridir. Bu canlılar yaşamlarının büyük bir bölümünü okaliptüs ağaçlarının üzerinde geçirirler.
Koalaların vücut tasarımları bu ağaçların üzerinde rahat bir yaşam sürmelerini sağlayacak özelliklere sahiptir. Örneğin kol ve pençeleri geniş gövdeli okaliptüslere kolaylıkla tırmanmalarını sağlar, ön ayaklarındaki ilk iki parmakları ise diğer üç taneden ayrıktır. Kendi elimizi düşünürsek, iki tane baş parmaklarının olduğu söylenebilir. Arka ayaklardaki baş parmaklar da diğerlerinden ayrıktır ve diğer dört parmak gibi keskin pençelere sahip değildir. Diğer parmaklardan farklı olan bu baş parmaklar daha küçük dallara tutunmayı sağlar.
Koalanın pençeleri ağaçların yumuşak ve düzgün gövdelerine çengel gibi saplanır. Hayvan bu sayede dallara tutunur. Dört ayağı da, tıpkı bizim bir sopayı kavramamız gibi ağaç dallarını rahatlıkla kavrayabilir ve dallara sarılarak koalanın tırmanmasını sağlar.15
Koalanın okaliptüslerde yaşamasını sağlayan başka bir özelliği de özel bir mide yapısına sahip olmasıdır. Okaliptüs yaprakları zehirlidir ve koala özel mide yapısı sayesinde bu yapraklar ile beslenebilir. Su ihtiyacını da yine bu ağaçlardan karşılar. Koala bütün bunları yaparken bir yandan tıptan faydalanırken, diğer yandan vücudundaki biyokimyasal fabrikayı kullanmaktadır.






Sol:
1. ince Bağırsak
2. Kalın Bağırsak
3. Yemek Borusu
4. Mide
5. Duodenum

6. Körbğırsak
7. Rektum




Koalaların bu özelliklerini sırayla inceleyelim:

Koalanın Tıp Bilgisi



Avustralya'da okaliptüs ağacının 600'den fazla türü yetişir. Ancak koalalar bunların sadece 35 kadarını kullanırlar. Okaliptüs ağacı bir koala için yalnız barınak değil, aynı zamanda önemli bir besin kaynağıdır. Hatta okaliptüs yapraklarının koalanın yegane gıdası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bütün bunların yanı sıra okaliptüs yaprakları koalalar için ilaç görevi de görmektedir.
Okaliptüs yaprakları bir dizi tıbbi etkiye sahiptir. Yaprakları eterik yağ içerir. Bu yağ birçok hayvan için öldürücü nitelik taşıyan kimyasallardan oluşur. Buna karşın koalanın karaciğeri bu maddenin zehirini etkisiz hale getirecek bir sisteme sahiptir. Koalaların karakteristik kokusunun da kaynağı bu yağdır.
Tüm vücuda sürülen yağın bir kısmı havaya karışmakta bir kısmı ise vücut içine girmektedir. Yağ, hayvanın vücuduna yerleşen parazit haşerelerin kürk içerisinden yere dökülmelerini sağlar.
Koala ve okaliptüs ağaçları arasındaki birliktelik bu kadarla kalmaz. Koala vücut sıcaklığının düzenlenmesini de okaliptüs yaprakları sayesinde yapar.
Okaliptüs yapraklarının barındırdığı kimyasal maddeler ağaçtan ağaca değişmektedir. Hatta bir okaliptüs ağacında, iki farklı tipte yaprak bulunabilir. Koala tıbbi eğitim almışçasına ağaçtaki yüzlerce yaprağın içinden kendisi için tam gerekli olanları seçer. Örneğin vücut sıcaklığı düşükse, yani üşüyorsa o zaman "phellandren" yağı içeren yaprakları, bunun tersi bir durumda ise yani ateşi varsa "cineol" içeriği yüksek yaprakları çiğneyerek vücudunun serinlemesini sağlar. Bunların yanısıra okaliptüs yapraklarında bulunan diğer yağlar da kan basıncını düşürür ve koalanın kaslarının dinlenmesini sağlar.16
Tüm bunlar uzmanlık gerektiren davranışlardır. Koala ihtiyaç duyduğu maddenin, hangi tür okaliptüs ağacında olduğunu nasıl anlamaktadır?
Bir yaprağın içinde ne gibi maddeler olduğunu sadece dıştan bakarak bir insanın anlaması kesinlikle mümkün değildir. Üstelik koala sadece yaprakları tanımakla kalmayıp neyi, nerede kullanacağını da çok iyi bilmektedir.
Bizlerin yapraklardaki maddeleri bir şekilde anladığımızı varsaysak bile, bir eğitimimiz olmadan ya da konuyu anlatan bir kitap olmadan bu maddelerin ne işe yaradıklarını bulmamız mümkün değildir. Deneme-yanılma yöntemi de bu durumda oldukça riskli olacaktır. Çünkü yaprakların zehirli maddeler içermeleri de olasıdır.
Nitekim okaliptüs yaprakları zehirlidir. Bu durumda koala sadece okaliptüs yapraklarının içeriğini keşfetmekle kalmayıp, bir de vücudu için yaprakların zehirini etkisiz hale getirecek mekanizmayı tasarlamak zorundadır. Sonra da bu mekanizmanın vücudunda bir şekilde oluşmasını sağlaması gerekir. Aksi takdirde ölecektir. Bu durum koalanın deneme-yanılma yöntemi ile bunu başardığı gibi akılla bağdaşmayan bir düşünceyi tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Bir koalanın yaşamını sürdürmesi için şu anki vücut yapısıyla bir anda ortaya çıkması şarttır. Aksi takdirde koala ölecektir. Bütün bunlar koalaların bu özelliklere sahip olarak var olduklarını kanıtlayan açık delillerdir. Ne bilimsel gerçeklerle ne akıl ve mantıkla ilgisi olmayan hayal ürünü senaryolarla bir yere varılamayacağı çok açıktır. Bu canlıların vücut yapıları -ilerleyen sayfalarda detaylı olarak ele alınacağı gibi- çok özel bir tasarımın ürünüdür.
Koalayı, üzerinde yaşadığı okaliptüs yapraklarını çok yönlü kullanacak özeliklere sahip olacak şekilde Allah yaratmıştır. Allah her türlü ilmin sahibidir. Bu canlının nerede, hangi özelliklere sahip olarak var edileceğini, nasıl bir görünümünün olacağını ve daha pek çok detayı Rabbimiz tespit etmiştir.
Allah'ın yaratma sanatı kusursuz ve benzersizdir. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:
"İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır." (Secde Suresi, 6-7)











Koalaların ön ayaklarında içteki iki parmak ve arka ayaklarında içteki bir parmak diğerleriyle, tıpkı bizim elimizdeki başparmaklar gibi, belirli bir açı yapar. İşte koalanın iyi bir tırmanıcı olmasını sağlayan da bu mükemmel tasarlanmış yapıdır. Bu özelliklerin tümünün koalalarda var olması elbette ki bir tesadüf değil, özel bir tasarımın sonucudur.
Koalaların uyguladıkları türden tedavi yöntemlerine ancak bu konuda uzman olan doktorlar karar verebilir. Bilgisi olmayan bir insan bu konuda fikir bile yürütemez. Bakar bakmaz hangi ağaçta ne maddeler var, bu maddeler hangi hastalıklara iyi gelir anlayamaz. Bir insan için verilmesi mümkün olmayan bu kararları koalalar doğdukları andan itibaren verebilecek bilgiye sahiptirler. Bu bilgiyi koalalara öğreten herşeyin hakimi olan Allah'tır.





Minyatür Bir Biyokimyasal Fabrika



Okaliptüs yaprakları yüksek miktarda lif ve çok az da protein içerir. Bu yapraklarda güçlü kokulu yağlar, fenolik bileşimler ve birçok memeli için yenilemez hatta zehirli olan siyanür niteliğinde maddeler de bulunur. Başka hayvanlar için zararlı olan bu maddeler koalanın vücudunda zehir etkisini kaybeder. Çünkü koala, çok özel bir anatomisi ve fizyolojisi olan bir sindirim sistemine sahiptir.
Tıpkı diğer otçul memeliler gibi koala da okaliptüslerin ana maddesi olan selülozu sindiremez. Ancak bu işlemi, onun için selülozu sindirebilen ve koalanın körbağırsağında yaşayan mikro organizmalar yaparlar.
Koalanın körbağırsağı, kalınbağırsağına açılır ve çok büyüktür. Öyle ki körbağırsak, bağırsağın toplam uzunluğunun yaklaşık % 20'sini oluşturur. Uzunluğu 1.8 ile 2.5 metre arasındadır.
Körbağırsak koalanın sindirim sisteminin en ilginç parçasıdır. Yaprakların sindirim sisteminden geçişi burada geciktirilir. Bu gecikme sayesinde körbağırsaklardaki mikro organizmalar faaliyete geçerek selülozu koalanın faydalanacağı hale getirirler. Bu haliyle koalanın kör bağırsağı biyokimyasal bir fabrikaya benzetilebilir. Selüloz bu fabrikada işlenirken, yağlar ve zehirli niteliğe sahip kimyasallar (fenol bileşikleri) başka bir fabrikada yani karaciğerde süzülmeye uğrayarak etkisiz hale gelirler.
Bilindiği gibi koalanın tek besin kaynağı okaliptüs yapraklarıdır. Bu ise hayvanın karbonhidrat gereksinimini tümüyle mikro organizmaların selülozu sindirmesiyle karşılaması demektir. Bu durum, mikro organizmalar olmadan koalaların yaşamasının mümkün olamayacağını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla bu iki canlının aynı anda ortaya çıkmaları gerekmektedir. Bu birliktelik, koalaları ve mikro organizmalarını tek bir Yaratıcı'nın yarattığının bir kanıtıdır. Bu iki canlıyı birbiriyle uyumlu yaratan Allah'tır.
Allah yarattığı bütün varlıkların tüm ihtiyaçlarından haberdardır ve eksiksiz yaratandır. Bu gibi örnekler Allah'ın sonsuz gücünü bize kanıtlar. Aklını kullanan insanların bu gerçeği anlayabilecekleri bir ayette şöyle haber verilmektedir:
"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir..." (Şuara Suresi, 28)















Koala ve Su Dengesi



Avustralya yerlileri Aborjinlerin dilinde "koala" su içmeyen anlamına gelir, çünkü koalalar hiç su içmezler. Koalanın bu özelliğinin nedeni okaliptüs yapraklarını yemesidir.
Okaliptüs yapraklarındaki serbest su içeriği %40 ile 65 arasında değişir. Bu oran %40'ın altına düşmez. Çünkü su içeriği %40'ın altına düşen yapraklar kuruyarak ölür. Bu özellikleri sayesinde, okaliptüs yaprakları doğal olarak koalaya yeterli miktarda su sağlamış olur.
Şüphesiz sadece yaprakların bol su içermeleri tek başına yeterli değildir. Koalanın okaliptüslerdeki suyu kullanabileceği bir vücut yapısına sahip olması da son derece önemlidir. Koalada son derece kusursuz tasarlanmış bir "su kaybı kontrol sistemi" vardır.
Koalalardaki su kaybı böbrekler tarafından kontrol edilir. Ancak daha önemli olan koalanın sindirim sisteminin su tutma özelliğinin olmasıdır. Bu sayede koalanın vücuduna aldığı suyun oldukça az bir kısmı dışarı atılır.17
Koala, sindirim sistemindeki su tutma özelliği sayesinde, çok fazla su içermeyen fakat bol bulunan okaliptüs yaprakları ile rahatlıkla idare edebilmektedir. Eğer koalanın sindirim sistemi bu özellikte olmasaydı, hayvan sürekli yere inip su aramak zorunda kalacaktı. Bu da yerde yaşamak için uygun özelliklere sahip olmayan bu canlının birçok tehlikeyle karşı karşıya kalması demektir. Ancak koala özel vücut yapısı sayesinde böyle bir zorlukla hiçbir zaman karşılaşmaz.

Koalanın Koruyucu Kürkü



Koalanın vücut ısısını tayin eden ana unsur kürküdür. Hayvanın kürkü mükemmel bir ısı koruması sağlayacak niteliklerde yaratılmıştır:
Kürkteki tüy yoğunluğu milimetrekare başına yaklaşık 55 tüye kadar ulaşabilmektedir. Hayvanın sırt kürkü, vücut yüzeyinin %77'sini kaplar. Karın tüyleri ise sırt kürkünün ancak yarısı kadar yoğundur ve vücut yüzeyinin %13'ünü kaplar.
Koaladaki tüylerin uzunluğunda da mevsimlere bağlı bazı farklılıklar oluşur. Yaz aylarında uzun tüylerle, kısa tüyler arasındaki fark daha fazladır.
Kalın sırt kürkü, seyrek karın bölgesi tüylerinden daha koyudur; koala bu sayede, güneşin ısısını toplayarak, ısıyı yalıtabilir. Karın tüyleri seyrek olmasına karşın bunları dikleştirerek yalıtım derecesini ayarlayabilir.
Rüzgarlı günlerde ağaç üzerindeki koalalar, rüzgar hızı arttıkça yalnızca orta-sırt bölgelerini rüzgara karşı verirler. Gittikçe daha fazla büzülerek yusyuvarlak bir top halini alırlar. Rüzgarın hızı daha da arttığında, kulaklarını da öne doğru kıvırırlar. Bu şekilde hava akımına açık hiçbir yerleri kalmaz. Koalanın sırt kürkü en yüksek yalıtım değerine sahiptir. Öyle ki bu değer Kuzey kutbunda yaşayan hayvanlarda tespit edilen değerlere oldukça yakındır.
Rüzgarın, bu yoğun ve şilte benzeri sırt kürkü üzerinde etkisi azdır. Rüzgar yüksek hızla estiği zamanlarda kürk, vücut ısısının değişmeden korunmasını sağlayabilir. Soğuk günlerde ve şiddetli rüzgarlarda bile kürkün ısıyı koruma kapasitesindeki düşüş %14 gibi az bir miktardır. Bu veriler, kürkün çok daha yüksek rüzgar hızlarında bile ormanda ağaç tepelerinde yaşayan bir hayvan için mükemmel bir ısıl koruma sağlayacağını göstermektedir.
Koalanın metabolizma hızı da kürkünün ısı düzenleme etkisini tamamlayacak şekilde ayarlanmıştır. Koalanın metabolizması oldukça yavaş çalışır. Öyle ki diğer keseli hayvanların metabolizma hızının %74'ü kadardır. Bu düşük hızdaki metabolizma da hayvanın su kaybının düşük olduğunu ortaya koyan göstergelerden biridir.18
Şimdi koalanın sahip olduğu özellikleri hatırlayalım:

- Koalalar ağaçlara tırmanmalarını ve burada rahatlıkla yaşamalarını sağlayacak bir vücut yapısına sahiptirler.
- Sindirim sistemlerindeki özel yapı sayesinde, bu ağaçlarda bolca buldukları okaliptüs yapraklarından yeterince besin ve su temin edebilirler.
- Okaliptüs yağlarının zehirleyici etkilerini yok eden özel bir fizyolojik sisteme de sahiptirler.
- Bazı okaliptüs yapraklarından, vücutlarındaki çeşitli dengesizlikleri gidermek amacıyla ilaç gibi faydalanabilirler.
- Yapraklardan aldıkları sudan maksimum istifade etmelerini sağlayacak bir fizyolojiye de sahiptirler.

Tüm bunlar, koala gibi bir canlının ağaçlar üzerinde yaşaması için gerekli olan şartlardır. Koala için bu kadar önemli olan bu özellikler tesadüfen ortaya çıkmış olabilir mi? Bu soruya önyargısız ve objektif düşünen her akıl sahibi insan tek bir cevap verecektir. Elbette ki hayır. Koalayı kusursuz özellikleriyle birlikte yaratan üstün güç sahibi Allah'tır. Allah, yarattığı tüm canlılara verdiği bu gibi özelliklerle sınırsız şefkat ve merhametini göstermektedir.




Dipnotlar


3. Bilim ve Teknik Dergisi, TÜBİTAK, Ocak 1992, cilt 25, sayı 290, s. 49 ve Bilim ve Teknik, Nisan 1993, cilt 26, sayı 305, s.283
4. http://ant.edb.miyakyo-u.ac.jp/INTRODUCTION/Gakken79E/Page_10.html
5. Bilim ve Teknik Dergisi, Zuhal Özer, "Feromonlar", TÜBİTAK, Ağustos 1996, s.45
6. Bilim ve Teknik Dergisi, Zuhal Özer, "Feromonlar", TÜBİTAK, Ağustos 1996, s.45
7. Florida's Fabulous Butterflies & Moths (Florida's Fabulous Series Vol 2), by Thomas C. Emmel, Brian Ph. Kenney (Editor), ISBN: 0911977155, s.76
8. Florida's Fabulous Butterflies & Moths (Florida's Fabulous Series Vol 2), by Thomas C. Emmel, Brian Ph. Kenney (Editor), ISBN: 0911977155, s.76
9. Christopher O'Toole, Anthony Raw, Bees of The World, ISBN 0-8160-1992-4, 1992, s.101
10. Bilim ve Teknik Dergisi, Zuhal Özer, "Feromonlar", TÜBİTAK, Ağustos 1996, s.46
11. Bilim ve Teknik Dergisi, Zuhal Özer, "Feromonlar", TÜBİTAK, Ağustos 1996, s.47
12. National Geographic, Eylül 1986
13. James L. Gould & Carol Grant Gould, Olağan Dışı Yaşamlar, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 5. Basım, s.170
14. National Geographic, Haziran 1979, s.871-878.
15. Bilim ve Teknik Dergisi, "Hasta hayvanlar nasıl şifa bulur?", TÜBİTAK, , Sinan Erten, Ocak 1996, s.99.
16. James L. Gould & Carol Grant Gould, Olağan Dışı Yaşamlar, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 5. Basım, s.137
17. Robert Degabriale ve T. J. Davson, "Metabolism and heat balance in arboreal marsupial, The Koala (Phascolarctos cinerus)", Journal of Comparative Physiology, 1979, sayı: 134, ss.293-301
18. Denis Dreves, Creation, Haziran-Ağustos 1996, 18:3, ss.26-28


Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü